Günümüzde solculuğun bir türü hariç diğerleri kolay sayılır; “kolay” derken kastettiğimiz, işin pratiği değil “teorisi” ya da söylem yanıdır.
Örneğin solculuğu “ortodoks” Marksizm’le yaparsanız buna zaten burun kıvrılacak, “al hayrını gör” denecektir. Post-Marksizm’e yönelirseniz karşınızda rakipten ziyade sizi teşvik ve motive edecek çevreler bulursunuz: “Hadi, burada durma, ötesine de geç!” Solculuğunuza post-modernist bir çeşni katarsanız hiç sorun değildir; söylediklerinize “Bu da bir tür inşa işte” deyip sizi rahat bırakacaklardır…
Zor olanı, solculuğu özellikle anti-emperyalizm bağlamında milliyetçilikle buluşturmaktır.
Bu durumda karşınıza öyle rakipler çıkar ki…
Gerçekten zor zanaattır.
***
“Zor olduğunu nereden biliyorsun, yaptın mı?” diye sorarsanız… Biz yapmadık, ama kaynağımız son derece güvenilirdir.
Güvenilir kaynağımız Yavuz Alogan’dır.
Alogan Türkiye’deki milliyetçiliğin “Kurtlar Vadisi milliyetçiliği” başlığı altında topladığı altı çeşidini saymış. Bunlar, Mafyacı, Etnik, Menzilci, FETÖ’cü, Ümmetçi ve Gladyocu milliyetçilikler…
Alogan’ın bu rakip bolluğundan bunaldığı hayıflanmasından belli: “Türk milliyetçisiyim diyenler üzgünüz ve maalesef ne mafyatik kabadayılara ne CIA ajanlarına ne asalak şeyhlerle aralarına kalın bir çizgi çizemedi” diyor ve hemen ardından ekliyor: “Milliyetçilikle bir sorunumuz olmadığı halde milliyetçiliğin bu topraklardaki sosyolojisine bakarak kendimizi başka kavramlarla tanımlamak zorunda kaldık…
Allah kolaylık versin diyelim, ama sormadan da geçmeyelim: Belirli bir ideoloji nasıl olup da bu kadar “orta malı” olabiliyor?
Ya da sahiden “orta malı” mı oluyor?
***
Konuyu “etnik milliyetçiliğe” kadar taşımayalım; arada belirli sınır çizgileri olduğunu varsayarak ulus devlet milliyetçiliğinden söz edelim.
Görebildiğimiz kadarıyla günümüz dünyasında ve Türkiye’sinde böyle bir milliyetçiliğin solla, gerçek anlamda anti-emperyalist bir konumla eşleşmesi mümkün görünmemektedir. Bunun nedeni de milliyetçiliğin, solcuların gafleti yüzünden birtakım “yabancı” unsurların zimmetine geçmesi değildir. Milliyetçilik, Alogan’ın sıraladığı kategoriler dahil, bugün ait olması gereken yerdedir.
Bugünkü dünya kapitalist sistemi ve bunun bir uzantısı olan “küresel rekabet”, milliyetçiliği, geçmiş dönemlerdeki ulus devlet kuruluşu ve ulusal kurtuluş süreçlerinde bir bileşeni olabildiği “ileri” eklemlenmelerin büsbütün dışına taşımıştır. Önce tek bir ulusal pazar ve ulusal kimlik yaratılmasında, ardından sömürgeciliğin ve emperyalizmin boyunduruğundan kurtulmada ileriye dönük işlevleri olabilen milliyetçilik, bu özelliğini yaklaşık 30-40 yıldır tamamen yitirmiş durumdadır.
Kısacası, milliyetçiliğin, zamanında meşrutiyetle, İttihat ve Terakki’yle, cumhuriyetle, Mustafa Kemal’le, Yön’le, Doğan Avcıoğlu’yla, MDD’yle, vb. tutturabildiği “rezonansın” zemini eriyip yok olmuştur.
Bugün milliyetçilik, kurtlar sofrasında, yani küresel rekabette bir tür “mukayeseli avantaj” sağlayabilmek adına ulus devletlerin kendi ölçeklerinde emekçileri daha fazla ezip sömürmelerinin, bu rekabette “hızlı karar alma” adına demokrasiden geriye ne kalmışsa hepsini bypass etmelerinin, dönemlere özel düşmanlar yaratmalarının örtüsü olarak kullanılan bir ideolojidir.
Hani olmaz ya, Türkiye “Atlantik ekseninden” kopup başka tercihler yaparsa da yukarıdakiler açısından değişen bir şey olmayacaktır.
***
Ulus devlet milliyetçiliğini etnik milliyetçilikten ayıralım demiştik…
Ancak, ucunun diğer tarafa, yani sola kapalı, diğer tarafa, yani etnik milliyetçiliğe ise tamamen açık olduğu unutulmamalıdır.
