SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Gericilikle hesaplaşmak-Özgür Savaşçıoğlu           (gösterim sayısı: 3.303)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: denizcan
Konu Tarihi: 09.01.2015- 19:15


Gericilikle hesaplaşmak-Özgür Savaşçıoğlu  

Paris’teki katliam siyasal İslam’ın geniş kesimler tarafından sorgulanmasına yol açtı. İktidarının ilk yıllarında AKP’nin sözcülüğünü yapanlar dahi İslamcıları yüksek sesle ve laik bir tonla eleştirmeye başladı.

İslamcıların savunusu ise büyük ölçüde “gerçek İslam bu değil” gibi sığ bir retoriğe bel bağlıyor. İslam’ın özünde ne olduğu tartışmasını ilahiyat zemininde yürütmenin, ortaya karşılıklı kutsal kitap alıntıları dökmenin anlamı yok.

Bizim açımızdan gerçek olan İslam’ın siyasetin merkezine çakılmasının ve toplumsal hayatta artan rolünün yarattığı sonuçlar. Bunun ötesi teolojinin alanıdır ve gerçekliği tartışmalıdır.

Tüm dünyada gericiliği yükselişe geçtiği ve dinselleşmenin arttığı bir dönemin yaşadığımız coğrafyadaki karşılığı olan bu pratiği Reel İslam olarak adlandırabiliriz.

****

Dinsel ideolojiye yaslanan ve toplumsal ve siyasal yaşamı bu çerçevede düzenlemeye çalışan İslamcılık, aşağıdan yukarıya yükselen bir tepki değil, emperyalistler ve bölgenin egemenleri eliyle yukarıdan aşağıya dayatılan bir siyasi çerçevedir.

Kalpsiz ve ruhsuz bir dünyaya egemen olan hırsız ve katillerin elindeki en önemli silahlardan biridir.

****

Reel İslam, bölgemizi karanlığa sürükleyen aktörlerin ortak ürünüdür.

Daha dün Nijerya’da 2 bin kişiyi katleden Boko Haram’dır.

Suriye’nin ‘ılımlı’ ve ‘ılımsız’ muhalifleridir.

IŞİD, ÖSO, AKP ve Cemaat’tir.

Fethullah Gülen ve Recep Tayyip Erdoğan’dır.

***

Toplumsal hayatı biçimlendirme iddiasındadır.

Yurttaşların yatak odasına kadar girer. Çocuk sayısından doğum kontrolüne her konuya bir sözü, müdahalesi vardır.

Ortaokulda türban, ilkokulda zorunlu din dersidir.

Her üniversiteye bir cami, her köşe başına bir mescittir.

İnanç özgürlüğüyle açıklanamaz. Babadan oğula geçmektedir.

***

"Bir tarikatın mürşidi olarak, müritlerimle kendi istekleriyle ’Badelenme’ adını verdiğimiz oral seks dahi yaptım” diyerek cinsel istismar suçundan yırtan ancak “Hayvan ve çocuk pornosu görüntülerini depolamak”tan hapis cezası alan Bursalı şeyh…

14 yaşındaki kıza tecavüz eden Hüseyin Üzmez…

Barbie bebekten tahrik olan Cübbeli Ahmet’tir.

***

Çürüyen bir düzenin ustalık dönemi eseridir.

“Ama öldü efendim” sözüne verilen “Ben bilmem” yanıtı…

‘Kız mıdır kadın mıdır bilemem’, ‘Ananı da al git’, ‘Emri ben verdim’ ve ‘fıtrat’tır.

***

Maraş, Sivas, Reyhanlı ve Charlie Hebdo’dur.

***

Emperyalizm ve gericiliğin yarattığı bu karanlıkla ancak mücadele edilebilir. Diyalog, uzlaşma ve ehlileştirme bir seçenek değildir. ‘Gerçek İslam’ı özgürce tartışmanın dahi önkoşulu bu karanlıkla hesaplaşmaktır.

Avrupa’da gericilik ve ırkçılık arasında yaşanacak olası karşı karşıya gelişler ya da emperyalizmin 11 Eylül sonrası ayarlarına dönmesi ancak daha fazla gericilik yaratabilir.

21. yüzyılın aydınlanma atılımı egemenlerin karanlıkla boğmak istediği bu coğrafyadan çıkmak zorundadır.

İslamcılık siyasal alandan defedilmeli, dinin toplumsal hayatı belirlemesinin önüne geçilmelidir.

