HDP ve sosyalist solda fırsat maliyeti meselesi
E. Attila Aytekin
Bazı sosyalist örgütlerle Kürt hareketinin bir araya geldiği Halkların Demokratik Partisine sosyalist sol içerisinden yöneltilen eleştirilerde artış var. Örneğin Barış Yıldırımın Sosyalistlerin HDPde Ne İşi Var? başlıklı yazısı bir tartışma yarattı, internette epeyi konuşuldu, cevaben yazılar yazıldı. Sungur Savran da HDPnin Ankarada düzenlediği Yeni Siyaset Arayışları konferansının kimi katılımcıları üzerinden HDPnin son zamanlarda içine girdiği yönelimi eleştiren bir yazı yayınladı. HDP kısa bir süre önce de Kürt hareketinin çeşitli sözcülerinin Ermeni, Yahudi ve Rum karşıtı söylemlerine yeterince net bir tepki vermemesi nedeniyle eleştirilmişti.
Tüm bu eleştirilerde haklılık payı var elbette. Ancak eleştirilerin haklı olması, etkili olacakları anlamına gelmiyor.
Son yıllarda Türkiye sosyalist solunda çeşitli ayrışmalar, yaşandı. Bu ayrışmalar 2010 referandumunda olduğu gibi kamplaşmaya ve yarılmaya kadar varabildi. Bu ayrışmaların en önemlilerinden biri de Kürt hareketiyle olan ilişkiler üzerinden gerçekleşti. Kabaca Kürt hareketine yakın durmak ve onunla işbirliği yapmak ile Kürt hareketine mesafeli durmak olarak ikiye ayırabileceğimiz tercihlerin sosyalist sol üzerinde büyük etkisi oldu.
Sosyalist sol içinde Kürt hareketiyle çok uzun zamandır işbirliği yapan, politik tutumunu on yıllardır neredeyse tamamen Kürt hareketinin partilerine bakarak belirleyen örgütler olduğu gibi, HDK/HDPyi özel bir imkan, bir umut olarak görerek Kürt hareketiyle son yıllarda yakınlaşan örgütler de var. Kürt hareketine mesafeli durmayı tercih eden sosyalistler, diğerlerini hem kuramsal hem siyasal düzeylerde eleştiriyor, yaptıklarında neyin yanlış olduğunu göstermeye çalışıyorlar. Ancak eleştiriler işe yaramıyor; eleştiri olarak kaldıkları sürece de işe yaramaları zor.
Daha çok anaakım iktisadın benimsediği fırsat maliyeti kavramı durumu daha iyi anlatmak için bir metafor olarak kullanılabilir. Fırsat maliyeti, bir faaliyette çeşitli alternatifler varsa, o alternatiflerden biri seçildiğinde bir diğerini seçmemekten kaynaklanan kayba işaret ediyor. Yani bir aktör herhangi bir ekonomik faaliyette bulunduğunda, zamanını, enerjisini, parasını bir yere kanalize ettiğinde, bir başka alternatife yönlendirmesi durumunda elde edeceği potansiyel faydayı yitirmiş oluyor.
Kürt hareketiyle birlikte hareket eden sosyalistlere yöneltilen eleştirilerin etkisiz olmasının ana nedeni kanımca o sosyalistlerin ortada bir fırsat maliyeti görmemesi. Yani Kürt hareketiyle birlikte hareket etmediklerinde, bağımsız davrandıklarında, ya da başka sosyalistlerle ittifak yaptıklarında kazanacak çok şey olduğunu öngörmemeleri. Bir dönem sosyalist solun üç büyük örgütüne yakın duran ancak bir süredir HDP içinde yer alan Emek Partisini ele alalım örneğin. Bu parti muhtemelen iki durumda da, yani Kürt hareketine yakın da dursa uzak da dursa büyük bir kazanç ya da kayıp elde etmiyor. İki durumda da ne büyük mevziler kazanıyor, ne eriyip gidiyor; Türkiye siyasetini ya da en azından sosyalist siyaseti etkileme kapasitesi değişmiyor. Demek ki iki alternatifin de hatırı sayılır bir fırsat maliyeti yok. Bu durumda kısa vadeli konjonktür, ya da Kürt hareketinin gücünün yarattığı çekicilik belirleyici olabiliyor.
