Halkların katili, hakların hırsızı AKPye karşı ortak mücadeleye!
Sadece son bir haftada yaşananlar göstermiştir ki Kürt halkının Türkiyeli devrimcilerden, sosyalistlerden başka gerçek bir müttefiki yoktur ve ancak Kürt ve Türk halklarının ortak mücadelesi AKP iktidarını yıkacaktır
Kirli siyaset, kirli pazarlıklar ve artık kirlenmemiş (ak) bir yeri kalmamış AKP iktidarı[1], Türkiye ve bölge halklarının şu an geldiği durumdan birinci derecede sorumludur. Ve son (şimdilik) suçlarının suç mekanı da Kobanedir. Kobanedeki üç yüz bin civarındaki Kürtün hayatı AKP iktidarı tarafından değiştirilmiş ve yüzlercesinin katledilmesi AKP eliyle (doğrudan veya dolaylı) gerçekleştirilmiştir.
Bölgenin (başta Irak ve Suriye olmak üzere) bu noktaya gelmesinde ABD emperyalizminin ve bölge ülkelerinin yönetiminde bulunan mezhepçi, diktatoryal iktidarların sorumluluğu yanında asıl etken Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin tutarsız, pragmatist, hayal ürünü politikaları ve sorumsuz icraatlarıdır.
Kürt sorununun çözümünü yıllarca bir oyalama taktiğiyle geçiştirmeye, bu dönem içinde Kürtleri AKPlileştirmeye (özellikle Cemaat ve Hizbullahçılar aracılığıyla) çalışan AKP-Erdoğan politikası, bu gerçekleşmeyince Öcalana yönelmiş ve müzakere (Oslo-Kandil ile başlayan) adı altında yeni bir oyalama sürecine[2] girişmiştir. Bu sürecin en önemli hedefi ise PKKnin siyasal etkisinin Türkiye sınırları içerisinde kalmasını ve silahlı gücünün tasfiye edilmesini gerçekleştirmektir. Barzani ile daha doğrusu Irak Kürdistanı ile girilen ilişki ve özellikle Suriyedeki Kürtler karşısında alınan tutum, bu taktiğin sonucudur. Suriyedeki Kürt bölgelerinde gelişen, bağımsız olduğu kadar doğrudan demokrasi üzerine kurulmuş, eşitlikçi yönetim (ve toplumsal ilişkiler) anlayışının PKK çizgisi ile paralelleşmesi AKP için gerçek bir tehlikedir. Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin başından itibaren gerek ÖSO ile girdiği ilişki gerek IŞİDin oluşmasına ve büyümesine yaptığı katkı gerekse de Salih Müslimden PKK ile arana mesafe koy talebi, bu tehlikenin bertaraf edilmesine yönelik adımlardır. Kısacası Erdoğan AKPsi başından itibaren Kürt halkıyla ilişkisini yönetemiyorsan kontrol et, kontrol edemiyorsan yok et politikası ekseninde kurmuştur. Bugün Kobane karşısında aldığı (sahte söylemleri bir kenara bırakılırsa) tutum da Kürtlerin (asıl olarak siyasal tercihlerinin) o bölgeden tamamen sürülmesi (katledilmesi) tercihidir.
Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin dönülmez yolu
Bununla birlikte Erdoğan-Davutoğlu ikilisi Kobane halkını, Esad karşıtı politikalarında bir pazarlık aracı haline getirmektedir. Erdoğanın sürekli olarak uçuşa yasak bölge talebini (sanki IŞİDin elinde uçak var da) ve tampon bölge talebini öne sürmesi, Davutoğlunun IŞİD ile mücadeleyi Esad ile mücadele şartına bağlaması, bu ikilinin bir başka temel dertlerinin Suriye yönetimi olduğunun açık kanıtıdır. Bir zamanlar kardeşim dediği, ortak bakanlar kurulu topladığı Esad, şimdi şeytan[3] olarak tanımlanmaktadır. Esadın gitmesini (ABDye bile rağmen) şart koşmalarının arkasındaki neden Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin Osmanlı olma hayalperestliğidir. Kendilerine bağlı/bağımlı bir Suriye yönetimi inşa etme hayalidir. Hatta Davutoğlu, Suriye krizinin ilk çıktığı dönemde Esadın yerine Şarık Tarayı geçirme önerisini dillendirecek kadar ileri bile gitmişti.[4] Bu hayal doğrultusunda Müslüman Kardeşlerle, cihatçı çetelerle girilen kirli ilişkiler (silah sevkiyatı gibi), yapılan kirli pazarlıklar (rehine takası gibi) bu ikiliyi geri dönülemez bir yola sokmuş durumda. Girdikleri yolda mezhepçilik yapmak ise hem bir zorunluluk hem de bir tercih haline de geldi.
