Yirminci yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşen silahlı devrimci hareketlerin, kır ve şehir gerillasının, basit bir mücadele diyalektiği vardı. Devrimciler askeri bir eylemin ardından, devletin karşı-saldırısına dayanmayı başarıp daha büyük bir eylem gerçekleştirerek karşılarına dikilen daha büyük bir tepkiyle baş edebiliyor, bu arada kitleselleşebiliyor ve askeri yapının yanına siyasi yapıları ekleyerek bir denge durumu oluşturabiliyorlarsa, siyasi iktidarı ele geçirme imkânına ulaşmış oluyorlardı.
Çindeki gibi muazzam köylü kitlelerinin ordulaştığı örnekleri saymazsak, bu sistematiğin başarıya götürdüğü tek devrim örneği Kübadır. Orada bile, ABDnin Batista rejimini devirme isteği, Granma seferine çıkanların sadece ikisinin (Che ve Raul) kendisini sosyalist olarak tanımlaması (üçüncüsü, harekete çok sonra katılan KPli Ribaltadır) gibi faktörler vardı. Küba Devriminin intikamını Bolivyada aldılar.
Dar kadrolu silahlı mücadele diyalektiğini izleyen hiçbir devrimci hareket başarılı olamadı. Bugünün teknoloji ve denetim çağında karakol basıp silahlanarak, asker alıp eğiterek, garnizon basıp savaş çıkararak devrim yapma imkânları, 60lı ve 70li yıllara kıyasla yok denecek kadar azdır. Bu türden şeyler ancak muazzam toplumsal yıkım durumlarında, iç ve dış savaş koşullarında gerçekleşebilir. Başka deyişle, bugünün dünyasında suni dengeyi silahlı dar kadrolarla bozma imkânı yoktur. Öte yandan, her türlü gizlilik ve silahlanma çabası, en ileri teknolojiyi ve teknikleri kullanan dünyanın bütün istihbarat örgütlerinin yönlendirmesine açıktır. Üstelik tarihte, Ohrananın, CIAnın, BNDnin, MİTin, MOSSADın vs içine sızmadığı tek bir dar kadrolu illegal örgüt yoktur.
Mahir Çayan, teorisi ve düşünce sistematiğiyle bir dönüm noktası olmuştur. Devrimcinin, düzenin parametrelerinin dışına çıkarak, anayasal ve parlamenter rejimin ötesinde düşünmesi ve davranması gerektiğini göstermiştir. Bu dönüm noktası, geleneksel sosyalist hareketlerin tarihsel olarak marjinal kaldığı, demokrat ile devrimci arasındaki ayrımın belirsiz olduğu Türkiyeye özeldir. Rus edebiyatının Gogolün Paltosundan çıkması gibi, Türkiyede de yerleşik düzen dışı devrimci düşünce Mahir Çayanın parkasından çıkmıştır.
Fakat onun eylemi, kitleden kopan ve devletle yalnız bir gladyatör gibi çatışan, kendi lider kadrosunu koruyamayan dar silahlı grupların, üstlerine çektikleri Leviathan tarafından, yani mutlak gücünü ve yetkilerini kullanma fırsatını yakalamış devlet eliyle nasıl tecrit ve yok edileceklerini de göstermiştir. Dev-Genç sadece öğrencilerle sınırlı olmayan, grevlerde, toprak işgallerinde, tütün fındık mitinglerinde militanca mücadele eden, işçi önderlerini de kapsayan savaşçı bir kitle hareketiydi. Kızılderede devlet bu hareketin en bilinçli, en fedakâr kadrolarını birkaç saat içinde yok etti. Granma seferine çıkanların Sierra Maestraya ulaşamadan öldürüldüklerini, Lenin-Stalin-Troçkinin 1917nin Temmuz ayının sonunda vurulduklarını, Mao Zedungun 1927de Kuomintangın yaptığı katliamdan kurtulamadığını, Rosa Luxemburgun ölümünün Alman devrimi üzerinde yarattığı etkiyi düşünelim. Bizim için aynı şeydir.
Önder kadroların imha edilmesine fırsat veren bir devrimci kararlılık kabul edilemez. O kadronun çok alt bir düzeyinin, 70li yıllarda Mahir Çayanın teorisini nasıl geliştiremediğini, uyarlayamadığını; örgütlenemeyerek salkım saçak nasıl dağıldığını, teorik mühimmatını Birikim dergisinden sağlamaya çalıştığını, 90lı yılların sonundan itibaren arkasına saklandığı liberallerin nasıl oyuncağı olduğunu gördük. Demek ki mevzileri korumak, güç toplamak için geri çekilmeyi bilmek, ölüme övgü düzmemek gerekir. Damla damla düşeriz, sonra yağmur gibi yağarız gibi romantik aptal sözlerinin hiçbir gerçekliği yoktur. İntihar bombacısı tipolojisi bize uymaz.
Bugünün dünyasında, teorik derinliği olan, doğruluğunun kısmen de olsa kanıtlandığına inanılan devrim teorilerine sahip değiliz. Yükselen bir işçi sınıfı hareketinden değil, hızla proleterleşen geniş kitlelerin kısmi hedefler uğruna verdikleri çok parçalı mücadelelerden, ortak hedefler belirleme çabasından söz edebiliyoruz. Yeni lider kadrolarıyla öncü partiler ancak bu mücadelelerin içinde oluşabilir. Bu bir ara dönemdir (interregnum). Çok iddialı bir laf olacak ama, belki de devrimler ve toplumsal mücadeleler çağının kör bir noktasında yaşıyoruz. Geçmişin, 1920lerin, 30ların, 70lerin hiçbir devrim programı bugüne aktarılamaz. Laboratuarda üretilip kitlelere tatbik edilecek bir devrim aşısı yoktur. Dolayısıyla devrimci mirasın hiçbir zerresini feda etmeden yaratıcı olmak gerekir.
Silahlı mücadele ile devrimin gerçekleşeceğine ben de inanmıyorum. Devrimin parlamenter yollardan olmayacağı gerçeği silahlı dar örgütçü karoların devrim yapabileceği anlamına da gelmiyor. Devrimleri halk, parti de o halka önderlik yapar. Halkla ve sınıfla berberlik kuramamış bir parti öncü değildir, devrim için ayağa kalkmayan bir sınıf da sınıf değildir. Yavuz Alogan geniş kitlelerin parçalı mücadelelerini bugünün gerçeği olarak görüyor, buna katılıyorum, devrimin ise geniş kitlelerin ayaklanmalarıyla gerçekleşeceğini düşünüyorum. Parti bu parçalı mücadeleleri tek bir hedefe yöneltecek kadrolardır. Bu konuda Yavuz Alogan'ın devrim programının olmadığı tezine ise katılmıyorum.
Normalde bu şekilde paylaşımları yapmam ama çok önceleri okuduğum ve Rıza Yürükoğlunun 1000 çiçek dergisi kasım sayısı için kaleme aldığı '' DÜNYADA BUGÜN SİLAHLİ DEVRİM YOLU KAPANMIŞ GÖRÜNÜYOR'' yazısının linki aşağıdadır.
Normalde bu şekilde paylaşımları yapmam ama çok önceleri okuduğum ve Rıza Yürükoğlunun 1000 çiçek dergisi kasım sayısı için kaleme aldığı '' DÜNYADA BUGÜN SİLAHLİ DEVRİM YOLU KAPANMIŞ GÖRÜNÜYOR'' yazısının linki aşağıdadır.
Burjuvazinin devrilmesinin parlamenter ve barışçı yollardan olmayacağı, insanlara silahlı mücadeleyi düşündürtüyor. Bu düşünce Güney Amerika örnekleriyle birleştiğinde iktidarın silahlı mücadele sonucu alınacağı düşüncesi yerleşiyor. Bu düşüncenin yerleşmesinde 68 gençliğinin silaha sarılmasının da etkisi var. 68 hareketlerinin devamı olan grupların bu yöntemi savunmaları da toplumda karşılık bulunca iktidarların silahla devrileceği algısı ortaya çıkıyor. Sosyalistlerin büyük bir çoğunluğunun bu görüşe karşı çıktıklarını düşünüyorum. Türkiye Güney Amerika ülkesi değil. Buradaki devrimin kendi gerçekliği içinde gelişecektir.
