Seçimlerden başarıyla çıkması, 30 Mart öncesi onu gözden çıkaran merkezlerle Erdoğan arasında bir normalleşmeye doğru gidildiği anlamına gelmiyor. Sitemin tüm kurumlarının Erdoğan'ın tek adamlığına tabi olması, uzun vadeli çıkarlar açısından hâlâ çözülmesi gereken büyük bir sorun.
Volkan Algan -soL
Erdoğan seçimlerden başarıyla mı çıktı? sorusu, eğer yanıt seçim sonucuna indirgenecekse, evet karşılığını hak ediyor. Ancak bunun hemen ardından Kazanılmış bir seçim Erdoğanı kurtarmaya yeter mi? sorusunu eklediğimizde cevabın hayır olduğunu söyleyebiliriz. AKPnin bitişini Haziran sağladı dedik, ancak hâlâ iktidardalar ve Erdoğan Ağustosta Çankayaya çıkmanın hesaplarını yapıyor.
Önümüzdeki dönemde Erdoğan onu gözden çıkaranlara kendini kabul ettirmek için çabalayacaktır. Ancak bunun için atacağı adımlar korku ve kendini tekrar ispatlama telaşıyla onu giderek tek, yalnız ve fakat tayin edici bir pozisyona doğru daha fazla itecektir. Bu durum dengelerin giderek kaotik bir hal aldığı bölgede Türkiyenin batılı müttefikleri için güvenilir bir ülke değil, kamplara bölünmüş, ülke içi dinamiklerin arasının giderek açıldığı ve bir ucun düzenin çeperine doğru itildiği, sistemin çok daha kırılganlaştığı, doğru-yanlış tüm kararların Erdoğan ve dar ekibi tarafından alındığı bir yer haline gelmesi demek.
Seçim sonrası değişen strateji
Haziranda halkın öz gücüyle deviremediği AKPnin biletinin başkaları tarafından da kesildiği, bu başkalarının sayısının direnişin ardından hızla arttığı malum. Önce bir süredir kaynayan düzen içi blok parçalandı; Cemaati, Doğanı, Koçu ellerindeki kartları çok daha açık oynamaya başladılar. İlk olarak düğmeye ABDnin bastığını ise söylemeye gerek yok.
Yolsuzluk operasyonları, ses kayıtları, uluslararası baskılar AKPyi götürme, hiç değilse güç kaybettirme stratejisinin bir parçası olarak piyasaya sürüldü ve siyasi adres olarak sağa çeken bir CHP işaret edildi. Ancak seçim sonuçları bu stratejinin başarısız olduğunu gösteriyor. Şimdi AKP dahil herkes pozisyonunu tekrar tarif etme, yeni sürece ayak uydurma derdinde. Ancak nasıl ve nereye kadar?
Bölgesel vizyonla bağı kopan AKPnin Türkiye projesi giderek Erdoğanın şahsına indirgenmek durumunda kalıyor.
Öyleyse soralım; seçim öncesi hiç yaşanmamış gibi yapabilmeleri, bir düzen içi barış sağlanması mümkün mü? Erdoğanın gitmesi gerektiğine karar veren merkezlerin fikri değişmiş olabilir mi? Seçim kazanan bir Erdoğanın kendini tekrar kabul ettirmesinin olanağı var mı? Bunların hepsine kestirmeden hayır demek zor olsa da yanıtın evet olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Düzenin uzun vadeli çıkarları gereği Erdoğanın gitmesi gerektiği fikri değişmiş görünmüyor. Bunun Türkiye kapitalizminin yapısal özellikleriyle ilgisi olduğu kadar, Hazirandan beri kaynamaya devam eden ülke içi siyasi dengelerin, bölgesel statükonun kimsenin nereye gittiğini kolay tahmin edemeyeceği şekilde değişmeye başlamasıyla da ilgisi var. Ancak burada şu an için bir sıkışma yaşandığı ortada üstelik Erdoğan giderek tekleşiyor.
Blok içi sinir uçlarına dokunmak
Seçim sonrasında, AKPye alternatif olarak açıkça dışarıdaki bir adresi tarif eden yıpratmaya dönük harekat stratejisinin değiştiği, bu sefer blok içi sinir uçları üzerinden AKPye ayar çabasına girişildiği görülüyor. Abdullah Gül ve AYM tartışmalarını bu gözle okumak mümkün. Önümüzdeki süreçte AYM örneğinde olduğu gibi sistem içi sürpriz çıkışlar görebiliriz. Bu tedirginliği Erdoğanın da yaşadığı görülürken yaşadığı paniğin şiddetini de artırıyor. Hangi kuruma ne kadar hakim, kime güvenebilir net olarak bilmiyor. Bu nedenle Efkan Ala türü emir erlerini en yakınına yerleştirmiş durumda. Bu, nitelik düşümünü de beraberinde getiren zorunlu bir tercih.
AKPnin bilumum devlet kadrolarını aylardır hallaç pamuğu gibi sallaması, Cemaatin tasfiye edilme harekatı, yerine güvenebileceği yeni kadroların yerleştirilebildiği anlamına gelmiyor. 2. Cumhuriyetin yetişmiş nitelikli eleman ihtiyacını Cemaat sağlıyordu, şimdi bundan mahrumlar. Eski milliyetçi kadrolara alan açılması, bazı Ergenekon mağdurlarıyla ittifak denemeleri çaresizlikten. Lakin bu saatten sonra Erdoğanın paranoya derecesinde diken üstünde olacağı kesin. Bakmayın biz kadro hareketiyiz dediklerine, Erdoğan giderek yalnızlaşıyor. Köşk hesaplarının bir kısmı da bununla ilgili.
Tek adama dönen vizyon Erdoğan köşke çıkmaya mahkum görünüyor. Bu kaybeden bir diktatör imajından kurtulma ihtimali, diğer taraftan dosta düşmana kararlılık beyanı anlamına gelirken, böylece fiili olarak uygulanacak yarı başkanlık sistemi ve kukla bir başbakanla da yürütmenin başında kalmış olacak. En önemlisi ise pembe köşkün korunaklı duvarlarının arkasına sığınmak. Kısa vadeli hesap temelde bu aslında. Geçtiğimiz günlerde 2015 seçim sonuçlarına ve halkın bu bir senede uygulanacak fiili başkanlık işleyişine vereceği tepkiye göre Anayasa değişikliğiyle Başkanlık sistemine geçilebileceğini söylediler. Bunu bir plan olarak okumaktan çok, ne olacağını onların da kestiremediğinin itirafı olarak görmek yanlış olmaz. Kısa süre öncesine kadar Cumhurbaşkanlığı-başkanlık sistemi vb tartışmalar hep 2023 vizyonları çerçevesinde konuşulurken, böylesi büyük iddialar bugün pek dillendirilmiyor.
Bu noktada büyük bir sorun ortaya çıkıyor. AKPnin Türkiye vizyonu aslında ABDnin Ortadoğu vizyonunun Türkiyeye yansıyan türeviydi. Büyük vizyon çökünce bağlı değişken olarak küçük olanının devam etmesi mümkün değil, ancak arızi bir durum olarak sürüyor. İşte bu nedenle bölgesel vizyonla bağı kopan AKPnin Türkiye projesi giderek Erdoğanın şahsına indirgenmek durumunda kalıyor. Haziran ve 17 Aralık sonrası kendi geleceğinin derdine düşen Erdoğanın yaşadığı korkunun onu giderek yalnızlaştırdığı ve tek adamlık psikolojisini beslediği görülüyor. Peki sistem böyle bir Erdoğanı taşıyabilir mi?
Erdoğan'ın Feyzioğlu'na bağırıp çağırması sonrasında protokolün verdiği tepki Türkiye'nin erkler dengesi üzerinde şekillenen bir Cumhuriyet olmanın asgari şartlarını bile taşımakta zorlandığını gösteriyor.
Dengeler değişirken Sünni kuşak projesinin Suriyede çökmesi ve Ukrayna krizi, bölgesel dengelerde yeni bir duruma işaret ediyor. ABDnin de ilgisinin Avrasyaya doğru kaydığı görülürken, Ortadoğu eskisine kıyasla Batı kamuoyunu çok daha az meşgul ediyor. Bu ABDnin elini Ortadoğudan çekeceği anlamına gelmiyor tabii ki.
Bölgesel dengelerde kimsenin öngöremediği kırılmaların yaşanmasıysa bugün çok daha mümkün hale geldi. Rusya bundan sonra pasif agresif bir pozisyonla yetinmeyeceğini Ukrayna krizinde gösterdi. Suriye yönetimi kendini toparlıyor. Emperyalizm İran konusunda hâlâ net bir yol çizmekten uzak. Bakınca bölgede çok daha kaotik bir sürecin önünün açıldığı anlaşılıyor. AKP iktidarının ve onun Türkiye vizyonunun ABDnin Ortadoğudaki Sunni Eksen projesiyle doğrudan bağı olduğu düşünüldüğünde bu gelişmelerin Türkiyeye ciddi yansımaları olmaması düşünülemez.
Tercihe zorlanabilir Türkiye, Ukrayna krizinde düşük bir profil sergiledi. Ancak krizin derinleşmesi durumunda safını belirlemesi beklenir. Bu bağlamda ABDli düşünce kuruluşu Brookings Enstitüsü Başkanı Strobe Talbottun geçtiğimiz günlerde söyledikleri dikkat çekici. Talbott Türkiyenin dünya siyasetindeki yerini değerlendirdiği konuşmasında, ülkemizin önümüzdeki dönemde NATOnun çevreleme politikasının bir parçası olabileceğini söyledikten sonra Bu bizi, hâlihazırdaki Türkiye-Rusya ilişkilerini gözden geçirmeye sevk ediyor. Son yıllarda Rusya ile Türkiye arasındaki yakınlaşmayı tehlikeli olarak tasvir etmem, ancak yine de bu yakınlaşmanın mantığının sorgulanması gerekiyor ifadelerini kullandı. Suriye krizinin en yakıcı günlerinde dahi ABDden ne Rusya-Türkiye ne de İran-Türkiye ilişkilerine dair sert açıklamalar geldiği düşünüldüğünde, Türkiyenin önümüzdeki dönemde bazı tercihler yapmaya zorlanma ihtimali görünüyor.
Gidişat sistemi tehlikeye atıyor Cengiz Çandar geçtiğimiz hafta Radikal'de önemli bir yazı yazdı. 8 Mayıs tarihli Düşmez kalkmaz bir Allah başlıklı yazıda Çandar, Daron Acemoğlu-James A.Robinsonun Why Nations Fail adlı kitabında ulusların ve ülkelerin başarısını kurumlara bağladığını hatırlatıyor ve Kapsayıcı kurumları olmayan ülkeler ve ulusların, düşmesinin mukadder olduğu tezini işlediğini belirtiyor. Çandarın kaleminden dökülenlerin ABDnin en mahrem odalarındaki raporlara denk düştüğüne şüphe yok. Bu nedenle Çandarın dikkat çektiği yer tam olarak bizim de bu yazıda Tek adamlık üzerinden anlatmaya çalıştığımız ABDnin sıkıntısına denk düşüyor. ABDnin, Türkiye gelişkinliğinde bir kapitalizmi, bölgede daha da kaotik bir sürecin açıldığı bugünlerde tek adama terk etme niyetinin olmadığını, bu sorunu er ya da geç çözmek için kararın verildiğini söylemek yanlış olmaz. Seçim sonuçlarına terk edilemeyecek kadar önemli bir problem bu. Üstelik Erdoğan Suriye dönemecinde güvenilmeyecek bir aktör olduğunu kanıtlamışken...
Emperyalizm cephesinden Türkiye, ülkenin yarısının nefretini kazanmış, gittikçe yalnızlaşan ve sistemin işleyişini tehlikeye atacak şekilde kurumları önemsizleştirerek tüm ipleri elinde tutan bir tek adam yönetimi tarafından, halkın sistemin kaldıramayacağı şekilde kamplara bölündüğü bir ülke görüntüsü veriyor. Almanya Cumhurbaşkanının ODTÜde Geziye gönderme yaparak verdiği sert mesajlar, ABDden sosyal medya yasakları konusunda gelmeye devam eden eleştiriler, son olarak Freedom Houseun Türkiyeyi basın özgürlüğü konusunda yerin dibine sokan raporu Erdoğanın kolay kolay rahat bırakılmayacağının kanıtı. Bir süredir ABDli think tank'çilerden de benzer mesajlar geliyor.
NATOnun en büyük ordularından birine sahip olan ve bölgede stratejik önemi artan Türkiyenin uzun süre bu şartlarda idare edilemeyeceği ortada. Yarın bir gün Türkiyenin bölgede üstleneceği roller ne bir kişinin insafına ne de Türkiyenin dengesiz iç politikasına yem edilebilir. Türkiyenin bugünkü hali sürekli bir risk unsuru taşıyor. Bu şartlarda Erdoğanın Türkiyenin dümeninde ne kadar durabileceğini tahmin etmek güç. Seçim sonuçlarıysa bu çelişkiyi daha da derinleştirmekten öte bir anlam ifade etmediği görülüyor. Emperyalizmin bugünden yarına Erdoğanı tasfiye edecek bir plana giriştiğini söylemek güç. Ancak mevcut durum ilişkilerin kolay kolay normalleşmeyeceğini gösteriyor.
*Danıştay olayı neyi ispat etti?
Bu yazı, Erdoğan'ın TBB Başkanı Metin Feyzioğlu'na yaptığı ve siyasi tarihe geçecek çıkışının öncesinde yazılmıştı. Yaşanan vahim olayın, Erdoğan'ın tek adamlığı ve taşıdığı risklere odaklanan yazımızı teyit ettiği görülüyor.
Başbakanın terbiye sınırlarını çok aşan çıkışına protokolün verdiği tepki sistemin Erdoğan'ın şahsına indirgendiğinin güçlü bir kanıtı oldu. Erdoğan'ın Feyzioğlu'na bağırıp çağırması sonrasında Cumhurbaşkanı Gül'ü emrivaki şekilde törenden çıkarması, Genelkurmay Başkanı Özel'in sessizce takip etmesi, Danıştay Başkanı'nın hürmet için cüppesini iliklemeye çalışması ve sonrasında Feyzioğlu'nu suçlayan açıklamaları Türkiye'nin erkler dengesi üzerinde şekillenen bir Cumhuriyet olmanın asgari şartlarını bile taşımakta zorlandığını gösteriyor.
Erdoğan'ın olayın ertesi günü partisinin istişare toplantısında yaptığı ve Türkiye'de kişi merkezli dikta rejiminde yeni bir sayfanın açıldığını gösteren konuşmasıysa ayrıca önemsenmeli. Erdoğan artık böyle toplantılara, konuşmalara izin verilmeyeceğini belirterek yargının sesini kısacağını, düzen içi hiçbir denge mekanizmasını dikkate almayacağını, önüne geleni ezeceğini ilan etti.
Erdoğan'la yola devam edilir, neden edilmesin, bugün maden ocağında yaşananlar birilerinin vidanını kanatmıyorsa, Erdoğan Cumhurbaşkanı da olur, başkan da! Ne ala memleket!
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.