AKPye karşı ortak mücadele ekseninin yaratılması zorunludur
Tayyip Erdoğan AKPsi için insanlar birer kul, halklar pazarlık malzemesidir. Ve bu iktidarla tek bir konuda, tek bir alanda mücadele etmek yetersiz kalacak, eksik olacaktır. Son gelişmeler Kürtler dahil, ilerici tüm muhalefetin bu gerçeği bir kez daha görmesini sağlamalı. Her ne kadar Kobane gibi çok acil ve yakıcı bir durumla karşı karşıya kalınmış ve öncelikli görevlerin ağırlığı altında bulunuluyor olunsa da AKPye karşı tüm ezilen halkların ortak mücadele ekseninin yaratılmasının zorunluluğu ortadadır. Ve bu noktada iddiasını mevcut durumda bütün sosyalistlerden daha ileride kuran Kürt siyasi hareketine düşen sorumluluk da bu iddiayla uyumlu olmalı. Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde ileri sürülen politik iddiayla uyumlu bir çizgi ne yazık ki ondan sonraki süreçte sürdürülmemiştir. İşçi katliamlarından taşerona karşı mücadeleye, doğa katliamlarından kentlerin savunulmasına kadar genişleyen yelpaze de ne yazık ki yeterli önemde görülmemektedir. Bu durumu reel politik zorunluluklarla açıklamaya çalışmak da yetersiz olacaktır.[5]
Kobanenin yanında olmak en acil devrimci sorumluluk
Bugün Kobane halkının yanında olmak[6], dayanışmayı ve yardımlaşmayı örgütlemek, Kobane halkına her türlü yardımın ulaştırılabileceği bir koridorun açılmasını sonuna kadar zorlamak kuşkusuz en acil devrimci sorumluluk. Ancak bu eksenin tek başına yeterli olmayacağı da ortada. Katliamla yüzyüze kalan Kobane halkının yanında olmak, IŞİD sapkınlığıyla özdeşleşen mezhep gericiliğine karşı olmakla, gericiliğin, faşizmin, mezhepçiliğin ve halk düşmanlığının adresi olan AKPye karşı mücadele ile birlikte sürdürülmedikçe tek boyutlu olarak algılanacaktır. Bugün CHP tabanının büyük kısmında gözlenen duyarsızlık (CHPnin Kobane ile dayanışma eylemini provokasyon gerekçesi ile iptal etmesi bu duyarsızlığın örgütlendiğini de gösteriyor), Alevilerin yaşananlarla özdeşlik kuramama hali ve özellikle MHP tarafından yeniden örgütlenmeye girişilen Kürt düşmanlığı, sorunu sadece Kürtlere indirgeyen bir toplumsal algıdan beslenmektedir. Bununla birlikte AKPnin Suriyede örgütlediği kirli savaş tekniklerini iktidarı boyunca inşa etmeye çalıştığı kontrgerilla mekanizmaları ile birlikte ülke içine nasıl taşıdığı sadece 1 günde (7 ekim) yaşananlarla gözler önüne serilmiştir. Kobane ile dayanışma eylemleri sırasında AKPnin eliyle palazlandırdığı Hüda-Par/Hizbulkontra ilişkilerinin, IŞİDe lojistik ve kadro zeminini kurduğu selefi ağların, AKPnin bastonu haline gelen MHPnin harekete geçirdiği faşistlerin, kolluk güçlerinin saldırılarıyla geçen bir günde 11 insan katledilmiştir. Bugün her iki tarafın sosyalistlerine düşen gerçek görev halkların ortak düşmanını yani gericilikle, faşizmle, mezhepçilikle ve neoliberalizmle özdeş olan AKPyi hedefleyen bir mücadeleyi örgütlemektir. Açık ki mezhepçiliğe, faşizme, dinci gericiliğe, şovenizme karşı mücadele ne birbirinden ne de AKP karşıtı mücadeleden ayrıştırılabilir. Bu iktidara karşı olmanın bilincini ve bu bilincin eylemini bir bütün olarak örgütlemek gerekli. Halkların ortak sorunlarının birlikte mücadelesi verilmediği sürece AKPnin iktidarı bir bütün olarak sarsılmayacaktır.
