PYD Eş Başkanı Salih Müslim, geçen hafta İstanbulda Türk sermaye devletinin yetkilileriyle bir araya geldiklerini belirterek şunları söyledi: Türk yetkilileri, bize Kobanêye yardım edeceklerine dair söz verdiler. Ancak bütün ısrarlarımıza rağmen sözlerini tutmuyorlar.
8 Ekimde FHAda yayınlanan bu röportaj, Leninin değerlendirmesini hatırlatıyor: İnsanlar, ahlaki, dini, politik ve sosyal demeçleri, bildirilerin ve vaatlerin arkasında şu ya da bu sınıfın çıkarlarını görmeyi öğrenmedikçe, politikada oldum olası başkalarının ve kendilerinin aldatılmış safdil kurbanları olmuşlar ve olacaklardır. (Marxın Kugelmanna Mektuplarının Rusça Çevirisine Önsöz...)
Savaş politikanın başka araçlarla devamıdır. Prusyalı General Carl von Clausewitz tarafından yapılmış bu tanım günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Zira Rojava Devrimini boğmak başta Türk burjuvazisinin olmak üzere, bütün bölgesel emperyalist güçlerin izlediği stratejik planın bir parçasıdır. Emperyalist gerici güçlerin, Kobanêde gerillanın, "Stalingrad" direnişini andıran tarihi direnişine destek sunacaklarını hayal etmek, beklemek dahi büyük bir yanılgıdır. Zira Kürt halkı, gösterdiği kahramanca devrimci direniş, kararlılık ve başkaldırıyla bu gerici güçlerin bütün hesaplarını boşa çıkarmıştır. IŞİD eliyle bastırılmak istenen Kobanê devrimci direnişini düşmana inat hafızaları zorlayacak şekilde savunmuştur.
Halkların fiili olarak kullandıkları tek hak devrim hakkıdır. Kosovada olduğu gibi ABD ve NATO bayraklarıyla yardım istenseydi, bu güçler çoktan IŞİD güçlerine karşı yer alacaklardı. Paradoks olan da bu durumdur. Rojava Devriminin yardımına, bu gerici egemen güçler neden destek versin? Bu devrimi bastırmak, büyük bir kinle tasfiye etmek isteyen güçlerden insani yardım beklentisi dahi sonuç vermeyecektir. Politik kültür, dünya görüşü ve uygarlık değerleri açısından bu emperyalist güçler IŞİD ile aynı kimliği taşımaktadırlar. IŞİDin kafa kesmesi ve bunu medya yoluyla bir propaganda aracı olarak bilinçli şekilde kullanması dışında, uyguladığı yöntemler bir sınıf tutumunun dışa vurumudur. Emperyalist burjuvazinin daha dün Ebu Garip zindanında uyguladığı vahşetin resimleri hafızalarda canlıdır. Ve 1965 yılında Endonezyada CIA tarafından organize edilerek kafaları kesilen binlerce komünistin sokaklarda sergilenmesi unutulacak mı? Burjuvazi her zaman sınıf kini refleksiyle hareket eder. Ve bu gerçek, iktidarları tasfiye edilmediği sürece değişmeyecektir.
Devrim korkusu!
Şüphesiz 21.yüzyıl, geçen yüzyılda olduğu gibi sosyalizm ve emperyalist barbarlık arasındaki sınıflar mücadelesi tarafından belirlenecektir.
Egemen kapitalist sınıflar geçen zaman içerisinde devrimci hareketlere karşı mücadele ve bunları tasfiye etme, kendi egemenliklerini stabilize amacıyla gittikçe rafine yöntemleri devreye koydular. Karşı devrimin esas hedefi, devrimci süreçte elde edilen kazanımları tasfiye etmektir. Karşı devrimsiz bir devrim düşünülemez. Devrim ve karşı devrim zıtların diyalektik birliğini ifade eder. Karşı devrim egemen sınıfların devrimci dönüşümlere karşı tepkisini, direncini, devrimin başarısı durumunda da restorasyon hareketi olarak baş gösterir.
Karşı devrimin bu süreçte kullandığı yöntemler farklı boyutlar ve içerik taşır: Gerici ayaklanmalar, darbe, suikast, terör, dinsel kışkırtmalar, ekonomik, politik oyalama, sabotaj, ideolojik yanılsamalar... Karşı devrim, emperyalizmin çağımızda izlediği en önemli stratejidir. Ve her türlü yöntem emperyalist gericilik çıkarlarına hizmet ettiği sürece meşrudur. Sınıf savaşı, sınıf kini, hümanizme dayalı ahlaki kavramlarla açıklanamaz, yargılanamaz. Zayıflayan, yenilen her devrim karşı-devrim güçlerinin yüz kat şiddet, saldırı ve vahşetine maruz kalır. Egemen sınıf, iktidarını tehdit eden her türlü ayaklanmayı hunharca, kanla, büyük bir zalimlikle bastırır.
