1970lerde Türkiyede politizasyon sol açısından sorunluydu. Temel olarak da sol, kitlesel politizasyonu iktidar perspektifiyle karşılayamadığı için Önceki on yılda sosyalist devrimci TİP iktidarı düşünüyordu. Asker-sivil aydın zümre diyen MDDciler de bir biçimde iktidarı düşlüyorlardı.
Bir bütün olarak sol 12 Marttan sonra iktidar misyonunu CHPye havale etti. Bunun adı ha faşizme direniş olmuş, ha demokratik cepheler
1960larda hayata değen bir teorik tartışma vardı. Türkiyede sivil toplumun on fırın ekmek mi yemesi lazımdı, seçimle iktidara gelinmesi mümkün müydü, sol bir darbe olur muydu, işçi sınıfı kitapta yazdığı gibi öncü devrimci rol alabilir miydi Bunlar hangi derinlikte yapıldıklarından bağımsız olarak ciddi tartışmalardır. İktidarı düşünen nitelikli bir tartışma yapar.
1970lerde MDDnin millisini ulusal diye değiştirmek veya halk sözcüğünü eklemenin ötesinde ne var? Kır gerillası mı kent gerillası mı tartışması, idamlardan, Kızıldereden sonra bir anlam taşıyabilmiş midir? CHP ister küçük burjuva olsun, ister ulusal burjuvazinin sol kanadı, sol adına onun iktidarı özlenecekse, tartışma boş değil midir? En acayibi de patron-ağa devleti ile ağa-patron devleti kavramları arasındakiydi. Hangi sözcük öne gelirse gelsin, sosyalizmi belirsiz bir geleceğe ertelemekte anlaşan taraflar vardı çünkü
Haksızlık olmasın, derinlik ve gerçeklikle temas arayışına ara sıra rastlanabiliyordu. Yeni solda Birikim ve geleneksel solda Yürüyüş dergilerinde görece rafine tartışmalar yürütüldü. Ama Birikimcilik de, Yürüyüşün yayın organı olduğu TİP de solun marjinalleriydi.
1970lerde iktidar perspektifi olmayan ve bu nedenle hızla düzey kaybeden sol, yine de inanarak tartışıyordu! Saçma görünebilir, ama sözcüklerin yerini değiştirmenin çok önemli olduğuna inanan ve bu tartışmalardaki konumlara örgütlenen on binlerden söz ediyoruz. Bu insanlar gözü pek militanlardı. Birbirleriyle akla ve sola sığmayacak yöntemlerle çatıştıklarında bile inanıyorlardı.
İnanmak
Solun bu en temel insani özelliği yitirmesi nasıl bir iştir?
İnanmak dürüstlüktür, özveridir, devrimciliği bir yaşam biçimi olarak kavramaktır. O zamanlar iktidar perspektifini bırakmış kadrolar devrimcilik adına CHPye inanıyorlardı. Her şeye inançsızlık salgılayan Birikimcilik bile bu salgıladığı şeye inanç besliyordu!
Bunca tarih hatırlatması bugüne gelmek için...
***
Bana sorarsanız, Türkiye solu hiç bu kadar dejenere olmamıştır!
1920lerde Ankaradaki Sovyet temsilcisi Aralov Moskovaya raporlar gönderiyor. Lafı, belli ki, Kemalistlerle ittifaka bağlamak için, Moskovanın Türk komünistlerini sorup durmasının anlamsız olduğunu yazıyor. Çünkü ortada komünist denecek kimse yoktur! Somut örneklerle yozluklar, beceriksizlikler tarif eder. Sonuçta haksızlık eder, ayıp eder.
Ama anlattıklarının hepsinin doğru olduğunu varsaysak bile, 2015 itibariyle durum bundan beterdir!
Türkiye solunda iktidar perspektifinin hiç bu denli parlamentoya havale edildiği görülmemiştir.
Üstelik parlamentarizmin adresi de önemsiz. İsteyene CHP isteyene HDP! Yanlarına AKPyi veya ondan parçaları alarak veya değil; ikisi de oluyor, fark etmiyor.
Doğrusu ben, 1970lerde milli değil ulusal, ağa değil patron diye birbirlerini boğazlarcasına tartışan gençleri insana daha yakın buluyorum Her şey bir yana, inanıyorlardı.
İnsan elbette korkar. Ama insanın korkusu hayvanınkinden farklı olmalı. Korku, kural olarak, aklı egemenliği altına alsaydı, toplum nasıl değişirdi ki? Solcu da korkar, ama solcu asıl halkın siyaseten teslim alınmasından korkar. 2015te halktan önce solcu teslim olacağı büyük cephe arıyor. Bomba patlar patlamaz koalisyona koşuluyor.
İktidar perspektifi mi? Eğer NATO ile ABye, veya son haftalarda çıkan yeni versiyon itibariyle Rusyaya bel bağlanmayacaksa iktidar düşüncesinin isinden söz edemeyiz.
Eskiden insanlar sosyalizme, devrime, siyasal mücadeleye inançlarını yitirdiklerinde bu işleri bırakırlardı. Bugünse facebook sayfasında yazdığını silmek, yeni bir tweet atmak yetiyor. Tartışma dediğiniz şey, 140 karaktere sığıyor. Bu sol, söylediğine, yaptığına, iddia ettiğine inanmıyor
Bu yazılar gerçekten önemli yazılar; elbette ve hala sosyalizme inancını sürdüren ve yitirmeyenler için! O inanç var mıydı, o da ayrı bir konu!
Lafa gelince çoğumuz sosyalist olduğumuzu söylüyoruz. Marks, Engels ve Lenin alıntıları da o sırada aklımıza geliyor. Ama ya sonrası; en ''uçanımız'' bile Marks, Engels ve Lenin'i siyasal devrim perspektifinden uzaklaşmanın argümanı haline getiriyor. ''Marks İrlanda'yı neden destekledi?'', ''Lenin UKKTH konusunda ne dedi?'' konuları tartışılırken bile amaç bu konularda ne söylenmek istediği değil, kuyrukçu siyasetin gerekçelerini yaratmaktır. Bu davranış biçiminin de, somut hali kuyrukçuluk olan bu anlayışın karşılığı da devrime ve sosyalizme inançsızlık değil de nedir?
Siyasi devrim perspektifinden yoksunluk iktidar olma mücadelesini bir başka ''güce'' devretmektir, işçi sınıfının iktidar olma misyonunu ötelemek ve/veya reddetmek anlamına gelmektedir. Sıkışma hissedildiğinde ''kızıl bayrağı oraya buraya dikeceğiz'' demek değildir. Sınıf mücadelenin ana eksenini ve doğrultusunu sosyalizm, devrim ve sosyalist iktidar perspektifi oluşturmuyorsa, aksi yönde ne söylenmeye çalışılırsa çalışılsın sosyalizme inançsızlık Türkiye sosyalistlerinin ''dejenerasyonu''ndan başka nedir ki?
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.