Ve bu iktidar (aynı Ortadoğuda olduğu gibi ülke içinde de) karşılaştığı her krizde yeni ve daha büyük bir kriz yaratarak ilerlemektedir. Erdoğan AKPsi bir yandan da karşı karşıya kaldığı ekonomik sorunları ve yaklaşan seçim dönemini sorunsuz atlatmanın planlarını da yapmak zorunda. Bu planların neyi içerdiği ise şimdiden belli olmuş durumda; kamusal olan, kamuya ait olan ne varsa sat, daha fazla borçlan, yağma ve talandan vazgeçme. Aynı zamanda da bölüştür, hem ganimeti hem de suç ortaklığını. Bu arada gericiliği yaymaktan asla vazgeçme, kendi tabanını daha kemikleştirmek için kadını, türbanı, çocuğu kullanmaya devam et. On yaşındaki çocuğa türban taktır ama IŞİDin vahabi uygulamalarını eleştirmekten geri durma!
Türban dayatması, özelleştirme furyası
Türban konusunda kuşkusuz asıl hedef AKP zihniyeti ve özel olarak da Milli Eğitim Bakanıdır ancak bir o kadar uğraşılması gereken ise sol cenahtaki, artık iyi niyeti çoktan geçmiş türbanı kıyafet serbestliği olarak gören değerlendirmelerdir. Kürt hareketinin çoğu temsilcisi gerek kendi tabanlarını bir arada tutma ihtiyacı gerekse de ulus kimliğine bakışlardan kaynaklı olarak iyice ayrışmış durumdalar. Sol adına, demokrasi adına bu gerekçeye sığınanlar ise gericilikle doğrudan mücadele etmekten kaçınan yorgun demokratlardır.
Bu süreçte yeni yağma ve talan atağının ilk müjdesini Maliye Bakanı Mehmet Şimşek verdi; Kısa zaman içinde elektrik üretim santralleri, otoyol ve köprüler, bazı limanlar ve Erzurum Kış Olimpiyatları Tesislerini özelleştireceğiz. 25 şeker ve 5 makine olmak üzere şeker fabrikalarını ve geliri Halkbanka aktarılmak üzere Halk Sigorta ile Halk Emekliliki de özelleştirmeyi düşünüyoruz. Ayrıca, gayrimenkuller, arsalar ve Güllük Marina gibi önemli özelleştirme projeleri de yerel ve uluslararası yatırımcıların ilgisine sunulacak. Bunların yanı sıra Türksata ait Kablo-TV operasyonları, BOTAŞın iletim hatlarının, TEİAŞa ait kamu hisselerinin yüzde 49unun ve TPAOnun halka arzı, İstanbulun önemli projelerinden Haydarpaşa Projesi, ölçü ve ayarlar hizmetinin özelleştirilmesi, Eti Madene ait sülfirik ve borik asit fabrikalarının özelleştirilmesi Milli Piyangoya ait şans oyunlarının ihalesini tamamladık, imtiyaz sözleşmesine Danıştayın görüşünü bekliyoruz. Yakın zamanda Spor-Totonun özelleştirmesini de yapacağız.
Bunlar artık elde kalan (toprak üstündeki) son mallar.
AKP madene giriyor!