Devrime karşı Kutsal İttifak
1789 Fransız Devriminin yarattığı toplumsal-politik etkiyi kırmak, eski yapıyı yeniden restorasyona tabi tutmak amacıyla toplanan Viyana Kongresine (1815) Büyük Britanya, Avusturya, Rusya ve Prusya katıldı. Avusturya Başbakanı Metternichin yönettiği Kutsal İttifak Napolyonun sarstığı eski statükonun silah gücüyle korunmasını karara bağladı. Özgürlük, eşitlik, kardeşlik! sloganlarıyla gençlerin kafasını karıştıran bu toplumların kanser virüsünün, yani devrim coşkusunun, radikal şekilde cezalandırılması gerekiyordu. Fransız Devrimi sonucunda ortaya çıkan her türlü siyasal yapı acımasız bir şekilde kanla bastırıldı. Beyaz terör, barış elçilerinin dahi kafaları kesilerek, korku yaymak amacıyla sokaklarda sergilendi. Marsilya, Toulouse, Nimes kentleri beyaz terör güçlerinin vahşetiyle yakılıp yıkıldı. Eski egemen güçler kendi toplumsal statülerini yeniden restore ettiler.
Fakat tarihsel gelişme kendi yoluna çelik adımlarla devam eder ve gelişmesinin hiçbir döneminde aldatılmasına izin vermez. Eğer tarihsel gelişme tarafından çözülmesi zorunlu sorunlar sonuçlandırılmamışsa, onlar süreç içerisinde yeniden toplumsal-siyasal gündemin merkezine oturur. Ve bilinmelidir ki kaybedilen, yenilen her devrim Anka Kuşu gibi küllerinden yeniden doğar, karşı-devrimle yeniden hesaplaşır.
Haziran 1848 yılında burjuvaziye karşı ilk ayaklanmasına, savaşına giren 50 bin üzerinde Paris işçisi, 250 bin karşı-devrim gücüne karşı dört gün boyunca kahramanca bir mücadele sonunda asker ve polis güçleri tarafından barikat savaşında hunharca katledildi. Savaş bakanı General Cavaignac yaralı işçilerin kafalarının ezilmesi emrini verirken, bugün Ortaçağ barbarlığı olarak gösterilen IŞİD çetelerinin kafa kesme vahşetini gölgede bırakıyordu. Parisin işçi mahalleleri yerle bir edilerek insansız bölge haline getirilmişti. 25 binin üzerinde işçi zindana atılırken, 4 bin işçi sürgün edildi. Sermaye iktidarına karşı işçi sınıfının bu ilk ayaklanması acımasız bir şekilde kanla bastırıldı. Ekmek ya da kurşun, Çalışma hakkı, Yaşasın Sosyal Cumhuriyet! sloganları kan ve barutla boğuldu. Avrupanın egemen burjuva güçleri Paris işçilerinin büyük bir şiddetle bastırılan ayaklanması sonucunda zafer naralarıyla birçok başkentte sevinç gösterileri düzenliyordu. Ve ancak Haziran isyancılarının kanlarına bulandıktan sonradır ki, üç renkli bayrak, Avrupa devriminin bayrağı, kırmızı bayrak olabilmiştir. Ve biz bağırıyoruz: Devrim öldü! Yaşasın devrim! (Karl Marks)
Proleter devrimin burjuva devlet aygıtını parçalamak için yapılan ilk girişimi, 1871 Paris Komünü 72 gün sonra insanlık tarihinin şahit olduğu en kapsamlı burjuva saldırısıyla, bir tür sınıf jenosidiyle hunharca bastırıldı. Uygar burjuvazi her açıdan eşitsiz koşullarda kahramanca direnen Komünarları büyük bir terör ve vahşetle bastırırken, amacı basitçe cezalandırma değil, özel mülkiyeti, burjuva toplumsal düzeni değiştirmeye girişen işçi sınıfını tarihsel bir kin, nefretle cezalandırmak, Avrupa işçi sınıfını sindirmekti. Prusya gericiliğinin Fransız burjuvazisinin yardımına koşmasının arkasında bu sınıf gerçeği yatmaktadır.