Öyleyse HDP dışında kalan sosyalistler için HDPyi eleştirmekten daha önemlisi HDP içinde yer almanın fırsat maliyetini yaratabilmek. Bu, kimlik değil emek eksenli, amasız fakatsız sosyalist bir siyasetin güçlenmesiyle, büyümesiyle, ülke siyasetini etkileme kapasitesinin artmasıyla olur. Mesela Sol Cephe bunu yapmayı amaçlayan bir girişim. Eğer Sol Cephe bunda başarılı olursa işte o zaman Kürt hareketi ekseninde siyaset yapan sosyalistler için bir fırsat maliyeti doğar. Yoksa ne kadar sağlam ve haklı eleştiriler getirilirse getirilsin bu eleştiriler etkili olmayacaktır.
Hatırı sayılır bir fırsat maliyeti ortaya çıktığında bunun etkili olduğunu Haziran Direnişi esnasında gördük. Başlangıçta Gezi Parkı direnişiyle başlayan harekete çok mesafeli duran, hatta iler tutar tarafı olmayan yorumlar yapan Kürt hareketi sözcüleri zamanla pozisyonlarını değiştirdiler. Çünkü Haziranda sosyalistler Kürt hareketinin tutumunda neyin yanlış olduğunu söylemek yerine bunu pratik olarak gösterdiler. Kitlelerle birlikte sokakta, meydanlarda, parklarda siyasetin öznesi oldular. Günden güne direniş sönümlenmek şöyle dursun büyüdükçe ve iktidarı sarstıkça direnişin dışında kalmanın ciddi bir maliyeti olduğu görüldü. Haziran günlerinde sosyalistler eleştirmek yerine işlerine baktılar ve başarılı oldular. İşte şimdi de böyle yapmak, HDPyi eleştirmek yerine alternatifinin daha iyi olduğunu somut olarak göstermek gerekiyor.
HDP, sosyalist değilken, böyle bir iddiası da yokken; Kürt hareketinin Türkiyeye politika ihracı girişimlerinden bir diğeriyken; bir birlik girişimi olarak başarısızlığa mahkumken ve olası tek geleceği BDPnin yeni adı olarak siyasi hayatına devam etmesiyken, sosyalistler HDPde ne yapıyor?
Sitem etmiyorum, retorik yapmıyorum, bir cevap arıyorum.
Sosyalist, komünist olduğunu söyleyen, samimiyetlerinden kuşku duymadığım birçok insan kendini HDPde ifade ediyor. Bense, sosyalist olmayan; böyle bir iddiası da olmayan; sosyalizmle ilgili her tür programatik ifadeden özenle kaçınan bir partide bu insanların ne işi var, anlamakta güçlük çekiyorum.
Bu anlama çabasının bir ürünü olan bu yazının uzunluğu, internette okunacak bir yazı için mutat sabır sınırlarını aşıyor. Umudum o ki konunun önemine binaen bu sınırlar biraz daha zorlanır. Yazı, gerekirse ayrı ayrı okunabilecek iki ana bölümden oluşuyor:
.HDP: Sosyalizmsiz Sol başlığı altında sosyalizmin soyut bazı insani değerler değil, bir sosyoekonomik sistem olduğunu, HDPninse bu sistemi programının ve eyleminin hiçbir yerinde öngörmediğini belirteceğim.
.HDP: Bir Alternatif girişimi daha başlığıyla Kürt yurtsever hareketinin başını çektiği hemen tüm birlik, güçbirliği, platform vb. girişimlerin epik başarısızlık örnekleri olduğunu hatırlatacağım.
HDP: Sosyalizmsiz sol
Hiçbiri sır sayılmayan bu iki hususa rağmen neden bağzı solcular HDPye bel bağlıyor? Görünüşe göre açık bir zoraki iyimserlik (bkz. wishful thinking) örneğiyle karşı karşıyayız: Partimiz sosyalizm demiyor ama eşitlikten, adaletten, özgürlükten, emekten yana olduğunu söylüyor. Sosyalizm bunlar değil mi?
Hayır, değil. Sosyalizm, üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti dışında hiçbir şey değil. Diğer soyut insani iyilik dilekleri, bunun ve yalnızca bunun sonucu olarak somutlanır.
Gençlerimiz çok daha özgürlükçü, çok daha demokratik yetişmeli. İnsanların fikirlerini özgürce dile getirdiği, yazabildiği, ifade edebildiği bir Türkiye inşa etmek istiyoruz. Milletin mutluluğu için çalışmayan devlet mekanizması zulüm kaynağı haline dönüşür. Toplumun tamamının refahı adına değil de, sadece belirli güç merkezlerinin çıkarları için işleyen ekonomi, sömürü aracıdan başka bir şey değildir.
