SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Bir yeniden kuruluş ihtiyacı-Can Soyer           (gösterim sayısı: 3.033)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: denizcan
Konu Tarihi: 26.11.2014- 12:15


Bir yeniden kuruluş ihtiyacı-Can Soyer  

Bir süredir sosyalist hareketin gündemindeki tartışma başlıklarından biri de yeniden kuruluş ihtiyacı. Özellikle Haziran Direnişi ile birlikte ve ardından açılan dönemde, sosyalist hareketin Türkiye’de saptadığı olanaklar, bu türden bir yeniden kuruluş tartışmasının en önemli nedenlerinden biri. Ancak sadece bundan ibaret değil elbette. Esnek bir bakışla, sosyalist hareketin yeniden kuruluş ihtiyacının kendisini hissettirmeye başlamasını birkaç yıl daha geriye yerleştirebiliriz.
 
Nihayetinde, Haziran Direnişi, bir süredir kendisini hissettiren ihtiyacın artık inkar edilemez bir aciliyet kazandığı uğrak oldu. Haziran’da mevcut birikimini sınayan sosyalist hareket, bir yandan eksik ve boşluklarını görürken, bir yandan da gerekli hazırlıkları yerine getirdiği koşullarda neler yapabileceğini keşfetti. Nitekim, Haziran’ın hemen ertesinden başlayarak, sosyalist örgütler içerisinde başlayan tartışmalar ve bu tartışmaların sonuçları, yeniden kuruluş ihtiyacına verilen yanıtları yansıttı.
 
Bu açıdan bakarsak, yeniden kuruluş ihtiyacının, bir ya da birkaç sosyalist örgüte münhasır olmadığını, sosyalist hareketin bütününü kapsadığını ve ilgilendirdiğini söylemek gerekmektedir. Türkiye sosyalist hareketinin bir bütün olarak yeniden kuruluşa ihtiyaç duyduğu, bu yeniden kuruluşun esas hedefinin de ülkedeki toplumsal ve siyasal mücadelelerin gereklerini karşılayabilecek bir birikime ve güce erişmek olduğu, bir süredir açıkça ortadadır.
 
Bu ihtiyacın nesnel kaynakları da var elbette. Türkiye’de sosyalist hareketin mevcut ve yerleşik konumlanışı, ülkenin son 30 yıllık kesitine uyarlanmıştır. Genellikle 12 Eylül’le başlatılan, ancak hemen öncesini de kapsaması gerektiğini söyleyebileceğimiz bu dönem, sosyalist hareketin ve sosyalizm düşüncesinin hızla etkisizleşerek gerilediği, buna karşılık kapitalizmin dünya çapında ideolojik bir saldırıya giriştiği bir dönemdir.
 
Kendisi gerileyen, aynı zamanda atak ve sert bir saldırıyla karşı karşıya kalan sosyalist hareket, kendisini esas olarak bu iki başlıktaki konumlanışıyla kurmuş oldu. Yani bu dönemin konumlanışındaki temel belirleyen, bir yandan gerilemeye bir set çekmekle, diğer yandan da şiddetlenen saldırıları püskürtebilmekle tanımlanan bir savunma tarzıydı. Sosyalist hareketlerin, bir bütün olarak ele alındığında, bu dönemi atlatabildiğini söylemek mümkündür. Sosyalizmi bugün hala ayakta tutan ve şimdi bir yeniden kuruluş sürecinin eşiğine kadar ilerletebilen, dolayısıyla tarihsel kıymeti tartışma konusu dahi yapılamayacak olan da sözünü ettiğimiz bu savunma konumlanışıdır.
 
Ancak bu dönem kapanmıştır. Ve bunu kapatan, sosyalist hareketin kendi öz gücü ya da etkinliği olmamıştır. Kapitalizmin dünya çapında yürüttüğü ideolojik saldırı giderek zayıflamış, mevcut liberal siyasal ve toplumsal “konsensüs” çatırdamaya başlamıştır. Sadece Türkiye’de değil, dünyada da kapitalizmin yönetememe krizi ipuçlarını göstermektedir. Daha önemlisi ise, yine yalnızca Türkiye’ye özgü olmayan bir biçimde, halk hareketlerinin sıklığı ve şiddeti gözle görünür biçimde artmaktadır. Dolayısıyla, sosyalizmin kendisini uyarlamış olduğu siyasal ve toplumsal konjonktür geride kalmaktadır.