General von Pape, Komünarlar kanla bastırıldıktan sonra Berlinne şu raporu sunuyordu:
Versailles askerleri pardon tanımıyor. Mücadeleye katılan kadın ve çocuklar hiçbir merhamet gösterilmeden sokak ortasında kurşuna diziliyor. Evler aranırken içerde olan biteni ancak tanrı bilir. Öyle tahmin ediyorum ki, semt oturanlarının çoğu yok ediliyor. Saint Denisde Alman işgal güçleri olarak Pariste yükselen yangını, bir zamanlar Neronun gökyüzünü aydınlatan Roma yangını gibi izliyoruz.
Kanlı Mayıs haftası sonucunda 30 binden fazla erkek, kadın, çocuk, yaşlı katledildi, 60 bin kişi zindanlara atıldı ya da sürgüne yollandı. Paris caddeleri öldürülen işçilerin cesetleriyle dolacaktı. Çağımızın en şiddetli savaşında proletaryanın başını hep birlikte keserek öldürmek, eski burjuva toplumunun parçalanmasıdır, diyecektir Marx.
Emperyalist sistem kanla beslenmektedir!
Hannah Arendt, sömürgeci yayılmacılığın vahşetine dikkat çekmek amacıyla 1890 yılında 20 ve 40 milyon olan Kongo nüfusunun, 1911 yılına gelindiğinde 8 milyona düştüğüne dikkat çeker. Hitler faşizminin toplama kampları, ölüm makinelerinin benzerinin çağımızda -Fransız sömürgecilerinin vahşetini göstererek- yaşandığını haykıran Frantz Fanon, Setifin 45 bin katledileni (1945), Madagaskarın 90 bin ölüsü (1947), Kenyanın 200 bin öldürülen insanı (1952) modern zamanların ruhunu teşhir eder.
Lenin; özgür Britanyanın en liberal ve radikal adamlarının Hindistanın sahipleri rolünde gerçek Cengiz Han kesildiklerini söyler.
1. Emperyalist Paylaşım Savaşı'ndan 100 yıl ve ikincisinden 75 yıl sonra emperyalist güçler insanlığı yeni bir savaş, talan ve vahşetin girdabına çekmiş durumda. Kobanêye yönelik estirilen savaş bombardımanı, Gazzede İsrailin uyguladığı vahşet, Irak, Suriye, Afganistan, Libya, Somali, Sudana yağdırılan bombalarla bir bütünlük arz eder. İnsansız Hava Uçakları denen bu modern savaş aygıtları sivil halka karşı ölüm makinesi olarak işlev görmektedir.
Emperyalist güçlerin IŞİD çeteleri veya Nijeryada terör estiren çeteler bu güçlerin izlediği stratejiden bağımsız ele alınamaz. İnanılmaz boyutta yıkıcı silahlarla donanmış bu emperyalist sistemin egemenliklerini, etki alanlarını korumak, savunmak için başvurmayacağı hiçbir yöntem yoktur. Kobanêde Kürt halkını kurban olarak IŞİD kasaplarına terk etmek sorun oluşturmaz. Gazzede katledilen çocuklar, IŞİD çeteleri tarafından kafası kesilen insanlar sadece kapitalist barbarlığın aynasıdır. Bu saldırgan emperyalist güçler, askeri müdahale ve saldırganlıklarını halkı koruma maskesi altında sistematik bir şekilde devreye koymaktadırlar. Mevcut emperyalist sistem 1914 ve 1939da olduğu gibi sömürü, talan, baskı ve savaşa dayanmaktadır. Geçen yüzyılın tarihsel gerçeği budur. Ekim Devrimi gerçek çözümün olanaklı olduğunu göstermiştir.
Ya devrim savaşı önler, ya da savaş devrime yol açacaktır!
1 Mayıs 1913 yılında, emperyalist güçler 1. Emperyalist Paylaşım Savaşını başlatmadan bir yıl önce Rosa Luxemburg, emperyalist ülkelerin hızlı bir şekilde karada, denizde ve havada artan silahlanma yarışına dikkat çekiyordu. Avrupa ve Afrikayı da kapsayacak olan ve bir dizi kanlı savaş zinciri oluşturacak bir dönemde olduğumuzu, küçük bir kıvılcımın, sönmesi kolay olmayacak bir yangına dönüşeceğine işaret ederek, bunu engellemenin tek alternatifi olduğunu söyler: Ya halkları bitirecek olan savaş ya da proletarya devrimi. Sosyal Demokrasinin Krizi kitabında R. Luxemburg, Friedrich Engelsin kırk yıl önce öngördüğü gibi, bir karar vermek durumundayız diyor ve şöyle devam ediyordu: Ya emperyalizmin zaferi ve eski Romada olduğu gibi, her çeşit insani kültürün, nüfusun yok olması, dejenerasyon ve geri kalacak büyük bir mezarlık ya da sosyalizmin zaferi, yani emperyalizme ve onun metodu olan savaşa karşı enternasyonal proletaryanın bilinçli mücadele eylemi.