Recep ve Emine Erdoğanın bu balkon kokan konuşmaları onların sosyalist ya da özgürlükçü olduklarını göstermiyor. Çünkü partiler retorikleri değil stratejik hedefleri, söylemleri ve eylemleriyle kendilerini siyasi özneler olarak kurarlar.
Parti, programıdır
Bir partinin hedefi onun programında açık bir şekilde belirtilir. HDP Kuruluş Programı, sosyalizme referansta bulunmaktan özenle kaçınarak yazılmıştır. Bu belgede adalet, gönüllü birlik, özgürlükçülük, demokrasi, sömürü karşıtlığı, anti-kapitalizm gibi soyut sosyal duruşlar dışında sayılan tek somut hedef demokratik halk iktidarıdır.
III. Enternasyonal terminolojisinde anti-feodal anti-emperyalist yönelimli demokratik halk devrimi, sosyalist karakterli bir devrim olarak tanımlanmakla birlikte (*) HDPnin Stalin-Dimitrov-Mao hattında saf tuttuğunu düşünmek için bir nedenimiz yok. HDP programındaki demokratik halk iktidarı sosyalizmle bağlantısız soyut bir toplumsal özlemden ibarettir.
Nitekim eşbaşkan Ertuğrul Kürkçü (partisinin Yeni Siyaset Arayışları toplantısında) bu kavramı Marx ve Engelse gevşek bir biçimde dayandırmaya çalıştıysa da asıl referansının, sık sık Marxı aştığını iddia eden Öcalanın müphem demokratik cumhuriyet terimi olduğunu gizlemiyor.
Programı açık bir şekilde sosyalist olmayan HDPnin eylem ve söylemde iki yüzlü davranarak aslında sosyalist bir tutum aldığını iddia eden yanlış eder.
HDP yönelimindeki bazı arkadaşlar utangaçça partilerinin takıyye yaptığını imleseler de (Biz aslında kendimize sosyalist deriz de, toplum buna hazır değil yahut Aramızda sosyalist olmayan madunlar var onları kaybetmek istemeyiz, o yüzden demiyoruz), partileri bu konuda bütünüyle tutarlıdır. Ne BDPnin ne HDPnin, ne parlamentoda ne de sokakta, emekten yana önemli bir performansı yoktur. Bu konuda birkaç sol tandanslı CHP milletvekili ile aynı ligdedirler ve aslında bazı uluslararası toplantılarda AKPlilerin elbette iki yüzlü bir şekilde ve söz konusu olan kendi ülkeleri değilse onlardan bile daha çok yoksulluktan, çalışan haklarından dem vurduğunu kendi kulaklarımla işitmişliğim var.
Emekten çok kimlik hareketi
Parlamentoların sınıflı doğasını bildiklerinden kuşku etmeyeceğimiz bazı dostların bile gururla Vekillerimiz dediklerini ibretle izlediğimiz BDP-HDPli vekillerse politikalarını bütünüyle Kürt hareketinin yıldan yıla liberalleşen gündemine göre saptar, emek dediklerinin üç beş katı azınlık, kimlik der.
Bunu ülkemizde baş çelişkinin (en önemli sorunun) Kürt sorunu olduğu yönündeki tespitlerine dayanarak yapıyor gibidirler. Maocu diyalektiğin adı konmadan yapılan bu uygulaması, elbette teorik bakımdan tümüyle yanlıştır. Kürdistanın sömürge, Türk devletinin emperyalist/sömürgeci olduğu yönündeki milliyetçi teze inansak bile, bu ancak Kürdistandaki baş çelişkinin Kürt sorunu olduğunu gösterir. Türkiyede de baş çelişki budur, demek için insanın ya teorik açıdan eğitimsiz ya gücün büyüsüne çok kolay kapılır olması gerekir.
Elbette durum ikincisidir. Sosyalist arkadaşlarımız, basitçe, 1990lardan beridir sosyalizmden tutarlı bir şekilde uzaklaşan Kürt yurtsever hareketinin hegemonyasına tutarsız bir biçimde kapılmıştır.
Tarih bize bunun ilk kez olmadığını gösteriyor.