O halde, sosyalist hareketin kendisini açılan yeni dönemin özelliklerine uyarlaması, siyasal ve toplumsal atmosferin ihtiyaçları doğrultusunda konumlanması, kısacası bir yeniden kuruluş sürecinden geçmesi kaçınılmazdır.
 
Bu noktada, tartışma çok geniş bir yüzeye yayılmaktadır. Bu yeniden kuruluşun hangi başlıklarda, ne tür hedeflerle, nasıl bir tarzla gerçekleştirileceği, dahası böylesi bir yeniden kuruluş sürecinin kendisini hangi pratik biçimlerde görünür kılması gerektiği, her biri uzun ve kolektif tartışma deneyimlerini gerektiren bir içerik taşımaktadır. O yüzden, şimdilik birkaç temel saptamada bulunmak ve tartışmayı daha geniş bir platforma havale etmekle yetinelim.
 
Öncelikle, sözünü ettiğimiz yeniden kuruluşun bir tür restorasyon ya da tıpkıbasım olarak düşünülmesinden uzaklaşmak gerekmektedir. Bugün ihtiyacı hissedilen türden bir yeniden kuruluş, daha derin ve kapsayıcı, daha yaygın ve dönüştürücü, daha baskın ve harekete geçirici bir içerik taşımak zorundadır. Dolayısıyla, yeniden kuruluşla kast edilen, mevcut yapıyı ya da konumlanışı yeni bir üslupla, yeni bir teknikle, yeni bir işlevle kurmaktır. Kısacası, yeniden kuruluş, yineleyerek değil, yenileyerek kurmak anlamına gelmektedir.
 
Bu tarzdaki bir yeniden kuruluşa ise, kaçınılmaz olarak, iki paralel hamlenin eşlik etmesi gerekmektedir.
 
Bunlardan ilki, sosyalist hareketi, sosyalizm düşüncesini, işçi sınıfının ve emekçi halkın iktidar mücadelesini karakterize eden özellikleri açığa çıkartmak, sosyalizmin evrensel ve özgül birikimini bir omurga olarak yerleştirmek ve ülkemizin bereketli topraklarına tutunmuş kökleri sağlamlaştırmaktır. Bu, bir başka terminolojiyle ifade edersek, sosyalist hareketin bugüne kadar yarattığı birikimi içerip aşmak anlamına gelmektedir. Ve felsefede olduğu kadar, siyasette de içerilmeyen unsurun aşılamayacağı; kapsanamayan unsurun dönüştürülemeyeceği; parçası olunmayan bütünlüğün bütününün ele geçirilemeyeceği açıktır. Dolayısıyla, sosyalist hareketin içerip aşarken, içerdiği birikime burun kıvırma şansı bulunmamaktadır.
 
İkinci hamle ise, açılmakta olan dönemin özelliklerinin saptanması ve eldeki birikimin bu dönemin ihtiyaçlarını karşılamakta nasıl işlevlendirileceğinin ortaya konmasıdır. Bu, yukarıda içerip aşmak diyerek özetlediğimiz biçimde, bir süreklilik boyutu da taşımaktadır; ancak hem içerik hem de hedef açısından radikal bir tarzı gerektirmektedir. Diğer bir deyişle, sosyalist hareket yeni bir dönemin açılmakta olduğunu, artık yeni bir zeminde konumlanması gerektiğini ve yeniden kuruşla birlikte bu yeni zemine yerleşmiş olacağını bilince çıkarıp, eski zeminden ve onun kalıcılaştırdığı her tür alışkanlıktan kopmalıdır. Çünkü yeniden kuruluş ve yeni bir konumlanış, psikolojik bir algı ya da tutum değişikliğini değil, nesnel bir zemin değişikliğini ifade etmektedir. Bu anlamda, yeniden kuruluşla birlikte, sosyalist hareket Türkiye’nin siyasal ve toplumsal haritasında yeni bir konuma oturacak, önümüzdeki dönemin sosyalist mücadele pratiğine bu yeni konumlanış rengini ve üslubunu verecektir.
 