91 yıl önce karakterize edilen dönemin benzerini yaşadığımızı belirtmek durumundayız. Bu bir abartma değil, tersine insanlığın içine düştüğü durumdan kurtulmanın tek bir gerçek alternatifinin olmasını anlatıyor: Proletarya devrimi, sosyalizm!.. Zira emperyalist burjuvazinin egemenliğine son verecek devrim sorunu, güncelliği ve zorunluluğu ile Ekim Devriminin o dönemde yüzleştiği sorunla aynıdır. Geçen yüzyıl içinde iki dünya savaşı, bir dizi bölgesel savaş, devrim ve karşı-devrime yol açan tekelci kapitalizmin yasaları hala geçerliliğini korumaktadır.
Evet, emperyalist barbarlık her açıdan bir çürümeyi, yok oluşu ifade ediyor. Basit bir örnek: Bir Meksikalı milyarderin geliri, ülkesindeki 15 milyon kişinin elde ettiği kazanç değerindedir. Kapitalizm insanlık tarihinin hiç yaşamadığı kadar bir zenginlik yaratmıştır. Ama milyarlarca insanın sefaleti, yabancılaşması üzerinden... Dünya Bankasının verilerine göre 3,2 milyar insan günde iki dolarla yaşamını idame etmek zorunda. Emperyalist ülkeler arasında kışkırtılan bölgesel savaşlar, artık günlük insan yaşamının doğal bir olayı olarak algılanmakta. Ve yeni bir dünya savaşı tehdidi, daha doğrusu olasılığı uzak değildir. Korkunç savaş tekniği gözetildiğinde bu insan yaşamının sonu anlamına gelecektir. Friedrich Engelsin 1840 yılında İngilterede İşçi Sınıfının Durumunda karakterize ettiği Manchester kapitalizminin iş ve yaşam koşulları, 2014 yılında daha vahşi bir şekilde aşılmaktadır. Bangladeş kadın tekstil işçilerinin yanan fabrika içindeki küllerini hatırlamak bile yeter.
Burjuvazinin, Ekim Devrimi tarafından yaratılan sosyal ve ekonomik kazanımlara sistematik olarak saldırmasının ardında onun kin ve nefreti yatmaktadır. Tarihin gelişme diyalektiği, Hegelin deyimiyle tarih köstebeği tünelini kazmaya devam eder.
Sadece son yıllarda yaşanan toplumsal olaylar gözetildiğinde bile, devrimin güncelliği üzerinde yoğunlaşmanın ne kadar önemli olduğu anlaşılacaktır.
Mısır, Tunus ve diğer bölge ülkelerindeki sarsıcı kitlesel ayaklanmalar, ücretli kölelerin Yunanistan, Fransa, Portekiz, İspanyayı kapsayan genel grevleri, açlık ayaklanmaları, İngiltere, ABD, İsraili de içine alan radikal kitlesel gösteriler... Ve bütün toplumsal kesimlerin (işçiler, kamu emekçileri, öğrenciler) farklı bölge ve kıtalarda aynı zaman dilimi içinde gösterdikleri politik aktivite bu boyutuyla son on yıl içinde yaşanmaktadır. Üretimin toplumsal karakteri ve ona sahip olmanın özel biçimi arasındaki çelişki bütün boyutuyla yaşanmaktadır.
Sermayenin aşırı kâr hırsı bir taraftan üretici güçleri, bazı sanayi dallarını yok ederken, diğer taraftan özellikle genç nüfusu kapsayan kronikleşen bir işsizler ordusunu yaratmış bulunmaktadır. Doğanın, tekelci kâr hırsı ile hoyratça tahribatı, büyük emekçi sınıfların eğitim ve sağlık kazanımlarının tasfiyesi, ekonomik ve sosyal haklara yönelik neo-liberalizm olarak adlandırılan sistematik saldırılar alt sınıflarda giderek kabaran bir tepkiye yol açmaktadır. Kitle eylemlerinin gelişen bu dalgasını kırmak için emperyalist burjuvazi ardarda çıkardığı yasalarla birçok kazanılmış demokratik hakkı kısıtlamaya gitmektedir. Yürüyüş ve gösteri haklarının kısıtlanmasına karşı kitleler sessiz kalmamaktadır. Özellikle savaşa karşı emekçi sınıfların bütün kesimlerinde ciddi sarsılmalar yaşanmaktadır. Geleneksel olarak uzun dönem sessiz kalan orta katmanlar dahi gelecek korkusuyla mücadeleye atılmışlardır. Sınıf mücadelesi alanında faşist hareketlerin küçümsenmeyecek oranda güç kazanması gelecekteki gelişmeler açısından yeni işaretler vermektedir.