Bölgede cihatçı çeteleri palazlandıran emperyalistler bu coğrafyadan bir daha dönmemek üzere kovulmalıdır.

Eşitlik-özgürlük-kardeşlik bayrağını daha ileriye taşıma sorumluluğu tarihsel bir görev olarak bizim omuzlarımızdadır.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: denizcan
Cevap Tarihi: 09.01.2015- 19:16


'Yobazları niçin öldürmeliyiz?'-Onur Emre Yağan  

Çünkü gülmeyi bilmeyen meymenetsiz mahluklardır. Gülüşüne kurşun işler mi? Tereddüt etmez, atarlar... Güleryüze, gülen insanın resmine, insanı güldüren zekaya küfür eder, kurşun sıkarlar. Yere düşene el uzatıp ayağa kaldırmaz, kafasına nişan alırlar...

Ola ki bir çocuk coşkuyla havaya zıplasa, bir kadın gülümsese... kaba, küstah, kindar seslerini duyurup hüzne boğarlar...

Hüzünlenmezler, gam, keder bilmezler.

Bir serçe soğukta donsa, bir işçi çatıdan düşse, bir çocuk toprağa gömülse... tanrılarının yanına çağırdığını düşünüp sevinirler. Allah'ın gücüne gitmesin diye, yanıbaşlarında solan çiçeğe bir damla su bile vermezler...

Yobazları niçin öldürmeliyiz?

Çünkü kadınları sevmezler. Gülen gözlerle bakıp saçlarını havaya savuran, mavi gözlü, yeşil gözlü, kahverengi.. siyah, beyaz, kızıl derili... dünyayı rengarenk eden o güzellik sevilmez mi?

Sevmez, kullanırlar. Küçümseyip dışlarlar. Karı der döverler... Dokuz ay taşıyıp yaşama verdiği bebeğini kucağından alıp, onu kapkara bir bez parçasına gömerler... Bir kadın kahkaha atsa orospuluk sayıp namus öğütler ama kadınları pazarda satacak kadar alçaklaşırlar. Kanlarında haya yoktur...

İnançsız ve erdemsiz yürürler. Sevgiye, mertliğe, kardeşliğe, barışa inanmazlar... Öbür dünyada yer kapmak için tanrılarına secde ederken, yan tarafta cem tutan, istavroz çıkartan komşusunu bir ışıksız vakitte kalleşçe öldürürler... Camileri, türbeleri bombayla havaya uçurup, kutsal kitapta yazılmış dualar hakkında yayvan ve gevşek ağızlarıyla makara yaparlar...

Yarasa kadar bile olamayan, gözleri görmeyen kör canlılardır. Yarasa yeteneklidir... bunlar yönlerini bulamaz karanlığa asılı kalırlar. Kayıtsız ve bilgisizlerdir. Dünyada neler olup bittiğini bilmez, ağzı açık ayran budalası gibi dinledikleri çatal sesli madrabazların vaazlarından öğrenirler...

Çocuklarını okula göndermez, hayal kurmasına izin vermezler. Onlarla ancak zengin kocaya gittiği, işkence yapan bir polis olduğu zaman övünür, cehaleti asalet sayarlar. Cahil ve edepsizlerdir... gidip okumadıkları okula kendi isimlerini verir, öğretmene el öptürürler...

Yobazları niçin öldürmeliyiz?

Çünkü kitap okumazlar, şarkı dinlemezler, anıları yoktur.

Çocuklarının doğum tarihini, bir şiiri... duvarda gördükleri tablonun ne anlattığını, oyuncunun repliğini, seviştikleri anı, en iyi dostlarını hatırlamazlar... Uzaya çıkan ilk kadının kim olduğunu, Eflatun'la Aristo'nun yürürken neyi tartıştığını, Hababam Sınıfı'nın Ilgaz'ın kaleminden çıktığını, Raskolnikov'un cezasını bilmez ellerine geçirince yakarlar... Kafka'nın böceğini tanımaz ama onun gibi yaşarlar. Geleceğe dair umutları yoktur...

Aptallığı kurnazlık sayar, rüzgara karşı durup derin bir nefes alamaz, korkakça soluklanırlar. Adalet terazisini ellerine versen, hurdahaş edip pazarlıkla satar... üç kuruşa sökün edip gururlarını harcarlar. At gözlüklerini takar, vicdanlarını karartır, gerçeği görmezler... “Haksızlığa karşı susan dilsiz şeytandır” da... bir haksızlık yaşandığında, eşek arısının kanat çırpışından daha hızlı davranıp uzağa seyirtir, hiçliği seçerler... Zalimin karşısında, kara saplanmış bir odun gibi hareketsiz ve basittirler...

