31 Mart'ı Doğan Avcıoğlu'nun gözüyle hatırlamak: 31 Mart'ta yabancı parmağı
"İngiliz basını ve İstanbuldaki İngiliz Sefareti ayaklanmayı ellerinden geldiği kadar desteklemişlerdir. Mustafa Kemal: Dictateur yazarı Philippe de Zaraya inanmak gerekirse, başta Fitzmaurice olmak üzere, Intelligence Service, 31 Mart Ayaklanmasına yardım etmiştir."
31 Mart 1325 (13 Nisan 1909) günü Ayasofya'nın avlusunda toplanmış gerici kalabalık
Editörün Notu: Eski takvime göre 31 Mart 1325'te (13 Nisan 1909) gerçekleşen Meşruiyet karşıtı gerici ayaklanmanın önemli bir boyutunu, dış güçlerle ilişkisini, Doğan Avcıoğlu 1969 yılında yayımladığı 31 Mart'ta Yabancı Parmağı başlıklı çalışmasında ele almıştı.
Gericiliğin tarihimizdeki en cüretkar meydan okumalarından biri olan 31 Mart'ın gerçekleşmesinde kapitalist sistemin tepesinde yer alan İngiltere'nin rolünün incelendiği bu çalışmanın "31 Mart'ı 'Intelligence Service' düzenledi" (Intelligence Service: İngiliz Gizli Servisi) başlıklı yedinci bölümünü soL okurlarıyla paylaşıyoruz. Avcıoğlu, 31 Mart'a pek bakılmayan bir pencereden bakıyor ve bu olayı Osmanlı'nın paylaşılması sürecinde İngiltere-Almanya çekişmesi üzerinden inceliyor. Avcıoğlu'nun analizi, bu başlıklara ek olarak, Türkiye'de o dönemdeki ilerici güçlerin sınırlarını da resmeder nitelikte olması açısından önem arz ediyor.
YOBAZLARIN PATRONU FITZMAURICE
31 Mart irtica olayı, Almanyanın lehine sonuç vermiştir, fakat ayaklanmanın baş aktörünün İngiltere olduğundan pek az şüphe edilebilir. Daha önce de gördüğümüz üzere, o günlerin lider emperyalist devleti, İttihatçıların balayı hayallerine rağmen, milliyetçi eğilimleri dolayısıyla onları kuşkuyla karşılamış ve milliyetçi harekete karşı olan her türlü yerli unsurla işbirliğine yönelmiştir. Hüseyin Cahit Yalçının deyimiyle, Meşrutiyetin ferdasında Abdülhamitin zulmüne düşman olduğu zannolunan İngilterenin İstanbul sefirinin arabasını, hürriyete kavuşmuş Türkler, beygirleri çıkararak sokaklarda çekmişlerdir. Fakat İstanbuldaki İngiliz Sefareti, İttihatçıları, Chauvin, müfrit nasyonalist ve müfrit vatansever bularak muhalefeti teşçi etmişlerdir. (1)
Ahmet Emin Yalman da, İngiltere ve müttefiki Rusyanın İttihat ve Terakkiye karşı tutumunu şöyle değerlendirmektedir:
İngiltere ve Rusya, Türkiyenin bütün hoşnut olmayan unsurlarıyla birleştiler. Bunlar arasında Ermeniler, Rumlar, Kürtler, Çerkezler ve Arnavutlar gibi ırki ve dini azınlıklar, eski rejim mensupları, dinsel bağnazlar, muhalif basın liderleri, yeni rejimden umdukları nimetleri bulamayanlar, prensip itibarıyla gizli komiteye karşı çıkan bazı aydınlar bulunmaktaydı. ( ) Seçimlerde, Rus ve İngiliz siyasi ajanları, aktif biçimde muhalefet adaylarının kazanması için çalışmaktaydı. (2)
İngilizlerin İttihatçılara karşı destekledikleri lider, Çılgınlık derecesinde İngiliz taraftarı dedikleri ihtiyar Kamil Paşadır. Meşrutiyetin ilanından kısa süre sonra, Kamil Paşa ile İttihatçıların arası açılınca, İngiliz basını, İttihat ve Terakki ile gizli komite aleyhine şiddetli bir kampanya açmıştır. Kamil Paşanın 31 Ocak 1909da düşürülmesi üzerine, İttihatçıların İngiltereyle dostuzteminatına rağmen, kampanya şiddetlenmektedir.
İstanbuldaki İngiliz Sefareti ise, Kamil Paşayı tekrar iktidara getirmek için tertiplere girişmiştir. Bu işleri yürüten baştercüman Fitzmauricedir.
Avcıoğlu'nun bahsettiği İngiliz Sefareti Baştercümanı Gerald Fitzmaurice (1865-1939)
İngilizlerin bir zamanlar CIA kadar ünlü gizli örgütü Intelligence Servicein ileri gelen bir adamı olan Fitzmaurice, Celal Bayarın deyimiyle, Türkiyenin istikrarını bozmak isteyen şahıs ve gruplarla devamlı temas halindeydi. Meşrutiyetin ilanını sağlayan ve onun bekçiliğini yapmak isteyen İttihat ve Terakki Cemiyetini yıkmakla meşguldü. (3) Daha önce Anadoluda Ermeniler hesabına faaliyet gösteren Fitzmaurice, İstanbulun kudretli kişilerindendir. Mesela, 7 Ağustos 1908de, İttihatçılardan ürkerek, İngiliz Sefaretinden yardım rica eden Abdülhamitin ünlü Sait Paşası için İttihatçılardan, Paşaya bir şey yapılmayacağı hususunda teminat alan kişi Fitz Mauricedir.
Meşrutiyetin ilanı üzerine, derhal Sadrazam köşküne gidip, Sultanın halkla teması gerek deyip, Abdülhamitin isteksizliğine rağmen, bunu başaran yine Fitzmauricedir. (4)
Büyük Gazete'nin 31 Mart'ı kapağına taşıdığı 10 Şubat 1928 tarihli sayısı. Abdülhamit'in elinde tuttuğu 31 Mart'tan İstanbul üzerine ve Boğaz'a kan damlıyor.
Fitzmaurice, İttihat ve Terakki muhalifleriyle sıkı ilişkiler kurmuştur. Rauf Orbay, hatıralarında Fitz Mauricein Albay Sadık ve Prens Sabahattini 31 Martı hazırlamakta alet olarak kullandığını yazmaktadır. (5) Volkancı Derviş Vahdetinin ikiz kardeşi Serbesti gazetesi başyazarı Mevlanzade Rifat, Fitzmauricein önünde iki büklüm olmaktadır. Ziya Şakir Zokonun yazdığına göre, Mevlanzade Rifat Bey, gereke Meclis koridorlarında ve gerek Babıali salonlarında Fitzmauricee tesadüf ettikçe yerlere kadar eğilmekte, şaşılacak derecede büyük bir hürmet göstermektedir. (6) Fitzmauricein bendesi Mevlanzade, 31 Mart ayaklanma günü gazetesinde, İngilterenin Bizi, bizden ziyade düşündüğünü belirttikten sonra, İngilizlerin bir öğüdünü dile getirmektedir. Öğüt, İttihat ve Terakkinin izaleedilmesidir. İttihatçılar devrilince, Mevlanzadeye göre, Avrupanın güveni geri gelecek ve Osmanlı ülkesine birçok yatırımlar yapılacaktır.
Bu şartlar altında, İngiliz basını ve İstanbuldaki İngiliz Sefareti ayaklanmayı ellerinden geldiği kadar desteklemişlerdir. Mustafa Kemal: Dictateur yazarı Philippe de Zaraya inanmak gerekirse, başta Fitzmaurice olmak üzere, Intelligence Service, 31 Mart Ayaklanmasına yardım etmiştir. (7)
Bu ileti en son melnur
tarafından 02.12.2020- 03:33 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
31 Mart irticaında, İngiliz parasının döndüğünü delilleriyle tespit etmek güçse de, 31 Mart ayaklanma günü İngiliz Elçiliğinin, kendine bağlı konsolosluklara bir genelge göndererek, olayın yanlış anlaşılmaması için çalıştığı muhakkaktır. Ayaklanma günü, Yüzbaşı Bettelheimin de, şüpheli şartlar altında, Ayasofyada dolaşması dikkati çekmiştir. (8)
Ayaklanmadan sonra, Hareket Ordusu başkente girinceye kadar, İstanbulda işbirlikçi muhalefet ve İngilizler istedikleri gibi at oynatmışlardır. Hariciye Nazırı Rifat Paşa ve 31 Mart tertipçilerinden İsmail Kemal, Sina Akşinin deyimiyle, İngiltere Sefaretini Akıl danışılarak, yardım istenecek komşu kapısı sayan kişilerdir.Muhaliflerden İsmail Kemal, işbirlikçi bir Arnavut nasyonalistidir. Yunan Hariciye Nazırı Baltacisten para alarak, Osmanlı mebus seçimlerinde çalışmak için görevlendirilmiştir. (9) Bu satılık kişi, İngilterenin adamıdır. Bütün Arnavut köylerine, dağıtılan bir telgrafında, İsmail Kemal, tertipçilerin arasında yer aldığı 31 Martın, bir irtica hareketi olmadığını söylemiştir. Ona göre 31 Mart, Efkar-ı umumiyenin, memleketin siyasi hayatına diledikleri gibi hükmetmek isteyenler aleyhine ayaklanmasından ibarettir. (10) Bir iddiaya göre, İngiliz Sefaretinin 31 Mart, irtica olayı değildir. Yanlış anlamayın mealinde konsolosluklara yolladığı genelge, İsmail Kemalin telkini üzerine yazılmıştır.
Dönemin önemli yayınlarından L'Illustration "Türk Anayasasının Koruyucusu" başlığıyla çıktığı 15 Mayıs1909 tarihli sayısında Hareket Ordusu Komutanı Mahmut Şevket Paşa'yı Pera'da gösteriyor.
İNGİLTERE, HAREKET ORDUSUNU DURDURMAK İSTİYOR
Ayaklanma üzerine istifa eden Ahmet Rıza Beyin yerine Meclis başkanlığına getirilen İsmail Kemal, herhalde İngiliz Sefaretinin telkinleriyle, olayın bastırılmasının, Sadarete Kamil Paşanın ve Harbiye Nezaretine Nazım Paşanın getirilmesine bağlı bulunduğunu Abdülhamite söylemiştir. Eğer, hareket kesin başarıya ulaşmış olsaydı, Tevfik Paşanın yerine Kamil Paşanın Sadarete geleceğinden şüphe yoktu. Fakat Rumelide Hareket Ordusu, İstanbul üzerine yürümeye hazırlanmaktadır. Her şeyden önce, bu yürüyüşü önlemek gereklidir. Ünlü The Times gazetesi, Hareket Ordusunun tehditlerinden blöf diye söz etmektedir. Times, üç haftadan önce yığınak yapılamayacağını, yapılsa da, Nazım ve Ethem Paşaların İstanbul yakınında bir yığına müsaade etmeyeceğini muhakkak saymaktadır. İngilizci Hükümetle, Harbiye Nezaretini kabul eden Ethem Paşa, Mahmut Şevket Paşaya çeşitli siyasi mahzurlara meydan vermemek üzere, İstanbula yürümeyin direktifini vermiştir. Fakat İngiliz ve Yunan parası ile beslenen Meclis Başkanı İsmail Kemal, Mahmut Şevket Paşanın, Bab-ı Alinin sözüne kulak asmayacağını bilmektedir. Bunun içindir ki, işbirlikçi meclis başkanı, Hareket Ordusunun İstanbula girişini engellemek üzere, İngiliz Sefiri Lowthere başvurmuştur. Lowther, bu teklifi olumlu karşılamış, Hareket Ordusunu durdurmayı denemiştir. (11) Ama, teşebbüs başarısız kalmıştır. Meşrutiyeti kurtarma heyecanı ve azmi içinde yola çıkan ve Almanya tarafından da desteklenen Hareket Ordusu, İstanbula girmiş ve İngilizci rejime son vermiştir.
Burada dikkati çeken bir nokta, Türk Donanmasının başında bulunan İngiliz Amirali Gambelin durumudur. Hareket Ordusu, Yeşilköye geldiği zaman donanmanın Gambel Paşa kumandasında denize açılacağı ilan edilmiştir. Fakat, Yeşilköy açıklarında demirleyen filoya Miralay Rüstem Bey kumanda etmiş ve durum bir bildiri, daha doğrusu bir yalanlama ile açıklanmıştır. Amiral Gambelin işine de, Hareket Ordusu İstanbula egemen olduktan sonra, Sina Akşinin deyimiyle, zamansız ve şüpheli şartlar altında son verilmiştir. O tarihte, Yıldızda görevli bulunan Halit Ziya Uşaklıgil, bu ayrılışı şöyle yorumlamaktadır:
Kısa bir zamanda böyle bir muvaffakiyet gösteren bu zatın vazifesinde devamı, istikbal için bir müjde hükmündeyken, ondan tam istifade edilecek zamanda hizmetine hatime çekilmesi elbette bir sebebe müstenid olacaktı ki, bunu anlayamamıştık yahut anladık da, anladığımızda ısrarla tevakkuf etmedik. (12)
Bu olağanüstü ayrılış, İngiliz Amiralinin Hareket Ordusu aleyhine ve İstanbulda 31 Mart ayaklanmasını düzenleyen İngilizci muhalefet lehine şüpheli bazı faaliyetlerde bulunmasının sonucu mudur, bilmiyoruz. En azından, donanmamızın başına getirilen İngiliz Amiralinin 31 Marttan sonra güvenilir bir kişi olmaktan çıktığı söylenebilir.
İNGİLİZ HARİCİYESİ'NİN ÖZELEŞTİRİSİ
Böylece, Kamil Paşayı yeniden iktidara getirmek üzere, İngiltere ve işbirlikçi muhalefet tarafından düzenlenen 31 Mart Ayaklanması beklenenin tersi bir sonuç vermiş, İstanbulda Alman nüfuzu artmıştır.
Olaydan sonra, İngiltere Hariciye Nazırı, İstanbuldaki Sefirine yazdığı bir mektupta, belli ki, İttihat ve Terakkinin elindeki gücü çok küçümsedik ( ) son 3-4 ayda İttihat ve Terakkiye ve Genç Türklere karşı kendimizi fazlasıyla eleştirici bir tutuma kaptırdık diyerek, özeleştirisini yapmıştır. (13) Fakat biraz sonra göreceğimiz üzere, İttihat ve Terakkiyi devirip, İngilizci Kamil Paşayı iktidara getirmek üzere, Fitzmauricein işbirlikçi muhalefetle birlikte giriştiği darbe teşebbüsleri son bulmayacaktır.
1) Halkçı gazetesi, 18.6.1954
2)Turkey in the World War, Yale University, s. 45.
3) Ben de Yazdım, s. 904
4) a.g.e., s. 908
5) Yakın Tarihimiz, c. II, s. 80
6) Ben de Yazdım, s. 186
7) Mustafa Kemal: Dictateur, s. 61
8) Sina Akşin, 31 Mart Ayaklanması ve ona yol açan olaylar (teksir), s. 488
9) Edward Driault, La Grèce et la Grande Guerre, de la Rèvolution Turquie au Traité de Lausanne, c. V, s. 8
Mehmet Bozkurt'la 31 Mart üzerine: 16 Nisan'ın 'Evet'i yeni 31 Mart olur
Ülkenin en önemli kırılma anlarından biri olan 31 Mart şeriatçı ayaklanmasını 108. yıl dönümünde tarihçi, yazar Mehmet Bozkurt'la konuştuk. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, Abdülhamid'den daha gerici olduğunu ifade eden Bozkurt, 16 Nisan referandumunda çıkacak "Evet"in yeni bir 31 Mart anlamına geleceğine dikkat çekti.
Ali Ufuk Arikan
31 Mart 1909, ülke tarihinin en önemli kırılma anlarından birine sahne olmuştu. Bundan 108 yıl önce başlayan şeriatçı ayaklanmayı, ayaklanmanın sonuçlarını ve bugüne bıraktığı mirası tarihçi, yazar Mehmet Bozkurt'la konuştuk.
Bozkurt, bugün iktidarın ve özelinde Erdoğan'ın, adına diziler çektirdiği, her konuşmasında örnek gösterdiği Abdülhamid'den daha gerici olduğunu söylerken, 1909'la 2017 arasında önemli bağlantılara ve yakınlıklara dikkat çekti. 31 Mart ayaklanmasının ülke tarihini ve sonrasındaki akışı belirleyen önemli kırılmalardan biri olduğunu belirten Bozkurt, 16 Nisan referandumunda çıkacak "Evet"in yeni bir 31 Mart anlamına geleceğine işaret ederken, çıkacak "Hayır"ın ise 31 Martçılara karşı önemli görevler yükleyeceğine dikkat çekti.
Bozkurt'la 31 Mart'ta yaşananlar, İttihat Terakki ve günümüze bıraktığı miras üzerine konuştuk.
CEMİYET VE PARTİ BİR VE AYNI ŞEY DEĞİL...
31 Mart'ta yaşananlara gelmeden önce belki 8 ay öncesine, 1908 devrime gitmek gerekir sanırız. 1908'den 31 Mart 1909'a geçerken tarih nasıl aktı da bu ayaklanma yaşandı?
Evet, 31 Mart'a gelmeden öncelikli olarak 1908 devrimine bakmamız gerekiyor. 1908'de benim bizim çocuklar dediğim ya da benim bizim çocuklar demekte ısrar ettiğim devrimciler var. Bu devrimciler, çeteye çıkıyorlar. İşte Resneli, Enver gibi gençler dağa çıkıp Abdülhamid'e karşı artık silahlı mücadeleye girişiyor. Bunların başında Resneli Niyazi var. 1908'de Abdülhamid meşrutiyeti ilan etmek zorunda kaldıktan sonra, 25 Temmuz'da çok şey değişiyor İstanbul'da. Çok sayıda gazete çıkıyor, dernekler kuruluyor, sendikalar kuruluyor. Bir toplumsal kaynaşma ortaya çıkıyor ve İttihat Terakki karşıtı görüşler de burada yeşermeye başlıyor.
Burada iki şeyi ayırmayı önemli görüyorum: İttihat Terakki Fırkası ve İttihat Terakki Cemiyeti. Bir parti var, bir de cemiyet dediğimiz örgüt var. Bu ikisi arasında çok ciddi farklar var. 1908'in hemen ardından yapılan seçimde İttihat Terakki Fırkası neredeyse yüzde 98'le seçimi kazanıyor ama Cemiyet, Partiyi tam olarak asla kabul edemiyor. Mesela İttihat Terakki milletvekillerinin kongrelere katılıp katılmaması konusu bile tartışılıyor. Sonrasında 3 vekilin katılması kararı alınıyor, bunlara da konuşma hakkı verilip verilmemesi tartışma konusu oluyor. Bu gizliliğini İttihat 1918'e, kapatılıncaya kadar koruyor. Cemiyet üyeleri örgütü adeta göz bebekleri gibi korurlar, düşünün, partiyle bile ilişkisi son derece kısıtlı.
Zaten karşı devrim hareketinin gelişmesinde de Meclis'in atıl kalması, yani 1909 gerici baş kaldırmasında Meclis'in büyük çoğunluğu İttihat Terakki Partisi mensubu olmasına rağmen ayaklanmanın ilk günlerinde son derece tutuk davranmış, tutuk kalmıştır. Oysa Cemiyet öyle değildir, Cemiyet'in ana merkezi Selanik'tir. Haberleşme ve ulaşımın aksaması nedeniyle İstanbul'a kolay ulaşılamadı örgüt. O nedenle isyan büyüdü ve gelişti, Meclis'te geri çekildi. O yüzden İttihat Terakki dediğimizde akla parti gelir, parti değil Cemiyet'in merkezde olduğunu görmememiz gerekiyor.
Arada bir açı var, direksiyon Cemiyet'te?
Kesinlike, çok da ciddi bir açı var.
BABIALİ BASKININA KADAR...
Buradan 31 Mart'a geldiğimizde, 1908 yaşanıyor ve Cemiyet Selanik'te. İTC iktidarı almakta neden bu kadar tereddüt ediyor, neden daha cüretli davranmıyor?
Davranamıyor çünkü devrimi yapan çocuklar, genç insanlar. Osmanlı geleneğinde gençlerin yönetici kadrolarda yer alması pek söz konusu değil, kendilerine yönetim konusunda güven duyamıyorlar ve yaşlı insanlara yönetimi bırakıyorlar fakat Talat Paşa gibi bir örgütçü var ve o bu yaşlı yöneticilerin yanına bir tane genç koyalım örgütten diyor. Onların hem yönetimi öğrenmesini hem de gözlerini açıp iktidarı denetlemesini istiyor. Böyle bir yöntem izliyor İttihatçılar. 1913 Babıali Baskını'na kadar yönetimi İttihatçılar almıyor.
31 Mart'ı yaratan koşulların en önemli nedenlerinden biri bu sanırım. Peki, 31 Mart'ı yaratan diğer koşullar nelerdi, bu karşı devrim girişiminin kaynakları nelerdi?
31 Mart'ta bugün AKP içindeki koalisyon benzeri bir gerici koalisyon var. Bir kere Derviş Vahdeti dediğimiz bir dinci var, Volkan gazetesinin başyazarı. Bir de Prens Sabahaddin dediğimiz liberal görüşlere sahip bir isim ve Ahrar Partisi var. Bu ikisinin ortaklığı söz konusu ve başka mutsuz insanlar da var. İTC'nin orduyu gençleştirme çalışmaları var. O dönem okuma yazma bilmeyen paşalar vardı ve bu isimlerin tasfiyesi süreci başladı. Er ve erbaşlar arasında huzursuzluk çıktı ve bu isimler de isyanda yer aldı. Ayrıca medrese öğrencileri de bu isyanda yer aldı. Eskiden medrese öğrencileri ve bırak medrese öğrencilerini İstanbul doğumlular askerlik yapmıyordu, 1908 sonrası eşitlik gereği onlara da askerlik zorunluluğu getirilince onlar da gerici ayaklanmada yer aldı. Ayaklanmanın merkezinde yer alan iki ana figür ise Derviş Vahdeti ve Prens Sabahaddin olmuştu.
Abdülhamid'in oynadığı rol neydi bu süreçte? Abdülhamid bu kavganın içinde başka bir gerici figür olarak karşımıza çıkar fakat karşı devrim sırasında tam olarak rengini belli etmez, sonuçlanmasına bakar.
Yine mi denge politikası? Evet, ünlüdür dengeciliği. Bu yüzden 31 Mart'ı ilk başta dışarıdan gözler ama Cemiyet bunu asla affetmez. Mesela Cemiyet-Parti arasındaki farklardan biri de budur, partinin vekilleri isyanın bastırılmasından sonra Abdülhamid'in yargılanmasını reddeder ama Cemiyet bu konuda kararlı ve tahtttan indirilmesini sağlayan da bu baskı zaten. Cemiyet bu gerici ayaklanmadan Abdülhamid gibi hafiye ordusuna sahip bir ismin habersiz olmasının mümkün olmadığına emindir.
'İNGİLİZ PARMAĞI ÇOK NET'
31 Mart geliyor ve gericiler ayaklanıyor İstanbul'da. Bu sürecin kırılma anları neydi?
31 Mart öncesinde bir takıım önemli olaylar var. Cemiyet'e karşı 1908 devriminden hemen sonra saldırılar başlar. Volkan bugünkü Yeni Akit'ten farklı değildir. Derviş Vahdeti de Yeni Akit'in herhangi bir yazarına benzetilebilir hatta Yeni Akit biraz daha gerici olabilir Volkan'a göre, Volkan meşrutiyet karşıtı değil, Cemiyet karşıtlığı çok yoğun.
Burada özellikle Serbesti gazetesinin başyazarı Hasan Fehmi'nin öldürülmesi kırılma anı oluyor ve o günden sonra intikam çağrıları yer alıyor gerici basında. Ve 31 Mart'ta da bu ayaklanma başlıyor. Burada Volkan gazetesinin çok önemli bir rolü var. Ordu içine muazzam bir şeriat propogandası yapılıyor. Bakın çok ilginçtir, İttihatçıların devrimi koruması için Taksim'deki kışlaya yerleştirdiği 4. Avcı Taburu'nda başlıyor ayaklanma. Volkan tam da burada çok etkili olmuştur çünkü. Er ve erbaşların şeriat mektupları bu gazetede yayımlanmış, açıkça şeriat çağrıları yer almıştır.
Ve bu iş sonunda şeriatçı ayaklanmayla patlamıştır.
Bu süreçte İngilizlerin rolüne de belki tam burada değinmek gerekiyor? İngiliz parmağı çok ciddi biçimde var 31 Mart'ta. İngilizler çok açık bir biçimde destekliyor bu şeriatçı ayaklanmayı. İngilizler Kamil Paşa ve Prens Sabahaddin'in yanında yer alıyor. Dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş bir olay da var; İngiltere Kralı 4 kez sadrazam olarak atanan Kamil Paşa için Abdülhamid'e tebrik mesajı iletiyor ve iyi ki sadrazam yaptınız diyor. İş o boyutta yani... 31 Mart tarihinde de İngilizler bu şeriatçı ekibin yanında yer alıyor.
Fotoğraf: Emre Köse
Meşhur 'Hareket Ordusu'nun yola çıkışına gelirsek... Hareket Ordusu'nun oluşumu ve Cemiyet'in bu süreci örgütleme süreci nasıl gelişti? Cemiyet'e haber geldiğinde, o dönem "Hürriyet'in Kabesi" denilen Selanik'e haber geldiğinde, sadece Cemiyet değil birçok insanda büyük infiale yol açıyor İstanbul'daki bu şeriatçı ayaklanma. Derhal İttihat Terakki kulüplerinde toplantılar yapılıyor ve harekete geçilmesi kararı alınıyor. Sonrasında bildiğiniz gibi Hareket Ordusu yola çıkıyor...
'HAREKET ORDUSU AYNI ZAMANDA BİR HALK HAREKETİ'
Hareket Ordusu'nda Mustafa Kemal'in rolüne ilişkin çokça tartışma var, siz neler düşünüyorsunuz? Bu çok tartışmalı bir konu. Hareket Ordusu'nun adını Mustafa Kemal'in verdiği, Mahmut Şevket Paşa'nın kurmay subayı olduğu tezleri var ama bunların doğruluğu çok tartışmalı. Yalçın Küçük burada Mustafa Kemal'in temel rol oynamadığını söyler. Burada temel rolü oynayanlar 1908'de çeteye çıkan gençlerdir aslında. Enver'dir, Resneli'dir, Atıf Kamçıl'dır, Eyüp Sabri'dir ve bunların hepsi bir bölüğün başına geçmiştir.
Bu arada mutlaka eklemek gerekir, Hareket Ordusu sadece bir "ordu" değildir. 25 bin asker varsa Hareket Ordusu'nda içinde, 15 bin de sivil var. Yalçın Küçük, Hareket Ordusu için Kuvayi Milliye'nin bir pilot projesi olduğunu söyler. İçinde herkes vardır bu ordunun. Resneli'nin dağda kovaladığı Bulgar çeteleri, Yahudiler, Rumlar herkes burada vardır. Yine Hüseyin Cavit yanılmıyorsam, dün bakkal olarak gördüğüm adam at üstünde, silahıyla İstanbul'a gidiyor der. Sadece bir ordu olarak görmememiz lazım, gericiliğe karşı yükselen bir halk hareketi olarak görmek lazım.
Bu orduyu bir araya getiren şey temelinde Abdülhamid'e duyulan öfkeye dayanıyor diyebilir miyiz? Abdülhamid'in yıllardır sürdürdüğü despotik politikalara karşı o kinin patladığı andı tam da...
Tekrara düşerek belki... Volkan gazetesi var, Abdülhamid tahtta duruyor. İttihat neden buna müsade ediyor 1908 sonrası?
İttihat ve Terakki henüz genç bir hareket, çok çocuk İttihatçılar. İttihat ve Terakki hem iktidarı alıyor hem de tüm bu olan bitenlere tam ve net müdahalede bulunmuyor. Bu, 1913 Bab-ı Ali Baskını'na kadar böyle devam ediyor...
Tek gerici ayaklanma sadece 13 Nisan da değil bu arada. Bir gün sonra Adana olayları başlıyor. Orada da Ermeniler üzerinden bir gerici ayaklanma var ve yine İttihat Terakki karşıtlığı üzerinden başlıyor bu ayaklanma. Oradaki gericiler, ''Ermeniler, Klikya devletini kuracak'' şeklinde propaganda yaparak insanları İttihat ve Terakki'ye karşı ayaklandırdılar. Nitekim Cemal Paşa ayaklanma sonrası Adana'ya gittiğinde ''17 bin Ermeni öldürüldü, 1,700 de Türk öldürüldü'' diyor. Ermeniler nasıl Türkleri kesmiş olabilir ki bu durumda?
Bu olay sonrasında dahi Ermeni örgütleriyle İttihat ve Terakki'nin arası gayet iyi durumdaydı ve bir süre böyle devam etti. 1912 seçimlerinde yine İttihat ve Terakki listesinden çok sayıda Ermeni milletvekili vardı...
Hareket Ordusu geldi ve ayaklanmayı ezdi. Tam da bu andan sonra İstanbul'da nasıl bir hava vardı? İttihat ve Terakki ilk günden olaya tam olarak el koydu, Divan-ı Harp kuruldu ve Galata Köprüsü'nde idam sehpaları dizildi. Derviş Vahdeti asıldı, Prens Sabahattin, İngiliz konsolosluğunun da yardımıyla yurt dışına kaçtı fakat 1909'da Trablusgarp savaşı başladığı için yine İttihat ve Terakki sonunu getiremedi. İsyanı bastıran İttihat ve Terakki yine yönetimi başka türden bir gericiliğe teslim etmek zorunda kaldı.
Hep konuşulur, ''1908'de iktidar oldular ama bir şeyi değiştiremediler'' İttihatçılar denilir. 1913'e kadar gün yüzü görmemiştir İttihatçılar. Trablusgarp ve Balkan Savaşlarıyla ve I. Dünya Savaşı'yla karşı karşıya kalan İttihat ve Terakki, nefes alamıyor ki içerde hamle yapsınlar, gericilikle mücadeleyi ilerletsinler.
'KURTULUŞ SAVAŞI'NIN TAM DA GÖBEĞİNDE İTTİHAT'
Bu, 1918'e kadar böyledir. 1918'in Kasım ayının başında İttihatçıların ünlü önderleri ülkeyi terk ederken parti kapatıldı ama ''Cemiyet'' kapatılmadı. Cemiyet hep durdu ve Kuvayi Milliye dediğimiz, Kurtuluş Savaşı'nın 16 ay boyunca batı cephesinde Yunan saldırısını durduran, isyanları bastıran Kuvayi Milliye, aslında İttihat ve Terakki'dir. Ben, İttihat ve Terakki ve ''Cemiyet''i ısrarla birbirinden ayırıyorum. Milli Kurtuluş Savaşı'nın da tam göbeğinde İttihat ve Terakki vardır.
'ERDOĞAN, VAHDETİ'DEN DAHA GERİCİDİR'
31 Mart, gericilikle mücadele başlığında bu coğrafyaya nasıl bir miras bıraktı size göre?
Aslında Tayyip Erdoğan, Derviş Vahdeti'den daha gericidir. Derviş Vahdeti, meşrutiyete düşman değildi, bizim ''reis-i cumhur hazretleri'' cumhuriyete düşman. Şu an daha gerici bir durumla karşı karşıyayız. Bugün Tayyip Erdoğan ve Cübbeli Ahmet ikilisi, Prens Sabahaddin ve Derviş Vahdeti ikilisinden farklı değildir. Bunlara karşı mücadeleyi örgütleyecek olanlar liberaller falan değil, biziz. Yani ancak sosyalistler bunun altından kalkabilirler.
Son olarak 1908 ve 1909'un günümüz Türkiye'sine yansımalarını nasıl görüyorsunuz?
Abdülhamid özentisi bildiğiniz gibi siyasal İslam'da bol miktarda var ama açıkça söylemek gerekir, Abdülhamid'in de gerisinde bunlar. Abdülhamid modern bir insan, kız okulları açmış, bu anlamda modern yanları olan, gözünü Avrupa'ya dikmiş, Avrupa'yı takip eden birisidir. Hatta Mustafa Kemal'in de Abdülhamid'in öğrencisi olduğundan söz edilir. Bana kalırsa Tayyip Erdoğan ve ekibi Abdülhamid'den daha geri.
Şunu da eklemek istiyorum; önümüzde bizim bir 16 Nisan var, kuşkusuz ki hayır diyoruz biz ama 16 Nisan'da eğer ''evet'' çıkarsa bu bir yeni 31 Mart olacaktır. Bunun önüne geçmek gerekiyor. Ama sadece ''hayır'' demek de yeterli değil, ''17 Nisan'dan sonra ne yapacağız?'' önemli olan bence bu.
31 Mart: 109 yıl önceki şeriatçı ayaklanmayı anımsamak
Bugün 31 Mart... Bir şeriatçı ayaklanmanın 109'uncu yıldönümü... Türkiye bugün 31 Martçıların iktidarını yaşıyor. Ülke, 1908 Devriminden daha geri bir noktada... İki yıl önce interaktif olarak yayımladığımız 31 Mart Dosyası'nı okurlarımızla bir kez daha paylaşıyoruz...
Ahmet Çınar - Turgut Yıldız
31 Mart şeriatçı ayaklanması, 13 Nisan 1909da kimi medrese öğrencilerinin, şeriat isteklilerinin ve bazı askeri birliklerin İstanbuldaki yönetime karşı gerçekleştirdikleri bir ayaklanma Miladi takvime göre 13 Nisan 1909da yaşanan bu ayaklanma, Rumi takvime göre 31 Mart 1325te yaşandığı için tarihte de 31 Mart Vakası olarak anılageldi.
Siyaset bilimci, gazeteci, yazar Doğan Avcıoğlunun önemli eserlerinden biri de 31 Martta Yabancı Parmağı adlı kitabıdır. İlk baskısı 1969da yapılan bu kitapta, 31 Mart Ayaklanmasında İngiliz emperyalizminin nasıl bir desteği olduğu çeşitli örnekler, olaylar, karşılaştırmalarla gözler önüne serilir.
Şeriatçı Bir Ayaklanma 31 Mart Olayı adlı kitabın yazarı Prof. Dr. Sina Akşin de, gerici ayaklanmayı durdurmak için Selanikten harekete geçen Hareket Ordusunun İngiltere tarafından durdurulmak istendiğini yazar. Ancak İngilterenin bu girişimi başarısız kalmıştır. Meşrutiyeti kurtarma heyecanı ve azmi içinde yola çıkan Hareket Ordusu, İstanbula girmiş ve İngilizci rejime son vermiştir.
Moderatörlüğünü Volkan Algan'ın yaptığı araştırmacı-tarihçi Barış Zeren'in konuk olduğu programda Türk sağı tarafından yüceltilen, ülkenin modernleşme serüvenin panzehiri olarak sunulan 2. Abdülhamid'in yönetim anlayışı, kişiliği, aydınlarla ilişkisi, dış politika tercihleri ele alınıyor.
113 yıl sonra 31 Mart gerici ayaklanması: Kahrolsun istibdat yaşasın hürriyet!
31 Mart gerici ayaklanmasından 113 yıl sonra yeniden her şey yerli yerinde. Sultanlar, saraylar, gericiler... Ama öte yandan 31 Mart’ın sloganı güncel hâlâ: Kahrolsun istibdat ve yaşasın hürriyet!
ORHAN GÖKDEMİR
Hareket Ordusu 19 Nisan’da Çatalca’daydı. Ordunun başında Mahmut Şevket Paşa vardı, Kurmay Başkanlığı görevini Enver Bey üstlenmişti. 19-21 Nisan tarihleri arasında Resneli Niyazi’nin Ohri Milli Taburu, Arnavut Başkim Kulübü üyeleri, eski Bulgar Komitecileri Sandanski ve Paniçe’nin, Rum kaptanlar Keta Cevarablo ve Krayla’nın, Arnavut Bayram Fehmi Çirçis’in birlikleri başta olmak üzere Türk, Arnavut, Rum, Ermeni, Yahudi asker ve gönüllüler İstanbul önlerine gelerek Hareket Ordusu’na katıldılar. Darülfünun talebeleri, İstanbul’daki kıtalarından kaçan subaylar, İzmit’ten gelen Müslüman, Rum ve Ermeni gönüllüler de Yeşilköy’deki orduya katıldılar.
22 Nisan’da Yeşilköy’e gelen bir grup Ermeni kadın, Hareket Ordusu yetkililerine üzerinde “Yaşasın Vatan, Yaşasın kanun-ı Esasi” yazılı bir bayrak hediye ettiler. Vartkes Efendi kadınların tutumunu öven bir konuşma yaptı. Bayrağı ve çiçek demetini alan Enver Bey ve diğer zabitler, Ermeni kadınların bu jestine, “Yaşasın Taşnaksutyun Cemiyeti!” diyerek alkışlarla karşılık verdiler.
24 Nisan’da Enver, Fethi (Okyar), ve Hafız Hakkı (Paşa) Beyler’in başlarında oldukları birlikler İstanbul’a girdiler. Kâğıthane-Şişli üzerinden gelmekte olan birliğin kumandanı Kurmay Kolağası Muhtar Bey, Taksim Topçu Kışlası’ndan (Gezi Parkı) açılan ateşle vuruldu. Şiddetli çatışmaların ardından Babıali, Taşkışla, Taksim Topçu Kışlası ve Maçka Kışlası gibi direnen yerler top ateşine tutularak ele geçirildi. Selimiye Kışlası daha kolay teslim oldu. Hareket Ordusu 25 Nisan’da İstanbul’a büyük oranda egemen oldu. Taşkışla’da ve Taksim Topçu Kışlası’nda ölen isyancı askerlerin gece yakındaki Surp Agop Ermeni Mezarlığı’na gömüldükleri söylentisi çıktı. Hareket Ordusu kuşatma altında tuttuğu Yıldız Sarayı’na 26 Nisan akşamı girdi. Nihayet, 31 Mart’ta başlayan gerici ayaklanma tamamen bastırılmıştı.
Resmi verilere göre, Hareket Ordusu’ndan 44 ölü, 95 yaralı, ayaklananlardan 240 ölü, 475 yaralı vardı. Binbaşı Muhtar Bey ve diğer Hareket Ordusu şehitleri, Gümüşsuyu’ndaki Alman Büyükelçiliği’nin önünde, büyükelçinin de katılımıyla yapılan törenin ardından kortej eşliğinde Şişli’ye götürüldüler ve Hürriyet-ı Ebediye adı verilen bir tepeye defnedildiler.
Toplu mezarların başında bir konuşma yapan Enver Bey, “Müslümanların ve Hıristiyanların yaşarken ve ölürken, bundan böyle hiçbir ırk ve inanç ayrımı tanımaksızın yurtsever arkadaşlar olduklarının nişanesi olarak yan yana yattıklarını” vurguladı. Kolağası Muhtar Bey’in atının üstünde Taksim Kışlası’ndan açılan ateşle vurulduğu yere “Şehit Muhtar Caddesi” adı verildi...
Şeriata karşı omuz omuza! Hekim kökenli tarihçi Sacit Kutlu “Balkanlar ve Osmanlı Devleti” adlı kitabında 31 Mart gerici ayaklanması ve ardından yaşananları böyle anlatıyor.
Yukarıdaki olaylar 13 Nisan 1909 ya da 31 Mart 1325 tarihinde “Padişahım çok yaşa”, “Şeriat isteriz” diye ayaklanan alaylı askerlerin ve softaların isyanının bastırılmasının hikayesidir. Yağma, cinayet, linç, binaları yakıp yıkma ile başlayan bu gerici ayaklanma askerlerin katılımıyla büyümüş, ancak Hareket Ordusu’nun gelip bastırmasıyla son bulmuştur.
Fakat “Hürriyet” davasının birleştirdiği insanlar çok değil üç-beş yıl sonra karşı karşıya geldi. Eski dünya hızla bir büyük savaşa doğru yuvarlanıyordu. Şaşkın Osmanlı eliti ülkeyi elinde tutma çabasının paniği içindeydi. Emperyalist güçlerin parmağı her yerdeydi. Sonra yine bir Nisan gününde, Hürriyet davası için İttihatçılarla birlikte omuz omuza savaşan Ermeniler bir bir toplanıp sürgüne gönderildi. Sonra o büyük dram, tehcir… Çabalar, ülkenin ve devletin paramparça olmasını engellemedi ve geride büyük bir insanlık ayıbı ve inanılmaz dramlar bıraktı.
Ama nihayetinde bütün bunlara karşın, Hürriyet-ı Ebediye ya da Abide-i Hürriyet tepesinde Müslüman ve Hıristiyan, Yahudi ve Arnavut, Türk ve Rum, Bulgar çeteciler ve Rum kaçakçılar yan yana, koyun koyuna yatıyor. Geçmişin aydınlık yanıdır bu!
Aydınlanma birleştirir Milliyetçilik ve din davası böler, aydınlanma ve özgürlük mücadelesi birleştirir. Öyle olduğu için gerici ayaklanmayı bastırmak için koşan Hareket Ordusu Ermeni kadınlar tarafından çiçeklerle karşılanır, “Yaşasın Vatan, Yaşasın kanun-ı Esasi” şarkısı hep birlikte hep bir ağızdan söylenir.
31 Mart gerici ayaklanması 1909’da, demek ki 113 yıl önce başlamıştı. Abdülhamit iktidardaydı. Yobazlardan oluşan bir güruh “şeriat isteriz” çığlıklarıyla ayaklandılar. Hamit sarayında olup biteni sessizce izlemekle yetindi. Başarırlarsa baş ağrısı İttihatçılardan kurtulmuş olacaktı nihayetinde.
Ayaklanma tamamen bastırıldıktan sonra Abdülhamit alaşağı edildi ve Selanik’e sürgüne gönderildi. Devirenler yerine Hamit’in kardeşi Mehmet Reşat’ı oturttu. Kurulan Divan-ı Harpte yargılananlardan 70’i idama, 420’si çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı. Ayaklanmanın sembol isimlerinden Derviş Vahdeti 19 Temmuz 1909’da idam edildi. Önünde ipe çekildiği Ayasofya Camisi’nin müezzini, Nakşibendi tarikatı üyesi, Said Nursi’nin de yazdığı Volkan gazetesinin kurucusuydu. Sarayın desteğini alan gazete, İslamcılık propagandası yapıyordu. Doğan Avcıoğlu “31 Mart’ta Yabancı Parmağı” adlı kitabında bu tabloya bir de İngiliz Emperyalizmini ilave eder ki, emperyalizme sırtını dayamadan gericilik mümkün değildir.
113 yıl sonra yeniden her şey yerli yerinde. Sultanlar, saraylar, nevzuhur dervişler, gerici gazeteler, emperyalizmin kışkırtıcı parmakları, her boydan Nakşi tarikatçıkları, saray yalakası soytarı bürokratlar tarih sahnesinde tutunmak için debelenip duruyor. Yalçın Küçük’ün deyişiyle “Türkiye’nin uzun 31 Mart’ını” yaşıyoruz hâlâ. Esası 31 Mart’ı Uzun 31 Mart’ın dışına doğru uzatmaktan ibarettir. Sonunda yenilmeleri kaçınılmazdır.
Bugün 31 Mart. Ve 31 Mart’ın sloganı güncel hâlâ: Kahrolsun istibdat ve yaşasın hürriyet!
Şeriat isteriz bağırtıları arasında Kör Ali…Ve Deniz Binbaşısı Ali Kabuli Bey’in gerici bir güruh tarafından linç edilmesini Yıldız Sarayı’nın penceresinden izleyen kambur bir silüet!
1908 Devrimi’ne saldırı: 31 Mart 1909 Ayaklanması - MEHMET BOZKURT
Temmuz’dur… Makedon dağlarında çeteye çıktılar. İlkin Kolağası Niyazi takvimler 3 Temmuz 1908’i gösterirken peşine taktığı 200 fedaisi ile Resne’de “çeteye çıktı”. Sonra yol oldu dağlar; Eyüp Sabri Ohri’de, Enver Tikveş’te, Salahattin ve Hasan Tosun Arnavutluk’ta dağa çıktılar. Sarayın peşlerine saldığı omuzları sırmalı göğüsleri nişanlı anlı şanlı paşaların kimilerini gecenin bir vakti don gömlek dağa kaldırırken, kimilerini de onlarca muhafızın arasında kan revan içinde yere indirdiler. Sonra Firzovik’te 20 bini aşkın Arnavut’un ayaklanması…
Devrimin adı Temmuz’dur. Partinin adı İttihat ve Terakki. Devrim diyoruz, meşrutiyetin ilandır. İstanbul ahalisi meşrutiyetin ilanını bir gazete bildirisi ile öğrendi. Yazık, nereden bilecek ahali, “hayırlısı olsun” deyip beklemeye durdu. Hüseyin Cahit Yalçın, ünlü gazeteci not düştü:
“Gazeteyi merakla coşkuyla gözden geçirdim; hiçbir değişiklik yok. Bir gün önceki gazetelerin aynı, boş, kuru, sahte, cansız bir edebiyat!”. Sonra Cuma selamlığı ahali tek bir ağız:
“Padişahım çok yaşa!”
Siz bakmayın İstanbul ahalisinin meşrutiyeti Saray’ın lütfu olarak algılamış olmasına. Devrimin ruhu Selanik’te İttihat Terakki’dir. Zorun merkezi ise Resne’li Niyazi, Ohri’li Eyüp Sabri, Tikveş’te Enver, Salahattin, Hasan Tosun bir de Binbaşı Vehip:
(…)
anlaşılmaz bir sıcak
ortalık ana baba günü
yağlı bir fes kalabalığı dalgalanıyor
neferi zabiti esnafı işçisi
arnavut türk ve rum
yahudi ve bulgar
makedonya dağlarının özgürlüğünü
gözlerine işlemiş komitacılar
iplik iplik kan
ateş menekşesi
“hürriyet” birdenbire açıklanıyor
binbaşı vehip bey tarafından
çıkmış top arabasının üstüne
(altmış numaralı top arabası)
konuşan sanki topun namlusudur
yani vatan
***
Buna devrim diyoruz. Burada bi not düşmek isterim. Şimdi unutuldu ,23 Temmuz’un meclisin 21 Ocak 1909 günlü oturumunda Hüseyin Cahit Yalçın’ın önergesiyle İyd-i Milli (Milli Bayram) ilan edildiğini ve 1934 yılına kadar törenlerle kutlandığını bilir miydiniz, Çok oldu unutalı. Unutturulan ilk devrimimizdir.
***
Devrime karşı muhalefetin ilk adımını Sabahattin Bey attı. Avrupalıların “Prens” unvanını yakıştırdıkları Sabahattin Bey, eski İttihatçıdır. 1908 Temmuz devriminden kısa bir süre sonra 2 Eylül’de beraberinde babası Damat Mahmut Paşa’nın cenazesi olduğu halde İstanbul’a döndü. Jön Türklerden 1902 kongresinde ayrışan Sabahattin, İstanbul’a dönüşünün ilk günlerinde İttihatçılardan epeyce itibar görmüş olmasına rağmen yönetimde kendine layık görüp biçtiği makamlara getirilmemesi üzerine Ahrar Fırkasını (Hürler Partisi) kurdu. Aralık 1908 seçimlerine pek iddialı giren parti İttihat Terakki karşısında hiç bir varlık gösteremedi. Aday listesinin başında yer alan Prens Sabahattin, Sadrazam Kamil Paşa ve cumhuriyet döneminde linç edilecek olan gazeteci Ali Kemal hayal kırıklığına uğradılar. Hani derler ya “deve dişi…” Deve dişi gibi adamlardı. Yeminli İttihatçı düşmanlığı cephesinin başköşesine kuruldular. Buna bir diyoruz.
Şuna da iki olsun:
1908 Devriminin sağladığı özgürlük ortamında yayımlanmaya başlayan çok sayıda gazete var. Bunlardan biri de Volkan gazetesi. 11 Aralık 1908’de yayımlanmaya başlıyor. Gazetenin sahibi ve başyazarı Hüseyin Cahit’in “ağzı kirli mühlik” olarak tariflediği Derviş Vahdeti’dir. Volkan aynı zamanda, Ayasofya’da okutulan mevlitle kuruluşunu ilan eden İttihat-ı Muhammedi Cemiyeti’nin, parti diyebiliriz, yayın organı olduğunu da açıklıyor ve cemiyetin tüzüğünü yayınlıyor ve biz tüzüğün birinci maddesinden, artık ne demekse, Hz. Muhammet Mustafa’nın derneğin başkanı olduğunu öğreniyoruz. Gazetenin aynı nüshasında iki de duyuru var. Daha doğrusu iki çağrı. İlki cemiyete üye kaydına yönelik ve şöyle:
“Ey Muhammet şeriatının düşmesini istemeyen müminler! Allah-u Zülcelal aşkına Peygamberimiz Muhammet Mustafa adına bu cemiyete giriniz.” İkincisi ise İttihat Terakki karşıtı gazeteler Mizan, Serbesti ve İkdam gazetelerine yapılan cephe çağrısıdır:
“Acele et Mizan! Arş ileri Serbesti! Sebat et İkdam! Hakperest matbuat hep hücum edelim; işte kale-i istibdat! İşte şehit-i hürriyet, zincirlerle bağlanıyor, bize imdat diye kollarını uzatıyor; kale ise zayıftır, sihirlidir ki bize kuvvetli görünüyor. Kale muhafızları da sihirle bağlı. İşte Volkan sancaktarlık vazifesiyle ilerliyor; arş ileri! Şehit olursam da siz dönmeyiniz! Zira zafer bizimdir.”
Bu çağrının ardından adı geçen gazeteler Volkan’ın ardına diziliyor. Gazetenin adından ötürü “Mizancı” namlı eski İttihatçı Murat, İttihatçıların “Cemiyet Kanadı”nın, gerici ayaklanmanın hemen öncesine Galata Köprüsü’nde tabancayla vurup öldüreceği Serbest Gazetesinin başyazarı Hasan Fehmi ve İkdam Gazetesi başyazarı Ali Kemal…Matbuat kesiminde oluşan gerici cephede istihdam ediliyorlar
Şu da üç diyerek devam edelim:
Meşrutiyetin ilanı ile birlikte orduda bulunan “alaylı” subayların hakimiyetlerini yitirmesiyle birlikte keyiflerinin bozulması... Kurulan yeni düzende eğitimli, disipline öncelik veren Harbiyeliler vardır artık. Harbiyeli olmayan çoğu da yaşını başını almış ve “alaylı” olarak adlandırılan bu subayların hızla tasfiye edilmeleri ordu içinde büyük bir hoşnutsuzluk yaratmış, bu hoşnutsuzluktan olmalı, erlikten subaylığa terfi etmeyi bekleyen azımsanmayacak çoklukta er ve erbaş yığınını gerici cepheye taraf olarak yönlendirmiştir. Volkan Gazetesi bir yandan yeni düzenden hoşnut olmayan er ve erbaşların şikayet mektuplarını yayımlarken, öte yandan İttihat-ı Muhammedi Cemiyeti bilhassa Avcı Taburları içinde hızla örgütlenmeye başlamıştır. Öte yandan o güne kadar askerlikten muaf tutulan medrese öğrencilerinin yeni düzende herkesle eşitlenip bu ayrıcalıklarının ilgası, bu arada dolgun maaşlı paşaların maaşlarının indirilmesi ve “beşik uleması” zevatın arpalıklarının kesilmesinin İttihatçı karşıtı gerici cepheyi genişlettiğini ve güç kattığını ilave etmek gerekir.
İşaret fişeği Ali Kemal’in Darülfünun’da öğrencilere yaptığı kışkırtıcı konuşmayla veriliyor… Sonrasında Avcı Taburları… Sultanahmet Meydanı’nda miting…Derviş Vahdeti ve meydanda açılan yeşil bayrak… Ardından başlayan mektepli subay avı. Galata Köprüsü’nde sağlı sollu asılmış subay ölüleri… Şeriat isteriz bağırtıları arasında Kör Ali…Ve Deniz Binbaşısı Ali Kabuli Bey’in gerici bir güruh tarafından linç edilmesini Yıldız Sarayı’nın penceresinden izleyen kambur bir silüet!
***
“Meşrutiyet tehlikede” telgrafını çeken Talat olarak kalmış aklımda, yanılıyor olabilirim, Harekât Ordusu İstanbul’a giriyor ve ezip düzlüyor… Harekât Ordusu yolda iken tehdit ve hakaret içerikli telgraflarla boğuyorlar Bâb-i âli’ yi. Telgraflardan biri, yazarken yüzüm kızarıyor, çok ayıplı sözler var ama ne yaparsın, belge işte ve şöyle:
“Makam-ı Sadarette bulunan alçağa
Size 2 Nisan 1325 tarihli telgrafımızla yirmi dört saat mühlet verilmişti. Henüz vücud-i rezilâlenizle teşviş ettiğiniz makamlardan çekildiğinize dair bir iş’ar vuku bulmadı. Bundan çok memnun oldu; bari tertip edeceğimiz cezaya bu suretle istihkakınızı kendiniz tasdik etmiş oldunuz. İhtimal ki orada bulunan bir takım kerhaneci evlatları ilk telgrafımızı vermediler. Onları alınız, okuyunuz, ki vebal bizde kalmasın. Okumadığınız takdirde Allah’ın laneti, analarınızın donu başınıza geçsin. Okumayanlar, telgrafları vermeyen alçaklar kendilerini yok bilsinler….Ey namussuzlar…”
Bu telgrafın altında Harekât Ordusu içinde yer alan ve kendilerine “İpek Fedaileri” adını vermiş olan bir grubun imzası var.
Bu kadar…
Gerisini Orhan Gökdemir “113 yıl sonra 31 Mart gerici ayaklanması: Kahrolsun istibdat” başlığı ile geçen hafta Sol’da pek güzel yazmış, okuyun tavsiye ederim.
Not:
Bu yazı, epey oluyor,3 Nisan 1916 tarihinde Sol’da yayınlanan “31 Mart gerici ayaklanması “Analarınızın donları başınıza geçsin” başlıklı yazımın çok az eklerle yeniden yazılmış halidir.
Şiir ve telgraf metni Tevfik Çavdar’ın “Talat Paşa, Bir Örgüt Ustasının Yaşam Öyküsü” kitabından alıntılanmıştır (Dost Kitabevi Ocak 1984).Ayrıca yazının hazırlanışında kaynak olarak Sina Akşin, Jön Türkler İttihat ve Terakki; Hüseyin Cahit Yalçın, Siyasi Anılarım; Tarık Zafer Tunaya, Siyasal Partiler cilt:3 kullanılmıştır.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.