İnsanın kendisiyle savaşımı öyle pek de kolay kazanılacak bir mücadele biçimi değil. Korkularımız ve alışkanlıklarımız çoğu kez buna engel oluyor. Kolaycılığa sığınmamız da çoğu kez bundan. Victoria'nın ölürken farkına vardıklarını zamanında aklına getirememesi, belki getirse bile gerçekleştirememesi bundan. Küçük düşeceğimizi sanıyoruz. Onur sorunu haline getiriyoruz. Bu yüzden sevgi aşk yaşanmıyor ve iddialı bir söz, ve bu yüzden yaşanmayacak. Ta ki, yeni bir toplum ve yeni bir insan tipi ortaya çıkana dek.
Sözün kısası, Victoria öldü ve Victoria'nın geri döneceğine de asla inanmıyorum.
Nasıl başlarsa öyle gidiyor veya yol bir kez çıkmaz sokakta sonlandığında tekrar yolu bulabilmek , toparlayabilmek pek de mümkün olmuyor. ''Benim bir sevgilim var'' mı denmiş, ya da ''yakında evleneceğim'' mi, veya ''bütün bunlar hataydı'' şeklinde bir cümle mi dökülmüş dudaklardan artık ondan sonrası bu gereksizliği savunmaya çalışmak bir zorunlulukmuş gibi geliyor. Öyle. Sonrası toparla toparlayabilirsen... Zaman geçiyor, zamanla birlikte bir ''fırsat' daha yitiriliyor.
Bu yüzden, kim söylemişse söylemiş, ''zaman değil zaman değil, ömrümüzdür geçen''.
Aynen öyle!
Dışa kapalı bir toplumun içe dönük bireyleri olarak bu ülkede aşk ve sevginin yaşanmadığını söyleyebilmek mümkün. Yaşanmıyor ve daha farklı bir toplumsal yapının daha özgür bireyleri haline gelemediğimiz sürece de yaşanmayacak. Kısaca Victoria öldü ve asla geri gelmeyecek. Attila İlhan'ın söylediklerine kısmen katılıyorum. ''ayrılık da sevdaya dair''dir. Doğru ama arkasından söylediği ''çünkü ayrılanlar hala sevgili'' sözünü doğru bulmuyorum. Sevgi dokunmak, dokunabilmektir. Sevgi her yerde her zaman her şekilde birlikte olabilmektir. Bu yoksa, yaşanmıyorsa ayrılanların hala sevgili olduğunu söylemek bana çok da doğru gelmiyor. Her ayrılık bir bitiştir, sondur, ölümdür; başka bir şey değil.
Bu ileti en son melnur
tarafından 19.04.2017- 09:46 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Böyle söylenir ama çok da doğru değil. Hayat bu tür yorumlamaların çok ötesinde bir anlama sahiptir. Başka bir deyişle duyguların ve duyarlıkların kendine özgü gerçeği var. Anlaşılabilirlik kazanması da pek kolay değil.
''Niçin insanlar birbirlerine karşı içten davranmıyorlar? Neden en iyi insan bile karşısındakinden bir şeyler saklıyor, bütün düşündüklerini söylemiyor? Sözlerimizin yabana atılmadığını bildiğimiz zamanlar bile neden içimizden geçenleri olduğu gibi söylemiyoruz? Nedense herkes olduğundan daha katı görünmek istiyor. Duygularını hemen açığa vurursa küçük düşecekmiş gibi bir korku duyuyor.''
Böyleydi, düşünce ve duygularımızın en yalın halinden söz etmek bize korku verirdi ve böyle olduğu için de sürekli olarak bir maske ile dolaşmak durumunda kalırdık. Ne kadar acı çekersek çekelim sanki mutluymuşuz gibi bir davranış içine girer ve mutsuzluğumuzun anlaşılmasından sonsuz bir korku duyardık. Victoria'nın ölürken yakındığı tam da buydu. Son geldiğinde o yanlışlığın farkına varabiliyorduk, ama o zaman da iş işten geçmiş oluyordu. Yaşarken iese sanki öyle bir sonla hiç karşılaşmayacakmışız gibi garip bir davranış sergileyebiliyorduk. Her şeyin yadsınmasıydı bu! Bir başka deyişle her şey akıp giderken sanki her şey uyarında gidiyormuş gibi davranmayı yeğliyorduk. Acıydı, ürkütücüydü ve ne yazık ki, an'ında acı olduğunu da, ürkütücü olduğunu da bir türlü kavrayamıyor, bilince çıkartamıyorduk.
Tekrar olacak ama kimi zaman tekrar iyidir: Victoria geri dön!
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.