SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Çözülmenin eşiğinde: Saray, millet, Beypazarı           (gösterim sayısı: 2.808)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: denizcan
Konu Tarihi: 09.09.2015- 17:12


Çözülmenin eşiğinde: Saray, millet, Beypazarı


"AKP, sermayenin ve kaostan ürkecek toplumsal kesimlerin kendisini Erdoğan'ın başkanlığını altında bu kez kalıcı olarak davet etmesini bekliyor. Aşağısının "kesmeyeceğini" çoktan göstermiş durumdalar. O yüzden çatışmalar karşısında ortaya çıkan tepkilerin ve saldırıların 1990’lara kıyasla türdeş olmaktan uzak ve kontrolsüz olmasının nesnel koşulların zorlaması yanında AKP’nin de bir tercihi olduğunu düşünmek için çok sebep var."

Resim Ekleme  

Cenk Saraçoğlu - İleri Haber

7 Haziran seçimlerinin ardından yeniden başlayan çatışma sürecinde asker ve polis ölümleri karşısında gösterilen tepkiler 1990’lar boyunca yaşadıklarımıza hiç benzemiyor. Son bir ay içerisinde öznesi ve içeriği hakkında kestirme yorumlar yapılamayacak birbirine benzemeyen bir dizi reaksiyon ortaya çıktı. Son onbeş günde, kardeşinin tabutuna sarılıp iktidara beddua eden kıdemli asker unutuldu; sahneye Beypazarı’nda Kürt tarım işçilerine saldıran linççi gruplar, gazete binalarını tahrip eden AKP militanları, HDP binalarını basan Türkçüler, Diyarbakır ve Van menşeli firmalara ait yolcu otobüslerini taşlayan gruplar, Kürde benziyor diye ülkücü döven ülkücüler, “hepimiz mehmediz, PKK’ya yeteriz” diye bağıran TGB’li gençler çıkmaya başladı. Saldırılar PKK ve HDP’ye yönelik   yaygın bir öfke doğurmuş olsa da bu öfke toplumun bütününü ortak kesen kodlarla ve karşıtlıklarla ifade edilmiyor. Hava 1990’lı yıllardaki gibi değil; çok daha karmaşık çok daha öngörülemez sonuçlara gebe.

1990'lı yıllarda Türkiye toplumunun çok önemli bir kısmı çatışmalar ve ölümler karşısında devletin söylemini büyük oranda tekrar eden basit bir ikiliğe dayalı tepkiler gösteriyordu. Bir yerde iktidarda hangi parti(ler) olursa olsun “herkesi” temsil ettiğine inanılan bir devlet ve onun en itibarlı, güçlü ve dokunulmaz kurumu olarak ordu; diğer yanda da esas olarak "bizi" bölmek ve zayıflatmak isteyen dış güçlerin desteklediği, "dağları" kendisine mesken etmiş eşkıya grubu olarak PKK ve onun lideri Öcalan. Son derece karmaşık dinamiklere sahip ve bütünüyle algılandığında devletin de sorgulanmasını gerektirecek bir çatışma sürecine yönelik işe yarar bir indirgemeydi bu.1990'lar boyunca egemenler PKK eylemlerinin en yoğun olduğu dönemlerde bile bu indirgemenin toplum nezdinde karşılık bulmasını şu ya da bu düzeyde sağlayabilmişti. Bu bakımdan "terörle mücadele" bir grup eşkıya olarak düşünülen inanılan “kudretli devlete” güvenle havale edilmişti; bu sayede PKK ha bitti ha bitecekti.

Bugün ise hem AKP iktidarının 13 yıllık iktidarının yarattığı siyasal ve ideolojik düzeydeki alt üst oluşlar hem de Kürt siyasetinin Ortadoğu’daki gelişmelerin de etkisiyle geçirdiği dönüşüm böyle bir indirgemenin karşılık bulmasını mümkün kılmıyor. Karşıtlık artık basitçe herkesi temsil eden devletin ordusu ile dış destekli bir grup eşkıya ile sınırlı tutulacak noktadan çok uzakta. Zira hem devletin hem de PKK’nin kavranış biçimlerinde niteliksel bir değişim söz konusu.

