Yarın Uğur Mumcu'nun aramızdan bedence ayrılışının yıldönümü. Bugün OdaTV'de Mumcu'nun 1984'de gerçekleştirdiği bir röportajı paylaşmak istedim.
1984 yılında yapılan söyleşide, Uğur Mumcu'ya hayatına ilişkin sorular sorulmuştu. Bir gününü nasıl geçirdiğinden hangi tür müzikleri dinlediğine, okuduğu şairlerden gazeteciliğin zorluklarına kadar; birçok soruya yanıt vermişti Uğur Mumcu...
İşte Uğur Mumcu'nun günlük hayatına dair sorulara verdiği yanıtlar:
GAZETECELİK BİR SİYASİ MÜCADELENİN KÜRSÜSÜ Nuri Çolakoğlu: Uğur Mumcu, bize bir defa çok kısa olarak yaşam öykünüzü anlatır mısınız?
Uğur Mumcu: 1942 yılında doğdum. Hukuk öğrenimi yaptım. Bir ara Ankara Hukuk Fakültesi'nde İdare Hukuk asistanı olarak çalıştım. Daha sonra da gazeteciliğe başladım. Bir 11-12 yıldır da profesyonel gazeteci olarak çalışıyorum. Evliyim, iki çocuğum var.
Ayça Abakan: Nasıl bir şey sizin için gazetecilik? Nasıl bir uğraş?
Uğur Mumcu: Gazeteciliği tek başına gazetecilik diye almıyorum. Gazetecilik bir siyasi işlemin parçasıdır. Onun bir parçası olarak görüyorum ve siyasi kavganın, siyasi mücadelenin bir yeri, bir kürsüsü olarak görüyorum.
Nuri Çolakoğlu: Peki bu kadar yoğun uğraş arasında dinlenmeye hiç vakit buluyor musunuz?
Uğur Mumcu: Yani çok buluyorum dersem yanlış olur. Yazın örneğin tatile gidiyorum. Plajda okuyucularla karşılaşıyorum. Okuyucularla sohbete başlıyoruz. Tabi biz saatlerce denize girmek yerine eski konularda kulaç atıyoruz.
Nuri Çolakoğlu: Peki müzik vs. onlarla herhangi bir ilişki var mı?
Uğur Mumcu: Var tabi. Olmaz olur mu. Müziğin her türünü dinlerim. Akşamları kendi başıma kaldığımda plak dinlerim. Arabamda sürekli müzik dinlerim. Türk müziği, klasik müzik, batı müziği hepsi...
GAZETECİ HER GÜN KENDİNİ YENİLEMEZSE GAZETECİLİK YAPAMAZ
Ayça Abakan: Ben aslında nasıl bir günlük yaşamınız olduğunu soracaktım. Yani bir gününüz nasıl geçer?
Uğur Mumcu: Çok sıkıcı. Anlatayım. Sabah kalkıyorum, kahvaltıdan sonra BBC'yi dinlerim. BBC'nin 8 haberlerini, dünyada ne var ne yok... Ondan sonra 9 haberlerini dinlerim. Sonra günlük gazeteler gelir onları okurum. Günlük gazeteleri okuduktan sonra günlük yazımı yazarım. Gazeteye giderim. Gazete'de bir kaç saat kalırım. Okurlarla görüşürüm. Öğleden sonra ya eve gelirim çalışmaya ya da TBMM kitaplığına giderim orada çalışırım. Akşam yemekten sonra da ya televizyon seyrederim ya video seyrederim ya da arkadaşlar gelir onlarla sohbet ederiz.
Ayça Abakan: Uğur Mumcu, çalışmalarınızın büyük bir kısmı araştırmalarınıza dayanıyor. Araştırmalarınızı nasıl yapıyorsunuz, hangi kaynaklara dayanarak?
Uğur Mumcu: Şimdi çeşitli kaynakları var. Önce kaynak insan, tanık... Birçok insanla görüşüyoruz bir olay olduğu zaman.
Uğur Mumcu: Çok... Çok çekiyorum... Bir kısmı korkuyor. Bir kısmı konuşmak istemiyor. Bir takım siyasi yargılar nedeniyle konuşmak istemiyor... Zaman zaman çok güçlüklerle karşılaşıyorum ama güçlükleri aşmaya çalışıyorum. Güçlükleri aştığım ölçüde başarılı oluyorum, aşamazsam başarılı olamıyorum tabi. Doküman inceliyorum... Örneğin, bakın, bana gelirler "size bunları nereden buluyorsunuz bu belgeleri" bir kısmı da "Efendim sen CIA ajanı mısın? KGB ajanı mısın ya da MİT ajanı mısın? Bunları nereden buluyorsun?" Çok basit, eğer bir dava dosyası çok ciddi okunursa bütün belgeler orada vardır. Benim kaçakçılık konusundaki araştırmaların son 20 yılın kaçakçılık dosyalarına dayanıyor. Ama bunları okuya okuya gözümün derecesi arttı. Gözlüğümün derecesi arttı. Yani bizde konulara genel yaklaşımlar geçerlidir. Üstün körü... Abdi İpekçi olayı, Abdi İpekçi dosyasını ben on kez okudum açığını yakalayabilmek için. Ki 500 sayfadan fazla o silik fotokopiler, ifadeler... Yani zamanını ayırmak sorunu... Bizde, gazetecilik köşemde oturacaksın, çayını içeceksin, yazını öyle yazacaksın. Böyle anlaşılmış. Oysa gazetecilik haber demek. Her gün yenilenen bir olay. Yani gazeteci her gün kendini yenilemezse gazetecilik yapamaz.