İşin ciddiyeti de aciliyeti de buradan kaynaklanmaktadır.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: denizcan
Cevap Tarihi: 26.11.2014- 12:16


Siyasette ve ideolojide yeni dönem-Can Soyer  

“Sosyalist hareket yeni bir dönemin açılmakta olduğunu, artık yeni bir zeminde konumlanması gerektiğini ve yeniden kuruşla birlikte bu yeni zemine yerleşmiş olacağını bilince çıkarıp, eski zeminden ve onun kalıcılaştırdığı her tür alışkanlıktan kopmalıdır.”

En son yazımızı bu sözlerle bitirmiştik. Şimdi kaldığımız yerden devam edelim.

***

Önce iki saptama gerekiyor.

Birincisi, Türkiye’de resmi ideolojinin toplumu bir arada tutma ve rejime bağlama kapasitesi hızla daralmaktadır. Bu durumda, en büyük pay, İkinci Cumhuriyet adını verdiğimiz yeni rejimin inşasına soyunan AKP’nin, rejim kurucusu olmaya yetecek kapsayıcılıkta bir resmi ideoloji üretimini başaramamış olmasındadır. AKP’nin resmi ideoloji olarak topluma dayatabildiği dizge, baştan sonra gerici, piyasacı ve savaş kışkırtıcısı bir cehalete denk düşmektedir. Oysa Türkiye toplumu, AKP’nin sandığından ötede bir gelişmişlik düzeyine sahip olduğunu, dolayısıyla bu ölçüde sığ bir ideolojik hegemonyaya teslim olmayacağını göstermiştir.

İkincisi, bu durumun bir sonucu olarak, toplumun neredeyse yarısına denk düşen çok geniş bir kesim, AKP rejimi tarafından kapsanamamakta, aynı anlama gelmek üzere, AKP rejiminin saldırılarına maruz kalmaktadır. AKP, kapsayamadığı ve kendi ideolojik hegemonyasına boyun eğdiremediği kesimlere rejimle asgari de olsa barışık kalabilecekleri hiçbir alan ya da tutamak noktası bırakmamaktadır. Siyaset alanının da bu daralmadan nasibini alması ölçüsünde, rejimin saldırılarıyla karşı karşıya kalan geniş halk kesimleri, kendisini siyaset sahnesinde de ifade edememekte, giderek politik temsilcisini bulamamaktadır. Rejimle barışık kalamayan, aynı zamanda talep ve beklentilerini yükleyebileceği bir politik temsilci de bulamayan halk, bu koşullarda siyasete doğrudan müdahale etmeyi denemekte, Haziran Direnişi gibi devasa ya da Validebağ gibi sınırlı örneklerde görüldüğü gibi, talep ve beklentilerini dolaysız ve aracısız bir biçimde dile getirmektedir.

***

Kuşkusuz, AKP rejiminin özelliklerine dair başka saptamalar da yapılabilir. Ancak tartışmamıza bir temel olması açısından, şimdilik, bu ikisiyle yetinelim. Ve bu saptamaların ardından gelen sonuçları da kısaca belirtelim.

AKP’nin yaşadığı ve kendisini tüm toplumu belirli bir ölçüde ve oranda kapsayan bir resmi ideolojinin oluşturulamaması olarak gösteren sorun, daha şimdiden bir meşruiyet krizinin belirtilerini sergilemektedir. Çünkü AKP rejimi, bu sorunu çözecek kıvraklıktan ve esneklikten gün geçtikçe daha da uzaklaşmaktadır. Şimdi bir sorun biçiminde saptayabildiğimiz durum, giderek kalıcılaşma ve derinleşme eğilimi göstermektedir.

İdeoloji alanındaki bu daralmaya, siyasetteki daralma eşlik etmektedir. Türkiye’de düzen siyaseti, artık halkın talep ve beklentilerini karşılayamayacak ölçüde dar bir alana sıkıştırılmış, nihayetinde düzen siyasetinin tüm farklı ve “muhalif” yolları AKP rejiminin temellerine güç verir bir döngüye mahkum kalmıştır. Halk unsurunun siyaset alanına doğrudan girmesi, böylesi bir somut gereksinimin ifadesidir. Türkiye’de burjuva siyasetinin halkı genel olarak edilgen bir konuma ittiği tarihsel dönem sona ermeye başlamıştır ve yeni dönemde siyasetin en etkin unsurlarından biri de halkın bizzat kendisi olmaya doğru gitmektedir.