Hep sızlanır, kan kustuk kızılcık şerbeti içtik diye ağlaşıp dururlar. Dinlerini, üzerinden kan eksik olmayan kılıçlarıyla kafaları keserek yaydıkları halde, hep mağduru oynarlar. İktidar olduklarında bile şekva eder, bir yanda sokak dilencisi gibi takma bacakla gezip göz süzerken, öte yanda kibirden küfelik olup kendilerinden geçerler...

Hırsız, asılsız ve hain kişiliklerdir. “Bir lokma bir hırka” laflarıyla gevelenen ağızlarını, altın işlemeli bardaktan içtikleri zemzem suyuyla hızlıca temizler... birlikte yola çıktıkları arkadaşlarını, Brütüs'ü, Yehuda'yı, Kara Davut Paşa'yı mezarında hoplatacak riyakarlıkla, gözleri kıpırtısız sırtından vururlar... Uslarında onur yoktur...

Yobazları öldürmeliyiz!

Çünkü işçiyi değil patronu, fakiri değil zengini severler. Yanlarındaki açken milyon dolarlık uçaklarıyla tok gezen haramzadelerdir... Aç biilaç çalıştırdıkları yoksullar için akşamları saraylarında tek elle dua eder, fıtratı söyler, yüzlerce can toprağın altında gömülüyken devlete taş satıp zengin olurlar... Yazgının hep güçlüden ve zorbadan yana olmasını isterler...

Çünkü değişime, ilerlemeye karşı durur, solu sevmezler... eşitliğin, özgürlüğün, aydınlığın, laikliğin kadim düşmanı oldukları için soldan nefret eder, fırsatını bulunca ezerler. Sözümona demokrasi ister, en faşizan, halk düşmanı fikirleri aşılarken, ilericiliğe gazaplarını eksik etmezler. Nefretleri, gericiliği ancak solun durduracağını bildiklerindendir...

Ferasetleri, işbirlikçilik ve nankörlükle pişirilmiştir... Katliamlarına destek verip dua ettikleri Bin Ladin'i, gemisinin önünde secde ettikleri Amerika infaz ettiğinde, katilin adil yargılanma hakkını sadece solcuların savunduğunu dahi bilmezler... Onlar İsrail'e köpeklik ederken Filistin'de solcuların dövüştüğünü unuturlar...

Yobazları yeneceğiz!

Çünkü Maraş'ı, Sivas'ı, 12 Eylül'ü yapan, Deniz'in ipini çeken, Mumcu'nun soluğunu kesen... Berkin'i, Ali'yi, Ahmet'i canımızdan alan... bize Leman'ın, Penguen'in, Uykusuz'un katledileceğini düşündüren karanlıktan beslenir ve sadece tarihin derinliklerinde kaybolmayı hak ederler...



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: denizcan
Cevap Tarihi: 09.01.2015- 19:17


"Huzur İslamda!"-Kurtuluş Kılçer  

Her yere yazmışlardı. Arabaların arka camlarına yapıştırmak modaydı. Ya da binerseniz bir minibüse dikiz aynasının üzerinde görürdünüz. Eskiden sıkça gördüğümüz "maaşallah" yazısının yerine almıştı neredeyse. Dükkanların camlarında, defterlerin üzerinde, gazetelerin manşetlerinde.

Huzur İslamda diyorlardı. İslama "davet ediyorlardı" herkesi masumane bir görüntü altında. Huzuru, güveni, içrahatlamayı, insanların, ancak ve ancak islamda bulacaklarını vaaz ediyordu islamcı siyaset. Öncesinde bilmem hangi hıristiyanın müslümanlığa geçtiğini yazarlardı. Sonra bunu, "huzur islamda"yı öne çıkardılar, daha sonra "adil düzeni", arkasından "tamam inşallah"ı... Hepsi 12 Eylül’den sonra...

Bireye seslenmişlerdi; kapitalist sistemin çarklarında ezilen, piyasacı Özal döneminin eşitsizliğinde kendini yalnız hisseden insana. Ve topluma seslenmişlerdi; yeni bir düzenin, istikrarlı ve korunaklı bir toplumun islamcı siyasetle mümkün olacağını!

