Yakın zamanlara dek faşizm derken muhtemelen fiili bir durumdan söz etmiş sayılabilirdik, ama artık iç güvenlik kanunu sayesinde adıyla sanıyla alenen kurumsallaşan bir faşizm var karşımızda. Sivil diktatörlük, tek adamlık filan gibi nitelemeler yetersiz kalıyor.
Seçimlerden sonra AKP hükümet olamasa bile, faşizm (tehlikesi) bir anda ortadan kalkmayacak. Devlette kurumlaşmış haliyle ve sokaktaki gücüyle karşımıza dikilmeyi sürdürecek.
Peki, AKP koşullarında gündelik eleştirilerimiz/kaygılarımız ötesinde nasıl bir rejim şekilleniyor? Buna faşizm demek gerekmez mi? Veya olgusal olarak baktığımızda zaten ispata dahi gerek duyulmayan bir tür faşizm altında değil miyiz?
Ama bu neo-faşizm değil, çünkü neo-faşistler Avrupa (Nazi) faşizminin günümüzdeki devamı sayılabilir, Türkiyedekiler ise bizdeki eski faşizmin yeni versiyonu. (Neo- faşist hareketler, neo-liberalizm koşullarında Yunanistan ve Orta Avrupa ülkelerinde at koşturuyor, bizde neo-faşist tanımına ise muhtemelen malum bazı ulusalcı oluşumlar denk düşebilir.)
12 Mart ve 12 Eylülde açık halleriyle ve 1975lerdeki Milliyetçi Cephe dönemlerinde örtük halleriyle (parlamento açıkken) yaşanılan faşizmlerden de farklı bir sürece girmekteyiz. O yıllarda Türkiyede faşizm var dediğimizde karşımıza hemen Georgi Dimitrovun Komintern 7. Kongresindeki faşizm tanımı çıkarılırdı: Faşizm, finans kapitalin en gerici, en şoven, en emperyalist unsurlarının açık terörcü diktatörlüğüdür. Türkiyede bire bir böyle bir durumun ve dolayısıyla faşizmin olmadığı ispatlanırdı hemen Devrimci Yolun faşizm tezlerinde ise, özetle, Türkiye gibi yeni sömürge bir ülkede bu tanımın aynen geçerli olmadığı, sömürge tipi bir faşizmin olduğu söylenir, emperyalizmin içsel bir olgu olmasından başlayıp devletteki kurumsal faşizmle devam edilir, faşizmin teorik çerçevesi böyle çizilirdi. Teoride aynen böyle bir faşizm yok deyince, karşımızdaki faşizme mücadele görevlerinden vaz geçmek saçmalıktı. Ayrıca Türkiyede burjuva diktatörlüğü, Avrupa burjuva demokrasilerinden farklı olarak oligarşik bir diktatörlük olarak şekillenmişti.
Demokrasi, faşizm vb. hep birer devlet biçimi, siyasi rejimlerdir. Marksist devlet teorisinde bir devlet biçimini ayırt eden onun sınıfsal muhtevası ve yönetim metotlarıdır. Türkiyede kapitalist oligarşik yapı bunun sınıfsal muhtevasını, kullandığı yönetim metotları (devlet terörü ve demagoji) onun faşist karakterini ortaya koyuyor. Eski dönemde faşizm, oligarşinin devletinde kurumsallaştı ve yine devlet eliyle yukarıdan aşağıya toplumda örgütlendi. Dönemsel farklılaşmalar, faşizmin açık icrası ve örtük icrası şeklinde anlaşılabilirdi. Yani parlamento açık diye faşizm yok denilemezdi ya da buna sömürge tipi demokrasi denildiğinde de zaten fark etmezdi!
Peki şimdiki durum farklı mı? Elbette kavramlar da değişime uğrar, tekabül ettikleri olgular değişir çünkü Veya benzer olgular, farklı kavramlarla da ifade edilebilir. İşte günümüzde derin devlet, sivil vesayet, diktatörlük vb kavramlar, hep aynı olgunun farklı ifadeleri sayılabilir
Şimdiki faşizm, küreselleşme döneminde ortaya çıkan ve emperyalizmin yeni sömürgecilik dönemindeki faşizmlerden farklı özellikleriyle ve daha çok İslamcılık kisvesi altında örgütlenen bir olgu Eskiden askeri darbeler vb. yoluyla emperyalizme bağımlı faşist rejimler kurulurken, küreselleşme koşullarında, özellikle Türkiye gibi ülkelerde askeri darbe yerine pekâlâ seçim yoluyla faşizmler tahkim edilebiliyor.
Peki bu rejim nispeten kalıcı mı yoksa (AKP dönemiyle sınırlı) konjonktürel bir olgu mu?
Türkiyede hem devlet katında hem toplumsal olarak faşist bir damar hiç kurumadı. Faşizmin potansiyel kitle tabanı her daim el altında, bazen evlerde bazen sokakta; yakın dönemde darbeye mesnet olsun diye Kuvayı Milliye faaliyetlerini, sözde vatandaş teranelerini unutmadık. Şimdi öteki sayılanı derhal düşman gören benzeri bir kitle ruhu AKP tarafından seferber ediliyor. MHP kitlesi yanı sıra artık başta AKPnin faşistleri olmak üzere, bunlara topyekûn sokaktaki faşizm diyoruz. Sokaktaki sıradan faşistleri motive etmek için Türk-İslam sentezi yeterlidir. (Kürt düşmanlığı ve din karşıtı-laiklik düşmanlığı!) Veya şimdi olduğu gibi sadece siyasi İslamcılık
Öyleyse, tıpkı evrensel faşizm uygulamalarındaki bir düşman-öteki (Aryan Alman karşısında Yahudiler, komünistler vb) göstererek kendi varlık nedenini meşrulaştırmak gibi şimdi de Sünni Müslümanlar bir yana, Sünni Müslüman olmayanlar öte yana diziliyor ve giderek AKP bir yana ötekiler bir yana denklemi kuruluyor. Ya bizdensin ya değilsin, Sünni ve AKPliysen bizdensin, yoksa kâfirsin, düşmansın!
Bu süreçte devletin ideolojik aygıtlarındaki farklılaşma da önemli. Laikliğin sınırlanması ve dinciliğin genişlemesi sayesinde yeni rejime özgü devlet terörü meşrulaştırılıyor. Sünni İslamcılık toplumsal, kültürel ve siyasi hayatın her alanında başlıca faktör haline getirildi. Ve dolayısıyla bu ideolojik tercih iktisadi alanda da önem kazandı.
Son yıllarda Türkiye oligarşisinde sermaye önemli ölçekte el değiştirdi. 13 yıl boyunca sermayenin küreselleşmesi dinamiklerine paralel Anadolu kaplanlarının İstanbul dukalığı karşısına dikilmesi, sermaye birikiminde dinsel (ideolojik) performans avantajı ve tam da neo liberalizmin ihtiyacına denk sendikasızlaştırma/taşeronlaştırma sürecinin cemaatleşme ve sadaka toplumu vb tercihlerle pekiştirilmesi sağlandı. Demek ki faşizme özgü siyasi yönetim metotları (örneğin, iç güvenlik yasası) ötesinde gelinen nokta, neo liberalizmin küreselleşmesi koşullarında, neo liberal kapitalizmin ihtiyaçlarının karşılanmasına denk düşüyor. Neo liberal uygulamalar Türkiye gibi bir ülkede elbette daha vahşi oluyor, dolayısıyla siyaseti de vahşileştiriyor. Neo liberalizm zaten faşizmin fideliği, Türkiye gibi bir ülkede faşizmi kolayca örgütleyebiliyor.
Sonuç olarak, karşımızda yine sömürge tipi (taşeron!) bir faşizm var ama buna ilaveten bir de İslam tipi bir faşizm geliştiriliyor. Çünkü her ülkenin faşistleri kendilerine temel olarak en makbul ögelerini öne çıkarırlar ve bu yüzden Naziler Alman ırkına sarılmışlardı. Faşizm sınıfsallığını geri plana itmek için dinsel, etnik kurgular üzerinden yapılanır. 12 Eylül faşizmi Türk-İslam sentezi ve Atatürkçülük söylemiyle kurgulanmadı mı? MHPlilerin faşistliğini köpürten Türk milliyetçiliği, AKPlilerin faşistliğini köpürten de Sünni İslamcılığıdır.
Karşımızda yine Dimitrov tanımına bire bir uygun bir faşizm yok ama işte faşizm! Artık yeni-oligarşinin partisi AKP kendi rejimini faşist demagoji ve faşist terör yönetim metotlarıyla hayata geçiriyor ve bu bakımdan bilhassa dini dayanak gösteren demagojiye yaslanıyor ve ayrıca (resmi ve sivil) dinci-mezhepçi terörü de gündeme getiriyor. (Daha vahimi bunu Ortadoğu ölçeğinde savunuyor.) Burada elbette Müslümanların faşizmi demiyoruz, siyasi bakımdan İslamcı-mezhepçi bir faşist gelişmeden söz ediyoruz. Faşizme karşı olan Müslümanların da buna itiraz etmesini istiyoruz.
Günümüzde faşizm kavramının kullanılmasının siyasi önemi, faşizme karşı mücadele görevlerini ve en önemlisi mücadele biçimlerini öne çıkarmasıdır ve bugün böyle bir ihtiyacı inkâr etmeyenler, sadece seçim bloklarına değil faşizme karşı birleşik güçlerin örgütlenmesine daha fazla önem vermeliler.
Çünkü mesele sadece AKPnin seçimde yenilmesi değil, bunun iyice anlaşılması lazım. Birleşik Haziran Hareketi işte bu anlayışı temsil ediyor.
Futbol yorumcusu Sinan Engin,Futbolda da bu oldu mu, bu ülke bunu kaldıramaz dedi. Fenerbahçe otobüsünün kurşunlanmasından sonra belki tek eksik şey cami bombalamak ki onu dahi yaptırırlar!
Son haftalarda olup bitenler rastlantı mı? Rastlantı olsa bile hepsi peş peşe gelince adeta zorunlu ve zorla gösterilen bir gidişatın nişaneleri Neleri kastettiğimi sıralamama gerek yok. Hepsinin ortak sonucu: Kaos
Kaos ki iki ucu kesen bıçaktır, kullananı da kesebilir. İşte o bıçak gayri nizami iktidarın gayri nizamı yönetiminin adıdır, muhalefete karşı gayri nizami savaş açarak yönetmeye, daha doğrusu ayakta durmaya çalışıyor.
Kaosa karşı nasıl hazırlıklı olunur, nasıl baş edilir?
Belirsizlik ortamında, her şey olabilir, her şeyi yapabilirler ve yaptırabilirler.
Böyle bir belirsizlik karşısında daha önceden muhtemel her şeye her yönüyle hazırlıklı olmak mümkün değil Ama o şey, her neyse, gündeme geldiğinde birlikte olmak, olup bitene anında müdahale edebilmek tek çaredir Devrimci ve muhalif örgütlenmeler işte o çare için var olmalı
Ama özellikle kaos (kargaşa) ve belirsizlik ortamında, herhangi bir örgüt değil de muhtemel her şeye karşı her şeyi yapabilecek kudrette bir örgütlenme lazım. Anında karar alacak, yargılayacak, aldığı kararın gereğini yerine getirecek! Ayrıca farklı yerlerde farklı ve beklenmedik başka şeyler meydana geldiğinde kendi kararını anında uygulayabilecek! Kısacası kendi yasaması ve yürütmesi olan meclis türü birliktelik, tepeden bir yerlerden, merkezden filan yönerge bekleyen değil de enterkonnekte (bağlaşımlı) bir örgütlenme
2013 Gezi/Haziran isyanları sırasında muhalefetin performansını enterkonnekte kavramıyla ifade etmiştim. İronik bir gelişme oldu, iktidarın enterkonnekte sistemi çökünce memleketin karanlığını gördük. Öyleyse tersinden değerlendirirsek, halk muhalefetinin enterkonnektesi çöktüğünde ne olacağı da belli değil mi?
Hanedan halkı ile hane halkının karşı karşıya geldiği şu kaos ortamında ve kaynağını politik öfkeden alan bir süreçte, farklı yerlerdeki öfke patlamaları ve eylemler arasında iletişim sağlanabilmeli. Bu durumda muhalefeti depolamak mümkün olmadığından, ortaya çıktığı anda sokağa fırlayacağından, ancak muhalif tepkilerin her an sürekliliğini sağlayacak enterkonnekte bir muhalif yapılanmayla o kaosun karanlığı yırtılabilir.
Kaldı ki benzer bir belirsizlik ortamı seçim sonrası için de geçerli AKP güçlü bir zafer kazansa da, cılız bir başarı veya yenilgi yaşasa da, yani her durumda ortalığı karıştıracak. Ya kendini tahkim etmek ya mevzilerini kaybetmemek için... Başbakan şimdiden izinsiz kimsenin sokağa çıkmasına müsaade etmeyeceklerini söyledi ve anayasal özgürlükleri tanımadıklarını alenen ilan etti.
Karşımızda gayri nizami bir iktidar var. Devlet terörüyle, muhalifleri kesip biçmeyi kafaya koymuşlar. Sivil Sıkıyönetim: SS düzeni
Gayri nizami iktidara ancak gayri nizami (düzen dışı) bir muhalefet tarzıyla, enterkonnekte bir anlayışla karşı durulabilir ve böyle bir ihtiyaç nedeniyle Türkiyenin sol, devrimci muhalifleri çoktan bir araya geldiler ve adını HAZİRAN koydular.
HAZİRAN kaos ortamındaki muhalif bir stratejik hamledir. İç savaşa dek uzanabilecek kaos koşullarında dayatılan kurallar dışında harekete geçilmesidir. Hani kaos ve kriz koşullarında kriz merkezleri kurulur ya Şimdi HAZİRAN Meclisleri tam da muhalefetin kriz merkezleridir.
Memleketi yangın yerine çevirmek niyetindeler. Yangında ilk kurtarılacak olan özgürlüğümüzdür.
Teslim olmazsak özgür kalırız.
Bu ileti en son dayanışma
tarafından 06.04.2015- 10:47 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.