Suriyenin kuzeyinde IŞİDle çatışmada hayatını kaybeden Aziz Gülerin cenazesinin geçişine izin verilmesi için ailesinin Anayasa Mahkemesine yaptığı başvuru da reddedildi. Aile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) gidiyor.
21 Eylülde hayatını kaybeden Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) eski MYK üyesi Güler, öldürüldüğünde PYDnin denetimindeki Rojava bölgesindeydi.
Gülerin cenazesi 23 Eylülden beri Kobanide bir hastanenin morgunda bekletiliyor.
Kararda, Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 49. maddesinin (5) numaralı fıkrası ve İçtüzükün Tedbir kararı başlıklı 73. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre; başvurucunun yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik ciddi bir tehlike bulunduğunun anlaşılması halinde, başvuru hakkında esasa ilişkin inceleme yapılana kadar Bölümlerce resen veya başvurucunun talebi üzerine gerekli tedbirlere karar verilebilir denildi.
Maddi veya manevi bütünlüğe tehlike oluşturmuyor
Kararda ayrıca Somut olayda başvurucunun Suriyede hayatını kaybeden oğlunun cenazesini Türkiyeye getirmesine izin verilmediği iddia edilmektedir. Başvurunun kişilerin özel hayatı ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir. Anılan işlemin başvurucunun yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik gerçek ve ciddi bir tehlike oluşturacak nitelikte olmadığı başvuru kapsamından açıkça anlaşılmaktadır. Kaldı ki anılan Yönetmelik kapsamında sunulması gereken bilgi ve belgelerin hiçbirisinin bireysel başvuru formuna eklenmediği görülmektedir ifadelerine de yer verildi.
Anayasa Mahkemesinin kararına ulaşan Dikene ailenin avukatı Sinan Varlık, Kararda Başvurucunun yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik gerçek ve ciddi bir tehlike oluşturacak nitelikte olmadığı şeklinde bir ibare var. Bizim derdimiz maddi manevi bir tehlike değil. Biz Azizin cenazesini istiyoruz. Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında buna engel teşkil edebilecek bir yasa yok. Cenaze verilmediği gibi mantıklı bir neden de belirtilmiyor. Hakkımızı gelecek hafta AİHMde arayacağız dedi.
Çocuğun cenazesi çürüyor
Anayasa Mahkemesine başvuru yapan Aziz Gülerin ağabeyi Ersin Umut Güler, Dikene, aile olarak Türkiyedeki bütün yolların tükendiğini ve gelecek hafta AİHMe gideceklerini söyledi.
Bugün Kobanide, Azizin cenazesi başında bekleyen babasıyla telefonda görüştüğünü belirten Güler, Azizin bulunduğu yerde elektrik yok. Jeneratörlerle günün belirli saatlerinde elektrik verilebiliyor. Babam, Azizin artık çürümeye başladığını ve çok kötü durumda olduğunu söyledi dedi.
Gelecek hafta AİHMe gideceklerini söyleyen Güler, orada da bir bekleme süreci yaşanacağına dikkati çekerek, Bu işin sorumlusu Başbakan mı yoksa İçişleri Bakanı mı? Kimse çıksın karşımıza ve bu hukuksuz durumun nedenini bize söylesin. Kardeşimin cenazesine bile saygıları yok. Çocuk orada çürüyor. AİHMin vereceği karar belli. Şimdiden Azizin sınırdan geçirilmesine izin versinler diye konuştu.
Mevzu bahis devrimciler oldu mu devletin bütün organları aynı düşmanca tavrı sergilemekten kaçınmıyor... Abisi demiş; ''sınırdan silah dolu tırlar, içi kanla kokuşmuş katiller geçti de bir annenin mezara koymak için beklediği oğlu geçemiyor. Neden?''
Nedeni şu; korkuyorlar. Bedenlerden değil asıl olarak. Ama o bedenlerin simgeledikleri üzerinden korkuyorlar. O bedenlerin simgeledikleri eşitlikçi, toplumcu değerlerden, inandığı uğruna ölümü göze alan devrimci iradeden, yaptığı mücadele çağrısından ve ektiği ve ekeceği direniş tohumlarından korkuyorlar. O bedenlerin duruşunda ezenler, sömürücüler neyden korkuyorsa o var. Bu yüzdendir Hasan Ferit'in cenazesini günlerce vermediler ve hala her ölüm yıl dönümünde anısına saldırıyorlar. Bu yüzdendir Gülayların, Şafakların, Bahtiyarların, Eliflerin ölü bedeninden başka hiç bir şeyden korkmadıkları kadar korktular. Bu yüzdendir Ekin Wan'ın bedenini aşağılamaya çalıştılar. Ve bu yüzden bugün hala Aziz'in cenazesinin doğduğu topraklara dönmesine izin vermiyorlar. O bedenleri gözlerden uzak tutmaya çalışarak yada o bedenleri itibarsızlaştırmaya çalışarak o bedenlerin simgelediklerini perdeleyeceklerini zannediyorlar. Ama nafile. Tüm bu özgürlük ve adalet savaşçılarının açtıkları bayrak devrimciler tarafından kaldırılmaya devam ettiği müddetçe tüm bu bedenlerin yaptığı çağrı da ezilenler arasında yayılmaya devam edecek. Tarih ne Spartaküsleri ne Bedrettinleri ne Tupac Amaruları ne Che'leri ve daha onlarca savaşçıyı unutturabildi nede asıl önemlisi onların uğruna savaştıkları değerleri. Bundan sonrada bu değerler ve bu değerler üzerine savaşanlar unutulmayacak.
Bu ileti en son proletersosyalist
tarafından 03.10.2015- 03:43 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Kapitalizm çürüyor, çürütüyor. Türkiye kapitalizmi daha çok çürüyor, daha çok çürütüyor. Dünyanın başka bir kapitalist ülkesinde bu kadar hırsızlık ve yolsuzluğa bulaşmış bir iktidar işbaşında kalmazdı. Burada kalıyor ve burada hala yüze 40'larda oy alıyor. Böyle bir çürüme varsa bu çürümenin devletin tüm birimlerine yayılmaması düşünülemez. Burjuva devlet çürüdü ve bu çürümeyi de aşamıyor. Çürüyen kapitalizm solcu devrimci düşmanlığıyla birleşince bu sonuçlar ortaya çıkıyor. Bunlar insanlığını da kaybetmişler, en küçük vicdan duygusundan yoksunlar. ölen öldüğüyle kaldı, ailesine ve arkadaşlarına da her gün ölümü yaşatmaktan zevk alıyorlar.
''Bugün 13 gün oldu ve Aziz orada, sınırda bizleri bekliyor!
Devletin, egemenlerin Azizin bedeni üzerinden devrimcilerle yeni bir hesaplaşmaya girdiği ortadadır. Ben istersem, izin verirsem gömülürsünüz demektedir. Devlete-sisteme karşı bu denli yalnız mıyız?''
Söz uçar yazı kalır. Bu dönemleri geçtik ya da Aydınlanmacı aklın bir dışavurumuydu bu ve benzer minvaldeki cümleler. Şimdilerde, medya ve gösteri alanlarının biçimlendirdiği dünyamızda, yazı da uçup gidiyor. Özellikle görüntü ile birleşen, görüntüleşen/gösterileşen yazılar buna ben görüntü-yazı diyeceğim- medyanın kendi varlık sebebiyle koşut bir biçimde çözünüyor, yok oluyor; uçuyor. Bugün, habercilik bağlamında özgül bir yazı alanından söz edemeyecek noktadayız. Görüntü-yazı var artık ve onun eylemsizleştirdiği, unutkan kıldığı bireyler.
Artık medya vasıtasıyla ki medya bir ideolojidir!- başka bir dünyanın haberlerini izler gibi izliyoruz yaşadıklarımızı; daha da ötesi umursamıyoruz, ya da o an umursayıp aniden unutuyoruz. Sorumluluklarımızı yerine getirdiğimizi düşünüyoruz okuduğumuz her yazının sonunda; özellikle de onları retweetlediğimizde, facebooktan paylaştığımızda. Ama öyle olmuyor, gerçek hep gösteri dünyasınının ötesinden varlığını duyurmaya çalışıyor bizlere. Örneğin medya alanlarına teslim olurken bizler burada medyanın tüm alanları kastedilmektedir- Aziz Güler beklemeye devam ediyor sınırda.