HDP: Bir Alternatif girişimi daha
Kürdistanın ve Kürt sorununun özgüllükleriyle başa çıkmaya çalışırken Türkiye devrimci hareketinin bir kısmının yolu seksiyon örgüte düştü. İddia oydu ki, ana partinin çizgisine bağlı ama özerk ve bağımsız bir Kürdistan örgütü, Türk ve Kürt halkının ortak devrim yürüyüşüne daha güçlü katılabilirdi (bu seksiyon girişimlerinden en ünlüsü TKEPin Kürdistan Komünist Partisidir).
PKKnin mücadelesinin 1985lerden itibaren Anadolu solunun geneli aleyhine eşitsiz gelişimiyle birlikte bu denklem tersine döndü. PKK, 1990lı yılların başında, Yalçın Küçükün teorik kılavuzluğu altında Devrimci Halk Partisini (DHP) kurdurdu. Alternatif isimli dergisi bir dönem binlerce satan ve özellikle Kürt hareketine hayran çevrelerde şimdi HDPnin uyandırdığına benzer bir heyecan uyandıran bu grup, Türkiyeyi Kuzey-Güney doğrultusunda bölen bir hattın kırsal kesimlerinde gerilla mücadelesi öngörüyordu. DHP, gerçekten de Antakya ve Karadeniz kırsalına bazı gerilla grupları çıkardı, adlarını mıh gibi aklımıza çakmamız gereken ama pek bilmediğimiz şehitler verdi.
Büyük iddialarla ve şaşaalarla çıkan (hatta 1993te darbe süreci yaşayan Devrimci Sol üyelerine kendilerine katılma çağrısı yapacak kadar güven patlaması yaşayan) bu grubun adını, bugün, sol örgütlerin tarihine meraklılar dışında pek hatırlayan, bilen yoktur. 1990 ortalarından itibaren yediği operasyonlarla, ama daha ziyade işlevsizliğiyle çözülen ve 2000lerden önce siyasi arenadan ismen de silinen bu grubun ideolojik önderi Ergenekon davasında tutuklu, dergisinin adı çeşitli siyasi ve akademik dergilerce (örn. 1, 2, 3) kullanılmış, partisinin adına Kemalizan bir grup tarafından el konulmuştur.
BDPnin seksiyon örgütü
HDP, Kürt hareketinin Türkiyede yeni bir seksiyon örgüt oluşturma girişimidir. Aynı sondan kaçınmalarının yegane yolu, Kürt siyasi hareketinin legal partilerinden yek diğeri olması, yani BDPnin yoluna HDP olarak devam etmesidir. Bu durumda HDP yaşar, ama HEP-HADEP-DEHAP-BDPden başka bir parti olmaz. Zaten değildir.
Gidip halay çekerek devrimci dayanışma görevimi icra ettiğim HDP Kuruluş Kongresi çıkışında işittiğim Kendimizi BDPye katılmış gibi hissettik gözlemindeki gibi sözcüğü bütünüyle haşivdir; atılabilir.
HDP kendini bir tür madunlar hareketi olarak göstermeye çalışıyor, ama ana gövdesinin, temel politikalarının ve gündeminin üzerinde madunlardan yalnızca birinin damgası vardır. HDPyi BDPden farklı kılan tek şey onun olumsuz yanı; aslında bir parti değil bir tür platform olmasıdır.
Birlik nasıl yapılmaz?
Türkiye ve Kürdistan tarihini birazcık ama birazcık bilen biri Kürt Yurtsever Hareketinin baş aktörlerinden olduğu bütün platformların, güç birliklerinin ve seksiyon girişimlerin epik başarısızlık örnekleri olduğunu da bilir.
Ne DHKP-Cyle yapılan 1996 tarihli güç birliği; ne onun birkaç yıl öncesinde ve sonrasında girişilen diğer daha kalabalık güç birlikleri; ne Kürdistandan Türkiyeye devrim ihracına kalkan DHP hiçbirinin ömrü bir iki yılı geçmemiştir. Bu girişimlerin hepsi, haklarında yazılan balya balya tespitler ve onlara bağlanan büyük umutlarla doğru orantılı bir hız ve ters orantılı bir etkiyle unutulmaya mahkum olmuştur. Kimi devrimci örgütlerin PKK saflarına gerillalarını gönderdikleri durumlarsa simgesel olarak çok değerli ama siyasi-örgütsel olarak etkisiz örneklerdir.