İdeoloji ve siyaset alanlarındaki daralmanın doğrudan sonuçlarından biri de her iki düzlemdeki mücadele başlıklarının örtüşmesidir. Kimi tarihsel dönemlerde anlamlı olabilmişse de ideolojik ve siyasal mücadeleyi ayrı kanallardan ya da ayrı frekanslardan yürütme yönündeki tüm denemeler başarısız olmaya mahkumdur. Açılmakta olan yeni dönemin temel mücadele başlıkları, ister ideolojik isterse siyasal olarak formüle edilsin, AKP rejimi ile halk arasındaki uzlaşmaz çelişkinin somut görünümlerine dönüşmektedir. Daha açık bir ifadeyle, bugün Validebağ’daki direnişten ayrı bir kamuculuk mücadelesi ya da Yeşilbahar’daki karşı koyuştan bağımsız bir aydınlanmacılık mücadelesi tarif etmenin yolu yoktur. İdeolojik ve siyasal mücadelenin gündemleri üst üste binmiştir.

Sosyalist hareket, son 30 yılın koşulları içerisinde edindiği “halksız” siyaset yapma alışkanlığını bir kenara bırakmak için en uygun dönemden geçmektedir. Uzunca bir süre kitle bağları tamamen kopmuş, zaman zaman öncü kadro gruplarına değin küçülmüş, en genişlediği ölçeklerde bile Türkiye’deki geleneksel sosyalist nüfusun ötesine taşamamış bir mücadele pratiği, yeni dönemin gereksinimlerini karşılamaktan hayli uzaktır. Türkiye’de sosyalist hareket, geniş halk yığınlarına seslenmenin, geniş halk yığınlarıyla devinmenin, geniş halk yığınlarını harekete geçirmenin yolları, tarzı ve dili üzerinde kafa yormalı, dahası acilen bu başlıklarda somut başarı örnekleri yaratmalıdır.

Son olarak, sosyalist hareket, AKP rejiminin ideolojik krizini de dikkatle izlemelidir. Çünkü yaşanan kriz ortamında halk içinde kendiliğinden biçimde açığa çıkan dinamikler, büyük oranda sosyalizm düşüncesinin evrensel değerleriyle uyumlu nitelikler göstermektedir. Dolayısıyla, rejimin ideolojik krizi karşısında sosyalist hareketin büyük ve sarsıcı ideolojik mevziler kazanması mümkündür. Ancak burada da, eski dönemin alışkanlıklarından biri olan, yalıtık bir ideolojik mücadele pratiğinden kopulması, siyasetin ve siyasal kazanımların ideolojik mücadelede ön açıcı olduğunun görülmesi gerekmektedir. Sosyalist hareket, toplumdaki gerçek ve somut bir mücadelenin tarafı, temsilcisi ve kazananı olmadan, yani siyaset yapmadan ideolojik hegemonyasını adım adım genişletebileceği yanılgısından kurtulmalıdır.

Özetle, bir yeniden kuruluş ihtiyacı ile yüz yüze olan sosyalist hareket, yeni dönemde siyasal ve ideolojik mücadelenin tarzı üzerinde düşünerek işe başlamalıdır. Çünkü sosyalist hareketin elini kolunu bağlayan sorunların önemli bir kısmı, bu başlıklardaki alışkanlıklardır.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: denizcan
Cevap Tarihi: 03.12.2014- 13:13


İşçi sınıfı kenar süsü mü?-Can Soyer  

Yeniden kuruluş tartışmasına devam ediyoruz.

Sosyalist hareketin ülke siyasetinde daha etkili olabilmesi, geniş halk kesimleriyle birlikte mücadele etmeyi becerebilmesi, AKP karşıtı toplumsallığın talep ve beklentileri ile bağ kurup onu daha ileri hedeflere yönlendirebilmesi gibi gereksinimlerin, hem de yakıcılaşarak, kendisini hissettirdiğini söylüyoruz bir süredir.