Ekim Devriminin güncelliği üzerine düşünürken, dünyadaki gelişmeleri bilimsel sosyalizmin ışığında sınıfların içinde bulunduğu ilişkilerin ve özgün durumun somut analizini yapmak durumundayız. Yeni eğilim ve koşulları gözetirken, hangi olayların, gelişmelerin sertleşen politik katalizörü olmak işlevini üstleneceğini önceden tespit etmek kolay olamayacaktır. Immanuel Wallerstein, 2009 yılında yazdığı bir makalede, Bu yüzyılın 30lu yıllarında kapitalist olmayan bir toplumsal formasyon içinde yaşayacağımız kaçınılmazdır diyor. Zira insan türünün yaşamasının tek çözümü bu sistemin aşılmasıdır tespitini yapmakta. Bütün toplumsal gelişmeler, kapitalist toplumsal sistemin aşılmasını objektif olarak zorlamakta.
Ekim Devriminin Şubat Devrimi üzerinde yükselmesi, sübjektif faktörün, devrimci partinin, var olan objektif koşulları doğru bir tarzda kullandığını gösterir. Kautsky, Renner ve Menşeviklere kalsaydı Çar iktidarının devrilmesinden sonra devrimin mola vermesi gerekiyordu. Bu sosyalistler için bir burjuva devrimi, burjuva sınıfını ürküterek ilerlememesi imkansızdı. Zira tersi bir azınlığın (Bolşeviklerin) darbesi sayılacaktır. Bu sosyalistler Rusyanın içinde bulunduğu geri kalmışlığa dikkat çekerek, sosyalizmin başarısı için maddi koşulların olgunlaşmasının beklenmesini tavsiye ettiler. Bolşevikler bu söylemlere kulak tıkamasaydı, hala bugün, 97 yıl sonra da sosyalizm koşullarının olgunlaşmasını beklemiş olacaktık.
Ekim Devrimi öncesinde olduğu gibi, benzeri teorik ve ilkesel sorunlarla bugün de yüzleşmekteyiz. Fransız Devriminin inişli-çıkışlı evrimi, devrim ve karşı devrim arasında tarihsel olarak uzun dönemi kapsayan dalgaların olduğunu göstermiştir.
Unutmayalım ki Rusyadaki 1917 Şubat Devrimi öncesinde, Rasputin adlı dinci şarlatanın Çar ailesi üzerindeki etkisi, kitlelerin tepkisinin büyümesinde küçümsenmeyecek devrimci bir etki yaratmıştır. Bu açıdan, Ekim Devrimi dünya tarihsel sürecinin pratik dönüşümünün başlangıcıdır. Emperyalist sistemden kurtuluşun, kapitalizmden sosyalizme geçisin gerçek yolunun gösterilmesidir de. Paris Komünü dışında tutulduğunda, Ekim Devrimi, tarihte devrimci proletaryanın burjuvazi üzerinde zaferinin ilanıdır. Sovyet iktidarı çok yönlü bütün emperyalist müdahalelere rağmen kendisini savunmuştur. Bugün Sovyetler Birliği büyük bir yenilgi yaşamış olsa dahi, Ekim Devrimine yaklaşım tarzı ve takınılacak tutum, devrimci mi yoksa karşı devrimci pozisyonda mı taraf olunduğunun somut örneği olacaktır.
Parti, devrim, iktidar diyalektiği...
1918 yılı başında Rosa Luksemburg şunları söyler: Gerçek bir devrimci partinin görev ve sorumluluğunu bütün iktidar işçilere ve köylülere şiarıyla, devrimin geleceğini koruma altına alan, sağlamlaştıran tek parti Leninin partisiydi. Böylece Bolşevikler, Alman Sosyal Demokratların göğüslerinde bir yük gibi taşıdıkları halkın çoğunluğunu kazanmak sorununu çözmüş oldular. Parlamentarizm ufkuyla yoğrulmuş olan Sosyal Demokrat önderler, halkın çoğunluğunu kazanmadan, köklü sosyal ve politik dönüşümlerin sağlanamayacağı, devrimin de ancak bu çoğunluktan sonra gerçekleşebileceği propagandasını yaparlardı. Yani önce çoğunluğu kazanmak!
Fakat devrimin diyalektiği bu sözde köstebek bilgeliğini tersyüz ediyordu. Çoğunluğu arkaya alarak devrimci taktiğe yönelme değil, tersine devrimci taktik izlenerek, devrimci bir çizgide ilerleyerek çoğunluk sorunu çözülebilirdi ve Bolşevikler bu gerçeği gösterdi.