PKK tarihsel olarak, ilişkiye geçtiği bütün hareketleri sömürgeleştirir. Onları kendi hegemonyası altına alma, bunu yapamadığı durumdaysa bu birlik girişimlerini hızla terk etme eğilimindedir. Ulusal yönelimli bir hareket olarak bu tutum gayet anlaşılır. Anlaşılamayan, bütün bu tarih apaçıkken, bu bilinçli başarısızlıklar tarihinin baş öznesi her göz kırptığında koşa koşa giden bağzı Türkiyeli sosyalistlerin durumudur.
Çoğumuz sosyalistiz ama partimiz değil
Stockholm Sendromu öyle vahimdir ki, siyasi özne olarak Gezi İsyanlarına olanca soluğunu katmaktan imtina eden HDP (**) , demagojik bir biçimde Bu daha başlangıçı parti sloganı olarak belirlediğinde, Yahu HDKnın, HDPnin kongrelerinde Gezi şehitleriyle ilgili neden tek bir poster yok? Neden Geziyle ilgili ajitatif dokundurmalardan başka tek bir politika üretilmiyor? Rojava elbette önemli ama yeni mücadele biçimlerinden bahsederken çok değil 8 ay önce sokağa dökülen 10 milyon insanın yarattığı biçimler neden aklınıza gelmez? gibi sorular sorulmaz. Bir mümin gibi HDPnin aslında Gezinin asıl bileşeni, sosyalizmin yılmaz savunucusu olduğuna iman edilir.
Yalnız burada tuhaf bir durum vardır. HDPyi oluşturan BDP hariç en temel bileşenlerin hepsi kendisini sosyalist olarak tanımlar. BDPnin içindeki birçok bireyin de kendini sosyalist gördüğünü biliyoruz. Peki buna rağmen neden sosyalizmi bir program hedefi olarak benimsemekten imtina edilmiştir? Cevap bellidir: Daha geniş bir birlik için. Belli ki sosyalizm asgari müşterek olamamıştır. Bu tür durumlarda şu iki pratik kural faydalıdır:
Cephe birliklerinde asgari müşterek, nereye kadar birlikte gidileceğini gösterir.
Parti birliklerinde asgari müşterek en son nereye kadar gidileceğini gösterir.
Örneğin bir anti-faşist cephe içinde sosyalist olanları barındırmadığı için programında sosyalizmi öngörmeyebilir yine de sosyalistler onun içinde yer alabilirler, üstelik böylece sosyalizme doğru yürüyüşlerine taktiksel bir katkı sunmuş olabilirler. Oysa programında sosyalizmi barındırmayan bir partiyle sosyalizme yürümek mümkün değildir. Yani partiler sosyalizmin taktiksel araçları olamazlar.
Halk iktidarının değil onu geciktirmenin aracı
Özetleyelim, HDP, sosyalist değildir, böyle bir iddiası da yoktur,
Kürt hareketinin Türkiyeye politika ihracı girişimlerinden bir diğeridir,
bir birlik girişimi olarak başarısızlığa mahkumdur,
olası tek geleceği BDPnin yeni adı olarak siyasi hayatına devam etmesidir.
İlk madde dışında bütün diğer maddeler yanlış olsa bile ilk madde, sosyalistlerin böyle bir girişimde yer almasını anlamsız kılıyor.
Buna iki itiraz getirilebilir:
HDP programatik olarak sosyalist olmasa bile sosyalistlerin taktiksel olarak içinde yer alabilecekleri bir tür cephedir.
Yeni ve iyi niyetli bir girişimi bu erken evrelerde bu kadar sert eleştirmenin ne gereği var?
HDP, örgütsel olarak bütün bu belirsizliklere sahip olmasına rağmen, önümüze tentatif bir seçim girişimi olarak değil adeta halkların umudu olarak konuluyor ve kendi retoriğine ve adına göre, bir cephe değil, parti. Partinin yapısı ne kadar belirsizse bu ajitatif retorik o kadar kesin telaffuz ediliyor. Yani HDP kendini stratejik olarak ortaya koyuyor, buna taktik katılım göstermek ya samimiyetsizliktir (Bizim için taktik bir katılım, ama HDPye söylemiyoruz) ya samimiyetsizliktir (HDP taktik bir girişim, ama halka söylemiyoruz).