Bu gereksinimin tanınmasında, en çok, ülkenin nesnel koşullarının payı var kuşkusuz. AKP rejimi altında giderek açık bir diktatörlüğe dönüşen Türkiye, en küçük ve yerel gündemden en kapsamlı siyasal başlığa kadar hemen her konuda son derece “politik” bir toplum olmuş durumda. Çapı, etkisi, direnci ayrı ayrı sorgulanabilir olsa da, ülkenin birçok yerinde AKP rejimine karşı gösterilen tepkiler, böylesi bir politizasyonun hem nedeni hem de sonucudur aynı zamanda. Dahası, bir önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi, Türkiye’de ideolojik mücadele ile siyasal mücadelenin gündemleri, teorik ya da ilkesel olmanın ötesinde, basbayağı pratik olarak da örtüşmektedir. İdeolojik ve siyasal mücadelenin ayrı kanallardan yürütülmesi biçimindeki eski alışkanlıkların işlevsizleşmesi de büyük ölçüde bu örtüşmenin sonucu olarak görülebilir.

Dolayısıyla, sosyalist hareketin, ülkenin içinden geçmekte olduğu bu özel dönemde kendisini yeniden düşünmesi, yeni dönemin gereksinimlerine karşılık verebilecek bir dönüşümün yol haritasını çıkarmak istemesi olağandır. Ancak bu tabloda, hadi bir tehlike demeyelim de, gündelik mücadelenin sıcak ve hızlı akışı içerisinde gözden kaçırılabilecek ya da akıldan çıkabilecek bir unsur bulunuyor. Daha doğrusu, bu unsur, belki de gözden kaçırılmaması gerektiğini hatırlatmak ister gibi, kendisini zaman zaman sosyalist hareketin önüne atıyor. Sözünü ettiğimiz unsur, işçi sınıfının tarihsel ve güncel çıkarları, sınıf mücadelesinin sürekliliği ve belirleyiciliği, kısacası sınıf perspektifidir.

Sınıf perspektifinin önemini yeniden anlatmak gerekli değil. Sosyalizm mücadelesi, en başta, işçi sınıfının siyasal iktidarı ele geçirmesini ve eşitlik ve özgürlük temelli yeni bir toplumun kuruluşuna girişmesini hedeflemektedir. Bu anlamda, işçi sınıfının kapitalist sömürü düzeni içindeki konumu sosyalizmin geçerken çözeceği bir adaletsizlik ya da haksızlık değil, sosyalizm düşüncesinin ve pratiğinin kurucu ve tanımlayıcı öğesidir. Sosyalizmin sadece ve sadece işçilerin sorunlarıyla ilgilendiğini söylemek değildir bu, ancak merkeze işçi sınıfının tarihsel ve güncel çıkarlarını, emekçilerin kapitalist sömürüden kurtuluşu hedefini koymayan bir siyasal mücadeleye sosyalist denmesi de olanaklı değildir. Hatta, sosyalizm düşüncesinin radikal ve bütüncül karakteri de, toplumsal yaşamın sorunlarının işçi sınıfının çıkarlarıyla buluşturulabilmesini mümkün kılan kapasitesinden kaynaklanmaktadır.

İster “kırmızı çizgi” densin, isterse “olmaz olmaz”, sınıf perspektifi sosyalizm mücadelesinde böylesi hayati bir yere sahiptir. Ancak, yukarıda da belirttiğimiz gibi, gündelik mücadelelerin harareti bu hayati rolün zaman zaman akıldan çıkmasına neden olabiliyor. Üstelik “politizasyon” gibi sosyalist hareketin uzun yıllardır aradığı bir nitelik de bu endişeyi tümüyle giderecek bir garanti sağlamıyor. Belki de, sınıfın maddi, somut ve gündelik çıkarlarıyla, sorun ve beklentileriyle bütünleştirilmediği koşullarda, “politizasyon” görüş keskinliğini azaltan bir göz bağına, klasik literatürdeki “ekonomizm”e atıfla söylersek, tam tersinden bir “politizm”e dönüşüyor.

“Politizm” ise kendisini iki zıt biçimde görünür kılıyor. Bir tarafta gündelik mücadelelere burun kıvıran, yerel ölçekli ya da kısmi taleplere sahip hareketlilikleri küçümseyen, “büyük politika” yapıyor olduğunu sanarak işçi ve emekçi kitlelerin gerçek sorunlarından bütünüyle kopan bir siyasal çizgi; öte tarafta ise, gündeme gelen tekil mücadele başlıklarının birbiriyle ilişkisini kuramayan, çevre sorunundan kadına yönelik şiddete, çocuk işçiliğinden eğitimin dinselleştirilmesine kadar birçok uygulamanın kapitalist sömürü düzeniyle, sermaye diktatörlüğü ile bağını göremeyen, sonuçta giderek naifleşip vicdan ve iyi niyet eksenine sıkışan bir siyasal çizgi ortaya çıkıyor.

Oysa, “her yanlış, bir doğrunun abartılmasıdır”. Birbirine zıt yönlere doğru giden her iki siyasal çizgi de, yola çıkarken sahip oldukları doğruları koruyamadıkları için yanlıştır. Ve ilginçtir, “ekonomizm”i de “politizm”i de sonuç olarak bir yanlışa dönüştüren, sınıfa bakış tarzıdır. Ellen M. Wood’un çarpıcı biçimde özetlediği gibi, “kapitalizm, sınıfı yalnızca bir iktisadi kategori olarak gösterir ve ‘ekonomi’nin ötesinde, sınıfın yer almadığı koskoca bir dünya yaratır”. Ekonominin ötesindeki bu dünyada, politik gündemler sınıf içeriğini ve bağını giderek kaybeder. Sınıf ve sınıf perspektifi, kapitalist sömürü düzeni, sermaye diktatörlüğü, yalnızca işçi direnişlerinde, fabrika işgallerinde, işten atılma ya da iş cinayetlerinde hatırlanır. “Politika” ise, sınıfın, fabrikanın, emek sömürüsünün dışını, ötesini anlatır. İşte başlangıçtaki doğrulara rağmen sözünü ettiğimiz siyasal çizgileri yanlışa taşıyan da sınıfa dair bu bakış tarzıdır.

Belki fazla iyimser bulunacaktır, ancak sosyalist hareket, hem biriktirdiği deneyim hem de bu deneyimden çıkardığı sonuçlar anlamında, doğruda durmayı, doğruya sahip çıkmayı, doğruyu kalıcılaştırmayı becerebilecek olgunluktadır. Bu olgunluğun sonuç alıcı bir eylemlilik biçimine dönüşmesi için ise, yeniden kuruluş sürecinden geçtiğini iddia ettiğimiz sosyalist hareketin, sınıf perspektifini ve politikanın sınıfsal içeriğini kendi kuruluşuna kalın harflerle yazması gerekmektedir.

Çünkü işçi ve emekçileri politik gündeminin merkezine yerleştirmeyen, kapitalist sömürünün vahşetiyle hesaplaşmayı bir vicdan ve iyi niyet ritüeline indirgeyen, sınıfı “politik alan”da yürütülen “asli” çalışmanın kenar süsüne dönüştüren bir sosyalist mücadele pratiği, ne kent talanına, ne çevre yağmasına, ne gericiliğe, ne de cehalete karşı koyabilecektir.



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör TİP: Kurtuluş ve kuruluş için temel ilkeler... melnur 1 1481 22.10.2021- 00:02
Konu Klasör Yeniden kuruluş, yeniden doğuş denizcan 0 3504 04.02.2015- 11:08
Konu Klasör Büyük kahramanlara ihtiyacımız var mı? melnur 0 1360 06.07.2021- 11:20
Konu Klasör Türkiye'nin sosyalizme, TKP'nin de sosyalistlere ihtiyacı var melnur 7 4057 14.03.2019- 07:45
Konu Klasör “Normal insanlar dönemine” ihtiyacımız var! melnur 1 1253 26.01.2022- 03:38
Etiketler   Bir,   yeniden,   kuruluş,   ihtiyacı-Can,   Soyer
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS