Demokratik cumhuriyet hayallerine karşı devrimci sınıf çizgisi! - Evrim Erdoğdu*
Düzene karşı devrim çizgisinin karşısına barışçıl kapitalizmi yaratmak isteyen burjuva liberal platform sermaye iktidarına ve çıkarlarına özenle dokunmuyor. Bu nedenle ki karşı karşıya kalınan tüm sorunların günah keçisi olarak ulus-devlet hedef alınırken, sınıfsal kimliği es geçiliyor.
Kapitalist dünya sömürü, savaş, açlık, yıkım, ırkçılık, gericilik, militarizm, ulusal baskı, doğanın yağması gibi pek çok soruna karşı büyüyen militan kitle hareketleriyle sarsılıyor. Kapitalizmin derinleşen ekonomik ve siyasi krizine karşı her sınıf ve temsilcileri kendi çıkarlarına uygun çözüm arayışı içerisinde. Burjuvazi her türlü kirli oyun ve politikayı devreye sokarak kitlelerin öfkesini kontrol altına almanın ve düzen sınırlarında tutmanın yollarını arıyor. Sertleşen sınıf mücadelesini yumuşatmak ve krizin faturasını işçi ve emekçilere ödeterek bataktan çıkmak için liberal sol partileri iktidara getirmekten temel hak ve özgürlükleri yok eden polis devleti uygulamalarını tırmandırmaya kadar geniş bir yelpazeye uzanan politikaları kesintisiz bir şekilde uyguluyor. Amaçları kapitalist bunalım karşısında büyüyen düzeni yıkma mücadelesinin önüne geçmek, giderek yükselen proleter kitle ve halk isyanlarını her ne pahasına olursa olsun ezmek ve teslim almaktır.
İşte bu nedenle devrimci iktidar mücadelesinin dinamiklerinin sosyal mücadeleler ve halk hareketleri içinde mayalandığı böyle bir tarihsel dönemde; parlamenter hayallerle kitlelerin umudunu seçimlere bağlamak, kapitalizme soluk aldırmak anlamına geliyor. Son olarak Yunanistanda krizin faturasını ödemeyi kabul etmeyen işçi ve emekçilerin mücadelesiyle sol bir dalga büyümüş oldu. Onu düzen sınırlarında tutmak hedefinin bir parçası olarak Syriza iktidara geldi. Türkiyede liberal reformist solun parlamentarist düşleri bu gelişmenin etkisiyle daha da depreşti. Bu vesileyle Türkiyede burjuva demokratizminin ufkuna daralmış liberal reformist sol, sermaye düzeninin aradığı iktidarı kurmaya aday olduğunu şimdi daha yüksek bir perdeden heyecanla söylüyor. Kürt hareketinin lokomotifi olduğu HDP-HDK ve ulusal cumhuriyetçi Birleşik Haziran Hareketi de aynı reformist kimlik ve konumdan beslenerek parlamentarist çizgileriyle sermaye iktidarının siyasal tıkanıklığını açmaya talipler. Burjuva reformizminin en güçlü temsilcisi olan Kürt hareketinin söylem ve çizgisi 7 Haziran genel seçimi öncesi belirgin bir şekilde öne çıkarılmaktadır.
İşte bu noktada burjuvazinin mülkiyet ilişkilerine dokunmayan belediye sosyalizmi ve burjuva parlamentarizminin bileşkesinden oluşan demokratik modernite projesinin felsefesi ve programı pratiğe dökülüyor. Sosyal adaletçi ve adil bölüşümü vaadeden burjuva sınıf ilişkileri ile egemenlik sorunu olmayan belediye sosyalizminin değişik formasyonundan başka bir şey olmayan küçük burjuva toplum hayalleri, kapsamlı sorunlarla boğuşan kitlelere kurtuluş olarak sunuluyor.