İkinci satış da toprak altındakiler için. Yani AKP iktidarı madene giriyor! Tayyip Erdoğan başbakanlığının son üç yılında, her türlü maden açma, yenileme ruhsatlarının verilme iznini doğrudan kendi iznine bağlamıştı. Ve bu konuda çok sıkı dokuyup, ince eliyordu. Çünkü Erdoğanın planlarında maden rantı, HESlerden sonra bir başka atılım yapacağı alan olacak. Kime, ne kadar komisyonla dağıtılacak?[7] Her ne kadar Somada katledilen 301 maden işçisi AKPnin planlarını bir nebze bozsa da artık AKP için madene bütün enerjisiyle girme zamanı. Üstelik seçim öncesi tam zamanı. Karadenizden, Trakyaya ve Egeye kadar her yer kazılacak, halkın ortak varlıkları yağmalanıp, peşkeş çekilecek, doğa talan edilecek. Buna ülke çıkarları, ekonomik büyüme gerekçeleri uydurulacak. Ancak Murgul ve Fatsada siyanürlü doğa talanına karşı mücadele gösterdi ki AKPnin işi hiç de kolay değil! Ve kolay da olmayacak. Hele hele Kobane ile Fatsanın aynı hedefe/AKPye doğru birlikte mücadelesi yaratıldığında, Erdoğan ve şürekasına kaçacak ülke aramak kalacak!
Sadece son bir haftada yaşananlar göstermiştir ki Kürt halkının Türkiyeli devrimcilerden, sosyalistlerden başka gerçek bir müttefiki yoktur ve ancak Kürt ve Türk halklarının ortak mücadelesi AKP iktidarını yıkacaktır.
DİPNOTLAR
[1] Bu noktada partinin bütün organlarında birlikte üretilmiş politik tercihlerden ziyade Tayyip Erdoğan ve onun etrafında kümelendirdiği (Davutoğlu, Akdoğan ve Fidan gibi) ihtiraslı, iktidar düşkünü, egosantrik bir çekirdeğin asıl karar ve uygulama merciinin politik tercihlerinin belirleyici olduğunu ifade etmek gerekir. AKPnin parti kadroları ise artık tamamen bir suç ortaklığı şebekesine dönüşmüş durumda.
[2] Müzakere sürecinin ite-kaka geldiği yer, hükümetin bu sürece bir yasal mevzuat getirmesi oldu. Bu yasal mevzuat bile AKPnin bu sürece nasıl baktığını açık bir şekilde kanıtlar nitelikte; çözüm süreci, bölücü terörü sona erdirerek, Türkiyeyi demokraside, hukukta, ekonomide, dış politikada dünyanın önde gelen ülkelerinden biri haline getirmeyi hedeflemektedir. Yani süreçte tek bir tarafın çıkarları gözetilmektedir. Ya Kürtlerin çıkarları?
[3] Davutoğlu; Şu anda bile bazı görüşmelerde IŞİDe karşı Esedle işbirliği yapmak gibi öneriler getiriliyor. Şeytana karşı başka bir şeytanla işbirliği yapmak çözüm değildir diyor.
[4] Buna benzer bir durum, yakın tarihimizde Tansu Çillerin başbakanlığı döneminde yaşanmıştı. Azerbaycanda rejim krizi baş gösterdiğinde, Halk Cephesi lideri Ebulfeyz Elçibey adına darbe girişimi tezgahlanmış ancak Rusyanın (Haydar Aliyev lehine) müdahalesiyle tezgah fiyaskoya dönüşmüştü. Hatta Demirel devreye girip darbe tezgahçılarından İ.Ü. Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Ferman Demirkolu hapisten çıkarttırıp, özel uçağıyla Türkiyeye getirtmişti.
[5] Bugün için keşkelerin çok bir önemi olmasa da Kürt hareketinin bugün açığa çıkardığı isyan gösteriyor ki aynı hareket Haziran İsyanı döneminde Fıratın doğusunda ve batısında birlikte oluşturulabilse idi, AKP bugün çok farklı bir yerde olabilirdi!
[6] Bu noktada Doğu Karadenizdeki gerici, faşist atmosfere rağmen en ayırt edici sesin Hopadan gelmesi devrimci tutumun her koşulda gerçekleşebileceğine ilişkin en açık yanıtı oluşturdu.
[7] Son 12 yılda kurulan 52 maden şirketinin 36sının AKPli milletvekili, bakan, parti yöneticisi ve bunların yakınlarına ait olduğu açığa çıktı.
Burada yazılanlarla Birleşik Haziran hareketinin söyledikleri arasında hiç bir fark görmüyorum. Türkiye solu ilk kez büyük bir çoğunluğuyla AKP'nin ne olduğunu anladı. Bu bile sevindirici bir gelişme.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.