1905 devrim yenilgisinden sonra 1907 yılına kadar birçok bölgede parti örgütleri tasfiye edilerek etkisizleştirildi. 1905 yılı başında Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi üye sayısı 8 bin 400 kişiyi geçmiyordu. 130 milyonluk bir nüfusla kıyaslandığında bu sayı okyanusta bir damla anlamını taşıyordu.
Devrim başladığında bu sayı kısa süre içinde 15 kat arttı. Fakat yenilginin ardından bu sayı hızlı bir şekilde 10 bine geriledi. Partiyi ilk önce yalpalayanlar, rüzgarın esintisine göre yön verenler terk etti. Her yenilgi karamsarlık, umutsuzluk, geleceğe inançsızlık atmosferini yayar. Bu bağlamda düzenli geri çekilerek yeniden güç toplama, bir saldırı durumuna geçmede daha da zordur. Sağ oportünist tasfiyeciler, sol radikaller, uzlaşmacılar, tanrı arayıcıları tek tek ideolojik olarak etkisiz hale getirilmeden devrime doğru somut bir adım atılamayacaktı. Fakat bugün artık biliyoruz ki, Şubat 1917 yılında Bolşevik Partinin üye sayısı 100 bin, Ağustosta, yani Ekim Devriminden önce bu sayı 240 bine ulaşıyordu.
Partinin gerçek gücü sadece mücadelenin yükseliş dönemindeki artan üye oranıyla ölçülemez. Bolşevikler başarı ve zafer sürecinde olduğu gibi, yenilgi dönemlerinde de başta işçi sınıfı olmak üzere emekçi sınıfların toplumsal bilincinde, egemen Çarlık sistemine karşı tek gerçek alternatif güç olduklarını her koşulda gösterdiler.
1. Emperyalist Paylaşım Savaşı sürecinde II. Enternasyonal partileri art arda sosyal şovenizm propagandasıyla kendi burjuvazilerinin kuyruğuna takıldığında, proletarya enternasyonalizminin bayrağını elden düşürmeyen tek devrimci güç Bolşevik Partisiydi. Lenin şovenizm fırtınasına kapılmayan, güç ve cesaretle şovenizme başkaldıran diğer ülkelerdeki sosyalistleri de büyük bir coşkuyla destekledi. Emperyalist savaşın sıcaklığı içinde, anavatan savunmasının borazanlığının yapıldığı bir ortamda, gerçek enternasyonalist olmak kolay bir iş değildi. Lenin, sayısı az olan bu insanları kitlelerin, sosyalizmin gerçek önderleri olarak tanımlar.
Bu dönemde sadece Rusyada değil, uluslararası sosyalist hareket içinde de çağın değişen ekonomik, toplumsal, siyasal koşulları üzerinde yoğun tartışmalar yapılmaktadır. Lenin teorik olarak önce farklı makalelerde ve Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması kitabında kapitalizmin, tekelci koşullar altında eşitsiz ve sıçramalı gelişme yasasını analiz ederek, emperyalist rekabet ve savaşın özünü açıkladı. Buna paralel olarak işçi hareketi içinde ortaya çıkan oportünizm ile emperyalizm arasındaki bağı aydınlatarak, burjuvademokratik devrimden, sosyalist devrime geçisin strateji ve taktiğini ortaya koydu.
Bilinmelidir ki teorik cephede bu netleşme olmadan, Ekim Devriminin başarı sağlaması olanaklı olmayacaktı. Çağın ortaya çıkardığı bu yeni büyük sorulara tam teorik yanıt verilmeden pratik politikada doğru zemin üzerinde yürümek imkânsızdı.
Sadece devrimci bir tarzda ilerleyen, önderlik yeteneğini pratikte sergileyen bir parti mücadele fırtınasında taraftar, kitlesel destek kazanabilirdi. Önemli tarihsel bir momentte, kitleleri ileri taşıyacak olan bir şiarı bütün kararlıkla savunmak: Bütün iktidar işçi ve köylülere! Bir gecede, o güne kadar Marat gibi bodrumlarda saklanan, azınlık illegaller olarak nitelendirilen, ciddiye alınmayan, devlet terörüne, baskılara maruz kalan Bolşevikleri yeni durumun esas politik aktörleri konumuna getirdi.