Denebilir ki, sosyalistlerin seçimi düzeni değiştirmenin bir yolu olarak gören reformist kanadının ÖDPde örneğini gördüğümüz büyük laflar küçük sonuçlar girişimlerinden biriyle daha vakit harcamaları kendi bilecekleri iş. Ama tıpkı ÖDP gibi HDP de kendi çapının çok ötesinde bir başarıyla düzen içi bir muhalefet kanalı olarak düzen dışı ve dolayısıyla gerçek muhalefetin damarlarından kan çalmaya adaydır.
Siyaset tarihi, görece küçük hareketlerin göresiz büyük iktidarlar için ne denli kullanışlı olabileceğinin örnekleriyle doludur. Daha dün, siyaseten etkisiz bir harekete ait Yetmez ama Evet sloganının nasıl AKPnin temel dayanaklarından biri haline geldiğini hatırlayalım. Ana gövdesini BDPnin oluşturduğu HDP çok daha kapsamlı yapısıyla çok daha olumsuz sonuçlara gebedir.
Bu sonuçlardan biri kesinlikle, sosyalist olmasa da hiç olmazsa madunların iktidarı olmayacak (bkz. aritmetik). Ama kesinlikle, madunlar ile sosyalist bir iktidar arasındaki açıyı büyütecek (bkz. geometri).
Öyleyse bir kez daha soralım: Sosyalistlerin HDPde ne işi var?
Ayaklanmanın Devrimci Cephesi
Yazının ilk planında yer alan fakat zaten hayli uzun olan metni daha da uzatmamak için başka bir zaman ertelediğim pasajla bitireyim. Peki Ne yapmalı?
Elbette, ne yapılması gerektiğini yazılar belirleyemez. Ama bunun zaten belli olduğunu düşünüyorum. Gezi-Lice-Gülsuyu süreçleri bize ne yapılması gerektiğini gösterdi. Ezilen halkların bütün kesimlerinin ve onun bütün anti-emperyalist, anti-faşist örgütlerinin içinde yer aldığı ve gündelik pratik mücadele içinde inşa edilmiş bir devrimci cephe bize kendini çoktandır işaret ediyor.
Yine de yukarıdaki satırlara gelen ilk tepkilerin HDP değilse ne o zaman? diye şekil bulması, yasal ve umutsuz bazı alternatiflerin bize sanki son ve gerçek alternatiflermiş gibi geldiğini gösteriyor. Bu yanılsama vahimdir. Dünyanın en iyi, en umutlu, en samimi birliği bile olsaydı bir yasal partinin bizi faşizmden çıkaracağını mı umuyoruz? Cevap evetse, faşizm ve yasa kavramlarının ilişkisine bir iyice bakmak gerekiyor. (***)
(*) bkz. Sovyet Ansiklopedisinin Demokratik Halk Devrimi maddesi (İngilizce). <=
(**) Elbette yalnızca siyasi özne olarak, bireyler olarak değil; nerede bir isyan olmuş da Kürt durmuş? Öte yandan bazı HDP milletvekillerinin emeği de elbette görünmez değildir. Bahsettiğimiz, en yetkili ağızlarından bunun özeleştirisini en azından söylem düzeyinde veren Kürt hareketinin bir hareket olarak Gezi İsyanlarını ancak kerhen desteklemiş olmasıdır. <=
(***) Bu son başlık (Ayaklanmanın Devrimci Cephesi) yazıya gelen ilk tepkilerden sonra eklendi.
Türkiye sosyalist Solu 1980 öncesi Türkiye'deki ve dünyadaki konjuktur ve şartlar çercevesinde siyasette etkin rol oynayan bir yönüyle tanınıyordu. Türkiye'deki en büyük etnik kökeni teşkil eden Kürtler dahi sosyalist Sol içerisinde siyaset yapıyor ve mücadele ediyordu.
1980 faşist darbesi sonrası ve 1989 da reel Sosyalizmin yıkılışıyla birlikte sosyalist Sol büyük bir darbe almıştır ve siyasette gücünü ve güvenini yitirmiştir.
Soyalist Sol'un bir kısmı kendine Kürt özgürlük harketinde siyaset alanı aramıştır, bir kısmı kemalist sistemde kendisine siyaset alani aramıştır. Tabiiki bunların dışında kalan sosyalist Sol'da var ama onlarda ne yazıkki çok cılız kalıyorlar. Bir başka kısmıda yeni akım olan ulusalcılığa dönüşüp sosyalist Sol'dan tamamen kopmuşlardır.