Bugün 13. gün. 13 gün oldu Aziz Güler öleli. Aziz Güler, 13 gündür bu ülkenin sınırlarında bekletiliyor. Azizin kurucu üyelerinden olduğunu öğrendiğimiz Genç-Sen dışındaki sendikalar suskun, insan hakları ve demokrasi sevdalısı STKler suskun, sol örgüt ve yapılar suskun. (Buradaki ortak suskunluklara, basın açıklamaları ve dayanışma mesajları ve tabii bu yazı da dahildir.) Şimdilik yasal yolları denemeye devam ediyor aile, kaymakamlıkla yapılan görüşmelerden ve Anayasa Mahkemesinden ret cevabı aldılar. AİHMe gideceklerini söylüyorlar ya da Aziz Gülerin kardeşi Ersin Güler, kardeşini sınırdan sırtlayarak geçireceğini söylüyor.
(Biz ne olacağız peki? Nasıl bakacağız bu fotoğrafa? Bu görüntüleri ailemize, çocuklarımıza, kardeşlerimize nasıl açıklayacağız? Şunları söylerken utanacak mıyız peki: Aziz için yeterli kamuoyunu oluşturamadık, dayanışma zaten 1990lı yıllardan sonra zayıflamıştı, sol zaten güçsüzleşmişti Ya muzır bir yakınımız şunu sorarsa bize: Ya sen, sen ne yaptın?) Kimi sorular ağırdır, insan cevaplamaktan kaçınır, korkar; ama artık Azizin bedeninden de ağır sorularla karşı karşıyayız!
(Küçük bir hatırlatma: Aziz orada ve bizi bekliyor!)
Aydınlanma pratiğiyle yaşamımıza, eğitim hayatımıza daha da çok dahil olan yazı, katı bir pragmatizm ve determinizmle, bir disiplin aygıtı da olarak uzun bir dönem yaşamımızda yer etti. Bu sırada söz ve onun gücü unutuldu; dengbejler ve hikaye anlatıcıları unutuldu. Sözel olanın ve kamusal yaşamın önemli aktörlerinden olan bu anlatıcılar, modernitenin hışmına uğradı ve o günden sonra yazının soğuk yüzüyle karşı karşıya kaldık. Şimdiyse görüntü-yazının etkin olduğu bir dönemdeyiz ve yazılar hızla çözünüyor. Yazı ile medya kol kola girdiğinden beri insan hafızası epeyce nisyan ile malul. Hemen unutuyoruz yazının söylediklerini ya da yazıların görüntü üzerinden girdiği dolaşım rahatlamayı ; dolayımsa unutuşu beraberinde getiriyor.
Halbuki insan, eylemle insandır. İnsanın evrim sürecinde yarattığı en önemli kırılmalar, onun tarihe verdiği yön, eylemleriyle ilgilidir. İnsan eyleyen-insan a, eylem-insana dönüşmeseydi, dünya olduğu gibi olmaya devam edecekti. Şimdi ortak eylemsizliklerimizle yüz yüzeyiz. Yazı bitti, yazının bir dönüşümle görüntü-yazıya dönüşmesinden beri Jean Genetnin RAF tutsaklarıyla ilgili yazdığı yazıların yarattığı infialin, toplumsal etki dönemlerinin çok uzağına düştük veya Sartreın yine açlık grevindeki RAF tutuklularıyla yaptığı görüşmenin hemen ardından devlet erkanını dünyaya rezil ettiği bir dönemin yazı algısının uzağına düştük. Sözün büyüsünü, hikaye anlatıcılığını da içine alarak ellerde politik bir silaha dönüşen yazı, bugün karşı-ideolojik hegemonya olarak var olan medya tarafından iğdiş edilmiş durumda. Herhalde yapılması gerekenlerden biri de bugün yazıyı da kurtarmak ve bir karşı-medya alanı yaratmaktır. Çünkü egemen medyanın görsel ve algısal dünyasını kullanarak, haber sunma tarzını benimseyerek bir karşı medya alanı tarifi yapmak olanaksızdır veya bir yanlıştan başka bir yanlışa düşmektir. (Yeri gelmişken Azizin eylem-bedeni yalnızca devletlileri değil ülkemiz aydın ve yazarlarını da ürkütmüş olacak ki tek bir söz, yazı dökülmedi ağızlardan. Yazıların, repliklerin arasına serpiştirilen o hümanist duyarlılıklar da ortalıkta görünmüyor.)