İNSAN KENDİ ÜLKESİNİN DEVRİMCİSİ OLMALI
Nuri Çolakoğlu: Kendinizi yenilemeden söz ettiniz. Nasıl yeniliyorsunuz?
Uğur Mumcu: Bütün olayları izlemeye çalışıyorum. Dünyada ne var ne yok onu izlemeye çalışıyorum. Çok okuyorum ve yazdığımdan daha çok okuyorum. Bizde gazetecilerin çoğu okumaz yazarlar. Yani daha çok kendi yazdıklarını okurlar. Ben her konuda araştırma yanlısıyım.
Nuri Çolakoğlu: İnançlar, düşüncelerin önünce geliyor yani bu anlamda. İnanç, düşünmeyi engelleyici...
Uğur Mumcu: Yani iyi tanımladınız. Yani inançlar fetişizm haline geliyor. Sonra ona tapıyorlar. Ben görüş olarak sosyalist eğilimliyim. Bizde sosyalist oldunuz mu mutlaka ya Sovyetlerin adamı olacaksın ya Çin'in adamı olacaksın. Ama bir insan kendi ülkesini devrimcisi olmalı. Benim görüşüm bu. Ulusal bağımsız sol... Ben sosyalist eğilimliyim. İşçi sınıfının, emekçi sınıfı ve tabakaların demokratik yollarla iktidara gelmesini istiyorum. Bu görüşümden hiç ama hiç vazgeçmedim. Ama öte yandan da Türkiye'de bir Kürtçülük, iki silahlı eylemcilik, üç yurtdışına bağımlı sosyalizm yani benim kançılarya sosyalizm dediğim TKP'cilik... Bunlara da karşı çıkıyorum. Ve Türkiye solunu bunların engellediğini sanıyorum.
Ayça Abakan: Yıpratıcı bir çalışma mı gazetecilik? Yani hiç bıktığınız oluyor mu?
Uğur Mumcu: Bıkmaz olur mu insan... Bir kere son uğraştığım konudan çok bıktım. O Ağca olayı, kaçakçılık olayı...
Nuri Çolakoğlu: Kaç kitap oldu?
Uğur Mumcu: Benim, genel olarak 11 tane kitabım var. 4'ü terör üzerine.
ARABESKİ SEVMİYORUM
Nuri Çolakoğlu: Uğur Mumcu'nun şöyle bir boş vakti olsa ne yapmak ister?
Uğur Mumcu: Efendim, kışsa Uludağ'a çıkmak, yazsa bir Ege sahilinde dinlenmek istiyorum. İkisi de olmuyor. Ege'ye gidiyorum pekte dinlenemiyorum. Tabi çokta yoruluyor insan. Yani dinlenmeye zaman ayırmak gerekir. Dinlenemeyen insan iyi çalışmaz. Çok yorulduğum zamanda işte evde dinleniyorum. Bütün yapabildiğim bu.
Ayça Abakan: Peki müzikle ilgileniyorum ya da müzik dinliyorum sürekli dediniz. Arabesk dinliyor musunuz?
Uğur Mumcu: Arabeski sevmiyorum çok. Lümpen müziği arabesk...
Nuri Çolakoğlu: Peki eğer, müzik türünde bir seçme imkanınız olsa ne dinlemek istersiniz? Mesela Uğur Mumcu'nun isteği olarak bu programda ne çalabiliriz.
Uğur Mumcu: Vivaldi'nin Mevsimler...
Nuri Çolakoğlu: Aslında klasik müzik demek bir çok batı müziğini etkilemiş bir şey ama Türk müziğine fazlaca bulaşmadı. Herhalde kültür farklılığından değil mi?
Uğur Mumcu: Efendim, bizim sınırlarımızdan kaçak mal girer ama batı kültürü çok az giriyor, ondan oluyor herhalde. Düşünce özgürlüğü girmiyor tümü. Yani biz demokrasiyi kısmen alıyoruz. Yani yüzde 75'ini alıyoruz, yüzde 60'ını alıyoruz. Yani az pilav gibi bir şey. Yani bir kısmını alıyoruz tümünü almıyoruz.
NAZIM HİKMET'İN YERİ AYRI
Ayça Abakan: Çalışmalarınızın dışında okumaya vakit bulabiliyor musunuz? Edebiyat kitapları, şiir...
Uğur Mumcu: Evet, şiiri çok severim.
Ayça Abakan: Kimi seversiniz?
Uğur Mumcu: Efendim şimdi şair olarak Attila İlhan'ı severim. "Ne kadınlar sevdim yoktular" diyor... Çok güzel bir tanım. Çok iyi bir şair. Tabi Nazım Hikmet'i de çok severiz, yeri ayrı onun... Hasan Hüseyin'i severim. Munis Faik Ozansoy, onu severim... Yani şiiri severim. Roman son zamanlarda Türkiye'de çok satan romanlar...