Ekim Devriminin zaferi, işçi sınıfının -Engelsin 1892de Kautskye yazdığı mektupta altını çizdiği gibi- kendi bağımsız ve diğer bütün burjuva partilerine temelde zıt bir partisi olmak zorundadır, tezini doğrulamıştır. Ekim Devriminin deneyimi, işçi sınıfının burjuva sınıfı üzerindeki zaferinin sağlanması ve toplumun üretici güçleri üzerindeki özel mülkiyet ilişkilerinin tasfiyesini sağlayacak en önemli koşulun bağımsız bir sınıf partisinin varlığı olduğunu ispatlamıştır.
20. yüzyıl başındaki dönemin, 1905 Ekim Devrimi öncesi ve sonrası (1918) yaşanan acı pratik deneyimlerin gösterdiği gibi, devrimci işçi sınıfının önderlikten yoksunluğu, Leninin deyimiyle, halkı uyandırmak için ilk çanları çalan ve nöbet yerini de en sonuncu olarak terkeden bir önderliğe sahip olmamak, işçi sınıfı adına birçok yenilgiyi birlikte getirmiştir.
İşçi sınıfının salt kendi mücadele deneyimi ve sınıf refleksleri etkili ve başarılı bir devrimci kitle hareketinin ortaya çıkmasını sağlayamaz. Ekim Devriminin güncelliği ve anlamı tam da bu tarihsel gerçeği yansıtır.
İktidarı ele geçirmek Bolşevikler tarafından devrimci programın esas amacı olarak gündemin birinci sırasına konuldu: Burjuva demokrasinin gerçekleşmesi değil, sosyalizmi gerçekleştirmek amacıyla proletarya diktatörlüğünün inşası... Tarihte ilk defa Bolşevikler esas amaç olarak sosyalizmi doğrudan pratik politikanın programı olarak deklare ettiler. İktidar sorunu, yani hangi sınıfın toplum üzerinde egemenlik kuracağı sorusu, sınıfların varlığından bu yana güncelliğini her zaman korudu. İktidar sorunu için sürdürülen sınıf mücadelesi tarihsel gelişmenin esas itici gücünü oluşturmaktadır. Ekim Devrimi ilk kez bir ülkede kapitalistlerin ve toprak sahiplerinin egemenliğine son verdi. İşçiler ve yoksul köylüler ilk kez kendi egemenliklerini inşa ettiler. Bu dönüşüm küçük reformlar değildi, tersine bir ülkenin doğrudan radikal toplumsal dönüşümüydü. Proletarya bu zaferini farklı cephelerde çetin, uzun süren bir mücadele sonucu kazandı.
Ekim 1914 yılında Bolşevikler, Savaş ve Rusya Sosyal Demokrasisi manifestosunu, şiarlarını yayınladılar: Çarlık hükümetinin savaş sürecinde yenilgisi, savaşın iç savaşa dönüştürülmesi, sağ sosyal demokratların egemen olduğu ve çürüyen II. Enternasyonal ile yolların ayrılması...
97 yıl sonra da Ekim Devrimi hala güncel. Ve dünyada birçok ülkede iki yıl sonra, yani Ekim Devriminin 100. yılını kutlamak amacıyla hazırlıklar şimdiden başlamış bulunuyor.
Devrimci Liseliler Birliği (DLB), Ekim Devriminin 97. yılı vesilesiyle yaptığı açıklamayla Büyük Sosyalist Ekim Devrimine selamladı. Ekim Devriminin emekçi halklara ve gençliğe yol göstermeye devam ettiğini vurgulayan DLB, Sosyalizmin kızıl şafağı, elbet bu toprakları da aydınlatacaktır! dedi.
DLB açıklamasının tam metni şöyle:
97. yılında şan olsun Ekim Devrimine!
25 Ekim (7 Kasım) 1917 tarihi, insanlık tarihindeki büyük dönemeçlerden biridir. Varoluş amacı, egemen sınıfların ezilen sınıflar üzerindeki baskı aygıtı olmak olan devlet, ilk kez emekçi sınıfların denetimine geçiyordu.
Şubat Devrimi ile çarlığı yıkan emekçi yığınları, karşılarında sömürü düzeninin yalnızca farklı bir yüzünü görüyorlardı. Reformistler ve parlamentaristler, gerici burjuvazi ile işbirliği yaparak işçi sınıfının kazanımlarına saldırıyorlardı. Bunu yapma gerekçesi olarak sosyalizm için kapitalizmin gelişmesi oportünist söylemine başvuruyorlardı. İngiliz ve Fransız emperyalizmiyle kolkola yürütülen emperyalist savaş, bu sefer reformistler aracılığıyla sürdürülüyordu.
İşte bu dönemde Bolşevikler, Tüm İktidar Sovyetlere sloganıyla devrime giden yolu örmeye başladılar. İşçi, köylü ve asker yığınlarının burjuva hükümetine olan hoşnutsuzluğu onları her geçen gün Bolşeviklerin devrimci politikasına daha da yakınlaştırıyordu. Ve tarihler Gregoryen Takvimine göre 25 Ekimi gösterdiğinde silahlı bir ayaklanma için gerekli bütün şartlar olgunlaşmış bulunuyordu. Kızıl Muhafızlar, neredeyse hiçbir direnişle karşılaşmadan Petrogradın bütün kamu binalarını ele geçiriyor ve ardından Kışlık Sarayı da alarak Geçici Hükümetin resmen düştüğünü bildiriyordu.
Rusyada burjuvazi ile proletarya arasındaki savaş iktidarın düşmesiyle bitmemiş, aksine başlamıştır. Rusya gibi bereketli bir ülkeyi kaybetmeye hiç niyeti olmayan emperyalistler; gerek gerici Kara-Yüzler çetesi ile gerek Beyaz Ordu ile gerek sosyalizm ile bütün bağları kesilmiş Menşevikler ile ve gerektiğinde de doğrudan kendisi saldırarak sosyalizmin bu kudretli doğuşunu engellemeye çalışmıştır. Lakin zamanı gelmiş bir fikri, hiçbir kuvvet engelleyemez. Emperyalistlerin sosyalizme yönelttiği her saldırı, Rus işçi ve emekçilerinin kararlı mücadelesi sonucu bastırılmıştır.
Ekim Devrimi ve onun yarattığı toplumsal koşullar, adeta bizim bugünkü mücadelemize de ışık tutar niteliktedir. Üretim sisteminin değişimi, doğrudan eğitim sistemine de yansıyarak, ona sosyalist bir nitelik büründürmüştür. Devrim ile özel okullar kamulaştırılmış ve eğitim tamamı ile ücretsiz hale getirilmiştir. Ülke çapında okuma kampanyası başlatılarak, Rus halkının cahilliği ve bilgisizliği yenilmiştir. Kurulan yeni düzen, eğitime bir rant aracı olarak bakmıyor, aksine onu, milyonlarca insanı eğitmek için, yani asıl amacı için kullanıyordu. Kafa ile kol emeğini birbirinden ayıran burjuva eğitim sisteminin yerine, insanların her konuda bilgi ve deneyim sahibi olduğu ve çok yönlü bireyler olarak geliştiği politeknik eğitimi geçirmiştir. İşçi ve emekçilerin akademik ve kültürel gelişimi amacıyla işçi fakülteleri kurulmuştur. Bu durum Sovyetler Birliğinin kültür ve eğitim seviyesinin, dünya ortalamasının çok ilerisinde olmasını sağlamıştır. Kitle sporunu esas alan ve teşvik eden yeni sosyalist düzen, bununla bağlantılı olarak ülkenin dört köşesinde sporcu ve piyoner (öncü) birlikleri kurmuştur. Birçok azınlığın yaşadığı Sovyet Rusyasında, her ulusun kendi kaderini tayin hakkıyla birlikte anadilde eğitim görme hakkı da güvenceye alınmıştır. Gençliğin fiziksel ve pedagojik gelişimini çok küçük yaşlardan ele alan sosyalist iktidar, bu sayede sporda muazzam başarılara imza atmıştır. Bu sayede Sovyetler Birliği, katıldığı 18 olimpiyatın 14ünde dünya birincisi olmayı başarmıştır. Bu başarı, sosyalist eğitimin başarısıdır.
21. yüzyılda işçiler ve gençlik üzerindeki baskılar hafiflememiştir. Sovyetler Birliğinin yıkılışını alkışlayan burjuvazinin sevinç naraları fazla uzun sürmemiştir. Daha 20 yıl önce kapitalizmin ebedi olduğunun propagandasını yapan burjuva ideologlar, bugün çürümüş ve tıkanmış olan düzenlerine alternatif aramaktalar. Çürüyen, yalnız onların düzeni değildir. Çürüyen bizzat kendileridir. Milyarlarca insanın aç yaşadığı, çocukların emperyalist savaşlarda öldüğü, gerici çetelerin terör saçtığı bir dünyada yaşıyoruz. Bu sömürü düzeninin mimarı burjuvazidir. Amerikayı yeniden keşfetmeye lüzum yoktur. Kapitalizmin tek ve gerçek alternatifi sosyalizmdir. İşçi ve gençlik yığınlarının öfkesinin her geçen gün arttığı günümüzde de insancıl bir yaşam için tek çözümün devrim, tek kurtuluşun sosyalizm olduğu propagandasını yaptık ve yapmaya devam edeceğiz. Sosyalizmin kızıl şafağı, elbet bu toprakları da aydınlatacaktır!
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.