O hep 19 yaşında bir komünist: 54 yıl sonra da çağırmayı sürdürüyor, sürdürecek...
3 Haziran 1963'te fiziksel varlığıyla aramızdan ayrılsa da, o hep 19 yaşında... 19 yaşındayken Doğu Halkları Emekçileri Komünist Üniversitesinde siyasal bilimler öğrencisi oluşunu şöyle anlatıyor: Benim ilk çocuğum, ilk hocam, ilk yoldaşım / 19 yaşım / Sana anam gibi hürmet ediyorum / edeceğim/ Senin ilk arşınladığın yoldan gidiyorum / gideceğim..."
Komünist şair Nâzım Hikmet, tam 54 yıl önce bugün, 3 Haziran 1963'te aramızdan ayrıldı. Komünist şair Nâzım Hikmet bugün, 3 Haziran 2017'de hâlâ aramızda ve çağrısını sürdürüyor.
Nâzım Hikmet, yobazın karanlığına karşı kurşun eritmeye çağırıyor. Türkiyede emek ve insanlık değerleri ne zaman dirense ve ne zaman yükselse Nâzım Hikmet oradadır. Çünkü olağanüstü eserlerin usta yaratıcısı Nâzım bir komünisttir.
Ne mutlu ki, bu dünyadan göçeli 54 yıl geçtikten sonra, boyun eğmeyen insanlık Nâzım Hikmetin aydınlığa çağıran elini hissediyor.
Asaf Güven Aksel, yıllar önce yine bu köşede yayınladığı "Hep 19 yaşında bir şair" başlıklı yazısında şunları söylüyordu:
Dedesinden Nâzımı, babasından Hikmeti alır 1902de Selanikte doğan bebek. İstibdattan bunalan baba, dışişleri memurluğundan istifa edip Halepe göçürdüğünde aileyi, daha kundakta. Halepte vali bir dede, ama hürriyetçi, sürgünden sürgüne gidip duruyor. Diyarbakır. Ne yapsalar geçim derdi karşılarında. İstanbulun Kadıköyü. Küçük Nâzımın kafasında camdan teyyareler, sarı defterinde şiirler, ellerinde resim boyaları. Ve Nişantaşı Sultanisinden her yıl aferin varakası. 11 yaşında yazdığı ilk şiiri Feryâd-ı Vatan olan bir çocuk. Birinci Dünya Savaşı. Dayısının, Çanakkalede İngiliz emperyalizmince öldürüldüğünün bilincine varışla şekillenen şiirler
1920. İstanbul işgal altında. Umut Anadoluda. Bir veda şiiri bırakıyor babasına: Git bugün o ıssız yollarda ağla / Dört yıldır her yerde can verirken ilk / Bak bugün mukaddes duygularınla / Sana sus derlerken Haykır!.. ey gençlik. Kuvvayı Milliyeye silah ve cephane kaçıran bir örgüt eliyle İnebolu. Farklı bir dünyayla tanışma. 1921de Bolu Sultanisi kısmı iptidai muallimi. Şeyhler, ağalar, mollalar. Bu kara kuvvetin kara elleri / Böyle sarılırken boğazımıza / Gönüllerimizde bir o hırsıza / Hâlâ veriyoruz kutsî bir yeri. Sevilen öğretmen, sürekli izlenen bir çıban başıdır artık. Şiir, tarih, felsefe. Adını ilk kez duyduğu Mustafa Suphilerin katledildiği haberi. Kafasında uyanan sorular. Bulduğu yanıtlar. Göğsünde 15 yara, kalbi çarparak Rusya yolunda.
Doğu Halkları Emekçileri Komünist Üniversitesinde (KUTV) siyasal bilimler öğrencisi. 19 yaşında Benim ilk çocuğum, ilk hocam, ilk yoldaşım / 19 yaşım / Sana anam gibi hürmet ediyorum / edeceğim/ Senin ilk arşınladığın yoldan gidiyorum / gideceğim / Benim ilk çocuğum, ilk hocam, ilk yoldaşım / 19 yaşım / / Köpüklü şahlanışların dönüm yeri.. / Dünyanın altıda biri / kan içinde doğuran ana.. / İstasyondan istasyona / yalınayak / tankları kovalayarak / açlıkla yarış... / Şarkıların boyu kilometre / ölümün boyu bir karış... / Kafkas / güneş / Sibirya / kar / Seslenebildiğiniz kadar ses- / -lenin / 24 saatte 24 saat Lenin / 24 saat Marks / 24 saat Engels / Yüz dirhem kara ekmek, / 20 ton kitap / ve 20 dakika şey! /...
Sonrasında, hep 19 yaşında. Leninin ölüsü başında nöbetçiyken, yıl daha 1924ken, Kalbe bir bıçak gibi giren hâtıraların / dilsiz olduklarını anlıyorum / Kar yağıyor / ve ben hatırlıyorum diyecek kadar büyümüş, çok şeyler yaşamış bir genç adam. Köpüklü şahlanışların dönüm yeri demesi, bundandı
1925. Memleketinde. 19 yaşının namusunu korumaktan, boynunda 15 yıl zindan hükmü asılı, kaçak. Mühürdar açıklarında bir taka, içinde tayfa giysili Nâzım. Burjuvanın tokadına yüzümü uzatamam! 25 kilometreden pırıl pırıl Moskova.
1928. Genel af. Yeniden memleketi, memleketinin pasaportsuz yurtdışına çıkışçıklık bir hapishanesi.
Sonra, 1929 gelir, o 19 yaşındayken. 835 Satır yayınlanır. Edebiyat, şiir, siyaset bu andan itibaren eskisi gibi olamayacaktır. Nâzımın şiiri, ülkeyi kuşatır. Hele o türkü! O toprak çanaklarda güneşi içenlerin türküsü! Topraktan, ateşten, sudan, demirden doğanların Ölülerinin matemini tutmaya vakti olmayanların Güneşi zaptedeceğiz Hemen arkasından, KUTVdan arkadaşı, Çinli devrimci, Si-Ya-Unun anısına yazdığı destanın kitaplaşması: Jokond ile Sİ-YA-U. Bundan böyle, Türkiye, dünya şiirine en kıymetli evladını armağan etmiştir. Hiçbir ülkede şiir tarihi çalışmaları, onun adı geçmeden yazılamayacaktır.
19 yaşındadır Nâzım, artık tepeden tırnağa bir kavga olarak geçen ömrü boyunca. Şiirler yazacak, oyunlar, makaleler, senaryolar yazacak, putları devirecek, dışarıdan çok içeride kalacak, hep ama hep halkın safında olmanın gençliğini yaşayacaktır.
Kellesini kurtarıp nida ve sual işaretlerinden, bir büyük kavgada açık ve endişesiz girmiştir safına. TKPsi vardır! Oğlunu bile emanet edeceği partisi! Topraktan öğrenip kitapsız bilen köylüsü vardır! Karabükte çelik döken, Bursada havlu dokuyan işçisi vardır! Dünyanın dört bir yanında, aynı ekmek, aynı hürriyet için dövüştüğü, yüzünü görmediği dostları vardır. Madrid kapısında onun için dikilen, kar altındaki nöbetçiye yün çorapla karşılık verecektir. Dünyanın dört bir yanında düşmanları! Gizengayı öldüreceklerdir, Taranta Babuyu! Sermayenin, emperyalizmin kanına susamışlığını ilan eder! Ülkesi vardır, canından çok sevdiği! Ülkeleri vardır, ülkesinin yarınını bugünden yaşayan vatandaşlarından olduğu! Aşkları vardır aşkları! Yegân yegân insanlık beyanıdır!
Böyle bir saf tutuşun şiiriyle büyüdükçe büyüyen bir Nâzım Hikmetin hep 19 yaşında kalmışlık muammasını açıklar belki de, taşların, denizin, insanın gözündeki kederi, ansızın sevinmeyi, yağmuru, hapiste yatmayı, ulaşılmazları, hasretleri sevmesine şükreden dizeleri.
Tarihleri sıralayabilir, yolculuklarını, yazdıklarını, mapusluklarını, sevdalarını kronolojiye dökebilirsiniz. Sonuç, 19 yaşında bir komünistin kavgası, mutluluğun bedelini ödemekten yüksünmemesi, şiire vurulan damgadır.
3 Haziran 1963. 19 yaşında ölmüştür. Moskovada. Yüreğinde bir memleket sızısı. Moskova 19 yaşım, 60 yaşım, öğretmenim, yoldaşım dediği yerde bile, bir sızı Bahar yağmurlarının bile silemediği
Nâzım Hikmetten Haziran Direnişine -Kemal Okuyan
Türkiyeden bir Nâzım Hikmet çıktı. Memleketini seviyordu, çok seviyordu; komünistler memleketlerini severler. Ama soru açıktır: Türkiyeden bir Nâzım Hikmet çıkması normal midir?
Bereketli topraklardır ama bazen fena halde çoraktır memleket. İşgalde örneğin çoklukla kabulleniş hakimdir, milli mücadele Anadoluya serpiştirilmiş bir azınlığın iradesiyle, zorlamasıyla, uyandırmasıyla yola koyulmuştur. Gerçek budur ve kurtuluşun, onun kahramanlarının bu yüzden daha kıymetli olduğu bile söylenebilir.
Nâzım Hikmetin destanı ise berekete işaret eder, kıyamaz memlekete, adı üzerinde destanlar böyle yazılır.
Nâzım Hikmet memleket, memleket Nâzım Hikmet deriz demesine de bu memleketten Nâzım Hikmetin çıkmasına, Nâzımın anlattıklarından da bizim memleketin çıkmasına insanın bazen inanası gelmez.
Bazen
Türkiye işçi sınıfına selam dediğinde de koca şair, gürül gürül gelen, ağırlığını hissettiren bir işçi sınıfı yoktur ortada. İşçi sınıfı ayağa kalkmadan, Nâzım onu dizeleriyle ayağa kaldırmıştır.
Ama Nâzım bir hayalci değildir, alabildiğine gerçektir, bu memlekette tutulması gereken noktayı tutmuş, buna değeni güzelleştirmiş, öfkeyle üstüne gidilmesi gerekeni bastırmıştır. Bu siyasetin konusudur, bundan sanat çıkmaz diyenleri hayal kırıklığına uğratacak denli estetiktir Nâzımın memlekete müdahalesi.
Nâzım memleketli midir, Nâzımda anlatılan bizim memleket midir sorusu ancak bu şekilde yanıtlanabilir.
Nâzım bir açıdan bu memlekete ait değildir; zorbalık, çirkinlik, kötülük, adaletsizlik yaşamı boğduğu oranda . Ama o aynı zamanda bütün bunlarla mücadele için gerekli silahları da memleketinden toplamıştır; insanın peşine düşmüştür, iyimserliğini koruyarak ve bulmuştur; muazzam bir yetkinlikle kullandığı dili de ona bu topraklar armağan etmiştir. Hayal gücünü ise, kabul edelim, kendi doğasının ötesinde evrensel bir kurtuluşa işaret eden komünist dünya görüşünden ve daha çok da Sovyetler Birliğinde kurulmakta olan yeni yaşamdan almıştır.
Bu sonuncusu olmasaydı Nâzım Hikmet Türkiye gerçekliğine kafa tutmada bu kadar enerjik olabilir miydi, zor. O kadar dış yardım olsun!
Önemli olan şunu bilmektir: Eğer doğru noktadan tutulabilirse, ileri hamleleri tetikleyen her zaman boğucu ölçülere varan gerilik, gericiliktir. Sanatta böyledir, siyasette böyledir; bir siyasetçi ve sanatçı olarak Nâzım örneğinde böyledir.
Bütün dünyada yirminci yüzyılın kitle kalkışmaları içinde en özgün ve şaşırtıcı olduğunda birleşilen Haziran Direnişini de böyle okumak gerekir. 2013te bu sizin ülkeniz mi diye soruyorlardı, kibarca uyuşuk, boyun eğen bir toplumu hatırlatmak istercesine Şimdi yine soranlar var yaşananlar bir hayal miydi diye
Zorbalık, çirkinlik, kötülük, adaletsizlik yaşamı boğmaya devam ettiği sürece, zorbalık, çirkinlik, kötülük, adaletsizlik insanımızın karşısına en berbat, en sefil, en aşağılık temsilcilerini çıkarmaya devam ettiği sürece
Nazım Hikmet'i 54 yıl önce yitirdik. Nazım'ın ölümünden sonra iki askeri faşizm dönemi yaşandı, şimdi ise daha kalıcı, kapsamlı ve giderek sıradanlaşan bir sivil faşizm dönemine girilmiş durumda. Bu nedenle bu yıl büyük şairi anmanın daha özel bir önemi olduğunu düşünüyorum.
Nazım'ın ölümünün 10. yılında, Haziran 1973'te, "Fransa Türk Öğrenci Birliği" (FTÖB) olarak Paris'te bir haftalık anma etkinlikleri düzenlemiştik. (Buna İngiltere Öğrenci Birliği'ni de ortak etmiştik, ama bu isimceydi). Bu etkinliklerde edebiyat dünyasının evrensel isimleri -ki bunların önemli bir bölümü Nazım'ın henüz hayatta olan edebiyatçı/şair dostlarıydı- katkılarını esirgemediler. Nazım üzerine yapılan tartışmalı toplantılara çoğu bizzat katıldı; bu anma haftasının kayıtları Fransa'nın çok önemli bir edebiyat dergisinin özel sayısında (EUROPE, Revue littéraire mensuelle, Kasım-Aralık 1974 sayısında) yer alırken anma ve değerlendirme bölümlerine ek katkılar da yapıldı.
Nâzım Hikmet “Güzelim Dünya Elveda ve Merhaba Kâinat” dediğinde, tarih 3 Haziran 1963’tü. O sonsuzluğa yürüdüğünde ben lise öğrencisiydim...
Onunla hiç karşılaşmadım. Ama dünyanın her yerinde hep ona sarıldım.
Yeryüzündeki tüm haksızlıklara onunla direndim. Onunla âşık oldum. Dünyanın ve insanın harikuladeliğine onunla inandım.
Sevgili okurlar, siz bu yazıyı okuduğunuzda ben Moskova’da Nâzım Hikmet’i anma törenlerinde olacağım. Hem bu akşam sahnede, hem yarın sabah mezarı başında ona dair bir şeyler anlatacağım...
O bir bütündür En başta onun bütünselliğini anlatacağım: İnançları, düşüncesi, yaşamı, eylemleri, aşkları ve eseri bir bütündür. Politik inançlarıyla, sanatsal yaratıcılığıyla ve cesaret örneği diye nitelediğim yaşamıyla o bir bütündür.
Ulusal kimliğine tutkun, yurtsever şairle, yaşamını enternasyonalizme adamış, dönemin tarihsel determinizmine meydan okuyan, ideal bir gelecek umuduna hep bağlı kalan, asla ödün vermeyen şair bir bütündür.
“ROMANTİK KOMÜNİSTTİR” diyeceğim. Sömürüsüz, baskısız, adil, eşitlikçi, özgürlükçü, daha güzel, daha iyi, daha doğru bir dünya özlemiyle doludur. İdeal bir gelecek inancından hiç vazgeçmez. Onun şiiri, yaşamın her alanını kapsar. Ama en çok “öteki” dediklerimizi kapsar. Ezileni, haksızlığa uğrayanı, susturulanı, görmezden gelineni, sesini duyuramayanları, suskunluğa, yokluğa, yoksulluğa mahkûm edileni kapsar...
Yeryüzünü kucaklarken emperyalizme, faşizme, sömürüye, baskıya, haksızlığa, eşitsizliğe başkaldırır.
“YARATICIDIR” diyeceğim... Kendinden önceki Türk ve dünya şiirini çok iyi biliyor; yeni şeyler söylemek için, yeni formlar gerektiğine inanıyordu. Şiirimizin hem içeriğini, hem biçimini değiştirecekti.
“EVRENSELDİR” diyeceğim. O, hapishanede dört duvar arasından, yeryüzüne uzanır, evrene açılır. Yerelin derinliklerinden evrensele ulaşırken, şiiri, 20. yüzyıl dünya siyaset tarihinin bir mikro-kozmosunu oluşturur.
“DİRENİŞÇİDİR-CESURDUR” diyeceğim... Ne baskı, ne hapis, ne sürgün, ne de ölüm tehditleri, direncini yenemedi, tam tersine özgürlük ve direniş ruhunu tutuşturdu.
Onun cesareti, insan onurunun, insan olmanın onurunun hizmetindeydi.
“ÂŞIKTIR” diyeceğim: Yaptığı her işe aşkla sarıldı. Aşkla yaşadı, aşkla yazdı... Bir kadına âşık olmakla, insanlığa âşık olmak, ideallerine âşık olmak arasında ayırım yapmadı. “Bir kadını sever gibi kâinatı sevmeye koyuldum” diyordu.
Türkçem yaşadıkça Hapsetmek, tutsak etmek, öldürmeye kalkmak, vatandaşlıktan atmak, yasaklamak, unutturmaya çalışmak... Gördünüz işte hiçbiri “tutmadı”.
Zaten kendi de söylemişti. Piraye’ye mektubunda yazmıştı: “Ben kendimin, her namuslu insan gibi yurtsever ve halkını sever olduğunu bildikten, bu hususta vicdanım rahatken, birkaç münferit yalan kusmuş, umurumda değil. 20 sene sonra, 50 sene sonra, birçoğunun adını bile unutacak Türk milleti...
Halbuki bu millet var oldukça, yeryüzünde Türkçem konuşuldukça, ben bu dilin ve bu halkın en namuslu şiirlerini yazmış insan olarak yaşayacağım. Sen üzülme.” Aynen dediği gibi oldu.
Bugün Nâzım Hikmet ,Türkçemin ve halkımın en namuslu şiirlerini yazmış insan olarak yaşamaya devam ediyor hâlâ!
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.