AKP'nin   özerk ve tarafsız olduğu varsayılan bütün devlet kurumlarını fethettiği ve bu durumun Türkiye toplumunun önemli bir kısmını bu parti hakimiyetindeki devlet erkinden yabancılaştırdığı bir dönemde yaşıyoruz. Bu dönemde, milliyetçi çevrelerde bile devletin ve onun güvenlik güçlerinin “herkesi” temsil ettiğine dair mutlak bir inanç söz konusu olamıyor. Meselenin bir kısmı, elbette devletin sadece AKP yandaşlarını kolladığına ve kayırdığına dair bir kanaatin yaygınlaşmasıyla ilgili. Fakat bundan da önemlisi, AKP’nin fethettiği devletin ve onun güvenlik aygıtlarının bütün toplumu temsil ettiği iddiasının Gezi İsyanı ile birlikte tamamen çökmesi; o tarihten itibaren AKP’nin kendisinin bile bu temsiliyeti taşıyamayacağını anlamış olması. Kısacası 1990’larda PKK karşısında ülke güvenliğini sağlayan partilerüstü bir aygıt olarak devlet fikri AKP tarafından tedricen aşındırıldı. Bu yüzden, hele ki AKP’nin çözüm süreci adı altında şu son çatışma ortamına kadar Öcalan ve PKK ile müzakere halinde olduğunun alenileştiği bir durumda devletleşmiş AKP ile PKK arasında mutlak bir karşıtlık algısı oluşturmak neredeyse imkansız.

Tüm bu aleyhindeki koşullara rağmen AKP nesnel temeli olmayan bir şeyi ha bire zorluyor: 7 Haziran'dan sonra “teröre” karşı “milli güvenliği” koruma temsiliyetini, devlet ve dolayısıyla kendisi adına talep ediyor. Türkçüsü, İslamcısı ve hatta ulusalcısını istikrar ve güvenlik adına yürütülecek kendi “kutlu savaşına” davet ediyor.

1990’larda kurulan karşıtlığın bir tarafında yer alan “devletin” toplumsal algıdaki konumu bugün nasıl değiştiyse diğer tarafında yer alan PKK algısı da niteliksel değişime uğramış durumda. PKK toplumsal muhayyilede de artık “cılız” ve “uzakta” değil.   2000'li yıllardan itibaren Kürt hareketi legal siyaset alanında genişleyen etkisiyle, kazandığı belediyelerle toplumsal tabanı olan bir siyasi güç olduğunu artık gizlenemeyecek derecede gösterdi. Üstelik AKP de onunla müzakereye oturarak devlet adına bu gücü tanıdı. Bir de bunun üstüne Suriye iç savaşında Rojava’da YPG'nin kurduğu hakimiyet ve bu hakimiyetin Türkiye'nin Suriye politikasının çöküşünü tescillemesi PKK ile devlet arasında varolduğu sanılan güç asimetrisi düşüncesini iyiden iyiye ortadan kaldırdı.

