Lenin hep söylendiği gibi bir ittifaklar ustasıdır; siyasal bir insan olmaya karar verdiği erken yaşlardan 1917 Ekim Devrimine önderlik eden partinin lideri oluncaya kadar ve sonrasında ilk sosyalist ülkenin kuruluşuna büyük bir enerjiyle kalkışırken hangi güçlerle yakınlaşacağını, işbirliği yapacağını kestirebilen, bu açıdan cesur adımlar atabilen bir ihtilalcidir. Ancak Leninin ittifaklar ustalığı ittifak meraklısı olmasından ya da başka güçlerin dümen suyunda gitme alışkanlığından değil, devrimi arayışındandır. Leninde hep ileriye doğru atılım isteği, devrimci bir perspektife sıkı sıkı sarılma ve o perspektifin çıkarlarının inatla savunulması söz konusudur.
Lenin derinlikli biridir, kitap kurdudur, çok farklı alanlardaki literatüre hakimdir ama bundan yararlanır, bunu pazarlamaz. Fazla basitleştirmeye, sadeleştirmeye gelmeyecek başlıklara girdiği birkaç çalışması dışında Lenin anlaşılır bir yazardır. Kendisi için yazmamıştır, bazen yoldaşları için, bazen kızdığı dostları için, bazen zararlı gördüklerini rezil etmek için ama çokça emekçiler için kaleme sarılmıştır. Leninde teori ve pratik diye iki farklı düzlem bulunmamaktadır, Lenin yazarken pratisyen, iktidarın alınmasının teknik ayrıntılarını gözden geçirirken kuramcıdır.
Lenin acımasız bir siyasetçidir, dili çok keskindir, karşısına aldıklarına karşı çok hoyrattır, bazen dostlarını kıracak kadar tahammülsüzleştiği olmuştur, antikomünizmin ona zorba etiketi yapıştırmasını kolaylaştırmak için sanki bilerek malzeme hazırlamıştır. Ama Leninin asıl öfkesi, yıkmak istediği düzenedir. Yakından bakıldığında insan Lenin fazlasıyla duyarlı biridir ve insanlığın yaşadığı ağır trajediye tahammül edememekte, tahammül ederek bu dünyada yaşanamayacağına inanmaktadır. Tarihte ve bugün birçok devrimci ne için mücadele edildiğini unutmuş, mücadelenin kendisine tutkun hale gelmişlerdir. Bu tür devrimcilerden hiçbir şey çıkmaz, dahası zararlıdırlar. Lenin ise kapitalizmden nefret konusunda kimsenin eline su dökemeyeceği biridir; siyasi varlığını bu belirlemiştir ve hele hele 1914te ortalığı dört yıl boyunca yakan Birinci Dünya Savaşını gözledikten sonra bir an önce insan eliyle yaratılan bu cehennemin yıkılmasına odaklanmıştır.
Lenin ilkelerin insanıydı ama hayatın akışının zorunlu kıldığı hızlı manevraları hakkıyla yapabilme yeteneğine de sahipti. 1917 yılında bu yeteneği gün gün, hatta saat saat kullanmasaydı, yoldaşlarını zaman zaman karşısına alarak keskin hamleleri göze almasaydı, bugün Ekim Devriminin 100. yılını kutlamamız mümkün olmayacaktı. Siyaset tarihinde bu kadar hızlı hareket edip, bu kadar çabuk yeni açılım geliştirebilen ama aynı zamanda bu kadar tutarlı bir başka kişi yoktur. Leninin siyaseti senfoniktir; orada büyük bir iç zenginlik, zaman zaman karmaşa vardır ama bütün bunlar uyum içinde gelişmekte, devinmektedir.