Aziz bu toprakların evladıdır ve onun bu topraklara gömülmesini istemek insani bir taleptir, ailesi haklı, ama eklemeliyiz ki Azizin bu topraklara gömülmesi aynı zamanda politik bir taleptir, bizler için bir sorumluluktur. Ailenin çaresizliki, onları mecliste açıklamalar yapmaya, kaymakamla görüşmelere, Anayasa Mahkemesi başvurularına itiyor. Şöyle yekvücut yürüyebilseydik sınıra, Azizi almaya geldik diyebilseydik, aile de bizimle olurdu ve burjuva hukukunun sınırları içine hapsolmuş yasaları çarpardık egemenlerin yüzüne, bunlar sizin yasalarınız, bizim değil diyebilirdik! Azizin bedeni diyorum, günlerdir morgda, Azizin bedeni diyorum, bugün 13 gün oldu, onu sırtlayıp getirmek, sınırları aşmak için biyolojik kardeşi olmamıza gerek yok ki, Aziz bizim de kardeşimiz değil midir? Bu ülkenin sokakları, direnişleri, grevleri bizi kardeş yapmamış mıdır?
Aziz, ailesinin söylediği gibi bu toprakların evladıydı, Azizi tanımadım ki tanımam da gerekmez-, Azizin siyasal geleneğiyle de Kurtuluş Hareketi- herhangi bir yakınlığım olmadı, ortak bir tanıdığımız var mıydı onu da bilmem Ama Aziz bu meydanların evladıydı. Gezide bu topraklardaydı Aziz, 1 Mayıslarda bu topraklardaydı, üniversitede eylem ve boykotlarda, TEKEL Direnişinde yanı başımızdaydı. Azizle tek yakınlığım(ız) bu ve Chenin söylediği gibi dayanışma aynı riskleri paylaşmak değil midir? Azizin bedenini ve onun bedeninin bu topraklara gömülmesini istemeliyiz. Çünkü bu, siyasal bir taleptir. Devletin, egemenlerin Azizin bedeni üzerinden devrimcilerle yeni bir hesaplaşmaya girdiği ortadadır. Devlet açıktır ki Sizin bedeniniz bize, bizim yasalarımıza aittir. demektedir, Ben istersem, izin verirsem gömülürsünüz. demektedir, İstersem sizin ölü bedeninizi sınırda günlerce bekletirim. demektedir. Devlete-sisteme karşı bu denli yalnız mıyız?
Yazı yok artık. Yazı, modernliğin gaddarlığına uğradı. Çözüldü yazı. Yazı bir dönüşüme uğrayıp, görüntü-yazı halini aldığından bu yana onun gücü, sözün gücünün çok çok gerisine düştü. Artık başta da belirttiğim gibi- dengbejlerimiz, hikaye anlatıcılarımız yok Ancak Şimdi Ben diyorum ki yeni bir çağ başlasın. Yazının ve sözün etkilerinin çok çok ötesine geçen yeni bir çağ. Eylem-çağ. Görüntü-yazının sinikleştirdiği, unutkan kıldığı, suskunlaştırdığı bireyleri, bedenleri, sınıfı sarsacak, harekete geçirecek bir eylem-çağ. Görüntü-yazının arkasına gizlediğimiz kabullenmelerimizi ve dayanışma yanılsamalarımızı söküp atacak bir çağ. Önce kendimizi, sonra herkesi tüm varoluş pratiklerimizle eylem kıldığımız bir çağ. O zaman alabileceğiz sanırım Azizi. Oradan bir nehir yolu açılacak, o zaman Azizin bedenine doğru yürümeye başlanılacak ve karşımıza çıkan tüm engeller kaldırıp atılabilecek. Aziz o zaman yoldaşlarına kavuşacak, aile o zaman kolumuza girecek yeniden, biz o zaman bakabileceğiz birbirimizin yüzüne!