Burada açıklamak istediğim sosyalist Sol'u değerlendirirken sadece Kürtler içerisinde siyaset alanı arayanlara değil tümüne bakmamız gerekli ve bakıldığında genelde yukarıda söylediğim bir görüntüyü göreceğiz.
Bu ileti en son Alisan
tarafından 18.02.2014- 17:27 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Kürt hareketiyle birlikte hareket eden sosyalistlere yöneltilen eleştirilerin etkisiz olmasının ana nedeni kanımca o sosyalistlerin ortada bir fırsat maliyeti görmemesi. Yani Kürt hareketiyle birlikte hareket etmediklerinde, bağımsız davrandıklarında, ya da başka sosyalistlerle ittifak yaptıklarında kazanacak çok şey olduğunu öngörmemeleri. Bir dönem sosyalist solun üç büyük örgütüne yakın duran ancak bir süredir HDP içinde yer alan Emek Partisini ele alalım örneğin. Bu parti muhtemelen iki durumda da, yani Kürt hareketine yakın da dursa uzak da dursa büyük bir kazanç ya da kayıp elde etmiyor. İki durumda da ne büyük mevziler kazanıyor, ne eriyip gidiyor; Türkiye siyasetini ya da en azından sosyalist siyaseti etkileme kapasitesi değişmiyor. Demek ki iki alternatifin de hatırı sayılır bir fırsat maliyeti yok. Bu durumda kısa vadeli konjonktür, ya da Kürt hareketinin gücünün yarattığı çekicilik belirleyici olabiliyor.
HDP'nin sosyalist bir parti olmadığı çok açık. HDP liberalsol bir parti kimliğinde ülkenin demokratikleşmesini merkeze alan bir siyaset gütmeye çalışıyor. HDP analizm edildiğinde bunun ötesinde bir sonuca varmak da pek mümkün değil. Doğru bir soru bu; ''sosyalistler HDP'de ne arıyor?'' sorusu. Bir sosyalist için ülkenin temel sorunu kürt sorunu bağlamında demokratikleşmeyse söyleyecek bir şey kalmıyor. Ne var ki, lafa gelince bağımsızlık, sosyalizm, devrim retoriği de bu siyasetlerin dilinden pek düşmüyor. Hangisini doğru olarak ele alacağız? Demokratikleşmeyi bir mücadele biçimi olarak merkezine oturtmuş bir liberalsol anlayışı mı, yoksa sosyalizm diyerek sınıf mücadelesi doğrultusunda siyaset yapmaya çalışan bir siyasi anlayışı mı?
Sosyalistler bu ülkede sınıf mücadelesi ekseninde siyaset yapmanın yolunu arayıp bulmalı ve bu konuda sosyalist bir örgütlenmeyi öncelik haline getirmelidir. Demokratikleşme, tıpkı kürt halkının ulusal kültürel ve demokratik haklarını sınıf mücadelesine tabi kılan bir siyasi-ideolojik hatta savunulmalıdır. Etnik siyaset temelinde demokratik toplum nakaratına bulandırılmış bir söylem sosyalist bir söylem değildir. HDP içerisinde yer alan sosyalistler kürt ulusal hareketinin yığınsallığında kendilerini daha fazla ifade etme olanağı bulduklarını savunuyor olabilirler, bu çerçevede bu tür oluşumları kendileri için bir ''fırsat''olarak da değerlendiriyor olabilirler. Ne var ki, bu tür oluşumların sosyalist sola hiç bir alan açmadığı da otuz yılı aşkın bir süredir belirgin bir biçimde ortaya çıkmıştır. Üstelik bu tür oluşumların kürt ulusal hareketinin giderek sağa kaymasını engelleme yönünde hiç bir etkiye de sahip olamamışlardır. O zaman açık seçik olarak ''sosyalistlerin kürt ulusal hareketi veya HDP içinde yer almalarının ne sola ve ne de kürt hareketine yaraları olmuştur'' diyemez miyiz?
Bu ileti en son melnur
tarafından 17.02.2014- 13:49 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Kürt ulusal hareketi BDP ve HDP ile ülke genelinde alabileceği oyu görmek istemektedir. BDP olarak yeterince sol oy alamadığını görmekte, kürt kimliği ile batıda soldan oy alamayacağını düşünmektedir. HDP bu düşünce sonucu ortaya çıkmıştır. HDP BDP'nin batıda boy gösteren sol görünümlü versiyonudur. Gündemini de sadece kürt sorunu oluşturmaktadır. Böyle bir yapı içine sosyalistlerin girmesi sol açısından siyaset üretememektir. Türkiye'de sosyalist solda pek çok yapı varken HDP'yi sol bir merkez olarak göstermek solun siyaset üretememesi ve kürt ulusal hareketinin kuyrukçuluğunda ısrarı ve çaresizliğidir.