Dinle ilgisi yoktu bu propagandanın, dinin siyasete alet edilmesinin kurnazca örneği idi yalnızca. İslamcı siyasetin topluma vaadi değil miydi? Huzur istiyorsanız islamcı siyasetin safına geçin!

Ama ne biz ne bölgemiz ne de dünya huzur bulabildi!

1993 yılında Sivas'ta 35 insanımız yakılarak katledildi. Toplumsal huzur, bir otele benzin dökülerek karanlık bir dumana boğuldu.

Herkes huzur beklerken mahalle baskısı başladı. Gece ondan sonra içki satışını yasakladılar, okulları imam hatipe çevirdiler, müfredatı değiştirdiler, kadınların kahkasına taktılar. Doğum kontrolüne bile ihanet dediler.

Herkesin huzurunu kaçırdılar. Haksız ve hukuksuz gözaltı, tutuklama ve operasyonlarla suçsuz insanların hayatlarıyla oynadılar.

Memlekette huzur bırakmadılar. Bir sabah herkes yolsuzluk, rüşvet ve hırsızlık operasyonuyla uyandı. Meğer huzur, yatak odalarında tutulan para sayma makineleriyle mümkünmüş!

Huzur olsa olsa bunlarda vardır diye düşünürken beddualar okunmaya, savaş naraları atılmaya başlandı. Beddua edenlere karşı çete ve paralel yapının inlerine gireceğiz dediler, tasfiyeler, gözaltılar, kılıçlar çekildi.

İnsanlar evlerinde huzurlu oturamadılar, terörden, şiddetten, savaştan, açlıktan ve kadınlarının, kızlarının tecavüze uğramasından kaçtılar. Suriye'de islam adına kan döken, kafa kesen, öldürdüğü insanın kalbini çıkarıp yiyecek kadar gözü dönmüş bir vahşeti yaşatan dinci terör örgütlerinin zulmünden kaçtılar. Halbuki Suriye'ye huzur getirmeyecekler miydi?

Bugün İstanbul'da, Antep'te, Adana'da ve neredeyse Türkiye'nin bir dizi ilinde yerinden yurdundan koparılmış Suriyeli göçmenleri görmüyor muyuz? Ortadoğu'da emperyalizmin çıkarları doğrultusunda dinci terör örgütlerine yapılan yardımların, desteklerin sonucu olarak çıkarılan içsavaşın sonucu bu oldu.

Irak'ta radikal islamcı IŞİD'in vahşetini izliyoruz. Sanki Ortaçağ'da yaşıyoruz, kadınlar cariye yapılıyor, kafalar kesiliyor, Ezidi halkı soykırıma uğruyor. İnsanlar yollara düşmüş, bir vahşetten kaçıyor. Kobane’de yaşananlar gözlerimizin önünde.

Ve şimdi Fransa'da bir Avrupa başkentinde ellerinde otomatik silahlarla   sokak ortasında bir katliam yaşanıyor. Yine gericilik ve yine kendi dışında her görüşün ortadan kaldırılması gerektiğine saplanmış bir ideoloji...

İster radikal ister ılımlı, siyasal islamcılık yani gericilik ne bize, ne bölgemize, ne de dünyaya huzur getirdi. Bırakın huzuru, kan, gözyaşı, göç, yoksulluk, acı, katliam, ölüm, yolsuzluk, rüşvet, operasyon...

Bu durum tek başına elbette dinci siyasal örgütlerle açıklanamaz. Emperyalizmi, ABD'yi, sermayenin kar hırsını, bölgesel devletlerin çıkarlarını gözardı edemeyiz ve bunlardan bağımsız bir siyaseti yok sayamayız. İslamcı siyaset, gericilik tam da bu yüzden başka türlü olamaz.

Bugün hem dünyada hem de ülkemizde kapitalizm ideolojik bir kriz içinde. Artık insanlara verebileceği bir umut yok.

Şimdi Fransa’da yeni bir katliamla gericiliği bir kez daha görüyoruz.

Ilımlı islam diyen projelerle Ortadoğu’ya elbise biçen emperyalizmi arıyor gözlerimiz.

Bakalım bundan sonra neler göreceğiz? Fransa’nın arkasından ne gelecek?

Huzur mu dediniz?



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: denizcan
Cevap Tarihi: 09.01.2015- 19:19


Nanik- Ali Mert  

Nedir mizah? Aklın, eleştirel düşüncenin ve hayal gücünün kışkırtılması bir yanıyla. Karın kaslarının harekete geçirilmesi bir başka yanıyla. Neşeli bir idrak biçimi. Pürneşe eleştiri. Yaptıklarının, yazdıklarının, çizdiklerinin içine bir sevinç karışması illa ki…

Devam edelim mi? Çarpıklıklara abanarak, zıtlıklara dikkat çekerek, abartmayla, şaşırtmacayla, saçmayla, sözcük oyunuyla, çizim maharetiyle vb. yeni farkındalıklar yaratmak olabilir sanki. Çocuksuluk, çocuksu bir mutluluk ve kendisiyle de dalga geçebilme erdemi belki. Klişelerin, kalıpların, dogmaların vb. üzerine cesaretle gitmek ya da. Sadece suya sabuna değil, akrebe, yılana, yalana her şeye sürekli dokunmak. Sorgulayıcı, şüpheci yanımızı güçlendirmek. Dokunulmazlara yüklenmek habire: Siyasetçi kurnazlığının, din tüccarlığının, ikiyüzlü ahlakın vb. gerçek yüzünü ortaya sermek güzelce...

Gerçek mizah işte. Ne kadar da tehlikeli!

Şöyle anlatmaya çalışmıştık zamanında bir mizah dergisinde bazı ayrımları ve yaklaşımları, özet geçelim en iyisi:

“Nasıl ayrılır birbirinden ironi-mizah-parodi? Şimdi, hadi şimdi...

Gülmek ya da ‘karın kaslarımızı harekete geçirmek’, Brecht’e göre ‘meseleleri anlamanın’ en etkili biçimi, değil mi? Ancak söz konusu kasları harekete geçiren ‘şeyler’in o kadar geniş bir ıskalası var ki, ayrımları belirlemek o kadar da kolay değil sanki. Daha fazla ötelemeyelim ve ‘şimdi’ diyerek girmeye çalışmıştık meseleye. Hadi şimdi:

Bir grup sözcüğü dizelim: Şaka (latife), alay, eğlenme, istihza, kinaye, gırgır, şamata, sululuk, dalga, saraka, ti’ye alma, makaraya alma, maytap geçme, nükte, espri, matraklık, muziplik, hinlik, fırlamalık, haytalık, hazırcevaplık...

Hazır dizmeye başlamışken, bir grup sözcüğü daha dizelim: Mizah, kara mizah, ironi, parodi, sakarlık komedisi, taşlama (satir, hiciv), fıkra, sarkazm (acı ya da ince alay), kinizm, komedi (güldürü), yergi, dokundurma, iğneleme...

Şimdi hepsini karıştırıp eğlence yapbozundaki yerlerini bulmaya çalışalım: Olmadı, baştan alalım.

Şimdi soralım: Nedir bu kavramlar arasındaki ayrım; zekaya, düşünceye, emeğe ve dile dayanan yönleriyle nasıl bir ilişki içindeler birbirleriyle?

Şimdi şiirsel bir yanıt bulmuşuz gibi yapalım: Kimisi gösteriye, kimisi düşünceye dayanıyor; kimisi çocukluğa, kimisi saçmalığa ulaşıyor; kimisi eziyor gücüyle, kimisi yetiniyor eğlendirip düşündürmekle; yaşam biçimi kimisi, kimisi bir söz (oyunu) öylesine...

Şimdi şüphe taşıyalım: ‘Yazmak’la (amma yazıyorsun ha!), ‘yalan söylemek’ ya da kibarcası ‘uydurmak’ arasında eşanlamlılık ya da paralellik bulan başka bir dil var mıdır acaba? Peki ya farklı şeyleri birbirine uygun hale getirmek anlamındaki uydurma ile kafadan atmak anlamındaki uydurmanın yan yan gelişleri? Her neyse, yazıp duruyoruz, uyduruyoruz işte...

Şimdi tercihimizi belirtelim: Tercihimiz mizahtan yana. Hani şu en olmadık görüntü ya da gerçekten gülmece çıkarandan, güldürürken o görüntünün gerçeğine, o gerçeğin özüne işaret edebilenden yana.

Şimdi yanıtımızı pekiştirelim: Mizah, diğerlerinden farklı olarak, sadece güncele ve hemen görünürdeki çelişkilere değil, soyutlamanın heyecanına, derinlerde gizli olanı anlamanın mutluluğuna, yaratıcılığın ve hayal gücünün kışkırtılmasına da açılıyor...