Milliyetçilik, bugün ait olması gereken yerdedir.
Onu oradan çekip çıkarmak, zorun da zoru bir zanaat olsa gerekir…
Yeni sayfa ve milliyetçilik virüsü - Metin Çulhaoğlu
2021 yılının tamamlanmasına az kalmışken Türkiye’nin ve ülke solunun önünde yeni bir dönemin açıldığı söylenebilir.
Bu tespit, son 20 yıla damgasını vuran AKP iktidarı ile birlikte 40 yıllık neoliberal yeniden yapılanmanın hem kendi kendini yönetme hem de konsolide kitle desteği bakımından zorlandığı ve daha da zorlanacağa benzediği bir döneme girmiş olmasından kaynaklanıyor.
Burada, neoliberal yapılanmanın alternatifi, AKP’nin yerine iktidar adayı olduğunu söyleyenlerin böyle bir alternatifi temsil edip etmedikleri şimdilik gündemimiz değil. Sadece, şöyle ya da böyle, tam bir şekle ve içeriğe kavuşması mümkün görünmeyen, kitlesel bir hoşnutsuzluk ve yeni arayış potansiyelinin varlığına işaret ediyoruz.
***
Neoliberal yapılanmanın 40 yıllık bir geçmişi varsa, sosyalist düşüncenin ve pratiğin de (ülke sathına yayılma açısından) 60 yıllık bir geçmişi vardır.
Gündemdeki asıl konu ise, sosyalist düşünce ve pratiğin, bu yeni dönemi ya da açılacak yeni sayfayı nasıl, nelere dikkat ederek, nerelere özellikle yüklenerek karşılaması gerektiğidir.
Yaşanan 60 yılın geride hiçbir birikim bırakmadığı, bilinen ne varsa hepsinin unutulup “yepyeni” arayışlara yönelmek gerektiği kanısında değiliz. Sosyalist hareket açısından “süreklilik-kopuş” diyalektiğinde “kopuş” vurgusu 1990’larda denenmiş, herhangi bir yararı görülmemiştir.
Dolayısıyla gündemimiz, süreklilik başat olmak üzere, sosyalizmin açılan yeni sayfada özellikle dikkat etmesi gereken belirli bir ideolojik yönelime ilişkindir.
Bu ideolojik yönelim, milliyetçiliktir.
***
Türkiye’de sosyalist düşünce yaklaşık çeyrek yüzyıl hep liberal virüsle boğuşmuştur. Gerçekten de süper taşıyıcıları dahil taşıyıcı sayısı ve enfeksiyon oranı açısından basbayağı ciddi bir virüstü.
Bitmediğini, etkisini hala sürdürdüğünü düşünenler olabilir; ancak, bu meşhur virüsün onun kadar tehlikeli bir başka virüsü gölgeye ittiğini, kimi durumlarda ise neredeyse “akladığını” görmezden gelemeyiz.
Kısacası, bugün sosyalizmin karşısında, taşıyıcıları ve enfeksiyon oranı hiç de küçümsenemeyecek bir milliyetçilik virüsü vardır.
İşin can alıcı noktası ise liberal virüsün etki alanı eskisine göre nispeten daralırken milliyetçilik virüsünün günümüzün bir gerçekliği olan küreselleşme milliyetçiliği bağlamında kendini sürekli yeniden üretebilmesidir. Dahası, solun en hassas noktaları arasında yer alan bağımsızlık ve anti-emperyalizm gibi ilkeler milliyetçilikle kolayca harmanlanabilmekte, melezleşebilmektedir.
Bir ek daha: AKP bir çıkış yolu arıyorsa, konjonktürel bir seçim başarılı peşindeyse, başvuracağı başat söylemin artık liberalizmin herhangi bir varyantı değil milliyetçilik olacağı kesindir.
***
Bu virüse karşı ne mi öneriyoruz?
Tek başına yeterli olacağını düşünmesek bile başlangıç için iyidir:
Bölgede işgal ettiği konum icabı Türkiye’nin Sorosçuların yılın 12 ayı at oynattığı, dış güçlerin her tür meşgaleyi bir yana bırakıp “mavi vatan”ı engellemekle uğraştığı, yaz aylarında orman yangınları çıkarıp sonbaharda TL’nin değeriyle oynadığı, herkesin “Nasıl yapsak da bölsek” diye yollar aradığı “çok, ama çok özel” bir ülke olduğu düşüncesinden tamamen kurtulmak…
“Bu ön kabul olmadan bağımsızlığı nasıl savunacağım, anti-emperyalist mücadeleyi nasıl vereceğim?” diye düşünen varsa…
Siz hele şu düşünceden bir kurtulun, ötesine biz yardımcı oluruz…
Egemen ideoloji bize 100 yıldır vatanı sevmenin milliyetçilik olduğu, yalnızca milliyetçilerin vatansever olabileceği düşüncesini dayatıyor.. Buna paralel olarak da sosyalistler, yüzyıldır çeşitli ithamlara maruz kalıyor. Bunun yanında sosyalistler, günümüzde de karşımıza ‘’terörist’’ veya ‘’çapulcu’’ olarak çıkıyor. Peki bu gerçekten doğru mu? Vatanı sevmenin tek yolu milliyetçi olmak mı? Kuşkusuz bu sorunun cevabı koca bir hayır!
Sosyalist olmanın ve enternasyonal düzeyde sınıfsız ve devletsiz bir formasyona inanmanın bir gereğidir yurtsever olmak. Yurtsever olmak her koşulda ''bu ülke bizim'' diyebilmek ve ulusal ölçekte mücadele edebilmenin ve sosyalizme adım atabilmenin zorunlu bir uğrağıdır. Bu yüzden yurtseveriz ve bu yüzden ''bu vatan bizim'' ısrarında direniriz.
29 Ekim'e bir kaç gün kaldı. Ufak ufak cumhuriyet merkezli yorumların da başladığını görebilmek mümkün. Bir yazıda gördüm, yazan arkadaş ''bu vatan benim değil'' deyip geçivermiş. Artık pek şaşırmıyorum, solcu olmanın, enternasyonalist geçinebilmenin bir ezberi olarak da kullanılıyor bu söylem. Haklı da olabilir! Ulusal ölçekte bir devrim inancı, bir iktidar perspektifi ve hem ülkede ve hem de enternasyonal düzeyde her türlü sömürüye bir karşıtlık söz konusu değilse...- o zaman, ne vatan vardır ve ne de o vatanda sınıfsal mücadelenin gerekliliği vardır.
Bu vatan bizim diyebilmek ve dolayısıyla yurtsever olabilmek bilimsel sosyalizmi savunabilmenin ve bir iktidar perspektifine sahip olabilmenin zorunlu bir gereğidir.
Yurtsever olmak her ne kadar (bilimsel) sosyalist ve anti emperyalist olmanın bir gereğiyse de, milliyetçilik ile de çokça karıştırılmakta ve özellikle de anti emperyalizm vurgusunun ve kendi sömürücülerine de karşıt olma gerçekliği görmezlikten gelinmektedir. Yurtseverlik ve milliyetçilik konusu bu başlıkta yeterince yorumlandığı için burada özellikle milliyetçilik konusunda dün kısa bir iki yorumda bulunmuştum face'te. Bu başlığı ilgilendirdiği için buraya almakta yarar olduğunu düşünüyorum.
***
Çağımızda, yani tek kutuplu bir dünyada nasıl nitelenirse nitelensin her türlü milliyetçiliğin faşizmin döl yatağı olduğu gerçeğini her daim hatırlamakta yarar var.
***
Milliyetçilik faşizm ve ırkçılık değildir ama akımızda bulunmasında yarar var. Bir kere daha yineleyelim, her türlü milliyetçilik -istisnasız her türlü milliyetçilik- hem ırkçılığın ve hem de faşizmin yeşerme alanlarıdır. Birazcık fanatiklik, az biraz donanımsızlık, çokça bilince çıkartılamayan kin ve öfke ırkçılığın ve faşizmin boy vermesine yol açar.
Yurtseverlik: Bu topraklarda halka ve hayata dair - Gamze Yücesan Özdemir
"Yurtseverlik mutlaka anti-emperyalist, muhakkak emekten yana ve her daim laiktir. Dün de böyleydi, bugün de böyle, yarın da böyle olacak."
(...)
Yurtseverlik son yıllarda sola enjekte edilen liberalizmle birlikte “milliyetçilik” olarak adlandırılarak sosyalist soldan dışlandı. Milliyetçilikle eşitlenerek ve bu iki kavram birbirinin yerine kullanılarak silinmek istendi. Yurtseverliğin sosyalist soldaki anlamı bir ülke emekçilerinin hayatı hep birlikte üretme, üretilen değerleri kendi topraklarında tutma ve hep birlikte paylaşma iradesi iken bunu milliyetçilik saymak ve yerine kimlikleri, kültürleri, etnisiteleri, mezhepleri heyecanla sahiplenmek ortak bir ülke kurma heyecanını yok etmekti aslında. Liberal söylemin hegemonyası altında yurtseverlikle mesafelenen sol, son yıllarda bu topraklarda kendini “marjinal” kıldı. Bu toprakların çocukları olmaktan uzaklaştı. Başkalarının gözleriyle kendine ve halkına bakan yabancılar haline geldi. Oysa ki hem yaşadığı toprakların çocukları olup hem de insanlığın ortak değerlerini savunanlar solcular ve devrimcilerdir.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.