Ne dersiniz? Başarabilecek miyiz? Bu arada hazır başlamışken yazıyı ve sözü de yeniden birer politik imkan haline getirebilecek miyiz? Bir karşı-medya alanını sadece içeriğe odaklanmadan, sunuş ve oluşturuluş biçimleriyle de yeniden kurabilecek miyiz, yoksa görüntü-yazıların dünyasını yeniden yeniden üretip ortak unutuşlarımızı sürdürecek miyiz?
Bu yazının yeni bir karşı medya alanı oluşturma tartışmaları için bir başlangıç noktası olmasını temenni ederim.
(Küçük bir hatırlatma: 13. gün ve Aziz orada, sınırda bizleri bekliyor!)
Çözüm sürecini başlatırken, Bu yola, analar ağlamasın diye çıktık diyen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Kadının yüzü gülüyorsa o ülke mutludur sözlerinin sahibi Başbakan Davutoğluna, bir ananın haykırışı bu: Oğlumun cenazesini bana verin, bari bayramlarda ziyaret edebileyim.
Suriyenin kuzeyinde, PYDnin denetimindeki Rojava bölgesinde 21 Eylülde IŞİDle çatışmada hayatını kaybeden Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) eski MYK üyesi Aziz Gülerin cenazesinin geçişine hala izin verilmiyor.
Her yolu deneyen aile, Change.orgda bir imza kampanyası başlattı. Yarın öğlen saatlerinde de Meclis önünde düzenleyeceği bir basın toplantısıyla, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) gitmeden önce Anayasa Mahkemesine (AYM) başvuruda bulunacağını açıklayacak.
Çok tanıdık bir anne
Ankaraya doğru yola çıkmadan önce Azizin annesi Elif Güleri, evlerinde ziyaret ettik.
Azizin nasıl bir çocuk olduğunu, ölüm haberinden sonra yaşadıklarını, Ankaranın talimatıyla oğlunun cenazesinin verilmemesi üzerine hissettiklerini Dikene anlattı Elif Güler.
Beşiktaştaki evlerinden içeriye adımımızı attığımızda onu, Hz. Fatımanın elinin asılı olduğu duvarın dibinde çökmüş halde gördük. O, bu ülkenin yani Kasımpaşanın, Konyanın ya da Kadıköyün alelade sokağındaki annelerden biriydi. Hepimize çok tanıdıktı.
Bir hafta önce oğlunun ölüm haberini aldığında yıkılan Elif Güler, Ankaradan bir türlü izin çıkmaması nedeniyle oğlunun cenazesine de kavuşamıyordu. Ve bu durum onu enkaza çevirmişti.
Belki yürekleri cız eder
Bizi görür görmez; Yaz oğlum, yaz. Cumhurbaşkanı ve Başbakan, Azizim hakkında yazılanları okumuyor belli ki. Benim sözlerimi yaz da belki Emine Erdoğan ile Sare Davutoğlu okur. Onlar da ana. Belki yürekleri cız eder de akşam eşlerine rica ederler; Azizimi getirmeleri için dedi.
Elif Gülerin tek isteği, oğlunun İstanbulda toprağa verilmesi. Sevdikleri, arkadaşları son bir kez görsün Azizimi. Ben de bayramlarda ziyaretine giderim hem dedi acılı anne ve başladı Azizi, küçüklüğünden itibaren anlatmaya
Azizim çok duyarlıydı
Aziz çok iyi huylu bir çocuktu. Bir kez bile Oğlum ders çalış dediğimi hatırlamıyorum. Hep çok okur, çok çalışırdı. Hiç üzmedi beni. Üniversite için İstanbula gelen, durumu iyi olmayan çocukları kapar eve getirir, Anne arkadaşım bir süre bizde kalsın mı diye sorardı. Hiçbir zaman Hayır demedim çünkü ben de çocuklarımı çok zor şartlarda okuttum. O çocuklar bir süre bizde kalır, sonra da Aziz bir yolunu bulur; onları ya yurda ya da başka bir öğrenci evine yerleştirirdi.
Azizin, Gabriel Garcia Marquezin Yüz Yıllık Yalnızlık romanının durduğu kitaplığın önünde konuşuyordu Elif Güler: Başkalarının, tanımadıklarının dertlerini kendine dert edinirdi Aziz. Vanda deprem olduğunda yerinde duramamıştı. Afrikada çocuklar açlıktan ölüyor anne. Allah neden onlara yardım etmiyor diye haykırmıştı bir akşam izlediğimiz belgesel sonrası. IŞİD belası ortaya çıktığında da İnsanların kafalarını kesiyorlar anne. Sessiz mi kalacağız diye kızmıştı bana, elimizden ne gelir oğlum dediğimde. Çok duyarlıydı Aziz.
Keşke gitmeseydi
Yani Aziz Rojavaya gitmese olmazdı öyle mi diye sorduğumuzdaysa Marquezin, Yüz Yıllık Yalnızlıktaki Birisi, kabuk tutmuş yaralarımızı okşamaya başladığında, cırt diye açılıveriyor ve oluk oluk kanama başlıyor yeniden sözleri ete kemiğe bürünüverdi.
Güler ağlayarak, Evet, olmazdı. Ama keşke gitmeseydi. Şimdi şu yatakta oturuyor ve bana eskisi gibi bağlama çalıyor olsaydı. Gözlerim, melek olup gittiği için değil de sesinin güzelliğinden dolsaydı keşke.
Beni artık bekleme
Aziz Rojavaya giderken ne ailesine, ne de sevgilisine haber vermiş. Ailesi onu hep İzmirde yaşıyor olarak biliyormuş. En son sevgilisine Beni artık bekleme yazılı bir not göndermiş Aziz. Kim bilir, belki de öleceğini hissetti Azizim dedi annesi, evladının, eskiden yattığı yatağının üzerinde duran fotoğraflarını okşarken.
Erdoğanın, Rojavadaki direnişe katılanları IŞİD ile bir tuttuğunu ve onlar için terörist dediğini hatırlattığımız Güler, öfkeyle konuştu: Onun nezdinde herkes terörist zaten. Siz gazeteciler bile. Hatırlasana Berkin Elvanın annesine neler yaşattılar. Ben Erdoğanın fikirlerini değiştirebileceğini düşünmüyorum. O yüzden eşi Emine hanıma sesleniyorum zaten. Oğlumun cenazesini versinler bana.
Nazım Hikmet in ceseti Rusya da Yılmaz Güney Fransa da Ahmet Kaya Fransa da
Hem devrimci olacaksın hem devletten hicazet alacaksın
Bence Aziz Güler de ölsünün buraya gelmesi konusunda ısrar etmezdi.
Bu nasıl iş hem devletle savaşacaksın hem devlete ölüsü bu topraklara gömülsün diye ricacı olacaksın
Bırakın kardeşim nerde ve kimin için savaştı ise mezarıda orda kalsın.
İspanyol çingenelerinin bir sözü vardır ölülerimiz nerde ise vatanımız orasıdır derler. İşte Aziz Gülerin vatanı artık Rojava.
Nazım Hikmet in ceseti Rusya da Yılmaz Güney Fransa da Ahmet Kaya Fransa da
Hem devrimci olacaksın hem devletten hicazet alacaksın
Bence Aziz Güler de ölsünün buraya gelmesi konusunda ısrar etmezdi.
Bu nasıl iş hem devletle savaşacaksın hem devlete ölüsü bu topraklara gömülsün diye ricacı olacaksın
Bırakın kardeşim nerde ve kimin için savaştı ise mezarıda orda kalsın.
İspanyol çingenelerinin bir sözü vardır ölülerimiz nerde ise vatanımız orasıdır derler. İşte Aziz Gülerin vatanı artık Rojava.
Ailesinin isteği oğullarının yanlarına gömülmesi ise devletin de bu talebi yerine getirmesi lazım. Solcuların görevi de ailenin isteğinin yanında yer almaktır, devletin değil.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.