Yavuz Alagon.Bugünün dünyasında, teorik derinliği olan, doğruluğunun kısmen de olsa kanıtlandığına inanılan devrim teorilerine sahip değiliz. Yükselen bir işçi sınıfı hareketinden değil, hızla proleterleşen geniş kitlelerin kısmi hedefler uğruna verdikleri çok parçalı mücadelelerden, ortak hedefler belirleme çabasından söz edebiliyoruz. Yeni lider kadrolarıyla öncü partiler ancak bu mücadelelerin içinde oluşabilir. Bu bir ara dönemdir (interregnum). Çok iddialı bir laf olacak ama, belki de devrimler ve toplumsal mücadeleler çağının kör bir noktasında yaşıyoruz. Geçmişin, 1920’lerin, 30’ların, 70’lerin hiçbir devrim programı bugüne aktarılamaz. Laboratuarda üretilip kitlelere tatbik edilecek bir devrim aşısı yoktur. Dolayısıyla devrimci mirasın hiçbir zerresini feda etmeden yaratıcı olmak gerekir.
----------------------------------------------------------
Ne güzel söylemişsin -Yavuz Alogan
Biz bunları söylediğimz de Anti MARXİST oluyorduk bak sen söylediğinde övgüler alıyorsun.
Evet devrim aşısı labratuarlarda üretilmiyor ama pratik yaşam bu öğretiyor.Devrimci mirasın zerresini feda etmiyoruz ya yaptığımız yanlışlar ne olacak ya 70 yıllık umutlar harcanan emekler feda edilen canlar. Bunuda mı sormayacağız.
İşte yaşadığımız dünyanın teorilerini yaniden yazacağız günümüzün öznelerini yeniden tesbit edeceğiz geçmişin mirasını da dikkate alarak.
Mesele sadece silahlı mücadelenin günün ölçeği olmadığı değil bir çok mücedele biçiminin günün ölçeği olmadığını anlayarak.
Bu hızla proleterleşen insanları fabrikalarda toplayamıyorsak onları o disiplin içinde örgütleyemiyorsak örgütlenme alanları neresidir kardeş .
İşte bunun için Gezi direnişleri bize hiç göremediğimiz bir yöntemi gözümüzün içine sokmuştur. Aynı zamanda teleplerimizin ne olacağınıda bize anlatmıştır.
Biz sadece proleter olanlara hitap etmeyeceğiz proleter olmak isteyip olamayanlarada hitap edeceğiz. İşte bu hitap edeceğimiz kitle daha büyük ve daha etkili biz onların tümüne ezilenler veya mülksüzler diyoruz.
Ve zamanımızın yöneticisi olan egemenlerin hiç veremiyeceği demokrasiyi isteyerek yürüyeceğimizi anlatmaya çalışıyoruz.
Orada devrim kuramlarından bahsediliyor. Standart bir devrim kuramının olmadığı söyleniyor. Yeni bir Marksist kuram oluşturalım denmiyor. Yanlış anlamışsın.
Sn Bedrettin konu hakkında bir fikrin yokmu
yazarı eleştirecek veya katkıda bulunacak bir görüşün yokmu.
Sen boğanın kızıla saldırdığı gibi saldırmak için benim ne yazacağımı mı bekliyorsun. Konuşulan eleştirilen kimin marxist olduğu değil teorilerin değişimi he ne dersin zamana göre değişmeli mi yoksa aynı kalmamı mı.
Bence bulutların arasında gezmeyi bırak ayakların yere değsin.
Fikir duyalım bu gün yani yaşadığımız dünya için 1917 de 1945 de söylenenler zamanımıza ışık olabilir mi.
Orada devrim kuramlarından bahsediliyor. Standart bir devrim kuramının olmadığı söyleniyor. Yeni bir Marksist kuram oluşturalım denmiyor. Yanlış anlamışsın.
Bir şey söyledim, sen de bir şey söylemiştin, söylediğin şeyi savunacaksan devam et, ben de devam ederim. Bir şey söylüyorsun, yanlış olduğunu söylediğimizde hemen kişiselleşmeye başlıyorsun. 'Yanlış değil, bunu söylüyorum, nedenleri de şu'' diyeceğine, ''bana cevap vermeyin, kafama göre takılayım'' der gibisin.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.