Tepeden tırnağa burjuva parlamentarizmine saplanmış bu anlayış, düzeni sosyal bir dizi reformla demokratikleştirmek istiyor. Aynı zamanda demokratik özerkliği sivil toplumcu bir anlayışla burjuvazinin sınıf egemenliğine rağmen halkın yönetimde söz sahibi olacağı alternatif toplum modeli olarak sunuluyor. Kürt hareketinin öncülüğünü yaptığı demokratik cumhuriyet programı, çözümsüzlüğü derinleşen kapitalizmi restorasyondan geçirmek anlamına gelen bu ideolojik platformu ile kitlelerin umudunu düzene bağlamış oluyor. Yani demokratik özerklik projesi sermaye düzeninin çok yönlü saldırılarına karşı yükselen sınıf hareketinin devrimci ve militan karakterini düzenin potasında eritmenin koşullarını yaratıyor. Neden? Çünkü kapitalist özel mülkiyet, artı-değer sömürüsü üzerinden ayakta duran sermaye iktidarı yıkılmaksızın insanca yaşanabilecek demokratik hak ve özgürlüklerin tanındığı bir toplumsal yaşamın mümkün olduğunu vaat ediyor. Demokratik özerklik projesi 7 Haziran seçim kampanyasında özyönetim şiarı ile formüle ediliyor. Hem sermaye iktidarı ile sürdürülen müzakere süreci sonucunda anayasal haklar kazanılmaya çalışılıyor, hem de Kürt halkının dinamizmine dayanarak demokratik özerklik programının siyasi, hukuki, ekonomik, kültürel ve öz savunma boyutları üzerinden sermaye iktidarının oyalama politikasına karşı kendin yap çağrısı yapılıyor.
6-8 Ekim Kobanê Direnişi sonrasında Cizrede 3 mahallede özerklik ilanı, tarım kooperatiflerinin kurulması, Gültan Kışanakın Diyarbakırda petrol gelirlerinden pay talep etmesi gibi gelişmeler yaşandı. Bu girişimlerin en son HDPli belediyelerin DEDAŞa olan borçlarını ödememek konusunda siyasal iktidarla yaşanan sertleşme ile sürdüğü görünüyor. Tüm bunlar esasında dinci partinin verdiği sözleri tutmaması ve oyalama taktiği karşısında geliştirilen, İmralıda kurulan çözüm süreci masasında Öcalanın elini güçlendirmeye yönelik hamleler olarak görülmelidir, ki bilindiği gibi sermaye devleti bu gelişmelere geleneksel inkarcı-imhacı çizgisiyle yanıt vererek, kamu düzenini başta Cizre olmak üzere, çocukları ve gençleri kurşunlayarak tahsis etmeye devam etti. Sermaye iktidarının sorunu tümüyle düzen sınırlarındaki demokratik özerkliğin ya da somut ifadeyle özerkliğin niteliği ile ilgili değildir. Yerel Yönetimler Yasasında bu çerçevede bir mutabakat vardır. Sorun her geçen gün büyüyen ve devrimci dinamikleri içinde barındıran Kürt direnişini tasfiye etmektir. Çünkü Türk sermaye devletinin sömürü politikalarında en ufak bir değişiklik söz konusu değildir. Rojavaya yönelik tahammülsüzlük bunun en bariz göstergesidir. Devrimci politikanın, teorinin, programın reddi üzerinden yol yürüyen Kürt hareketinin bugünkü strateji ve taktiği burjuva reformist ideolojik çizginin ürünüdür. Toplumun devlet dışında örgütlenmesi, az devlet çok toplum, az yasak, çok özgürlük gibi söylemlerle sermayenin siyasal iktidarının denetiminin dışında kapitalist ve sosyalist olmayan üçüncü bir yolun mümkün olduğunun propagandasını sıklıkla yapıyor. Kapitalist üretim ilişkilerine ve sınıflar arası çelişkilere özenle dokunmayan, devrimci sınıf mücadelesini reddeden ABci bu çizginin devrimci iktidar perspektifinin içini boşaltmaya dönük çabaları burjuva reformist programının doğal bir yansımasıdır. Köy komünleri, kooperatifler, meclisler, kantonlar bütünüyle burjuva katmanlarla yoksul köylü, emekçi ve işçileri birbiriyle çelişen sınıf çıkarlarını görmezden gelerek kurgulanmış, özünde sınıf dışı ve çıkarları taban tabana zıt sınıflar arası mücadeleyi yumuşatan bir biçimle örgütlenmektedirler. Tüm bu aygıtlar ya da başka bir ifade ile örgütlenme modelleri Kürt hareketi önderinin liberal-anarşist ideolojinin etkisinde kurguladığı haliyle devlet dışı olarak lanse edilmektedir. Devlet aygıtını sınıflar üstü olarak gören, üretim ilişkileri ve maddi üretici güçlerin gelişim alanının dışında tanımlayan bu anlayış; ekonomik altyapının toplumsal düzenlerin siyasi ve hukuki üstyapısının oluşturduğu bilimsel marksist görüşünü doğallığında altüst etmeyi özel bir görev olarak görüyor diyebiliriz.
Toplumların oluşumunu sınıflar arası çelişkilerin sonucu olarak değerlendirmeyip tarihsel materyalizmin ve artı-değer teorisini tahrip ederek Marksizmin bilimsel dünya görüşü ile açık bir savaş yürüten Kürt hareketi bugün burjuva parlamentarist-reformist çizgisinin etki alanını genişletmek açısından avantajlı durumdadır. Bölgede son süreçte elde ettiği başarı, inisiyatif ve Rojava kazanımını elde tutmak için ortaya koyduğu irade demokratik özerklik projesinin Türkiye cephesinde burjuva liberal hayallerin canlanmasının kaldıracı haline getirilmeye çalışılıyor.
Emperyalist-kapitalist sistem bunalım içinde debelenirken ve sonunu getirecek gelişmeler hızlanırken toplumsal devrimin ve sosyalist alternatifin kurtuluşu için tek çıkar yol olduğu gerçeği işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesi içinde belirgin bir şekilde güçleniyor. Düzene karşı devrim çizgisinin karşısına barışçıl kapitalizmi yaratmak isteyen burjuva liberal platform sermaye iktidarına ve çıkarlarına özenle dokunmuyor. Bu nedenle ki karşı karşıya kalınan tüm sorunların günah keçisi olarak ulus-devlet hedef alınırken, sınıfsal kimliği es geçiliyor. Sermayenin küresel boyunduruğu altında kurulan köy komünlerinin, kooperatiflerinin, kantonların, kısacası özerklik modellerinin küçük de olsa sermayelerini ortaklaştırdıkları üretici-tüketici birlikleri olmanın ve tekelleşmeyi hedeflemediklerini iddia ettikleri grup ya da topluluk mülkiyeti ekonomisi inşa etmenin ötesinde bir hedefi de yok.
Sermaye devletinin ve onun adına AKPnin sorunu bir terör sorunu olarak gördüğü, Kürt açılımının ve şimdi gündemde olan çözüm süreci manevrası ile gerçekte Kürt hareketinin silahlı kanadını tasfiye edilmek istendiği bir sır değildir.
Türkiyede Kürt sorunu üzerinden son derece hızlı gelişmeler yaşanıyor. Tarafların birbirine oldukça ters uçlarda duran açıklamaların, dozu giderek artan restleşmelerin ardından yine aynı şey oldu. Kürt hareketinin Kandildeki önderliği, çözüm süreci"nin bir aldatmacadan ibaret olduğunu belirttikten sonra bir kez daha, son sözü önderliğe bırakıyoruz diyerek, topu Öcalana attı. Her zamanki gibi HDPnin İmralı heyeti Öcalana koştu. Dönüşte bir açıklama yapmaları bekleniyordu. Ne var ki, bu kez herhangi bir açıklama yapılmadı. Sadece bir açıklamanın yapılacağı ama bunun AKP ile ortaklaşa yapılacağının belirtilmesi ile yetinildi.
Beklenildiği gibi İmralı heyeti vakit geçirmeden, hakkında açıklama yapmaktan kaçındıkları yeni anlaşmayı sunmak ve görüşlerini almak üzere yine Kandile gitti. Dönüşlerinde hareketin Kandildeki önderliğinin özü-özeti AKP ve çözüm sürecine güvensizlik olan, dozu oldukça sert değerlendirmelerini aktardılar. Bu kez temkinli olacaklarını, devlet ve AKP cephesinden vaat edilen adımlar atılmadıkça kendilerinin adım atmayacaklarını açıkladılar.
Haliyle ipler yine gerildi. Taraflar yine karşılıklı olarak birbirine zıt açıklamalar yaptılar. AKP, çözüm konusunda samimiyetin PKKnin silah bırakması olduğunu dile getirdi. Bununla da kalmadı, Öcalanın en geç Newrozda PKKye silah bırakma çağrısı yapacağı iddia etti. Dahası, PKKnin önümüzdeki dönemde bir kongre yapacağını ve silah bırakmanın burada kararlaştırılacağı ileri sürüldü. Hem KCK Eşbaşkanı Bese Hozat hem de Duran Kalkan, çok sert bir tonda bunu, ne yapmışlar ki bizden silah bırakmamızı istiyorlar diyerek cevapladılar. Bu konuda son noktayı ise Cemil Bayık koydu: A. Öcalan kongreye katılmazsa bu karar çıkmaz.
Süreç yine inişli-çıkışlı bir seyir izleyerek, AKP kurmayları ile HDP heyeti arasında Dolmabahçede yapılan toplantıya gelindi. Nihayet, sözü edilen ortak açıklama yapıldı. Özellikle Kürt cephesinden bu yeni anlaşmaya önemli anlamlar ve misyonlar yükleniyor. Ne var ki, kamuoyunun merakla beklediği söz konusu bu açıklama, neresinden bakılırsa bakılsın, öze ilişkin olmayan kimi söz ve vaatler dışında herhangi bir yeniliğe sahip değildir. Her şey bir yana sorun her zamanki gibi kabul bile edilmiyor. Sermaye devleti ve AKP için Kürt sorunu halen bir terör sorunudur. PKKnin silah bırakması şartının dayatılması da bunun en somut ifadesidir.
Sermaye devletinin ve onun adına AKPnin sorunu bir terör sorunu olarak gördüğü, Kürt açılımının ve şimdi gündemde olan çözüm süreci manevrası ile gerçekte Kürt hareketinin silahlı kanadını tasfiye edilmek istendiği bir sır değildir. Bunu Kürt hareketinin önderliği de biliyor. Sorun her tıkanma noktasına geldiğinde bunu yüksek sesle dile getiriyorlar. Fakat buna rağmen süreç devam ediyor.
Kürt sorunu toplumsal-siyasal bir sorundur
Şimdi gündemde 7 Haziranda yapılacak genel seçim var. Taraflar şimdiden bir varlık-yokluk sorunu olarak gördükleri ve özel bir misyon yükledikleri bu seçime odaklanmış bulunuyor. AKP iktidarını iyice sağlamlaştırmak ve kalıcı hale getirmek için yeni bir başarıya ihtiyaç duyuyor. Buna en çok da dünün başbakanı, şimdinin cumhurbaşkanı Erdoğanın ihtiyacı var. HDP ise ne yapıp edip %10 barajını aşmak ve AKP karşısında elini güçlendirmenin peşindedir.
Seçim sonrası dönem yeni gelişmelere gebedir. Komünistler olarak güncel gelişmeleri izler ve gözetiriz. Ancak, güncel gelişmelere fazla bir misyon da yüklemeyiz. Zira biz, süreçlere ve bu süreçlerdeki gelişmelere parlamenter ölçülerle bakmayız. Tam tersine ilkesel ve stratejik ölçüleri esas alırız.
Tek başına parlamenter zaferler esası değiştiremezler. Tarih ve bilim bir yana, Kürt hareketinin bu alanda elde ettiği başarıların kendisi de bizi doğrulamaktadır. Yine böyle olacaktır. Gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinden bağımsız olarak, HDPnin %10 barajını aşması da dahil, bu seçimin sonuçları ne olursa olsun, Kürt sorununda yine esasa ilişkin bir değişiklik olmayacaktır. Olmayacaktır, zira, söz konusu olan Kürt sorunudur. Kürt sorunu ise, toplumsal-siyasal bir sorundur. Ve her toplumsal-siyasal sorun gibi ancak ve ancak toplumsal bir devrimle çözüme kavuşturulabilir.
Kürt hareketi ise, sorunun çözüm aşamasına geldiğini, ancak, AKPnin çözüme yaklaşmadığını, sahip olduğu zihniyetin bunun önünde engel olduğunu ileri sürüyor. Yani sorunu bir zihniyet sorununa indirgiyor. Bu anlayış tartışmasız olarak temel toplumsal gerçeklere tümüyle yabancı bir anlayıştır ve gerçek bir çözüme zerre kadar bir yararı yoktur.
Bu düzenin bir sınıfsal özü ve niteliği var. Tepeden tırnağa gericilik yüklüdür. Damarlarında her daim inkarcılık ve imha olarak kendisini dışa vuran en iğrencinden bir ırkçılık ve şovenizm zehri akmaktadır. Bu onda içseldir, yapısaldır. 90 küsür yıllık pratik bu durumu ayrıca güçlendirmiş, kemikleştirmiştir. Tam da bu nedenledir ki, bu düzen ne işçiye, ne emekçiye ne de Kürtlere özgürlük ve eşitlik sunmaz. Bu onun doğasına aykırıdır. Ondan demokratikleşme beklemek ya da onun demokratikleşeceğini ummak ham bir hayalden, her türlü dayanaktan yoksun bir beklentiden başka bir şey değildir. Her şey bir yana, resmi adı TC olan sermaye devleti, kuruluşundan itibaren işçilere, emekçilere, Kürtlere ve toplumun tüm ezilen kesimlerine karşı tepeden tırnağa anti-demokratik bir devlettir. Demokrasinin inkarı, Kürt ulusunun varlığının inkarı onun varlık nedenidir ve bu devlet toplumsal bir devrimle yıkılmadıkça bu hep böyle olacaktır.
Toplumsal-siyasal sorunlar toplumsal devrimle çözülür
Bugünkü düzende belli sürelerle belli sınırlar içinde sorunu yatıştırmak, aynı anlama gelmek üzere reforme etmek ve denetlenebilir hale getirmek mümkündür. Ya kurulu düzen buna ihtiyaç duymuştur ya da ezilen ulusun mücadelesi düzeni buna zorlamaktadır.
Nitekim, Kürt sorunu gelinen yerde bir bölge sorunu haline gelmiş, bir ağırlığa dönüşmüş ve tüm yakıcılığıyla çözümünü dayatmaktadır. Öyle ki, sadece Kürt hareketi değil, en başta ABD olmak üzere emperyalizm de, işbirlikçi Türk sermaye devleti de, şüphesiz ki kendi çıkarları çerçevesinde sorunu bir biçimde çözmek istemektedirler.
Türk sermaye devletinin temel hedefi sorunu yatıştırmak ve idare edilebilir bir kültürel zenginlik çerçevesinde çözmektir. Türk sermaye devletinin Kürt sorunu konusundaki çözümü budur. Daha önce gündeme getirilen Kürt açılımı da, şimdi gündemde olan çözüm süreci manevrası da bunun ifadesidir.
Kürt hareketine gelince, o, çoktandır devrimi kategorik olarak gündeminden çıkarmıştır. Sorunu anayasal düzenlemeler çerçevesinde bir çözüme kavuşturmak için mücadele etmektedir. Bu artık inkardan gelinemez bir gerçektir.
Kürt sorunu toplumsal-siyasal bir sorundur. Toplumsal-siyasal sorunlarsa bu düzenin içinde köklü ve kalıcı biçimde çözülemez. Kalıcı ve köklü bir çözümün, bu anlama gelmek üzere gerçek bir özgürlük ve eşitliğin yegane yolu devrimdir.
Kürt hareketi güçlenmekte, her geçen gün daha etkin bir konum kazanmakta, politik-pratik sürükleyici bir cereyana dönüşmektedir. Dolayısıyla, devrimciler olarak devrimde ve devrimci çözümde ısrar etmek, ideolojik-politik bağımsızlığımızı korumak ve ilkesel konumumuzu yitirmemek, günümüzde, her zamankinden de yaşamsal bir önem kazanmıştır.
Önem kazanmıştır, zira biz komünistler biliyoruz ki, bugünkü durum geçicidir. Kürt sorununun tüm ağırlığı ve yakıcılığıyla uzun süredir siyasal sahnenin ön planında olması bir gerçektir ama bu durum geçicidir. Dönem bunalımlar, savaşlar ve devrimler dönemidir. Ve adım adım sınıf mücadelelerinin yeniden siyasal sahnenin ön planına geçeceği bir döneme doğru gidiyoruz. Deyim uygunsa, tarih yeniden sınıfı göreve çağırmaktadır. Hiç ama hiç unutulmamalıdır; Kürt sorununun çözümünün düşünüldüğü an, aynı zamanda bizim sıramızın geldiği ve tüm yakıcılığı ile devrimci çözümün kendisini dayattığı andır.
Bunun için soluğumuzu tutmalı, yılmadan-yorulmadan devrimi savunmalı, devrimci çözümde ısrar etmeli, her alanda ve her bakımdan geleceğe hazırlıklı olmalıyız.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.