Kürt hareketi bu süreçlerle Türkler tarafından da görünür siyaset alanında kolayca işaretlenebilir hale geldi. Politikleşmiş Kürt kimliğinin söylem ve sembollerinin 1990'lı yıllardaki hızlı göç süreciyle Batı metropollerine kitlesel bir şekilde taşınması da PKK’nin toplumsal ve siyasal varlığını Türkiye toplumuna daha “yakından” hissettirdi.   Bu koşullarda örgütün uzak dağlarda konumlanmış, bir operasyonla çökertilebilecek bir grup eşkıyadan ibaret olduğu düşüncesinin karşılık bulması imkansızlaştı. Bu yüzden bugün ortaya çıkan savaş ortamının "güçlü devletimiz" karşısında "zayıf ve dışarıdan beslenen PKK" indirgemesi temelinde bir tepkiyle sınırlanmasının nesnel koşulları kaybolmuş durumda. Eğer 1990’lardaki “herkesin” temsilini ve güvenliğini üstlenen kudretli “devlet” miti AKP eliyle aşındırıldıysa ve PKK’nin “uzakta” ve güçsüz olduğu düşüncesine artık kimse ikna olmuyorsa asker ve polis ölümlerine yönelik reaksiyonun sadece devleti ve askeri kutsamakla ve çatışma coğrafyası ile sınırlı kalması beklenemez. Bugün olduğu gibi, milliyetçi tepkilerin; Türk nüfusun, çoğunlukta ve “hakim” olduğu yerlerde devlet/toplum destekli olmanın da sağladığı güvenle PKK ile özdeşleştirilmiş en yakın ve en zayıf hedefe, örneğin HDP binasına, mevsimlik   bir Kürt tarım işçisine ya da bir yolcu otobüsüne yönelmesi ve bir ırkçı şiddete dönüşmesi kaçınılmaz hale gelir.

1990’larda devlet bugünküne benzer saldırıların emareleri ortaya çıktığında, yani tepkilerin kontrolsüz bir şekilde Kürtlere yönelebileceği durumlara bunları PKK ve APO karşıtlığı temelindeki birlik beraberlik eksenine çekmeye yönelik bilinçli müdahalelerde bulunabilir ve bunun karşılığını alabilirdi. Devletin AKP iktidarı altında bütün bir toplumu temsiliyet iddiasının zedelendiği, Kürt siyasal kimliğinin ise kendisini sadece askerlere emanet edilen dağlarda değil şehirlerin ortasında gösterdiği bir dönemde ise bu mümkün değil. Öte yandan bu durumun devletleşmiş AKP için mutlak bir dezavantaj olduğunu söyleyemeyiz. Tersine AKP'nin de bu nesnelliği kabul edip ona göre pozisyon aldığını, kendi sıkışmışlığını aşmaya yönelik çareleri bunun üzerinden tasarladığına dair çok alametler belirmiş durumda. Özellikle Haziran 2013'ten sonra ideolojik hakimiyetini kaybetmiş, Ortadoğu siyaseti çökmüş iktidar için bütünlüklü bir şekil verilemeyeceği anlaşılan bu tepkilerle doğabilecek kaos bir “yeniden doğuşun” fırsatı olarak düşünülüyor olmalı. AKP, sermayenin ve kaostan ürkecek toplumsal kesimlerin kendisini Erdoğan'ın başkanlığını altında bu kez kalıcı olarak   davet etmesini bekliyor. Aşağısının "kesmeyeceğini" çoktan göstermiş durumdalar. O yüzden çatışmalar karşısında ortaya çıkan tepkilerin ve saldırıların 1990’lara kıyasla türdeş olmaktan uzak ve kontrolsüz olmasının nesnel koşulların zorlaması yanında AKP’nin de bir tercihi olduğunu düşünmek için çok sebep var.




Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Yeni on yılın eşiğinde... melnur 0 2264 21.12.2019- 08:05
Konu Klasör Vatan, millet, şantiye dayanışma 0 3291 13.04.2016- 17:32
Konu Klasör Bugün ve Millet'te Erdoğan övgüleri umut 2 3772 30.10.2015- 11:01
Konu Klasör Ulustan Millete, Ulus-Devletten Millet-Devlete melnur 0 2796 15.11.2013- 10:52
Konu Klasör Nâzım Hikmet niçin millet kavramını yeğledi? abbas 3 6499 17.03.2014- 22:16
Etiketler   Çözülmenin,   eşiğinde:,   Saray,   millet,   Beypazarı
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS