Kaybedilenler ve kazanılabilecekler/Metin Çulhaoğlu
Eskisi gibi gitmesi mümkün olmayanı yeni bir mecrada götürmeye çalışmak ve bu çabanın sonunda dönüp kendi altını oymaya başlaması
Yalnızca son 11 yılın AKP iktidarını değil Türkiyenin son 30-35 yılını yukarıdaki deyişin ışığında okumak mümkündür.
AKPnin 12 Eylülün ürünü ya da uzantısı olduğu tespiti de öyle rastgele söylenmiş bir laf değildir.
1970lerde dünya kapitalizminin yaşadığı tıkanma Türkiyeyi de etkilemiştir. 24 Ocak 1980 kararları, hemen ardından gelen 12 Eylül darbesi ve sonra Özal dönemi, dünya kapitalizminin yaşadığı tıkanmanın tetiklediği yeni yönelimlerin Türkiyedeki doğrudan yansımalarıdır.
Şunu söylüyoruz: 1970lerin sonuna gelindiğinde Türkiye kapitalizmi eskisi gibi gidemezdi, yeni bir birikim modeli kendini dayatıyordu. Bu yeni birikim modeli, önceki modele uyan ideolojik, siyasal ve kurumsal dengeleri bir kenara itip yenilerini denemek zorundaydı.
Bu zorunluluk, kapitalizmin uluslararası entegrasyonunun yeni evrelere ulaşması ve dünya sosyalist sisteminin çökmesiyle birlikte, özellikle Türkiye açısından daha bir belirginleşti. Türkiye artık kalkınma-sanayileşme gibi konularda eski ezberlerini unutmalı, dünya kapitalist sisteminin bir parçası olarak her tür korumacılığı bir kenara bırakarak ihracata ve dış rekabete yönelmeli, bir de kendi bölgesinde aktif bir aktör olarak ön plana çıkmalıydı. Sonuncusunda, ekonomik ve politik mülahazaların iç içe geçtiğini görüyoruz.
Neticede, böyle yapmak zorundaydılar ve yaptılar diyoruz.
Peki, bu haklı oldukları anlamına mı geliyor?
Kendi açılarından bakıldığında bu sorunun yanıtı tereddütsüz bir evet olmalıdır.
Öbür türlü, Türkiyenin, özellikle 1991 sonrası dünyada bir yandan sistemin pürüzsüz bir parçası olarak kalırken diğer yandan eski birikim modelini ve onun uzantısı olan dengeleri nasıl sürdürebileceğini göstermek gerekir ki imkânsız denebilecek kadar güç bir iştir.
* * *
Diğer taraf açısından zorunluluğu kabul ettik diyelim; ya en baştaki deyişte yer alan sonunda dönüp kendi altını oyma meselesi?
Burada, bir taraf açısından zorunlu olan süreçlerin karşı tarafta yarattığı ve yaratacağı tepkilerden söz ediyoruz.
Hiç olmamış mıdır?
Elbette olmuştur. Kimilerini hava döndü tespitiyle yeniden sahneye çeken 1989 bahar eylemleri, başkalarına Şemsi Denizer sol parti kursun biz de gelelim dedirten 1991 Zonguldak madenci direnişi, bir dönemin etkili KESK eylemleri, TEKEL direnişi, insanlara her seferinde bu yılki çok kalabalık ve canlıydı umutları aşılayan 1 Mayıslar vb.
Hiçbiri küçümsenmemelidir.
Ancak, özellikle dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır. Az önce sıralanan önemli ve değerli eylemler, son 30-35 yıla damgasını vuran birikim modelinin bir yanına (ağırlıklı olarak ekonomik) yönelik tepkilerdi. 2013 Haziran Direnişi ise, aynı modelin 11 yıllık AKP iktidarında iyice belirginleşen siyasal, ideolojik ve kültürel uzantılarına, bu alanlarda kurulmak istenen yeni dengelere topyekûn bir karşı çıkıştır.
* * *
Son 30-35 yılın genel yönelimi için yapmak zorundaydılar, yaptılar demiştik.
Aynı tespit, son dönemde AKPnin yaptıkları ve yapmaya çalıştıkları için de geçerli midir? Yani Türkiye kapitalizminin kökleri AKP iktidarından çok daha gerilere giden zorunlu tercihi, örneğin AKPnin istediği ölçülerde bir dincileşmeyi ve gericileşmeyi, Cumhuriyetin orasıyla burasıyla AKPnin yaptığı kadar oynamayı, süper güç olacağım diye bölgede olur olmaz işlere kalkışmayı mutlaka zorunlu mu kılmaktadır?
Elbette hayır.
Zaten bugün Türkiyede siyasetin gelip dayandığı kritik nokta da buradadır. Birileri dünya kapitalizminin hala amentüsü durumunda olan modeli, AKPnin üstyapı alanlarında giriştiği zorlamalara başvurmadan sürdürecek bir siyasal güç arayışı içindedir. Bu bağlamda, kimi rehabilitasyon işlemleriyle birlikte Gezi Direnişi bile sineye çekilebilecek, hatta yer yer baş tacı edilebilecektir.
Şimdi top bizim taraftadır.
Yanıtlanması gereken soru ise şudur: Türkiyenin son 30-35 yılda kaybettiklerine bakıp bunları geri getirmeye mi çalışacağız, yoksa bu kayıpların yarattığı tepkileri işleyip bunların çok daha ilerisinde neleri kazanabileceğimize mi odaklanacağız?
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/metin-culhaoglu/kaybedilenler-ve-kazanilabilecekler-82962