Ayça Abakan: Sanırım Latife Tekin...
Uğur Mumcu: Latife Tekin, Vedat Türkali izlemeye çalıyoruz bunları.
Ayça Abakan: Uğur Mumcu için Vivaldi'nin Dört Mevsimi'ni çalacağız bu programımızda. Yeni yılın ilk programında...
Uğur silahlı eylemden korkuyordu, evini ona göre düzenlemişti. Perşembe, ayın 21inde Arcayürekle geldiler. Bir ara İlhan Abi, senle beni öldürecekler. Bunu duydum. Sonra gittiler. Pazar günü Işık Kansu telefon etti, Abi Uğur Abinin arabasını patlattılar dedi
ÖMÜR ŞAHİN KEYİF - birgün
Gazeteci yazar Uğur Mumcu bundan 22 yıl önce, 24 Ocak 1993te evinin önünde katledildi. Aradan geçen onca zamana rağmen cinayet aydınlatılamadı, sorumlular bulunmadı. Yakın çalışma arkadaşlarından Hikmet Çetinkayayı, Mumcuyu ve Cumhuriyet gazetesine yönelik saldırıları konuşmak için ziyaret ettik.
Hükümetin defalarca hedef gösterdiği gazeteye, bir grubun nefret sloganları eşliğinde, polis çemberini aşarak girdik...
>>Cumhuriyet pek çok kez saldırılarda yazarlarını kaybeden bir gazete. Mumcu öldürüleli 22 yıl oldu. Bugün sizler de Charlie Hebdo karikatürleriyle ilgili tehdit altında çalışıyorsunuz Uğur Mumcudan önce Musa Anter, Mehmet Sincar öldürüldü. 1998de Ahmet Taner Kışlalı öldürüldü. Öncesinde Bahriye Üçoklar, Muammer Aksoylar Çetin Emeçler var Çocuklarımız var güneydoğuda. Siyasetçilerimiz var Vedat Aydın gibi. Hrant Dinkimiz var, Hablemitoğlumuz var. Bunlar farklı ideolojilerden gelen insanlardı. Geride çocuklarını, eşlerini bıraktılar. Terör devletten de bir örgütten de gelebilir, bireysel de olabilir; dili, dini, ırkı, rengi yoktur. Bunu yıllardır söylüyorum, terör nereden gelirse gelsin bir insanlık suçudur.
>>Bu cinayetlerin soruşturmalarının vardığı noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Yüce devletimiz olayın faillerini buldu her zamanki gibi, tetikçiler. Sorarım, büyük patron kimdi? Rahip Santoroyu 14 yaşındaki bir çocuk vurdu. İsrail yapımı binlerce lira değerindeki silahı alıyor, kapıyı çalıyor Rahip, kapıyı açıyor Bunlar insana inandırıcı gelmez. Çocuk yakalanıyor. Başka tutuklu var mı? Peki Hrant Dink cinayeti? Otobüse biniyor cinayeti işledikten sonra, bileti Trabzona. Samsun garajı jandarmaya bağlı, orada durdurup alıyorlar. İki sivil polis var otobüste, takip ediyorlar zaten. Trabzona kadar gitse, istihbarat çalışsa, kimlerle ilişki kurduğunu görüp, olayı tümüyle aydınlatamaz mı? Yok, öyle olmuyor, Samsunda alıp bir kahraman gibi fotoğraf çektiriyorlar. Adına derin devlet mi kontrgerilla mı NATO gladyosu mu; ne derseniz deyin, Türkiyede o hâlâ var. O nedenle Uğur Mumcu cinayeti de aydınlanmamıştır. Ne Muammer Aksoy ne Bahriye Üçok Necip Hablemitoğlu cinayetinin tetikçileri bile yakalanmadı. AKP döneminin faili meçhulüydü. Aydınlanan 70 öncesi cinayetler de fludur. Abdi ipekçi cinayetinde yıllarca Turgut Kazan uğraştı, ne çıktı? Bir kişilik cinayet farklı, örgüt cinayeti farklıdır. Buna benzer 50 örnek veririm. Uğur Mumcu da bunlardan biridir. Umut adlı bir operasyon oldu; içine Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur da Ahmet Taner de konuldu. Ortaya böyle bir tablo çıktı. İnanmadık. Ailesi inanmadı bir defa. Jean Paul Sartreın bir tiyatro yapıtı vardır, aynen ona benzer. Türkiye mezarsız ölülerin yurdudur.
DUVARDAKİ TUĞLA...
>>Daha önce Uğur Mumcunun İlhan Selçuka Bizi öldürecekler dediğini yazmıştınız. Hrant Dinkte olduğu gibi, devletten uyarı almış olabilir mi Mumcu da? Uğur silahla öldürüleceğini sanıyordu. Silahlı bir eylemden korkuyordu, evini ona göre dizayn etmişti. Perşembe, ayın 21inde Cüneyt Arcayürekle birlikte geldiler, toplantı vardı gazetede. Aynı gün 18.30 uçağıyla döndüler, hiç unutmuyorum. Laciver bir kruvaze blazer vardı üzerinde, kırmızı, Karadeniz balıkçılarının giydiği yelekten vardı altında, beyaz bir gömlek Ve bir ara İlhan Abi (Selçuk) dedi, Senle beni öldürecekler. Bunu duydum ben. Ondan sonra gittiler. Pazar günü 13.00, 13.30 arasında Işık Kansu telefon etti, Abi Uğur Abinin arabasını patlattılar gibi bir şey söyledi. Ondan sonra zaten duyuldu. Duyum almış mıydı, almamış mıydı, orasını bilemiyorum. Ama tehdit alıyordu.
Kitaplarını okuduğunuz zaman, devletin hemen hemen tüm birimlerine dokunuyordu. Dört, beş adamın bir araya gelip, Haydi gel, bomba koyalım dediklerine olasılık vermiyorum. O, duvardan tuğlanın sökülmesidir.
>> Kendisiyle ilgili bir yazınızda, Mumcuya seslenmiş, günümüzde yaşananları anlatmış, gerçekte neler oluyor, gel anlat, demiştiniz En çok hangi dönemlerde aklınıza düşüyor Mumcu? Zaman zaman düşüyor tabii. İnsan zaman zaman yalnızlığı sever. Yalnızlık tek başına kalmak değildir. Düşünme, düşler kurma gereksinimidir. Bakarsınız, çiçekler solmuştur, az kaldı ilk yaza dersiniz, sevinç kelebekleri uçuşur yüreğinizde, kendisini mutlu kılmak için bir şeyler yaratır insanoğlu Aklıma gelir zaman zaman
Uğur Mumcu'nun katledilmesi devletin parmağı olduğu katliamlardan sadece bir tanesi. Hem Uğur Mumcu için göz yaşları döken ve hemde katillerini saklayan bir devlet. Bu devlet kendi adamlarını dahi feda etmekten çekinmemektedir.
Ben Tirkiye'de bu tip katliamların gerçek sorumlularının cezalandıralacağına asla inanmamaktayım. Suçu işleyende cezalandırmak isteyende aynıları olunca sonuç bu oluyor.
Bu ileti en son Alisan
tarafından 23.01.2015- 20:14 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Suud kralı için yas ilan edilen günde Uğur Mumcu'yu anmak...
Abdullah bin Abdülaziz el-Suud... AKPnin bu isim için bayrakları yarıya indirip milli yas ilan ettiği gün, Türkiye gericiliğe ve yolsuzluğa karşı onurlu aydınlarından birini, Uğur Mumcuyu anıyor.
Mescid-i Aksa'daki cuma namazında, Suud Kralı Abdullah'ı överek gıyabi cenaze namazı kıldırmaya kalkan imam, darp girişimine maruz kaldı. İmamı fasık olmakla suçlayan cemaat, daha sonra imamın cenaze namazı çağrısına uymayarak, üzerine yürüdü. Cami içerisindeki Filistinli güvenlik görevlileri tarafından etrafı çevrilen imam, darp girişiminden zor kurtuldu ve Kıble Mescidi'nin iç sol kısmındaki bir odaya götürülerek, cemaatin saldırısından kurtuldu.
Bu haber dün birçok haber sitesinde yer aldı. Filistin, Suud Kralını nasıl bilirdi sorusunun yanıtını da veren bu haber, Cumhurbaşkanı Erdoğan için oldukça üzüntü verici oldu. Ziyaretini yarıda kesip önce Suudi Arabistana gitti, ardından da Türkiyede Abdullah bin Abdülaziz el-Suud için 1 günlük "milli yas" ilan etti.
Erdoğan Sevda Tepesini peşkeş çektiği Kralın ölümünün yasını tutarken, bugün yolsuzluğa, hırsızlığa ve gerici saldırılara karşı araştırmacı gazeteciliğin öncülerinden olan Uğur Mumcu anılıyor.
Bundan tam 22 yıl önce gericiler tarafından arabasına konulan bombanın patlaması sonucu hayatını kaybeden Uğur Mumcu, Rabıta adlı kitabında, Suudi destekli Rabıta örgütünün düzenlediği bir kongreyi ve aldığı kararları yazmıştı.
Şimdi Uğur Mumcunun o gün yazdığı karar maddelerini ve Türkiyede AKP iktidarında gelinen durumu bir daha düşünmekte fayda var:
Kongreye katılan taraflar, İslâmî öğretiyi ilkokuldan üniversite seviyesine kadar ders olarak okutmalıdırlar.
Arapça öğrenimi, bilhassa Arapçanın ana lisan olmadığı ülkelerde mecburî olmalıdır.
Kutsal Kur'an'ın asgarî beş bölümünün ezberlenmesi ilköğretim süresince ve bütün ülkelerde mecburî olmalıdır.
Kur'an-ı Kerim'in tamamının öğretilmesi ortaöğrenimde zorunlu olmalıdır.
Bütün İslâm ülkelerinde azamî sayıda İslâm öğretileri enstitüleri kurulmalı ve enstitüler İslâmî çalışmalar yapmalıdırlar.
İslamın önemli emir ve öğütleri takrir şeklinde kaydedilerek her türlü vasıta ile yayımlanması tavsiye edilir.
İslâmî ahlâk ve değerlerin propagandasına özel bir dikkat sarf edilmelidir.
İslâm ülkelerindeki anayasal müesseseler İslâmî esaslara uydurulmalı ve Arapça halka indirilmelidir.
İslâmî uymayan kanunlar kaldırılmalı ve şeriata uygun kanunlar güçlendirilmelidir.
Bütün daire ve işyerlerinde anlaşma ve nizamlar dua ile birlikte takdim edilmeli ve bu yerlerde bir imam bulunmalı ve mescit açılmalıdır.
Dünyadaki kadınlar İslâmî yasaklara uymalıdır.
Tamamen şeriata dayalı modern İslâm devleti kurabilmek için gerekli girişimlerde bulunulmalıdır.
İslâm Birliği'nin yeniden kurulması ve daha sonra da bütün Müslüman devletlerin birbirini izleyerek birer «İslâm Devleti» olduklarını ilân etmeleri ve bir federasyon teşkil ederek halifeliği ortaklaşa yürütmeleri.
GAZETECİLER CEMİYETİ'NDEN AÇIKLAMA
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu, Uğur Mumcunun ölüm yıldönümü dolayısıyla bir açıklama yaptı.
Üyemiz araştırmacı gazeteci Uğur Mumcu'nun 24 Ocak 1993'te evinin önündeki arabasına yerleştirilen uzaktan kumandalı bombanın patlatılması sonucu öldürülmesinin üzerinden 22 yıl geçti. Dönemin iktidarının cinayeti çözmenin ve faillerini yakalamanın devletin namus borcu olduğunu söylediklerini üzüntüyle hatırlıyoruz.
Aradan geçen uzun süre içinde cinayeti azmettirilenlerin ortaya çıkarılamamasını bir demokrasi ayıbı olarak düşünüyoruz. Bu ayıp Hrant Dink cinayetinde olduğu gibi yeni gazeteci cinayetleri için de karanlık odakları cesaretlendiren bir örnek olarak karşımızda duruyor.
Basın bir ülkenin hafızasıdır. Bu nedenle Türkiye'de halkın gerçekleri öğrenme hakkı için hizmet eden gazeteciler her zaman güç odakları tarafından hedef seçiliyor. Sözlü, yazılı, fiziksel saldırılarla gazeteciler baskı altında tutulmaya, itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor.
Uğur Mumcuyu ölümünün 22. yılında sevgi, saygı ve özlemle anıyoruz.
Evrensel gazetecilik normlarına göre basın özgürlüğünün bulunmadığı ülkeler arasında yer alan Türkiyede Uğur Mumcu gibi araştırmacı gazetecilere duyulan ihtiyacın ne denli arttığını bir kez daha hatırlatıyoruz.
Halkın haber alma ve gerçekleri öğrenme hakkına saygı gösterilmesini, gazetecilerin mesleklerini yapmalarının önündeki engellerin kaldırılmasını istiyoruz.
Bir pazar sabahıydı
Ankara kar altında
Zemheri ayazıydı
Yaz güneşi koynunda
Ucuz can pazarıydı
Kalemim düştü kana
Zalimler pusudaydı
Bedenim paramparça
Çevirdim anahtarı
Apansız bir ölüme
Şarapnel parçaları
Saplandı ciğerime
Ucuz can pazarıydı
Kan doldu gözlerime
İsimsiz korkuları
Katmadım yüreğime
Bembeyaz doğruları
Yaşadım ölümüne
Uğur'lar olsun Uğur'lar olsun
Hüzünlü bulutlar yoldaşın olsun
Bir keskin kalem, bir kırık gözlük
Yürekli yiğitlere hatıran olsun
Ülkem, Uğursuz Günlerde Uğurunu Arıyor Galip Uyar
Gözlerimizdeki yaş bu göz yaşı coğrafyasında hiç kurumuyor. Çünkü,
Bugün 24 Ocak,
Bugün UĞURsuzluğun adı.
Sakıncalı Piyade, bir bilsen;
Seni ne kadar özledik,
Sana nasıl ihtiyaç duyduk.
Sen gittin gideli,
Bir başımıza kaldık.
Bugün yine adını anıp
Karanlığa bir mum yaktık.
O, bizim kuşağımızın sakıncalı piyadesiydi. Türkiyenin en ciddi konularını anlatırken değme mizahçılara taş çıkartırcasına önce bizi güldürür, sonrasında ağlatırdı.
Bir hain bomba, vücudunu karlı ve buzlu bir Ankara gününde parçalayıp karların, buzların üstüne düşürene kadar kendimi hep güvende hissederdim. Derdim ki, kendi kendime: Ülkemin bir UĞURu, Uğur Mumcusu var. Yirmi iki yıldır UĞURsuz yaşıyorum bu topraklarda. Kendimi UĞURsuz hissediyorum. Nasıl hissetmiyeyim ki? Yirmi iki yıldır failleri yok ortada. Oysa devlet namus sözü vermişti; katillerini bulmak için. O zaman sormak gerekir: Ne oldu bu devletin namusuna?
