İbrahim Kaypakkaya Seçme Yazılar adlı eserinde Maonun Kızıl Siyasi İktidarlar makalesini yorumlarken; devrimci isyanı, ya da Maocu tabirle bozkırları tutuşturacak ateşi, acının taze olduğu yerlerden başlatmak gerektiğini söyler.
HAYDAR KARATAŞ
İbrahim Kaypakkaya Seçme Yazılar adlı eserinde Maonun Kızıl Siyasi İktidarlar makalesini yorumlarken; devrimci isyanı, ya da Maocu tabirle bozkırları tutuşturacak ateşi, acının taze olduğu yerlerden başlatmak gerektiğini söyler. 68 Kuşağının bu delikanlısının ruhuyla söylersek, tek bir kıvılcım dahi bütün bozkırları ateşe vermeye yeterdi...
Öyleyse mesele acıdır. Dersim acısı Türk ve Kürt devriminin ateşi mi oldu bilemem, ama Anadoluda acı çeken insanlar için süre gelen güzel bir gelenek vardır. Halk acı çeken, haksızlığa uğramış birini gördü mü yanına oturtur yavrum anlat rahatlarsın, der.
Acıyla öfke arasında da garip bir bağ kurarım, acı başını koyacağı merhametli bir omuz arar, oysa öfke öyle midir, öfkeye taraftar lazımdır. Biri derdini anlatırken, diğeri öldürür, öldürdükçe nefreti büyür, öyle bir noktaya gelir ki öfke kendini dahi boğar.
Acının ilacının anlatı olduğunu sadece Anadolu bilmez. ll. Dünya Savaşında büyük acılar yaşayan Yahudi toplumu 1947 yılında İsviçrenin Basel kentinde yaptığı toplantıda bu meseleyi uzun uzun tartışır. Çünkü Yahudi gençler de daha savaş içinde kolları sıvamış Almanyadan kaçan Nazi subaylarını, kaçtıkları yerde bulup öldürmeyi kafaya koymuşlardı. Sanırım Arjantin, Şili ve Brezilyada bir kaç subay da öldürürler, ancak kongrede konuşan psikiyatrist Wilhem Reich gibi yazarlar, aman tek bir kişi dahi öldürmesin der, öldürürseniz gelecek zehirlenir, toplum derdini anlatmak yerine intikam peşine düşer. Herkes yaşadığını yazsın, filmini, resmini yapsın, der. Öyle de olur, bugün ll. Dünya Savaşı dendi mi, kimse öldürülen milyonlarca Çingeneyi(Çingene bilerek kullanılmıştır) , yüz binlerce Alman solcusunu hatırlamaz. Tabii keşke devlet kurmayın da deseydi. O zaman yeryüzü Çingene ve Yahudilere yaptıklarını okuyarak utanmaya devam etseydi. Sanki o devlet bu zehrin işlevini gördü ya, o da ayrı bir mevzu.
Ki, Tarantino Soysuzlar Çetesi adlı filminde derdini anlatmak yerine, intikam almalıydık algısını tiye almak için tarihin yapraklarını geri sarar ve Nazileri hiç de zor olmayan bir metotla kurulan Yahudi örgütü tarafından öldürtür. O filmde Hitler dahi suikastla öldürülür. Tarantino ne mi söyler: Buyrun çok istiyordunuz, alın size filmini yaptım. İzlerken dahi sinema salonunda öyle koltuğunuza gömülüp kalırsınız.
Bu kongrede eğer o kurulan örgüt gerekli desteği alabilseydi Tarantino filmi gerçek olacaktı, ancak ırkçılığın ne olduğunu bize anlatan o anılar, romanlar, filmler olmayacaktı. Bana kalırsa Hrant Dinkin Ermeninin damarındaki zehirli Türk kanı dediği şey tam da buydu. Mesela ASALA o zehrin ürünü bir intikam örgütüydü. Ermenilerin Yahudiler gibi başarılı anlatı romanlarının olmamasının nedeni de bu zehirdir.
Aslında Dersim Anadolunun anlat rahatlarsın dediği yolda derdini anlattı. Siz bakmayın Dersim sustu mustu diyenlere, ancak Dersimin aydın sınıfı oluşmadı, onu başka dillere çevirecek kişisi olmadı. Dersim aydını 1970lerde ideolojik zehirleme yaşadı. Dersimliler okuma yazma bilmezdi ama kendi dillerinde, bildikleri anlatı dillerinde öyle eserler yarattılar ki neredeyse her ölümü yüreğin hafızasına kaydettiler. Bu güçlü bir Anadolu Alevi geleneğiydi, acıyı saza söze dökerlerdi.
Bir kısmı Türkçe diline de çevrildi Mustafa Düzgün, Hawar Torneceng (İmdat Yılmaz), Cemal Taş ve Mesut Özcanın derlediği Dersim ağıtlarının sayısı üç binden fazladır. Ne yazık ki bunların pek çoğu ucuz yayın evlerinin bodrumunda çürümeye bırakıldı. Türk ve Kürt aydınları Dersim dilini bilmez, o bilmemeyi Dersim konuşmadı şeklinde yorumladılar yıllarca. O ağıtları okurken, Nazilerden kaçıp bir çatı katına sığınmış Anna Fırankın gözlerini dahi görürsünüz. Nefesler tutulur, kollar bağlanır, askerler arasında sıra sıra ölüme gider insanlık... Ancak Dersimli ilk kuşak aydın ağıtın dilini yazıya dökeceğine silahı terci etti.
1938 sonrası okullu ilk kuşak 1970lerde şehirlere indi, yani üniversitelere geldi Dersimli. Bu okullu kuşak devrimci arkadaşına dahi ben orada şunları yaşadım diyemedi, ama anne babasının inancını sol fikriyatın içine hızla şırınga etmeyi başardı, solu Alevileştirdi ve oradan da Alevilerin son çekirdek mekânı olarak onu Dersimlileştirdi. Anne babasının Hz. Alinin siluetine atfettiği bütün vasıfları örgütüne atfetti.
Bu satırları yazarken aklıma garip bir masal geliyor. Keşke böyle başlayacağıma o masalla başlasaydım, bu derdin cevabı aslında o masaldadır. O masalı dinlerken belki bu satırlara dahi gerek kalmaz ama gene de tarihin daha derinlerine gitmek gerekir, tarih öncesi köpeklerin havladığı zamanlara, bir garip geçmişe...
Kaypakkaya demişken oradan devam edeyim. Kaypakkaya da bir Aleviydi Alevilerin devlete olan uzaklığını biliyordu, onların korkusunu ve daha da garibi Çorumda doğduğu Karakaya köyü 1825 yılında Dersimden sürülen köylülerden oluşuyordu. Ailesinde o sürgünün izleri var mı bilemem, ama sonradan Tanzimat Fermanını yapan M. Reşit Paşa ordusunu alıp Dersim üzerine yürüdüğünde Anadoluya ta Trakyaya kadar dağıtılan Dersimli köylüler arasında onun doğduğu Karakaya köyü de görülür.
Kastamonuda Kürt Mustafa Bey olarak bilinen Bülent Ecevitin dedesi ise 1847 Dersim olaylarında Çarakan boyundan Kastamonuya sürülmüş bir Dersimliydi.
Yani Devrimci kuşak öncesi sürgünde büyümüş Dersimliler vardı. Onlar kendi ruhlarıyla garip bir hasbelkader eylerdi, bunun en güzel örneği Ecevitin o ünlü şiiridir.... Ne zaman Doğuya gitse yolunu Pülümürün o yoksul dağ köyüne çevirir, ruhunun derinliklerindeki siyasetçi Eceviti unutur başka bir aleme geçerdi. Ecevit için bir tür hac yolculuğu olan bu ziyaretler için yazdığı o şiir şöyledir:
pülümürün bir dağ köyünde gördüm onu
yaşını sordum bir giz gibi güldü
kimi seksen dedi köylülerden kimi yüz
yüzüne baktım bir giz gibi güldü
bir asa vardı elinde
bir solmuş kırallığın
kadifeden harmanisi üzerinde
bir hititliydi o bir selçukluydu
bir ermeniydi bir kürttü
bir türk
yaşını sordum bir giz gibi güldü
koluma girdi bir soylu kadınca
tozlu köy yolunda sürüyerek eteğini
beni tek gözlü sarayına götürdü
köy yapısı kulübesinin
zamanı onda yitirdim ben
yitik zamanlara onda eriştim
en soylu yoksulluğun toprak döşeli sarayında
bir taç gibi kondu başıma türkiyeliliğim
İlk kez 1977 yılında bu köye giden Ecevitin sahiden de yaşlı bir kadınla bir eve kapandığını anlatırlar. Ne konuştu, elinde solmuş o eski krallığın bastonu ona ne dedi bilmiyoruz.
Edebiyatçı Cemal Süreya ise Dersimdeki acı hatıralarını doğrudan hiç konuşmadı, onu susturdu, ancak bir gün Zühal Tekkanata yazdığı bir mektupta acı hatıratı ilk defa dillendirdi. Bizim Cemal Süreyanın Dersim şiiri dediğimiz şiiri, aslında hiç bir şiir kitabında yer almayan Zühale yazılmış o mektubun satırları arasında saklanmış ağlıyordu.
Bizi kamyona doldurdular, diyordu Cemal Süreya,
Tüfekli iki erin nezaretinde,
Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular,
Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar,
Tarih öncesi köpekler havlıyordu...
Tarih öncesi köpeklerin havladığı bu diyar, kente ve şehre indikçe susmuştur. İlk 1970lerde devrimci hareket içinde konuşmuştur, ancak acının dermanı olan anlatıyı, ağıtı bir tarafa bırakmıştır. Öfke ve intikamı tercih etmiştir.
Bu öfke Türkiye sosyalist hareketini zehirledi, onu teslim aldı. Bir gazete yazısına sığmayacak bu konuya dair sadece şu kadarını düşünmek yeterlidir:
1975 yılına kadar Türkiyeli hiç bir illegal sol örgütün sekreteri Dersimli değildi, 1980 yılına gelindiğinde 11 örgütün sekreteri Dersimli oldu. Örgütleri bir bir ele geçirdiler, onların düşünce hareketlerine dönüşmesini sürekli engellediler. Bugün etkili olmasalar da hâlâ yedi illegal örgütün sekreteri Dersimlidir ve bunların tamamı şiddet eksenlidir.
Kürt solunu derseniz onun durumu da pek farklı olmadı, Kawa, Tekkoşin, PSYKyi ele geçirdiler, sekreterleri Dersimliydi. Öcalanın başını çektiği PKK hareketine karşı ilk muhalefet olan Çetin Güngör (Semir) Dersimliydi, onu takriben Öcalanı devirmek için başını Dersimlilerin çektiği irili ufaklı 6 muhalefet hareketi oldu. Çok şükür başarılı olamadılar.
Dersim Komünizmi, Kürt barışına karşıdır, ister Kürt hareketi içinde olsunlar isterse sol gruplar içinde. Sol düşünce onun için silah demektir.
Fabrika olmayan Dersimde fırın işçisi burjuvadır. Marx der ya makine yakılmaz, makineyi kullanan işçi örgütlenir diye, o da hikâye. Bunlar motorun olduğu her aleti yakıyor. Ama iyisi o ünlü Dersim masalında bu sırrı aramaktır. Susan Cemal Süreyalar, Ecevitin gizli yolculuğu ve Dersim solcusunun ruhu o masalın derinliklerindedir. Dul kadının ahı...
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.