HDP kürt ulusal hareketine yedeklenmeyi sosyalist bir tavır olarak görenlerin yeni uğrak partisi haline geldi. Dün ülkenin batısında BDP'yi destekleyenler, bugün HDP'de bir araya gelecek. Bir kısım liberallerin ve sol döneklerin de oyunu alabilir. Bir de legal sosyalist partileri yeri geldiğinde reformist, yeri geldiğinde ulusalcı-sosyal şoven vb. ilan eden ve sözde sol-sosyalist forumlarda keskin devrimci imajı çizen sempatizanlar buraya yönelir. Kürt oyları dışında bu çevrelerin toplumsal alandaki karşılıkları nedir, orası tartışılır.
Sosyalist olmak gibi bir iddian varsa sosyalist partilerde örgütleneceksin. Sosyalist partilere oy vereceksin. Sosyalizm mücadelesi içinde bulunanlara güç ve destek vereceksin. Lamı cimi yok bu işin! Kimse de kendini kandırmaya kalkışmasın. AKP'nin geriletilmesi elbette önemli. Ama sadece buraya odaklanmak ve yarınların ne olacağı konusunda adım atmamak çözüm değil. Ne CHP'de ve ne de HDP'den sosyalist sola alan açacak siyasetler beklenilmemeli...
Dün akşam bir ara Selahattin Demirtaş'ın konuşmasını dinledim. Söylemeye çalıştıkları demokratikleşmeden öteye gitmiyor. Ve bu demokratikleşme de daha çok kürt etnisitesinin ihtiyaçları çerçevesinde şekilleniyor. BDP bir türlü Türkiye partisi olamadı. BDP bir türlü sosyalist solla sağlıklı ve sürekli ilişkiler de kuramadı. Bundan sonra da olacağı yok. Kürt hareketi ve sosyalist sol ayrı kanallardan akacaktır. Görünen o.
HDP BDP'nin batıdaki bir versiyonu. BDP'nin kürt etnisitesi üzerindeki demokratikleşme siyasetini, HDP batıda sürdürüyor. HDP'nin en büyük bileşeni ve belirleyicisi olan BDP'nin eş başkanı Selahattin Demirtaş dün akşam bu konuda da açıklamalarda bulundu. Kürtler için istenilen ''demokratik hakların'', ülkedeki bütün etnik ve inanç grupları için de geçerli olmasını gerektiğinin altını çizdi. Kürdü, Türkü, lazı, çerkesi, alevi, sünni, vb. ne kadar etnik ve inanç grubu varsa.
HDP bu alanı daha da genişletmişti. ''Demokrasi güçleri''ne seslenmişler ve tarihi bir çıkıştan söz etmişledi. Alevisi, Süryanisi, Kürtleri Türkleriyle,, ermenisi, arabı, lazı çerkesiyle, sağcısı, solcusu ve liberaliyle, erkeği kadını ve LGBT bireyleriyle vb. Mevlana türbesi gibi. Ne olursan ol bize gel! Buraya kadar çok da anormal bir durum değil. BDP batıda bu şekilde bir siyaset izleyecek denilerek geçiştirilebilir.
Ama işin başka bir yönü var: İzleyin sözde sol-sosyalist forumları, nerdeyse ''tek kurtuluş, tek yol HDP'' diyecekler. ''neredeyse'' fazla olmuş, öyle diyorlar.
Bu da anlaşılabilir. Liberaldir, kendini sadece böyle varedebiliyordur, böyle bir siyaseti savunabilir. Ama 'gerçek solcu''ysa, ''keskin sosyalist''ise, ''enternasyonal solcu'' ise?
Önemsiz bir soru mu bu: kürt örgütlenmeleri ve ve siyaseti söz konusu olduğunda sınıf siyaseti neden akla gelmez de rafa kaldırılır? ''Keskin, gerçek ve enternasyonal solculuğumuz'' öncelikle demokratikleşmeyi mi savunuyor yoksa? Ve kapitalizm içindeki demokratikleşmenin nasıl bir şey olacağını sanıyoruz?
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.