Bu ülkenin gelmiş geçmiş en gözü kara gazetecesi, yatağında rahat ölmeyeceğini bilecek kadar zeki, öngörülü ve tedbirliydi. Yıllarca sırtında çelik yelekle, belinde silahla dolaşmış, ölüme değil, ama düşmanlarına meydan okumuştu.Korkunun ecele faydası yoktu; ancak yapılacak çok iş vardı. Yazılacak çok yazı, peşine düşülecek yüzlerce yolsuzluk, kapağı açılacak nice dosyalar vardı. O, bu dosyalarla birçoklarının başına çorap öreceğini, aynı zamanda bu dosyalardan birisinin gün gelip başını yiyeceğini de biliyordu. Hangi dosyaydı; Ankaranın buz tutmuş Karlı Sokağında Uğur Mumcunun bedenini parçalara ayıran? PKK-MİT dosyası mı, Hizbulkontra, Kontrgerilla, Mafya veya bir başka dosya mı? Bu işin içinde Kontgerilla olabilir miydi? Bu soruya bu topraklarda yaşayan hiç kimse olamaz yanıtını veremeyeceğine göre, pek ala olabilirdi. Zira Uğur Mumcunun araştırdığı her dosyanın altından her seferinde bir şekilde Kontrgerilla çıkmıştı, yıllar yılı.
Uğur Mumcu, yıllarca bu topraklarda fırtınaya yakalanan Yunanlı balıkçının deniz ve fırtına tanrısı Neptunusa seslendiği gibi seslendi durdu: Ey Tanrı, beni ister kurtar ister mahvet, ben dümenimi kırmadan dosdoğru gideceğim. Dosdoğru gitti Uğur Mumcu ölümün üstüne. Çünkü o, görevini halkını aydınlatmak olarak belirlemişti. Kişinin kendi görevinde ölmesinin yaşam, başka birisinin görevinde yaşamayı ise ölüm olduğunu bilen Uğur Mumcu, görevini yaparken öldüğü için bugün hala yaşıyor. İdeallerini savunurken ölen tüm insanlar ölümsüzlüğü yakalarlar. Uğur Mumcu, Tam bağımsız Türkiye idealiyle öldü. Özü sözü bir, dosdoğru bir adamdı. Kimsenin adamı olmadan, sadece bilerek, aydınlanarak, aydınlatarak yaşadı. Bu yüzden bilgeleşti, bu yüzden kahramanlaştı, bu yüzden ölümsüzleşti. Onu yok etmeye çalışan hainler, hala fikirlerin öldürülemeyeceğini öğrenemediler. Ey hainler! Uğur Mumcunun, Tam bağımsız Türkiye ideali yaşıyor. Farkında mısınız?
Dünyanın en sorunlu bölgesi Ortadoğunun Akdenize bağlanan ucundaki Türkiye, kendisini 20. yüzyılda Dünya tarihinin en kirli hesaplarının içinde buluvermiştir. 21.yüzyılın tarihi bu kirli hesapların daha da kirlenerek sürdüğü bir yüzyıl olarak yazılmaya başlamıştır. Irakın işgaliyle başlayan, Irakın resmen üçe bölünmesiyle devam eden süreç, Kuzey Afrikada başlatılan Arap Baharında insanların kanını dökerek, petrol pompalamaya devam ediyor. Topraklarında Ortadoğu petrolleri çıkmayan Suriye ve Türkiye ise yaratılan mezhep çatışmalarıyla birbirine düşürülmek isteniyor. Oluşacak zafiyetten nemalanan petrolün efendileri, Akdeniz sınırındaki istikrarsız bölgeyi tampon bölge haline getirip Ortadoğuyu daha kolay kontrol edilebilir hale getirmeyi amaçlıyor. Bugün, bu süreç olanca hızıyla devam ediyor. Uğur Mumcu, her konuda olduğu gibi, bu konuda da halkını ve hükümetini uyarmayı üzerine düşen bir aydın sorumluluğu olarak görmüştü; ne yazık ki onun gördüğünü bizler göremedik. Onun neleri gördüğünü, nelerin farkında olduğunu görenler petrolün efendileriydi; dah açık yazacak olursak, ABD ve İngiltere ile onların uydusunda olan Batılı devletlerdi. Bu Batılılara Ortadoğudaki Batılı devlet İsrail de dahildir.
7 Ocak 1993 tarihinde yayımlanan yazısı, Uğur Mumcuyu ölüme götüren yazı olarak kabul edilmektedir. Mumcu cinayetine kafa yoranların hemen hemen hepsi, bir şekilde bu yazıyı işaret etmektedirler.
MOSSAD ve Barzani
Ortadoğunun karanlık bir kuyu olduğu her gün biraz daha anlaşılıyor.
Kanıtlanan son ilişki MOSSAD-Barzani ilişkisidir.
MOSSAD, İsrailin gizli istihbarat örgütüdür.
Bu örgütün, Kürt lideri Molla Mustafa Barzani ile ilişkileri olduğu söylense daha önce kim inanırdı?
Barzaninin CIA ile ilişkisi artık belgelendi.
Kimse bu ilişkiye, Hayır olmadı diyemiyor.
CIA-Barzani ilişkileri biliniyordu da MOSSAD-Barzani ilişkileri bilinmiyordu.
MOSSADın Barzani ile ilişkileri Londra ve Sydneyde yayınlanan Israels Secret Wars-A History of Israels Intelligence Services adlı kitapta sergileniyor.
Kitap, İngiliz The Guardian gazetesinde 1984 yılından bu yana Tel-Aviv muhabirliğini yapan Ian Black ve Washingtondaki Brooking Enstitüsünde çalışan öğretim üyesi Benny Morris tarafından yazılmış.
Kitapta MOSSAD-Barzani ilişkileri, İsrail Dışişleri Bakanlığı ve MOSSAD yazışmalarına dayanılarak açıklanıyor.
Önsözde, kitabın yayından önce İsrail ordu yetkilileri tarafından da incelendiği yazılıyor.
* * *
Kitapta 1967 Arap-İsrail Savaşından sonra, MOSSADın Kürtlerle ilişki kurduğu (sh.327), Mısırlı ünlü gazeteci Hasan el-Heykelin İsrailli subayların Kürtler aracılığıyla Iraktan radyo bağlantıları kurduğunu 1971 yılında açıkladığı anlatılıyor.
1969 yılı Mart ayında Kerkük petrollerine yapılan saldırının da İsrail tarafından yapıldığı açıklanıyor.
1972 yılında imzalanan Sovyet-Irak Dostluk Antlaşmasından sonra İran Şahı ABD Başkanı Nixon ile gizli görüşme yapıyor; bu gizli görüşmeden sonra CIA tarafından Kürdistan Demokratik Partisine üç yıl içinde 24 milyon dolar gönderiliyor.
Barzaninin Irak rejimine karşı ayaklandığı yıllarda, ABD-İsrail-İran üçlüsü bu ayaklanmayı destekliyor.
Barzani-ABD ilişkileri, ABD Dışişleri eski bakanı Henry Kissinger eliyle yürütülüyor.
MOSSAD-Barzani ilişkileri de İsrailin Tahrandaki askeri ateşesi Yaakov Nimrodi (MOSSAD Ajanı) aracılığı ile gerçekleşiyor.
Nimrodinin üstlendiği görev ilginç:
Nimrodi Sovyet silahlarının Barzaninin eline geçmesinde rol oynuyor, (sh. 328-329)
Kitapta; MOSSADdan Kürtlere 50 milyon dolar para verildiği, ABD kaynaklarına dayanarak açıklanıyor, (sh.328)
* * *
70li yıllardaki bu ilişkiler bugün sürüyor mu? Kitaba göre sürüyor.
Körfez Savaşı sırasında Irakın attığı Scud füzelerinin Tel-Avive düşmesi üzerine bu ilişkiler yeniden başladı, (sh.521)
Baba Molla Mustafa Barzani ile kurulan ilişkiler, şimdi de oğul Mesud Barzani ile sürüyor.
MOSSAD, Barzaniye Avrupa kahvelerinde çekler vererek bu desteği sürdürüyor.
Kitapta, Mesud Barzaninin İsraile gizlice giderek yardım istediği yazılıyor.
Bu ilişkiler sürüyor ve anlaşılıyor ki daha da sürecek
Gizli yollarla sürecek, açık yollarla sürecek
İlgi belli
İlişki de belli
Kürtler sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa ne işi var CIA ve MOSSADın Kürtler arasında?
Yoksa CIA ve MOSSAD, antiemperyalist savaş veriyorlar da dünya bu savaşın farkında değil mi?
Terör uzamanları, Uğur Mumcuya yapılan suikastte işin şansa bırakılmadığını, Mumcunun bedeninin tamamen ortadan kaldırılmasının, hiçbir şekilde yaşama şansının bırakılmamasının amaçlandığını açıkladılar. Tek bir saldırıyla, hiçbir yaşam belirtisi olmaksızın Mumcunun kalemi kırılmalıydı. Öyle de oldu.
Mumcunun otomobilinin altına konan tahrip gücü yüksek bomba, uzmanlardan kimine göre Amerikan, kimine göre çek yapımı C-4 tipi içinde RDX maddeleri bulunan plastik bir bombaydı.
Uğur Mumcunun bu denli güçlü bir patlayıcıyla hiçbir yaşama olasılığına imkan bırakmayacak şekilde adeta yok edilmesi onun yaptığı ve yapacağı araştırmalardan ne denli korkulduğunu mu açıklıyor? Mumcunun öldürülmesi hangi çıkar odaklarının işine yarıyordu? Şubat 1993 tarihli Tempo Dergisi, Sakıncalı Piyade Artık Yok adlı araştırma-inceleme yazısında bu soruları soruyordu. Mumcunun öldürülmesi ne kadar çıkar örgütü varsa hepsinin işine yarıyordur. İşi gücü çıkar örgütlerinin tekerine çomak sokmak olan ve işi sadece gazetecilik olan bir keskin kaleme, çıkar örgütlerinin sempatiyle bakması, eşyanın tabiatına aykırıdır. Çünkü onlar, yani çıkar ögütleri ya da suç örgütleri bilirler ki, bugün olmasa da birgün, hiç beklenmedik bir anda Uğur Mumcu onları da kalemine dolayacaktır. Onun kalemine konu olmaktansa, onun kalemini kırmak çıkar örgütlerinin çıkarına olacaktır.
Bir insan öldürüleceğini bilerek, bıkmadan usanmadan çalışır mı? Şayet, o insanın adı Uğur Mumcu ise çalışır. Karanlığa küfretmez, mum yakar. Zaten o da ismiyle müsemma bir insan olarak öyle yapmadı mı? Bir insan öldükten sonra nasıl karanlığa mum tutar onu öğretti. Hem de bu işin nasıl olacağını ölmeden önce katillerine meydan okuyarak yaptı. Onların gözlerinin içine baka baka şöyle haykırdı:
Ben, atatürkçüyüm.
Ben, cumhuriyetçiyim.
Ben, laikim. Ben, anti-emperyalistim.
Ben, tam bağımsız Türkiyeden yanayım. Ben, özgürlükçüyüm.
Dün sabaha değin, araştırarak yazdığım hiç bir konuyu yalanlayamadınız.
Öyleyse vurun, parçalayın!
Her parçamdan benim gibiler, beni aşacaklar doğacaktır!
Güneşli bir Ankara gününde katledildi. Yerde kar ve buz vardı. 27 Ocak 1993 tarihinde düzenlenen törenin başlangıcından sonuna değin aralıksız yağan yağmur, mahşeri kalabalığı andıran cenaze kortejinden tek bir kişiyi bile eksiltemedi. İliklerine kadar ıslanan herkes aynı şeyi söylüyordu: Gökyüzü Uğur Mumcu için ağlıyor.
Yüreği barıştan, sevgiden, özgürlükten, bağımsızlıktan, eşitlik için atan her kim varsa ağladı Uğur Mumcu için. Gözlerinden oluk oluk yaşlar akıtan onbinler hep bir ağızdan söylediler, Ankaranın taşına bak, gözlerimin yaşına bak. Gerçekten herkes birbirinin yaşlı gözlerine bakıp, şimdi ne olacak, artık Sakıncalı Piyade de yok, bizi kim savunacak der gibiydi.
Çevirdim anahtarı
Apansız bir ölüme
Şarapnel parçaları
Saplandı ciğerime
Ucuz can pazarıydı
Kan doldu gözlerime
İsimsiz korkuları
Katmadım yüreğime
Bembeyaz doğruları
Yaşadım ölümüne (Selda Bağcan)
Bembeyaz doğruları ölümüne yaşamış, öyleölmüştü; ama o ölümüne yaşadığı bembeyaz doğrular onu ölümsüz yapmıştı.
Bu ileti en son dayanışma
tarafından 25.01.2015- 13:52 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
30 yıl önceydi, bir 24 Ocak sabahı Ankara'da, evinin önünde arabasına bindiğinde, önceden yerleştirilmiş bir bombanın patlatılmasıyla katledildi Uğur Mumcu. Bir cumhuriyet aydınıydı. (Sol) Kemalistti. Mehmet Ali Aybar çizgisinde bir sosyalistti. İnandıklarını güzel savuurdu, savundukları için her türlü kavgaya da gözüpek atılırdı. Laik cumhuriyetin yılmaz bir savaşçısıydı. Sadece O'nu değil, öncesinde Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Turan Dursun, Bahriye Uçok, sonrasında Ahmet Taner Kışlalı başta olmak üzere pek çok aydınımızı susturarak özledikleri bir gerici düzenin oluşturulması yönünde adımlar atıyorlardı.
Bir ölçüde de olsa başardılar.
Önce 12 Eylül 1980 faşizmi, sonrasında reel sosyalizmin çözülüşü, ülkemizde ve bütün dünyada sosyalizmin gerileyişi neo-liberal siyasetlerin öncülüğünde gericiliğin adım adım yükselişine uygun bir zemin oluştururken engel olarak görülen ve kamuoyunda etkili olabilen cumhuriyet aydınlarının birer birer ortadan kaldırılmasını gerektiriyordu. Uğur Mumcular bu yüzden hedefti, Uğur Mumcular bu yüzden susturulmalıydı. Ankara'da 30 yıl önce ve bir kış sabahı patlayan bomba sonuçta laik cumhuriyetin de göğsünde patlamıştı. Evet, bir ölçüde de olsa başardılar. 20 yıldır cumhuriyetin devrimci kazanımları üzerinde tepinip duruyorlar.
Resmiyete döküldüğünde 14 Mayıs tarihi ile 24 Ocak tarihi arasında bir ilişki kurabilmeli ve 14 Mayıs referandumunu bu perspektiften değerlendirebilmeliyiz. Ankara'da 30 yıl önce cumhuriyetin bağrında patlyan bombanın etkisizleştirlebilmesinin bir fırsatı var önümüzde. Bu sistemli ve bilinçli saldırı ülkemiz üzerinden defedilmelidir. Devrimci cumhuriyetin kurulabilmesinin yolu gericiliğin mutlak bir yenilgiye uğratılmasından ve tarihin çöp sepetine atılmasından geçiyor. Bu yüzden...
Bu yüzden, geçmişte olan biteni sağlıklı değerlendiremeyen ve gereğini yapamayanların geleceği kurma gibi bir şansları hiç olmayacaktır.
Bu ileti en son melnur
tarafından 26.01.2023- 04:43 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.