Lenin eşsiz bir örgütçüdür, siyasal aklı gelişkin birçok kişinin düştüğü tuzaktan uzak durmuş ve siyasal becerilerine esir olmamıştır. Siyasetten örgüte giden trafiği tersine çevirmiş ve bütün siyasal açılımlarını örgütsel bir merkeze dayandırmıştır. Yüzyılın başında bize bir gazete gerek derken en az o gazetede savunulacaklar kadar yurt dışında basılacak bir gazeteyi geniş Rus coğrafyasında işçilere ulaştıracak organizasyondan da heyecanlanmıştır. 1917de işçi sınıfını iktidara taşıyan muazzam örgütlenmenin kökeninde işte o gazete dağıtıcıları vardır. Bu gazeteyi dağıtamayacaksak, Çarı nasıl devireceğiz diye soran Lenin, bir büyük örgütçüdür.
Çağımız emperyalizm ve sosyalist devrimler çağıdır. 1917de böyleydi, şimdi de Lenin bu çağın değeri hiç azalmayacak referans noktasıdır. Emperyalizm kavramını o bulmamış, emperyalizm teorisini sadece o geliştirmemiştir ama emperyalizmin işçi sınıfı hareketi açısından ne anlama geldiğini ve emperyalizme nasıl bir yanıt verilmesi gerektiğini ilk açıklığa kavuşturan Lenindir. Bu yanıt 1917 Ekim Devrimidir ve insanlık emperyalizme yeni yanıtlar verecekse -ki verecektir, Leninden öğrenmeye devam edilmelidir.
Stalinin aklımıza gelen ve tarihe mal olmuş tüm isimlerden daha fazla ayrıştırıcı ve saflaştırıcı bir etkiye sahip olmasının sırrı nedir? Stalin konusuna başlarken üzerinde en fazla durulması gereken nokta burası.
Öyle bir isim düşünün ki, ona dair bilerek ya da bilmeyerek sahip olduğunuz fikir, sizin siyasi yelpazedeki pozisyonunuzun koordinatlarını neredeyse tam olarak versin. Buna toplamda bir tavır anlamına gelmeyen ortalamacı yorumları da katıyoruz. Stalinin bu sadeleştirici gücüne bugün her şeyden fazla ihtiyaç duyduğumuz aşikar. Diğer taraftan tarihteki bu türden isimler üzerine yapılan tartışmaların eskisi kadar teorik öneminin kalmadığının da farkındayım. Ancak buna sevinmek mi gerekiyor emin olmamak lazım; düşünce dünyasının 2. Savaş sonrası liberal dizaynındaki katılığın çözüldüğünü sanmıyorum. Bazı tartışmaların önemsizleşmesi, işçi sınıfının dünya çapında kaybettiği mevziiyle ilgili. Üstelik bugün çok ilgisiz görünenlerin bile dönüp dolaşıp varacağı, söz söylemek zorunda kalacağı tarihi sabitler var ve o sabitlerden birisi, belki de birincisidir Stalin.
Burjuva ideologlarının dışlamak ve hatta şeytanlaştırmak zorunda kaldığı, aksini hiç denemedikleri tek isimdir Stalin. Yine sormak zorundayız, neden? Her şeyin sorumlusu olarak Stalini göstermek konusunda burjuvazinin öyle büyük bir ısrarı oldu ki, bu uğurda Lenini bile kabullenmekte ya da makul görmekte bir sakınca görmemişler diyebiliriz. En azından Leninin Stalin kadar lanetlenmediğini biliyoruz. Burada sorun Leninde değil elbette; biraz kurnazca bir taktik, biraz da Leninin erken ölümü...
Tarihçi Carr Sovyetlerde tasfiye edilenlerle tasfiye edenler arasında hülyaya bağlı kalanlar ve gerçekçiler ayrımı yapıyor. Carrın bu ayrımı neden ve nasıl kullandığından bağımsız buranın başlangıç noktası olarak bize bir ipucu verdiğini kabul edebiliriz. Çünkü kimileri hülyaya bağlı kalırken, kimileri onu her şeye rağmen gerçek kılmaya çalışacaklar. Sadece hülyaya bağlı kalmaksa, onu her şeye rağmen gerçek kılacak yolu bulamadığınızda ya sizi ya hülyayı bozacaktır. Nitekim öyle de olmuştur.
Lenin dünyanın ilk sosyalist devriminin tartışmasız önderi, adını izm ekiyle Marksizme ekletecek teorik katkıyı yapmış bir isim. Lenin devrimin stratejisine dair somut yanıtları verdiği için Lenin olmuş, dünyanın ilk işçi devleti onun gösterdiği yoldan gidilerek kurulmuştur. Ancak Leninde sosyalist kuruluşun somut sorunlarına dair yanıtlar ayrıntılı olarak yer almaz. Bunu beklemek zaten mümkün değil. Çünkü bu bir karşılaşma biraz da amprisizme muhtaç bir konudur. Lenin kuruluşla ilgili karşılaştığı somutluklarda da yetkin olacağını daha en başta NEP gibi bir uygulamaya cesaret etmesiyle göstermiştir. Buraya dair bir soru(muz) yok. Ama kuruluşun gerçek mimarı Stalindir, onun kadrolarıdır. Dünyada 70 yıla yakın süren bir işçi devleti var olduysa onun attığı temeller sayesinde olmuştur ve bu miras ancak bu kadar süre içinde tüketilebilmiştir. Sorun mirasta değil, mirasyedilerdedir.
Diğer taraftan bir konuya geçerken dikkat çekmemiz gerekiyor. NEP adımının, Moskova Mahkemelerine uzanan yolun başı ve parti içi sağ-sol muhalefeti taraflaştıran başlıca konu olduğunu söylersek, Leninin erken ölümü olmasa SSCBde Stalinin omuzlarına yıkılan tablo çok mu farklı olurdu sorusu akıllara geliyor. Tüm sorumluluğun Staline yüklendiği tasfiye dalgasının sınıfsal zemini okumak nedense akıllara pek gelmiyor. NEPe başlanırken soldan saldıran Trotskiy muhalefetinin önce küçük burjuva bir hayalciliğe-bozgunculuğa, oradan emperyalizmin oyuncağına dönüşmesi; ve NEPe son verilirken muhalefet eden Buharin kanadının sağcılaşması ve adeta köylü kulakların çıkarlarını savunur noktaya düşmesi bir vakadır ve son derece sınıfsal bir tartışmadır. Bu isimlerin devrimde oynadıkları rolle, gelinen noktada düştükleri pozisyonu birbirinden ayırmak zorundayız. Bu işler ne şakaya gelir ne de hatır gönül dinler.
Partide öyle ya da böyle kuruluşun ardından bir tasfiye dalgasının yaşanacağını söylemek bugünden bakınca fazla kestirmecilik sayılmamalı. Elbette tasfiye edilenlere, hele ki anlı şanlı Bolşevikleri düşününce, kabul edilemeyecek yakıştırmalar yapmak niyetinde değiliz. Ancak pratiğiniz sizi objektif olarak bir noktaya taşır ve bu her zaman sizin niyet ettiğiniz nokta olmayabilir.
İşte Stalin burada sapmayan, boşluğu dolduran, hülyayı gerçek kılan isimdir. Önce Trotskiy tarafından sağcılıkla, sonra Buharin tarafından solculukla suçlanmıştır. Oysa o açık ki gerekeni yapmıştır. Burjuvazinin bunca yıldır affedemediği günah da burada başlıyor.
Marx denince teori, Lenin denince taktik, Stalin denince irade akla geliyor. Birisi başlangıç, diğeri savaş, sonuncusu kuruluştur. Buradaki zinciri bir yerinden koparmak bence mümkün değildir. Bunun denendiği her yerde geriye başlangıca kadar giden bir tartışmanın kapıları açılmıştır.
İradenin Stalinde ve kuruluşta ayrı bir anlam ve önem kazandığı açık olmakla birlikte sadece Stalinin kişiliğiyle açıklanabilecek bir olgudan söz etmiyoruz. Bu notu düşmek zorunda hissediyorum çünkü sonradan her türden liberal ideoloğun tarihin yanlış coğrafyada zorlanması ya da zorbalıkla eş tutuldu Bolşevik irade. Sovyetlerin giderek yozlaşmasına ve sonunda çözülmesine giden sürece bilimsel kılıf bulmaya meraklı burjuvazinin akademik gevezeleri irade konusunu özellikle deştiler ve deşmeye devam ediyorlar. Özetle olmayacak duaya amin diyorlardı, en çok da Stalin diyordu, çok zorluyordu, o yüzden bu işler böyle sarpa sarmıştı. Oysa açık ki Stalin zamanında oldurulan işler, beceriksiz ellerde batırılmıştı. Niye böyle oldu, Stalinin bunda payı var mıydı ayrı tartışma, gerçekten ayrı; önce hakkı teslim etmek, atılan adımların gayet beceriklice atıldığını kabul etmek, olabildiğinin dosta düşmana gösterildiğini anlamak lazım.
Diğer taraftan insan iradesiyle ilgili tartışma ne Staline ne de sadece Bolşeviklere sıkıştırılabilir. Bu tartışmanın kökleri Rus düşüncesinde çok eskilere kadar gidiyor ve fazla deterministik soğuk ve bilimsel bulunan Avrupa felsefe geleneğinde eleştirilen en önemli noktalardan biri olarak öne çıkıyor. Rusçada Volya kelimesinin hem özgürlük hem de irade anlamında kullanılması bir tesadüf değil.
Burada Marx öncesinden bahsediyoruz. Marxın çıkışı Avrupa düşünce geleneğinde bu konuda niteliksel bir sıçrama anlamına geliyor ve insan iradesine teorik bir zemin kazandırıyor. Teorik zeminin Rusyada kendini gerçekleştirmesinin bu ülkenin maddi koşulları kadar, bu koşulların ortaya çıkardığı ve irade tartışmasını devralmış ülkenin aydın geleneğinin de payı var. Rus devrimi başlı başına teoriye aykırı ya da Kapitale karşı değil miydi hem. İrade konusunu bir kere hafife aldığınızda, ya da bilimsellik adına yolunda gitmeyen şeylere gerekçe olarak sunduğunuzda geriye devrim adına pek az şey kalacağından emin olabiliriz.
Dolayısıyla bu gelenek Rus devrimini hem seven hem de üstüne titreyen Stalinle devam etmiştir; kendi devrimi beğenmeyen ve kazanılan mevziiyi küçümseyenlerle değil! Stalinin nasıl iktidara geçtiğine dair komplo teorileri üretmeye gerek yok. O kendi devrimini ve Rus işçisinin attığı devasa adımı önemsemiştir. Her şey burada başlıyor.
Kadrolar her şeyi çözer sözü kadar Stalini ve kuruluşu anlatan pek az ifade bulunur. Devrim süreci belli koşulları gözetmeyi daha fazla mı hak eder, emin değilim; ama iktidar bir kez alındıktan sonra tarihin çarkının sonuna kadar ve her şey pahasına zorlanmasından daha meşru bir uğraş olamaz. Stalin sonuna kadar meşrudur.
Emekçiler tarihte Stalin ve onun kadrolarının Sovyetler Birliğinde olduğu kadar büyük ilerlemeyi ve o özgüveni bir daha hiç kazanmadılar. İktidarda olduğu yıllar boyunca yapılanlar, sosyalizmin nasıl bir şey olduğunu işçi sınıfı tarihine kazımıştır. Stalin hülyayı yeryüzünde yaşanır ve görünür kıldığı için burjuvazi için affedilmez bir suçludur ve o nedenle her zaman kötülenmek zorundadır. Stalin konusu masaya geldiğinde buradan başlamadan varılacak her noktanın sorunlu olacağına emin olabiliriz.
Devrimin 100. yıldönümünde Ekimi konuşurken Trotskiyyi atlamak olmaz. Çünkü Trotskiynin devrimdeki izi silinemez. Sonrasında ayrılan yollar ayrı bir hikayedir. Üstelik yolların ayrılması bir anda da olmamıştır.
Bu ayrılığın Ekim Devriminin öncesine dayanan kökleri inkar edilemez. Ama bunlar da Trotskiynin Ekimde bıraktığı izin önemini azaltmaz.
1917 Eylülünde Bolşevik Partinin Merkez Komitesinde süren tartışmada Leninin mektuplarını yakmayı düşünen üyelere karşın Leninin yanında pozisyon alan Trotskiy devrimin en ateşli günlerinde, ihtilalci bir ruh taşıdığını göstermiştir.
Trotskiynin o günlerde doğruda durması, Bolşeviklerin arasında olmamasına, olayları dışarıdan izleyebilmesine bağlanır genelde. Bir noktadan sonra önemsizdir. Trotskiy, Leninle birlikte devrimin çağrısına kulak vermiştir ve tarihsel açıdan en önemlisi budur.
1917 ve takip eden birkaç yıl Trotskiynin hayatının da belki en yürekli yıllarıdır. Lenin, Trotskiy ve ayaklanma çağrısını benimseyenlerin yürekli olması Merkez Komitede silahlı ayaklanmanın vakitsiz olduğunu düşünen devrimcilerin korkak olduğu anlamına gelmez. Yıllarını Çarlığa karşı mücadeleyle geçirmiş bolşevik liderleri kimse böyle itham edemez. Ama siyasi durumu doğru okuyamadıklarını, buna karşın Trotskiynin Leninle birlikte siyasi açıdan en isabetli noktada durduğunu söylemekle kimseye haksızlık yapmış olmayız.
Trotskiy, o günlerde doğru taraftadır. Hayatının her döneminde doğruda durmuş mudur peki? Ne yazık ki hayır...
Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi içindeki taraflaşmanın billurlaştığı ilk andan itibaren Lenini de şaşırtan bir kararla kendi deyimiyle hiziplerden bağımsız bir hat tutturmuştur. Lenini şaşırtmıştır çünkü eski tüfeklere bayrak açmaya hazırlanan Lenin, bu yetenekli kalemi ve çalışkan örgütçüyü kendi tarafında olacağını düşünerek liderlik mekanizmasının içine dahil etmeyi planlamaktadır. Tartışma ve ayrışma yalnızca örgüte dair değildir. Zaten dünya komünist hareketinin tarihinde yalnızca örgüte dair bir tartışma var mıdır? Trotskiynin pozisyonu da sadece örgütsel değil siyasidir de... Bu siyasi ayrımların hepsi Ekim Devrimini takip eden günlerde tekrar tekrar karşımıza çıkacaktır. Bu ayrımın Ekim Devriminin arifesinde Lenin ve Trotskiynin karşılıklı olarak birbirlerinin devrim ve örgüt hakkındaki fikirlerini benimsemesiyle geçici bir süre ortadan kalktığını düşünenler de yanılıyor. Trotskiynin örgüt fikrinin Lenininkiyle 1917 sonrasında uyuştuğu fikrini ise bizzat Trotskiynin kendi örgütlü pratiği göstermektedir.
Trotskiynin sürekli devrim tezi ise kendi ifade ettiği şekliyle hiç durmayan bir devrimin teorizasyonudur. Aşaması olmayan, ulusal sınırlara takılmayan, hiç durmayan bir devrim... Leninin devrim formülasyonu bundan farklıdır.
Ne Lenin, ne de Stalin dünya devrimi fikrini reddetmiştir. Sorun başka yerdedir. Dahası, dünya devrimi fikrinin Trotskiyye mal edilmesi en başta Marxa haksızlık olacaktır. Sınırsız ve sınıfsız bir dünya hayaline, tüm gezegene yayılmış komünist bir toplum hedefine somut bir içerik kazandıran ilk teorisyen Marxtır ve onun sadık takipçilerinden hiçbirisi Marxın komünizm anlayışının doğal ve ayrılmaz bir parçası olan dünya devrimi fikrini reddetmemiştir. Trotskiynin dünya devrimi anlayışı eldeki devrimci kazanımları yok saydıkça, dünya devrimine giden yol tanımsızlaştıkça, işçi sınıfının gezegeni fethederken ayağını hangi somut zemine basacağı belirsizleştikçe devrimcilikten uzağa düşecektir. Leninle esas fark bu uzaklaşma esnasında açığa çıkar.
Ekim Devriminin en sıcak günlerinde silahlı ayaklanmanın planlanmasına liderlik ederken, iç savaşta karşı devrimci güçlerle savaşmak için Kızıl Orduyu yeniden yapılandırırken Trotskiy ne kadar hülyalı bir adamsa, adım adım sosyalizmi kuran Sovyet liderliğine dudak bükerken, anayurdu azgınlaşan emperyalizmin faşist ordularına karşı savunmaya hazırlanan partinin adımlarını acımasızca eleştirirken o hülyalardan uzak düşmüştür.
O gün, rüya da, hülya da, hedef de Ekim Devriminin somut çıktısı Sovyetler Birliğidir. Ekimin ülkesinde rüyalar gerçektir artık. Kimse hayal görmemektedir, işçi sınıfı iktidardadır. Dünya devrimine giden yol Sovyetler Birliğini güçlendirmekten, onu emperyalizm ve faşizme karşı savunmaktan geçmektedir. Marksizmin tüm cephaneliğini haksız ve çoğu zaman yanlış bir şekilde Sovyet iktidarına karşı kullanmaktan değil...
Trotskiy tarihimizin öfkeli karakterlerinden birisidir. Bu öfke burjuvaziye karşı duyulduğunda şairanedir. Trotskiynin muhalefete düşmesinden sonra ve hatta yurtdışında sürgünde yaşarken dahi burjuvaziye duyduğu nefret ve işçi sınıfına duyduğu güveninin azaldığına dair bir işaret yoktur. Bu sonsuz öfkenin, kendisinin de hayali olan dünya devrimine giden yolda Sovyetler Birliğinin varlığının ve yaptıklarının önemini kavrayamayan bir siyasi akılda açığa çıkması ise talihsizliktir. Bu öfke ne yazık ki oldukça kısa bir süre, işçi sınıfının dünya çapındaki somut çıkarları için işlevli olmuştur. İşlevli olduğu anda ise karşımızda Ekim Devriminin Trotskiysi vardır.
Trotskiynin takipçileri ise elbette ayrı bir hikayedir. Takipçilerinin her yaptığından kendisinin sorumlu tutulamayacağı doğrudur. Ancak pek çok takipçisinin teorik ve siyasi konumlanışının köklerini Trotskiyde bulmak mümkündür. Bu konuda Trotskiy o kadar günahsız bir adam değildir. Ekim Devriminin liderlerinden birisinin takipçilerinin, bu devrimi yenilgiye uğratmak için üstlendikleri rolle tarihe geçmiş olmaları sadece talihsizlikle, kişisel yıldızların barışmaması gibi faktörlerle açıklanamaz. Tüm hayatı boyunca haklı çıktığını söylemeyi pek seven Trotskiynin sosyalizmin yenilgisini görseydi yine haklı çıktığını söyleyecekti belki. Ama çoğu zaman olduğu gibi yine yanılacaktı.
Sosyalizmin yenilgisi, hiçbir şeyi göstermediyse, dünya devrimine giden yolda, teker teker ülkelerdeki iktidarların ne kadar önemsenmesi gerektiğini, bu iktidarların varlığında sınıflar mücadelesinin nasıl devam ettiğini ve proletarya diktatörlüğünün geçici değil uzun, çok uzun zaman kalıcı bir form olduğunu gösterdi bize.
Sovyetler Birliği çözülünce Trotskiy haklı çıkmadı. Ekimin liderlerinden Trotskiy kuruluş tartışmalarında haksızdı...
EKİM devriminin 100. yılında TKP, SOLportal'da devrimin an ve an gelişimini ve ''devrimin üç yüzü''nü Ekim Devrimi 101 yaşında başlığıyla yeniden yayınlıyor.
''Büyük Ekim Devrimi, bundan 101 yıl önce insanlığın eşitlik, özgürlük ve kardeşlik hayalini, işçi sınıfı iktidar mücadelesini gerçek kılmıştı. Ekim, aradan geçen 101 yılın ardından da insanlığın eşitlik mücadelesine yol göstermeye, ışık tutmaya devam ediyor.
Bundan tam 101 yıl önce, Bolşeviklerin öncülüğündeki işçi sınıfı Rusya'da iktidarı alıyor ve insanlık tarihinde yeni bir dünyanın kapılarını açıyordu.
İşçi sınıfının bu en büyük zaferi, aradan geçen 101 yılın ardından eşitlik, özgürlük ve kardeşlik mücadelesine pusula olmayı sürdürüyor.'' diyerek.
Son olarak şunu eklemek gerek; Paris komününü de SSCB'yi de biz kurmuştuk, biri 70 küsur gün, diğeri ise 70 küsur yıl sonrası geri çekildiler; varsın tarih böyle şekillenmiş olsun, yine kuracağız. İnsanlığın daha güzel geleceği yolunda ne umutlarımız ve ne de mücadele azmimiz tükenecek.
102 yıl önce bugün yoldaşlarına sesleniyordu Lenin, 'Son darbe indirilmelidir, ne pahasına olursa olsun! Eylemin gecikmesi ölümdür' diyordu. Bu çağrı işçi sınıfının öncüsünü harekete geçirdi, öncü, sınıfıyla birlikte o son darbeyi indirdi. Sarsılmaz görünen Çarlık rejimini alaşağı eden işçi sınıfı, 102 yıl önce bu çağrıyla birlikte gökyüzündeki cenneti kendi elleriyle yeryüzüne indiriyordu. Bu büyük çağrı, 102 yıl sonra emekçilerin pusulası olmaya devam ediyor.
Tarih 6 Kasım 1917, devrime saatler kalmış durumda.
Lenin'den Merkez Komite üyelerine giden mektupta şu ifadeler yer alıyordu:
"Yoldaşlar! Bu satırları 24 Ekim akşamı yazıyorum. Durum son derece kritik. Şimdi ayaklanmayı herhangi bir şekilde geciktirmenin gerçekten ölüm anlamına geleceği gün gibi ortada... Tarih, bugün muzaffer olabilecekken (ve kesinlikle muzaffer olacakken) yarın birçok şeyi yitirme, evet hatta her şeyi yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalacak devrimcilerin geç kalmasını affetmeyecektir. Bugün iktidarı ele geçirirsek, onu Sovyetlere karşı değil, onlar için ele geçirmiş olacağız. İktidarın ele geçirilmesi ayaklanma meselesidir; politik hedefi iktidarı ele geçirdikten sonra açıklık kazanacaktır... Hükümet yalpalıyor. Son darbe indirilmelidir, ne pahasına olursa olsun! Eylemin gecikmesi ölümdür.
Bu çağrı, yılların mücadele deneyiminden süzülerek gelen bir son vuruş çağrısıydı. Devrim için her şeyini ortaya koyan Bolşeviklerin ve öncüsüyle buluşan işçi sınıfının zaferi, Lenin'in söylediği gibi artık kesindi! Bolşevikler tarihi bir anda, tarihi bir hamleyle cenneti yeryüzüne indiriyordu artık. Eşit, özgür bir toplumun, sömürünün olmadığı bir düzenin hayal olduğunu söyleyenlere büyük bir tokadın adı oldu Ekim!
Ekim, muzaffer olduğu günün 102. yılında işçi sınıfına yol göstermeye devam ediyor.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.