Şimdi kimi ayrımlara bakalım: ‘Espri’, adı da üstünde, ‘spirit”, ruha hitap ediyor. Müzik gibi. Peki, diğerleri hiç ruhtan geçmeden, doğrudan karın kaslarına mı müdahale ediyor? Gıdıklama gibi mi? Değil tabii ki. Koskoca bir felsefe geleneğinden gelen ironi (bir filozofa göre ‘umutsuzluğun nezaketi’) ile sokak ağzının sululuğu, taşlamanın intifadaki gücü ile Hollywood’un sakarlık komedileri aynı kefeye konabilir mi? Konmaz tabii ki. Ancak inkar etmemeli hiçbirinin gücünü ve kimilerinin elinde uyutma işlevi gören araçların, bizim elimizde uyarma işlevi de görebileceği hatırlanmalı.

Şimdi bir alıntı yapalım, Osman Çutsay, ‘Kemal Gökhan’ın Buruşuk İnsanları’nı anlatırken söylesin en iyisi: ‘Karikatür tabiri, İtalyanca’da caricare sözcüğüne dayanıyor. Gereğinden fazla yüklemek anlamında. Gereğinden fazlasını yüklemek, taşınabilecek olandan fazlasını yüklemek, alışılmış olanın dışında bir tavır almanın nedeni ve sonuçları, aslında hep provokasyonlarla dolu bir serüvene işaret etmiyor mu? W. Koschatzky’e göre karikatürün amacı alay etmekten çok, henüz keşfedilmemiş olanı göz önüne sermektir. Henüz dikkat çekmemiş olana dikkat çekmek.’ (‘Entelektüel Şiddetin Eşiğinde’, Ç Kitapları, Ekim 1993)

Şimdi de bir yakınmayı hatırlayalım: ‘Ah, şu ülkede bir Aziz Nesin daha olacaktı ki!’

Şimdi aynı yakınmayı karşılayalım: ‘Tam da Aziz Nesin’lik bir durum’la karşılaşıldığında, yani makyaj kaldırmayan yüzümüzden boyalar aktığında; yani kurnaz politikacı tilki avını yasakladığında; yani Dolmabahçe Sarayı’nın paslı yan kapıları Bush geliyor diye boyanmaya başladığında; yani Bush geldi diye SAS komandoları şehir hatları vapurlarına eşlik etmeye başladığında; yani kral efendi, yokinisiyle Ortaköy’de arz-ı endam eylediğinde ve daha onlarca, yüzlerce ayrıntı, gerçeğin özüne işaret edebileceğimiz ışıklar saçtığında, elimizin kaleme, elimizin klavyeye gitmemesine bir bahane aramayalım. Oturup çalışalım.

Şimdi işimize koyulalım: Hadi şimdi...”

Aradan on küsur yıl geçmiş bu satırları yazalı. Vurdular mizahı şimdi.

Tanımıyoruz o vurulanları çoğumuz. Okumadık dergilerini. Ama koptu içimizden bir parça. Neşeden, eleştiriden, aydınlıktan, özgürlükten, kardeşlikten...

Vurdular mizahçıları, karikatüristleri.

Hepimiz Charlie’yiz şimdi. Heeeep Charlie. Je suis Charlie...

Biraz fırlamalıktan zarar gelmez ya mizaha. Hadi, bizi vurarak korkutabileceklerini, yıldırabileceklerini, yok edebileceklerini sananlara, hep beraber nanik yapalım, uygun bir hareket çekelim şimdi...



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Helalleşmek mi, hesaplaşmak mı? melnur 6 1568 23.11.2021- 08:17
Konu Klasör Çanakkale Savaşı ''antiemperyalist'' değilmiş! melnur 9 8628 19.03.2019- 16:45
Konu Klasör Gericilikle mücadele nereye bağlanacak? umut 0 2692 21.02.2016- 12:39
Konu Klasör Komünistler dinselleşme ve gericilikle mücadelede umut 0 3147 24.02.2016- 23:21
Konu Klasör Özgür Özel'den İYİ Parti'yle 'işbirliği' açıklaması... melnur 1 195 05.12.2023- 10:53
Etiketler   Gericilikle,   hesaplaşmak-Özgür,   Savaşçıoğlu
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS