Çin sosyalist mi, yoksa kapitalist mi tartışmalarına rastlanıyor.
Çin Halk Cumhuriyetinde bugün iktidarda bulunan Çin Komünist Partisi, Çinin sosyalizmin alt basamaklarında olduğunu vurguluyor.
Çinin toplumsal ekonomik kuruluşu üzerine bir nitelemede bulunmak için, önce elbette sosyalizm konusunda bir fikir sahibi olmamız gerekiyor.
Kapitalizmden sınıfsız topluma geçiş süreci
Sosyalizm, iktidarın emekçi sınıflarda bulunduğu kapitalist toplumdan sınıfsız topluma geçiş sürecidir.
Dolayısıyla sosyalizm, en sonunda sınıfların kalmadığı bir toplumun adım adım kuruluşudur. Elbette her süreç gibi çelişmelidir; iniş çıkışlıdır.
Bu sürecin yönelişleri şöyle sıralanabilir:
İktidarın emekçiler tarafından ele geçirilmesinden sonra her düzlemde fiilen emekçilerin yönetiminde bir siyasal sistemin kuruluşu.
Üretim araçları üzerinde özel mülkiyetten adım adım kolektif mülkiyete geçiş.
Üretici güçlerin özgürleşmesiyle üretimin gelişmesi ve adım adım bolluk toplumuna ilerleme.
Herkese emeğine göre bölüşümden adım adım herkese ihtiyacına göre bölüşüme ilerlenmesi. Dolayısıyla değişim ekonomisinin adım adım sınırlanması ve bolluk toplumunun kurulmasıyla birlikte ortadan kalkması.
Kafa emeği ile kol emeği, sanayi ile tarım ve şehir ile köy arasındaki farkların adım adım kalkması.
İdeolojik-kültürel düzlemde toplumun geçmiş özel çıkar ve sınıf tahakkümü sistemlerinin değer yargılarından ve yabancılaşmasından, özetle ideolojisinden arınması, yeni paylaşmacı insanın oluşması.
Toplam olarak sınıfların arasındaki farkların bütün siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel temelleriyle ortadan kalkması. İnsanların değil yalnız araçların yönetildiği bir toplumun kurulması.
Burjuvazisiz burjuva devleti ve burjuva bölüşüm ve değişim ilişkileri
Yukarıda özetlediğimiz sosyalizmi kurma sürecine baktığımız zaman, her sosyalizm biraz kapitalizmdir.
Çünkü sosyalizm döneminde, hâlâ kapitalizmin bölüşüm ilişkisi olan Herkese emeğine göre geçerlidir ve buna bağlı olarak hâlâ değişim ekonomisi yürürlüktedir. Yani emekçiler, emekleriyle ölçülen bir ücret alırlar. Oysa sınıfsız toplumun bölüşüm ilişkisi, kapitalizmden bütünüyle farklıdır: Herkese ihtiyacına göre.
Bütün bu nedenlerle, Leninin de işaret ettiği üzere, sosyalizmin kuruluşu sürecinde, hem ekonomi, hem devlet bir yönüyle kapitalist karakterdedir. Lenin, sosyalizmi burjuvazisiz burjuva devleti ve sömürüsüz burjuva bölüşüm ve değişim ilişkileri diye tanımlamıştır. Bu tanımı Sovyetler Birliğinde sosyalizmin kuruluşunu ve kapitalizme geri dönüşü incelediğimiz Stalinden Gorbaçova adlı kitapta basit bir şemayla canlandırmaya çalıştık.
(Doğu Perinçek, Stalinden Gorbaçova, Gözden geçirilmiş 4. basım, s. 280)
Herhangi bir sosyalizm sürecinde şemadaki grileri görürseniz, o ülkenin kapitalist olduğuna hükmedersiniz; beyazları görürseniz, bu kez o ülkenin lekesiz bir sosyalizm olduğunu düşünürsünüz. Oysa ikisinin de hayatta bir karşılığı bulunmuyor. Sosyalizmin bir geçiş süreci olması, eski ile yeniyi bağrında taşıması anlamına geliyor.
Kapitalizme geri dönüş tehlikesi
Sosyalizm uzun bir süreçtir.
Bu süreç boyunca proletarya ile burjuvazi, sosyalizm ile kapitalizm, Marksizm ile burjuva ideolojisi arasındaki mücadele, başka deyişle sınıf mücadelesi devam eder.
Her sosyalizmi kurma girişimi, kapitalizme geri dönüş tehlikesini içerir.
Sosyalizmde bölüşüm ilişkilerinin kapitalizmin bölüşüm ilişkileri olması (emeğe göre ücret) kapitalizme dönüşün toplumsal-ekonomik temelini oluşturur.
Sosyalizmin kuruluş sürecinde, üretim araçlarının kolektif mülkiyete dönüşümünün esas olarak tamamlanmasından sonra geri dönüş tehlikesi, Devlet ve Parti içindeki kapitalist yolculardan gelir (Kruşçevler-Brejnevler-Gorbaçovlar).
Bunlar 20. yüzyılın sosyalizm pratiklerinden üretilmiş olan teorik birikimin esaslarıdır.
Çinde sosyalizmin mucizesi
Çine gelince, 1949 yılında dünyanın en Ortaçağlı, en geri, en yoksul ülkesiydi.
Çin, 60 yılda dünya tarihinde eşi benzeri olmayan bir gelişme gösterdi. Milli demokratik devrimin ve arkasından sosyalist devrimin özgürleştirdiği emek gücü, bu büyük mucizenin yaratıcısıdır.
Çinin bu olağanüstü başarısını kapitalizme mal etmek isteyenler kapitalistlerdir. Onlara soralım: Sizin kapitalizminiz ABD, İngiltere, Yunanistan, Portekiz, İspanya, Bangladeş, Pakistan, Mali veya Somalide niçin Çindeki başarıyı gösteremiyor ve çöküş alâmetleri gösteriyor? 60 yıl önce başka geri kalmış ülkelerle Çin toplumu aynı düzeydeydi. Farkı yaratan ne?
Tarihin dışında tarafsız duruş
Bugün Gelişen Dünyaya bakıyoruz, Çin, Vietnam, Venezuela, Brezilya, Hindistan vb, hepsi emperyalizmin denetimine şu veya bu ölçüde set çeken bağımsız ülkelerdir.
Hepsinde kamu ekonomisi belli bir ağırlığa sahiptir ve plan yapılıyor. Bunlar içinde Çin ve Vietnam sosyalizmin alt basamaklarında olduklarını belirtiyorlar ki doğrudur. Diğerleri de bağımsızlıkçı ve halkçı çizgide (milli demokrasi) büyük başarılar kazanıyorlar.
Çine Çinden ve Suriyeden bakalım
Ergin Yıldızoğlu kardeşimiz, emperyalist ülkeler ile BRICS ülkelerinin her ikisi de kapitalist diyerek, tarihin dışında duruyor. (Cumhuriyet, 2 Nisan 2012).
Dünyadaki büyük savaşta böyle tarafsız duran iyi niyetli insanlarımıza şunu öneriyorum:
Perincek'in yazısındaki doğrular kuramın doğrularıdır ama Perincek Çin'in bu günkü koşullarından hiç söz etmiyor. Evet, sosyalizm aynı zamanda hem kapitalizm ve hem de komünizmdir. Doğru ama komünizmi sadece ÇKP'nin iktidarda olmasına mı bağlamalıyız; bu yeterli mi? Ekonomik altyapıda bir anlamda özelleştirme ve ''herkese emeğine kadar'' ilkesi sosyalizmle hiç uyuşmayan sorunlar yaratıyorsa orada komünizmin varlığından söz etmek nasıl mümkün olabilir? Çin'de hem çocuk işçiliği konusu ve hem de eşitsizlik büyük bir sorundur ve asla sosyalizm ile bağdaşmamaktadır. Yoğun bir iş gücüne sahip olmasına rağmen çocuk işçiliğin önlenememesi sosyalist amaçlarla hiç bağdaşmamaktadır. Ayrıca ve özellikle özelleştirmeler sonrasında ve yabancı sermayeye açılma konusu eşitlik konusunda büyük farklılıkların ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Çin aynı anda hem Hakkari-Çukurca ve hem de İstanbul-Nişantaşı seviyelerini birlikte yaşamaktadır. Bu sorun için kapitalizm ve kapitalizmin eşitsiz gelişmesi örnek gösterilemez. Çin yönetiminden bu sorunların giderilmesi yönünde hiç bir teorik açıklama ve pratik çaba görmemekteyiz. Bizlerin görmediğini Perincek görüyorsa, o başka!
Çin bu haliyle adım adım kapitalizme yol alıyor gibi görülmektedir. Belki ''gibi''si de fazladır. ÇKP'nin yönetimde olması orada komünizmin hedeflendiği anlamına gelmediği gibi, gerçekleştirilen uygulamaların komünizm yolunda atılmış adımlar olacağı anlamına da gelmez. Perincek yanılıyor. Bir zamanlar ''Mao'cu'' saflarda bulunması,kör gözüm parmağına misali ÇKP ne yapsa, Çin'de ne olsa Perincek için savunma anlamına geliyor. Yapılan yorumun yaşanan süreçle bağdaşabilir bir yanı olduğunu düşünmüyorum. Çin bu haliyle 90'lı yılların başında Sovyetlerin daha keskin yaşadığı bir süreci, daha yumuşak bir şekilde yaşıyormuş gibi geliyor bana.
Çin, ortalamanın üstünde yüksek büyüme oranlarıyla dünyanın ikinci büyük ekonomisi durumuna gelmiştir. Bu büyümenin kaynağı nedir, büyüme halka nasıl yansımaktadır gibi soruların ardından Çin sosyalist mi, kapitalist mi? gibi daha bütünlüklü bir soru da gündeme gelmiştir.
Bu soruyla ilgili görüşler aşağıdaki gibi özetlenebilir.
Bu yazının paylaştığı ve desteklediği görüş, 21. yüzyıl itibariyle Çinin kapitalist olduğu yönündedir.
Bir kesim ise, Çin Komünist Partisi (ÇKP) resmi söylemine paralel, Çindeki sistemi, Çin tarzı sosyalizm ya da sosyalist piyasa ekonomisi olarak tanımlamakta; üretici güçlerdeki gelişmeyi ve ekonomik büyümeyi öne çıkartmaktadır.
Diğer bir kesim, köy arazileri üzerindeki ortak mülkiyete ve kritik sektörlerde devlet mülkiyetinin halen ağırlıkta olduğuna dayanarak, Çinde sosyalizmin yozlaştığını, ancak henüz kapitalist olarak nitelendirilemeyeceğini ileri sürmektedir.
Bir diğer görüş ise, Çindeki sistemi devlet kapitalizmi olarak tanımlamakta ve bu durumun hem sosyalizme hem de kapitalizme dönüşme potansiyeli taşıdığını belirtmektedir.
Yukarıdaki sorunun yanıtı, toplumun temeli olan üretim (mülkiyet) ilişkileri ve siyasi iktidarın sınıfsal niteliği dikkate alınmadan verilemez.
ÇKPde baskın iradenin tercihi: Reform süreci
Maonun ölümünden iki yıl sonra, 1978de başlayan reform süreci (kapitalizmin ihdas edilme süreci olarak anlayabiliriz), Sovyetler Birliğinin dağılmasını takip eden 1990 ortalarından itibaren hız kazanarak günümüze kadar devam etmiş ve etmektedir.
Ekim 1992de gerçekleştirilen ÇKP 14. Ulusal Kongresinde sosyalist piyasa ekonomisinin inşa edilmesi kararı alınarak, kapitalizme geçiş resmi düzeyde onaylanmış oluyordu. (1)
Kasım 2013de yapılan ÇKPnin 18. MK üçüncü Genel Kurulunda, ekonomik sistemin reformdan geçirilmesini, kaynak dağıtımında piyasanın belirleyici rolünü merkeze alarak derinleştirmeliyiz sözü veriliyordu. (2)
ÇKPnin reform sürecindeki söylemlerinde piyasanın önemini belirten ifadeler daha önce de yer almıştı. Ancak ekonomide piyasanın belirleyici rolü ilk kez bu kadar net vurgulanıyordu.
Mülkiyet ilişkileri
1982de kolektif tarımın uygulama biçimi olan Komünler resmi olarak ortadan kaldırılmış, kırsal araziler, üzerinde tam bir denetime sahip olacak biçimde hane halklarına dağıtılmıştı. 2000 yılının ortalarına doğru, hane halklarının birçoğu arazi sözleşmelerini kırsal sermayedarlara satmıştı. (3)
Servet ve mülkiyet edinimini serbestleştiren 2007 anayasa değişikliğinden itibaren, köy arazilerinin ve kent arsalarının konut, turistik ve ticari tesisler ile alış veriş merkezleri inşaatına açılmasını düzenleyen özel girişimciler ortaya çıktı. Bunlar, devlete ve köy topluluklarına ait topraklar üzerinde yatırım yapma, kullanım haklarını satma ve hatta bizzat işletme imkânına sahip oldular. (4)
2000lerin başlarına gelindiğinde, kolektif mülkiyete dayanan Kasaba ve Köy İşletmeleri (KKİ) ile devlet mülkiyetindeki Kamu Ekonomik Kuruluşlarının (KEK) büyük kısmı özelleştirilmişti. Devletin elinde kalanlar ise kar amaçlı işletilen kapitalist şirketlere dönüştürülmüştü.
ÇKPnin 2013 sonunda yapılan 18. MK üçüncü toplantısında açıklanan Xi Jinping ve ekibinin programında, özel sektöre kapalı olanlar da dahil her alanda, devlet şirketlerinin, varlıklarının bazı bölümlerinin özelleştirilmesi veya hisse satışı yoluyla bünyelerine özel sermaye almaları; devletin bu şirketlerin yönetiminde yönetici değil, sermayedar olarak yer alması, şirketlerin karlılık esasına göre yönetilmesi hedeflenmiştir. (5)
Kolektif ve devlet mülkiyetinde bulunan işletmelerin (KKİ, KEK) özelleştirmeler ve hisse satışları yoluyla yağmalanması, Çinde kapitalist servet birikiminin oluşumunu sağlamıştır.
Yapılan bir tahmine göre, özelleştirme ve piyasanın serbestleştirilmesi sırasında, yaklaşık 5 trilyon dolar devlet mülkü ve kolektif mülk, hükümetle güçlü bağlantıları olan sermayedarlara verildi. (6)
Emek-gücünün metalaşması, işçi ve emekçilerin durumu
1990larda resmi oturma bölgelerinin dışında istihdam edilen göçmen kır işçisi sayısı 22 milyon iken, KKİlerin özelleştirilmesini takip eden 2000de 106 milyona yükseldi. (7) Göçmen işçilerin bu kitlesel artışı, yerli ve yabancı kapitalistlere ucuz emek-gücü sağlamış oldu. Çin devriminin gücü olan köylüler yarım asır sonra kapitalizmin hizmetine zorlanılıyordu.
KEKlerin özelleştirilmesi ile 12 yılda 50 milyona yakın kamu çalışanı işten çıkarılmış; 1995de 113 milyon olan kamu çalışanı sayısı, 2007de 64 milyona düşmüştür.
1990lardan bugüne Çinin toplumsal yapısında köklü değişimler gerçekleşti. Ücretli işgücünün, toplam işgücü içindeki payı 1990da %39 iken, 2012de %55e yükseldi. (8) Bu değişimin ana nedeni, göçmen kır işçileri sayısındaki artıştır.
Çinde emek-gücünün metalaştığına dair bir şüphe bulunmamaktadır.
Yerli ve yabancı özel şirketlerde, işçilerin sözleşmesiz, sosyal güvenlik haklarından yoksun, asgari ücretin altında ücretlerle, yasal sınırları çok aşan sürelerle çalıştırılması, ücretlerin gecikmelerle ödenmesi veya ödenmemesi çok yaygın uygulamalardandır. (9)
Yapılan bir araştırmaya göre, yerli özel şirketlerde istihdam edilen işçilere, kentlerde dört kişilik bir hane halkının geçinmek için yeterli ücretin %30 altında ücret ödenmektedir. (10)
Kentsel bölgelerdeki imalat sanayi kuruluşlarında, saatlik işgücü maliyeti 2,85 dolar; KKİlerde ise bu rakam sadece 1,15 dolar. Dolayısıyla, imalat sanayisinin bütününde işçilik maliyeti ortalamada 1,74 dolar seviyesindedir. Örneğin, 2009 yılında Türkiyede ortalama imalat sanayisi saatlik işgücü maliyeti 2,98 dolar idi. (11)
Ücretlerin gayri safi yurtiçi hâsıla (GSYH) içindeki payı 1980 ortalarından bu yana düşmektedir. Bu pay, 1990ların başında %55 iken, 2012de %45 seviyesine düşmüştür. (12)
Reform sürecinde, eğitim hizmetleri ücretli hale getirilirken, halkın büyük bir bölümü de sosyal güvenlikten yoksun duruma gelmiştir. 2003de kırsal bölgelerde nüfusun sadece %10u; kentsel bölgelerde ise %40ı kamu sağlık sigortası kapsamında bulunuyordu. (13)
Daha sonra, gerek iç tüketimi canlandırmak gerekse toplumdaki hoşnutsuzlukları azaltmak kaygısıyla; 2003de kırsal, 2007de kentsel bölgelerde sağlık güvencelerinde ve benzer şekilde 2009da kırsal, 2011de kentsel bölgelerde emeklilik sigortasıyla ilgili iyileştirmeler yapılmıştır.
Çift Yol denen ve 1980lerin ortalarında uygulanmaya başlanan düzenlemeye göre, KEKler, planın öngördüğü üretime ek olarak, istedikleri ürünleri üretip, piyasa fiyatları üzerinden istedikleri yere doğrudan satma olanağına sahip oluyorlar; hem plan, hem piyasa koşullarında çalışır hale geliyorlardı. (14) Bu sürecin sonunda planlı üretim gittikçe küçülmüş ve kapitalist sektör, istihdam ve üretim bakımından kamu sektörünü geride bırakmıştır.
Bir çalışmaya göre, Çinde 2010lu yıllarda sanayi üretiminin 3/4ünden fazlası özel şirketler tarafından gerçekleştirilmektedir. Örneğin, rafine petrol üretiminin %30u, doğalgaz dağıtımının %50si, su dağıtımının yabancı şirketler ağırlıklı olmak üzere %30u özel sektör tarafından gerçekleştirilmektedir. (15)
1995de inşaat sektöründe üretimin %3ten azı özel sektörce gerçekleştirilmekteydi. Bu oran 2012 yılına gelindiğinde yaklaşık %80e çıkmıştı. (16)
1990ların ortalarında tüketim malı fiyatlarının %90nı, yatırım malı fiyatlarının %80ni üzerinde devlet kontrolü kalkmış, 1994te de Devlet Fiyat Komitesi ortadan kaldırılmıştır. (17)
Öte yandan, 2000li yılların ilk yarısında artık, bütünüyle iç pazara yönelik yabancı yatırımlar yapılabiliyor, bu yatırımlar, ihracat veya teknoloji transferi koşullarına da bağlanmıyordu. (18)
Bu koşullarda sosyalist planlamanın yapılabilirliğinden söz edilemez. Ve Çinde de durum böyledir. Planlama sadece makro hedefler koymanın ötesinde bir işleve sahip gözükmemekte; emek-gücü dâhil tüm kaynakların dağılımı, üretim ve yatırım kararları piyasanın belirleyiciliği altındadır.
Sonuç
Yazıyı sonlandırmadan önce, sosyalist üretim ilişkilerinin, sosyalizmin iktisadi sisteminin karakteristik özelliklerini hatırlatmak yararlı olacaktır.
1.Toprak ve üretim araçları üzerinde toplumsal mülkiyetin egemen olması,
2.İşçi ve emekçilerin sömürüden, emek-gücünün meta olmaktan kurtarılması,
3.Toplumsal ürünün emekçilerin çıkarına göre dağıtılması, emekçilerin refah düzeyinin sistemli şekilde yükseltilmesi,
4.Toplumsal emeğin ve ürünlerinin akılcı ve toplum yararına kullanılmasını güvence altına alacak merkezi planlamaya dayanan gelişme.
Çindeki reform sürecindeki değişimler, bu dört karakteristik özellik çerçevesinde değerlendirildiğinde, baştaki sorunun yanıtı daha nettir; Çin kapitalist bir ülkedir.
Bu durumda, kapitalist ekonomi ile siyasi iktidar (ÇKP) arasında çelişki yok mudur? sorusu akla gelmektedir.
Bir yanda hızla proleterleşen ve hoşnutsuzlukları artan bir kitle ve başlangıçta reform sürecine destek veren ancak umduğunu bulamadığı için tatminsizliği artan kentli küçük burjuvalar; öte yandan doymak bilmeyen kar hırslarıyla yerli, yabancı kapitalistlerin talepleri. Ayrıca emperyalist sistem içinde artan rekabet ve gerilimler. Tüm bunların ÇKPyi etkilemeyeceği, kendi içindeki çelişkileri ve mücadeleleri yükseltmeyeceği düşünülemez. Ayrıca ÇKPnin içinde hem durumdan ve gidişattan rahatsız olan gruplar; hem de bir süredir üye olabilen kapitalistler, Çinin en zenginleri bulunmaktadır.
Çinde sınıf mücadeleleri ve ÇKP içi mücadele çok uzak gözükmüyor.
Kaynakça
(1)Minqi Li, Çin ve 21. Yüzyıl Krizi, Yazılama Yayınevi, s. 32
(2)Age, s. 26
(3)Age, s. 31
(4)Boratav, Dünyadan Türkiyeye, İktisattan Siyasete, Yordam Kitap, s. 234
(5)Oktay, Çin Yeni Büyük Güç ve Değişen Dünya Dengeleri, T.İş Bankası Yayınları, s. 493
(6)Minqi Li, age, s. 51
(7)Minqi Li, age, s. 33
(8)Minqi Li, age, s. 38, 42
(9)Oktay, age, s. 155
(10)Minqi Li, age, s. 42
(11)F.Oktay, age, s. 150-151
(12)F.Oktay, age, s. 158
(13)F.Oktay, age, s. 110
(14)F.Oktay, age, s. 68
(15)F.Oktay, age, s. 495
(16)F.Oktay, age, s. 93
(17)F.Oktay, age, s. 84
(18)F.Oktay, age, s. 9
Beyaz Adamın manipülatif Batı basınına göre, Çin Komünist Partisi'ni (ÇKP) eleştirmek belaya davetiye çıkarmak demek. ÇKP polisi eleştiri yapanı yakalar, mahkeme sorgusuz sualsiz tutuklar, bir cezaevinde atılır ve unutturulur, hapiste çürür... Anlatılan distopya kabaca böyle bir şey. Yani emperyalist Batının komünizm düşmanlığı oluşturmak ve yaymak için uydurduğu kara propagandanın bugünkü Çine uyarlanmış hali
Bu kara propagandanın günümüzdeki gönüllü yaygaracıları kapitalizmin kullanışlı maymuncuğu liberaller. Sağcıları kimse ciddiye almadığı, söylediklerine değer vermediği için bu pis işi liberaller üstlenmiş durumda. Bu kadar karalama çabası Çinin Batı kapitalizmine karşı güçlü ve baş edilemez bir rakip olarak ortaya çıkmasından kaynaklanıyor, komünist olmasından değil. Yoksa Çinin bildik anlamda bir sosyalist ülke olmadığını Batı kapitalizmini yeniden üretme vazifesi üstlenen bu liberal tayfa tabi ki biliyor.
İçeriden eleştiri Peki, ÇKP eleştirilemez mi, eleştirenlerin başına ne gelir? ÇKP kongrelerini izleyebilenler ve yayınlarını okuyabilenler birçok içeriden eleştiri ile karşılaşırlar. Eleştirinin gelişme ve yenilenmenin anahtarı olduğunu bilmediklerini sanmak ÇKPyi hafife almak olur. Sorun eleştirinin hangi perspektiften yapıldığıdır. Marksist, sosyalist soldan eleştiriler doz aşımı -sataşma, karalama vs içermiyorsa genellikle içeriden eleştiri kabul edilir. Aralarında tanıdıklarım da olan Yeni Solcular olarak bilinen her renkten muhalif komünistin yaptığı ÇKP eleştirileri hafife alınacak cinsten değil. Ama başlarına bir şey geldiği de yok. Çoğunluğu akademisyen olan bu insanlar akademik çalışmalarına devam ediyorlar. Çin, dünyaya madara olmuş İslamcı ilkellerin Yeni Türkiyesi mi ki polisi, savcısı, yargısı muhalifleri bir suç uydurup içeri tıkmak için pusuda yukarıdan işaret bekliyor olsun
Yolsuzluklu mücadele ÇKPye göre Burjuva liberalizminin (kapitalizmin) değerlerine yaslanarak yapılan salvolar ve eylemler eleştiri değil sosyalizm ve dolayısıyla ÇKP ve Çin karşıtlığıdır. Devletle siyasi nedenlerle başı derde girenler genellikle bu grupta yer alanlar. Benim bazı sosyalist uygulamalar da içeren bir tür devlet kapitalizmi veya onun gibi bir şey olarak tanımladığım Çine özgü sistem, ÇKPye göre Çine özgü sosyalizmdir. Üretici güçleri geliştirmek için kapitalizme özgü bazı yöntemler kullandıklarını ve bunun sosyalizme-Marksizme bir katkı olduğunu düşünüyorlar. Bu sistemin sosyalizm olduğuna gerçekten inanıyorlar ve kapitalizme, burjuva liberalizmine yaslanarak yapılan salvoları ve eylemleri ifade özgürlüğü olarak anlamıyorlar.
Bir de çıkar ilişkilerine çomak sokarsanız ve edindiğiniz bilgileri özellikle Batı basını aracılığıyla dünyaya duyurursanız, başınız dertte demektir. Bir yetkilinin birkaç yıl önce gazetecilere söylediği şu cümle konuya bakışlarını özetliyor: Yolsuzluk konusunda sadece Partinin yetkili organları, polis ve savcılarla işbirliği yapın. Bakalım yolsuzlukla mücadelenin yalnızca devlete yani yolsuzluğu üreten kaynağa bırakılamayacağını ne zaman anlayacaklar.
*****
Gençler arasında İnternet bağımlılığı yüzde 10 Batının psikiyatri literatürüne birkaç yıl önce giren İnternet bağımlılığının yolu sonunda Çine de düştü. Ergen Sağlığı Eğitim Kılavuzunun son revizyonunda İnternet bağımlılığı bir psikolojik bozukluk olarak tanımlanıyor ve tanı ölçütleri yer alıyor. Bir uzman psikologa göre, ergenler arasında İnternet bağımlılığı dünya genelinde yüzde 6, Çinde ise yüzde 10 civarında. Aradaki yüzde 4lük fark akademik olarak ele alınması gereken ciddi bir konu. Çinlilerin içe dönük insanlar olmaları, dünyaya internetten açılmaya/anlamaya çalışmaları Bunlar ilk aklıma gelen etkenler.
*****
Gelir vergisi indirimi Sonunda yeni vergi reformu yürürlüğe girdi ve gerçek kişiler için gelir vergisi tabanı aylık 3500 Yuandan (505 Dolar) 5000 Yuana (725 Dolar) yükseltildi. Aylık geliri 20,000 Yuanın (2900 Dolar) altında olanlar yüzde elli civarında bir vergi indiriminden yararlanacaklar. Çinde gelir düzeyi yükseldikçe artan bir gelir vergisi sistemi var (en yüksek oran yüzde 45). Vergi indiriminden yararlanacak olanlar yüzde 10-25lik gelir vergisi diliminde yer alanlar. Reformu anlamlı kılan da zaten alt, alt-orta gelir gruplarına yani toplumun oldukça büyük bir kesimine dönük olması.
Bir ÇKP yetkilisi, Reform, refahın topluma yayılmasını ve özellikle düşük gelirlilerin yaşam standardını yükseltmeyi amaçlıyor. Ayrıca, tüketimi artırarak ekonomik büyümeye önemli katkı yapacaktır dedi. Yani ticaret savaşlarından bir ölçüde etkilenen üretimi
iç tüketimi artırarak telafi etme çabasından bahsediyor.
*****
Büyük yıldıza dokundular Çinin en popüler ve en çok kazanan sinema oyuncusu Fan Bingbinge kazancını yanlış beyan ettiği ve böylece 370 milyon Yuan (55 milyon Dolar) eksik vergi ödediği için 479 milyon Yuan (70 milyon Dolar) vergi cezası kesildi. Vergi cezasını ve eksik ödediği vergi tutarını (70+55 milyon Dolar) yasal süre içinde öderse, ayrıca ceza davası açılmayacak (ilk cezası olduğu için).
Birkaç gün önce, Bingbing, Çok utanıyorum ve herkesten özür diliyorum. Bu cezayı kabul ediyorum, suçluyum. Devlet ve halkın desteği olmadan bugünkü başarıma ulaşamazdım. Komünist Parti ve devletin iyi politikaları ve halkın sevgisi olmadan Fan Bingbing de yoktur açıklaması yaptı.
Son birkaç yıldır giderek zorlaşsa da, vergi kaçırmak Çinde yaygın bir alışkanlık sayılır. Yeni vergi reformunun yürürlüğe girmesinden önce çok popüler bir oyuncuya yönelik bu soruşturma bundan sonra vergi kaçıran kimsenin gözünün yaşına bakılmayacağına dair bir uyarı.
Devlet Vergi İdaresi yetkilisi, Bingbinge kesilen cezayı açıklarken eğlence sektörüne dönük bir uyarı da yaptı: Diğer kişi ve firmalar da vergisi ödenmemiş gelirlerini beyan etmedikleri takdirde incelemeyle karşı karşıya kalabilirler. Yıl sonuna kadar beyanda bulunanlar ödenmemiş vergi tutarı haricinde bir ceza ödemeyecekler dedi. Eminim hepsi hileli vergi beyanlarını düzeltmek için sıraya girecektir.
***
Mahkemeler kapatılmalıdır Yeni Türkiyede yargı giderek gereksiz bir kuruma dönüşüyor. Bu gidişle muhalifler için suç uydurup içeri tıkmaktan başka bir işlevi kalmayacak.
Bursadaki bir arazinin kamulaştırma bedeli için bedel tespiti davası açmıştık (Karacabey 2. Asliye Hukuk Mahkemesi. Dosya no: 2017/674). Mahkeme kamulaştırma bedelinin düşük tespit edildiğine karar verdi. Fakat, nasıl bir hukuk dalaveresiyse, Karayolları tespit edilen bedeli ödemediği için hâkim davanın reddine karar vermiş. Karar, Karayolları mahkeme kararını takmıyor. Bu yüzden adalet tecelli etmeyecek demek istiyor. İstinaf mahkemesine gidin yani Derdinizi Makro paşaya anlatın diyor.
Ruhumda münafıklık olsa, elbirliğiyle kotarıldığı belli olan bu karardan şu sonuçları çıkarırdım:
Artık devlet kasasından yandaş-yanaşma dışında kimseye bir kuruş yok. Bu kadar adamı beslemek kolay mı sanıyorsun
16 yıl sonunda ülkeyi iflas ettirdik, ödeyecek para yok.
Devlet mahkemeleri-mahkeme kararlarını takmıyorsa, bize siz de takmayın demiş olmaz mı
Devlet bize borcunu ödemiyorsa, biz niye devlete borç ödeyelim
Perincek ÇKP'ye dayandırdığı görüşlerinde Çin için ''sosyalizmin alt basamağı'' yorumunda bulunur. Perincek'e göre Lenin'in Rusya'sında NEP'in anlamı neyse, bir köylü ülkesi olan Çin'de de özelleştirmelerin anlamı odur. Perincek Çin konusunda hep aynı noktadadır. Emperyalizme karşı bir savaş verilmiş, demokratik bir devrim gerçekleştirilmiş ve aşamalı olarak sosyalizme yürüyüşe devam edilmektedir.
Ne var ki ortadaki gerçek, pratiğin sosyalizme uygun sonuçlar vermediği yönündedir.
Çin’e komünizm ideallerinin karşılık bulduğu bir proletarya devleti gözüyle bakmak doğru olmaz. Neresinden bakarsak otoriter bir devlet kapitalizmiyle karşı karşıyayız. Ne var ki Çin’in ekonomide ciddi bir sıçramaya imza atıp, ABD’yle her konuda boy ölçüşebilen başarılı bir ulusal kalkınma örneği sergilediği de ortada...
Çin geçen hafta 1949 devriminin 70. yıldönümünü kutladı. Mao Zedong’un “halk kurtuluş savaşının” kazanıldığını ilan ettiği Tiananmen Meydanı’nda görkemli törenler düzenlendi. Kıtalararası nükleer füzeler, kaz adımlarıyla yürüyen 15 bin asker, 1949’da sadece 17 uçaktan oluşan bir filoya sahip yoksul ülkenin jetlerinin semaları fethetmesiyle adeta bir gövde gösterisi yapıldı. Mao’dan sonra en güçlü lider kabul edilen Xi Jinping geleneksel gri elbisesiyle “hiçbir güç bu büyük ulusun statüsünü sarsamaz” sözleriyle yurttaşların gururunu okşadı.
Evet Çin bir yandan Hong Kong’da yükselen protestolar, ABD’yle ticaret savaşları, Sincan Uygur bölgesindeki huzursuzluk, komşularla Güney Çin Denizi’ndeki kıta sahanlığı gerginlikleri gibi çok yönlü sorunlar yaşıyor. Öte yandan iddialı ekonomik büyüme ve kalkınma hamlesi artan gelir ve servet eşitsizliklerine karşın hız kesmiyor. Şu ana kadar ortalama yurttaşın refahının kesintisiz biçimde artması, “toplumsal çalkantılara” fren koyan en önemli etmen gibi görünüyor. Başta yapay zeka ve 5G teknolojisindeki hızlı atılım Atlantik İttifakı’nda kaygıyla izleniyor.
ABD’nin etkili dış politika ve strateji dergisi Foreign Affairs’in Temmuz/Ağustos 2019 sayısının kapağı, “Amerikan Yüzyılına Ne oldu?” idi. Amerikan’nın hegemonik gücündeki gözle görülür gerilemenin masaya yatırıldığı dosyada Fareed Zakaria tam da sorunun bam noktasına şöyle basıyordu:
Diplomasiniz ne kadar hünerli de olsa Çin’in yükselişi uluslararası yaşamdaki tektonik kaymalardan biriydi ve kaçınılmaz biçimde hegemonun rakipsiz gücünü erozyona uğratacaktı.
Çin’in dünyanın yükselen gücünü temsil ettiği yolundaki yaygın kanaat ve genel geçer ekonomik karşılaştırmaların ötesinde, Türkiye’de ve Batı dünyasında Çin’e ilişkin bilgiler çok sınırlı ve önyargılarla dolu. İsterseniz bu yazıda devrimin 70.yılı dolayısıyla tarihsel perspektife biraz ağırlık tanıyıp, dünyanın bu en büyük nüfuslu ülkesine geniş bir pencereden bakmaya çalışalım.
1949: MAKUS TALİHİN SONU 1949 devriminin başarısını daha iyi kavrayabilmek için biraz daha gerilere gitmek gerekir. Çin 4 bin yılı aşkın bir süredir aynı coğrafyada ve aynı etnik yapıda istikrarlı bir imparatorluk konumunda. Başta barut ve pusula gelmek üzere teknolojik buluşlarda da hep insanlığa öncülük yapmışlar. Çinliler tarih boyunca kendilerini dünyanın merkezi görmüşler, zaten Çin ismi de “merkezi krallık” anlamına geliyor. Böyle bir algı içerisindeyken Büyük Britanya’ya karşı Afyon Savaşları’nda alınan yenilgi ruh dünyalarında derin psikolojik yaralar açıyor. Hele 1945’e kadar süren Japon işgalini hiç içlerine sindiremiyorlar. Tüm emperyalistler ülkede cirit atıyor, gümrük daireleri limanlarda onlar adına vergi topluyor…
Aslında Çin’de cumhuriyet 1912’de ilan ediliyor ama gerçek ulusal birliğin yaratıldığı, ülkenin 150 yıllık makus talihine nokta konulduğu tarih 1949’dur. Bu sosyalist bir devrimden öte antiemperyalist ve antifeodalist bir devrimdir. Aradan geçen 70 yılda tüm çalkantılara karşın ülke kayıtsız şartsız bağımsızlığını korumuşsa, feodalizm bir daha başını kaldıramamışsa son tahlilde amaca ulaşılmıştır.
1949-1979 arası dönem çok eşliliğin, cariyeliğin yaygın olduğu bir toplumda kadınların en azından resmi anlamda eşit bireyler kabul edildiği bir dönemdir. Ekonomisi 90’larda kalkışa geçen Çin’de modernleşme altyapısı hazırlanmış; %20 olan okuryazarlık oranı %67’ye yükseltilmiş, ortalama yaşam süresi 41’den 64’e çekilmiş, 80 bin civarında gezinen hastane yatağı sayısı 1.6 milyona çıkarılmıştır. İnsanların gelirleri düşük de olsa işsiz kalmıyorlar, açlık çekmiyorlar, sosyal hizmetlerden yararlanıyorlardı. Bu eşitlikçi model “demir pirinç kasesi” olarak adlandırılıyor. Fazla sözü edilmese de Çin kapitalistleşme hamlesi bu dönemin kazanımlarının üzerine inşa ediliyor.
MAO KİMDİR? Mao Batı medyasında gözü kana susamış çılgın biri gibi sunuluyor. Elbette Lenin, Troçki, Castro vb. devrim önderleri gibi çeşitli insani zaafları var. Ancak önce Türkiye’nin bugünkü gündemi açısından da anlam taşıyan iki noktanın altını çizmekte yarar var. Mao onca yoğun siyasi yaşamı arasında bir dönem kitaplara yumuluyor, imparatorluk döneminden beri süregelen bürokrasi sınavlarını geçiyor; aslında “diploma-liyakat” tartışmalarının yapıldığı günümüz Türkiye’sine de mesaj veriyor. İkincisi, Kore Savaşı sırasında biricik oğlu Mao Anying’i halk çocuklarının yanında cepheye gönderiyor, genç subay bir Amerikan hava saldırısında yaşamını kaybediyor. Söylemeye bile gerek yok, memleketimizdeki sahte vatanseverleri gözümüzün önüne getirirsek, Mao’nun yaşamındaki bu acı sayfayı da daha iyi anlamlandırabiliriz.
Mao gerçekten kabına sığamayan bir devrimci. Uzun vadede sonuç verecek toplumsal reformlara pek sabrı yok. Merkezi planlamaya pek gönlü olmasa da, 50’lerde Sovyetler Birliği’nin etkisiyle bu mecraya giriliyor. 1956’da halisane niyetlerle “Yüz Çiçek Açsın Yüz Fikir Yarışsın” kampanyası başlatıyor. Yeni fikirlere yelken açalım derken tahmininden güçlü bir toplumsal muhalefet ortaya çıkınca aniden frene basılıyor. Bu kez “İleri Doğru Büyük Atılım” adıyla sanayileşme hamlesi start alıyor. “İki yıl içerisinde Britanya’nın çelik üretimini geride bırakmak” gibi uçuk hedefler konuyor. Tam halkta açlıkların, kıtlıkların geride kaldığı güveni oluşmuşken 1959-61 arasında tarım üretiminin düşüşü, açlık tehlikesinin tekrar hortlayışı ile yükseler tepkiler karşısında Mao bir süre geri çekiliyor.
Mao’nun parti yöneticileriyle arasında sorun çıktığı zaman halka başvurmak gibi bir adeti var. 1966’da kapitalizme dönme tehlikesi olduğu gerekçesiyle yine sahneye çıkıyor. Mao partide “solu cesaretlendirmek, sağı ortadan kaldırmadan etkisizleştirmek, merkez soldan yönetmek” gibi bir stratejisi izliyor. 1966’da “karargahı bombalayın” komutuyla “Kültür Devrimi”nin düğmesine basıyor. Konfüçyüsçü, hiyerarşi ve itaate dayalı bir kültüre sahip bir ülkede sade halkı, özellikle gençleri siyasallaştırmak, teknokrat-bürokratların fikri hegemonyasını sorgulamak, kırla kent arasındaki uçurumları mercek altına almak aslında çok anlamlı. Ancak ipin ucu kaçınca, tersten hiyerarşiler yaratılıp toplumda kaos egemen olunca bu tarihsel deneyim de tatsız bitiyor. Bu noktada, tüm dünyada devrimci rüzgarlar esmesini sağlayan 68 hareketinin ivme kazanmasında Çin Kültür Devrimi’nin ciddi bir rolü bulunduğunun, bu olgunun çoğunlukla göz ardı edildiğinin altını çizelim.
ÇİN SERBEST PİYASA AÇILIMI Mao’nun 1976’da ölümünden sonraki sürece, karısı Çiang Çing’in de aralarında bulunduğu “dörtlü çete” dönemi bir yana bırakılırsa, “Cüce Deng” damga vurur. Deng Xiaoping “nehri geçerken taşları hissetmek” metaforuyla sembolize ettiği ılımlı ve sabırlı bir insan tipidir. Mao’nun kendisi için kullandığı formülü sabık lidere uygular : “Mao’nun yaptıklarının %70’i doğru %30’u yanlıştı” söylemiyle yatıştırıcı bir üslup kullanarak ülkeyi serbest piyasa düzenine sokar. Köylülere ellerindeki toprakları işleme hakkı tanınır. 1992’deki “Güney Turu” ile Hong Kong ve Tayvan diasporasıyla işbirliği içerisinde dünya piyasalarına açılma mesajı verir.
Çin’in 2001’de DTÖ’ye kabul edilmesi, kapitalist küreselleşmenin yeni coğrafyalara yayılması, kapitalist olmayan coğrafyalara da nüfuz etmesi için fırsat olarak kabul edildi. Bu noktada, Soğuk Savaş döneminde her ikisi de Sovyetler Birliği ile sorunlu ABD ve Çin’in Richard Nixon ve Mao kişiliğinde ilişkilerini “normalleştirdiklerini” hatırlamakta yarar var.
ÇİN YÜKSELİYOR Zaman içerisinde Çin düşük ücretler marifetiyle küresel tedarik zincirlerine “imalat” aşamasında eklemlenen “ikincil bir güçten”, ABD’nin başını çektiği Batı emperyalizmini farklı cephelerde tehdit eden küresel bir rakip haline gelir. Aralık 2017’de Trump’ın “Ulusal Güvenlik Stratejisinin” Çin ve Rusya’yı “küresel rakipler” diye nitelemesi, işin ciddiyet kazandığının en somut kanıtı kabul edilebilir. Tek Yol Tek Kuşak diye bilinen proje antik İpek Yolu’nu ihya ederek altyapı projeleriyle Avrasya ülkelerini birbirine bağlamayı amaçlıyor. Her ne kadar Pekin ihtiraslarını “barış içerisinde yükselme” sloganıyla ifade etse de, bu hamle Çin’in dünya gücü olma ihtiraslarının son aşaması kabul ediliyor.
Çin’in başta ABD, metropol kapitalist ülkelerde korku yaratan asıl özelliği, teknolojide büyük bir sıçrama gerçekleştirmiş olması. Havacılık, robotik, yapay zeka ve bilgi teknolojilerini” kapsayan stratejik atılım, 2025’te Pekin’i imalata sanayinin süper gücü haline getirmeyi amaçlıyor. Özellikle Huawei firmasının 5G ve akıllı telefon konusunda lider konumuna geçmesi, Washington’da panik havası estirmiş görünüyor. ABD açısından Çin’in teknolojik ilerlemesinin sadece ekonomik değil askeri boyutlarını da düşünmek endişe yaratıyor.
70 YIL: VAKİT HENÜZ ERKEN Çin devriminin 70. yılını kutlarken bunun halkın büyük çoğunluğunda samimi bir gurur ve coşku yarattığını Financial Times gazetesi bile itiraf etti. 1 Ekim arifesinde yayımlanan “Yeni Çağda Çin ve Dünya” başlıklı raporda, “gelişmiş ülkelerin birkaç yüzyılda aldığı mesafeyi kendilerinin on yıllara sığdırdığı” dile getirilerek dönüşüm şöyle özetlendi: Ülkenin 1952 ve 2018 arasında GSMH’si yılda ortalama%8.1 arttı; 1978’den bu yana kırsal Çin’de yaşayan 770 milyon kişi yoksulluktan kurtuldu; ortalama yaşam süresi 1949’da 35’ten bugünkü 77’ye yükseldi. Son 40 yılda ülkeye 2 trilyon dolardan fazla doğrudan yabancı sermaye yatırımı girdi.
Çin’e komünizm ideallerinin karşılık bulduğu bir proletarya devleti gözüyle bakmak tabii ki doğru olmaz. Neresinden bakarsak otoriter bir devlet kapitalizmiyle karşı karşıyayız. Ne var ki Çin’in ekonomide ciddi bir sıçramaya imza atıp, ABD’yle her konuda boy ölçüşebilen başarılı bir ulusal kalkınma örneği sergilediği de ortada. İsterseniz, eğitimini Fransa’da tamamlamış eski Çin başbakanı Çu En Lay’ın 1789 Fransız devrimini “başarılı bulup bulmadığı” sorusuna verdiği cevabın, daha 70 yıl geride kalmışken Çin devrimine de uygulanabileceğini söyleyerek bağlayalım: Bunu söylemek için vakit henüz çok erken…
Çin’in kapitalist ve emperyalist bir toplum olduğuna ilişkin teşhisler, bence, en azından 'aceleci'dir.
Çin Komünist Partisi’nin 100’ncü yıldönümü- KORKUT BORATAV
1 Temmuz 2021’de Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP’nin) 100’ncü kuruluş yıldönümü, Beijing Tienanmen Meydanı’nda görkemli bir törenle kutlandı.
Törende ÇKP Genel Sekreter, Şi Jinping 65 dakika süren bir konuşma yaptı. ÇKP’nin yüz yıl önce 50 komünist tarafından kurulduğunu; bugün ise 95 milyonu aşkın üyesi olduğunu; 1,4 milyarlık Çin Halk Cumhuriyeti’ni yöneten parti olduğunu hatırlattı.
Toplantının sonunda, uluslararası işçi sınıfı hareketinin marşı olan Enternasyonal, onbinlerce insan tarafından söylendi.
ÇKP’nin kuruluş yıldönümü kutlu olsun.
Çin Uluslararası Radyosu’nun Türkiye temsilciliği, benimle, “ÇKP’nin Yüzüncü Yıldönümü” konulu bir röportaj yaptı. Röportaj metnini aşağıya alıyorum.
Çin Uluslararası Radyosu ile Röportaj 20. yüzyıl büyük devrimler çağı… Bolşevik devrimi, 2. Dünya savaşı sonrası Doğu Avrupa ve Balkan ülkelerinin sosyalist devrimleri var. 20. Yüzyılın büyük devrimlerine baktığımızda Çin Devrimi’nin ve ÇKP’nin önemi nedir?
Çin devriminin büyük önemi, 20’nci yüzyıl sosyalist devrimlerinin mirasını bu yüzyıla taşıyan az sayıda ülkeden biri ve en başarılısı olmasından kaynaklanıyor.
1991’de Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra üst üste sosyalist yönetimlerin yıkılmasına tanıklık ettik. Çin ise son 30 yılda büyük gelişme kaydederek bugün dünyanın süper güçlerinden biri olmayı başardı. Sizce ÇKP bunu nasıl başardı?
“Sovyetler Birliği niçin çöktü? Benzer bir kadere sürüklenmemek için ne yapmalıyız?” Bu soruyu yakın geçmişte ÇKP içinde açıkça tartışmaya açan lider, Genel Sekreter’lik görevini üstlendikten sonra Xi Jinping oldu. Bildiğim kadarıyla yanıt, Sovyet Komünist Partisi’nin bünyesindeki yozlaşma eğilimlerinin, yolsuzlukların yaygınlaşmasında bulundu. Ayrıca, Sovyet devleti ve toplumunda SSCB-Komünist Partisi öncülüğünün zayıflaması da, sistemi çökerten ek bir katkı olarak belirlendi.
Bu tespitler sonunda, Xi Jinping yönetimi, ÇKP içinde çok kapsamlı bir yolsuzlukla mücadele kampanyası başlattı. Zamanla bu kampanya devlet aygıtına da taşındı. Buna ek olarak (“ayrık otları” ayıklandıktan sonra) ÇKP’nin Çin toplumundaki öncü rolü ısrarla vurgulandı; korundu; güçlendirildi. Emperyalist sistemden ithal edilen liberal ideolojinin sızmasını, yaygınlaşmasını frenleyen etkili yöntemler hayata geçirildi.
Bu “savunmacı önlemler”in başarılı olması için Çin ekonomisinin gelişme temposunun, yoksulluğu hızla azaltacak tempoda sürdürülmesi gerekiyordu. Deng Xiaoping’in mirası olan dış dünyaya açılma ve reform politikaları, esneklikle, ancak devlet işletmeciliği ve toprakta ortaklaşa mülkiyet ilişkileri (Rusya ve Doğu Avrupa örneklerinin aksine) tasfiye edilmeden sürdürüldü. Çin, bugün, (“alım gücü paritesi” ölçümüne göre) dünyanın en büyük ekonomisidir.
Günümüz dünyasında Çin’in Atlantik güçlerine karşı yeni bir süper güç olarak ortaya çıkmasının önemi nedir?
Çin hızlı gelişmesi, ekonomik ve siyasal gücü sayesinde dünya sisteminin ağababalığının ABD’ye teslim edilmeyeceğini ortaya koydu. Xi Jinping, yönetime geldikten sonra, Çin’in hegemonya aramayan; ortaklaşa belirlenen uluslararası kurallara uyan bir süper güç olacağını açıkça belirtti; vurguladı. ABD ise emperyalist sistemin hegomonyasını sürdürmekte ısrarcıdır; ama bu iddiayı hayata geçirecek ekonomik güçten, dinamizmden yoksundur.
ABD, önce Trump, şimdi de Biden tarafından Çin hükümetine değil, doğrudan doğruya ÇKP’nin temsil ettiği dünya görüşüne karşı ideolojik kampanya başlattı. Biden, Çin’in yükselmesini frenlemek, mümkünse önlemek önceliğini açıkça ifade etti. Geçen yüzyılın soğuk harp ortamı hortlamaktadır.
ÇKP, bugün, bu “meydan okuma” söylemini, kendi değerlerini açıkça savunarak karşılayacak özgüvene sahip olduğunu göstermektedir
Çin 1.4 milyarlık nüfusu ile dünyanın en kalabalık ülkesi. ÇKP de yaklaşık 90 milyon üyesi ile dünyanın en büyük partisi. Ve yine yaklaşık 70 yıldır iktidarda. Bu yanı ile değerlendirdiğinizde ÇKP’nin halkı ile kurduğu ilişkiyi nasıl tarif edebilirsiniz?
Sosyalist devrim, Çin toplumuna burjuva rejimlerinden farklı, “doğrudan demokrasi” öğeleri içeren (ÇKP tarafından “halk demokrasisi” olarak ifade edilen) bir yönetim biçimi armağan etmiştir. Ne var ki ekonomik yapının önemli bölümleri kapitalist ilişkiler içindedir; bu ilişkilerden türeyen değerler, sızmalar, ister istemez ÇKP’yi de etkilemiş; devrimin demokratik kazanımlarını aşındırmış; bürokratikleşmeyi, yolsuzlukları beslemiştir.
ÇKP tarihinde çok önemli yeri olan “özeleştiri ve bozulmaları düzeltme” geleneğinin canlanabileceği de geçmiş ve bugünkü uygulamalarda ortaya çıkmıştır. “Açılma ve reform” dönüşümünün öncüsü olan Deng Xiaoping, Sovyet sisteminin çözülmeye başladığı 1989’da, ÇKP’nin öncü rolünü tehdit eden çalkantının bastırılmasında da belirleyici olmuş; bu kritik tarihte Çin Hak Cumhuriyeti’nin SSCB’nin akıbetine sürüklenmesini önlemiştir. Xi Jinping, bu kararlılığı, yeni koşullarda canlandırmıştır.
Bu tarihsel miras ve birikim, ÇKP’nin, programı, geleceğe ilişkin hedefleri ve çarpıcı ekonomik başarılara yol açan uygulamalarıyla Çin halkının büyük çoğunluğu tarafından benimsenmiştir; sahiplenilmiştir. Bu olgu, Çin-karşıtı Batılı uzmanlar tarafından dahi kabul edilmektedir.
Bazı eklentiler Röportaj, Çin’deki izleyicilere hitap ettiği için, yanıtları kısa tuttum. Sol Haber okurları için birkaç açıklamayı buraya ekliyorum.
Türkiye solunda Çin toplumu ve rejimi üzerindeki değerlendirmelerde çok renklilik var. Bu çeşitlilik, ÇKP’nin 100’ncü yıldönümü vesilesiyle de gözleniyor.
Ben de bu çeşitliliğe katıldım. Çok önceleri yayımlanan Sosyalist Planlamada Gelişmeler başlıklı kitabımda, SSCB ve Doğu Avrupa’nın ekonomik sorunlarını, bölüşüm bağlantıları içinde incelemeye çalıştım. Çin’e dönük bazı uzantılar da içererek…
SSCB ve D. Avrupa’da reel sosyalizmin tarihe karışması sonrasında Çin, ÇKP tarafından yönetilmeyi sürdürdü. Bu ülkede sosyalizmin sorunları, geleceği tartışmaları da önem kazandı. Yazı, makale derlemelerinden oluşan iki kitabımda birer bölüm1 bu konuyu içeriyor. Samir Amin, Giovanni Arrighi ve Perry Anderson gibi çağdaş Marksistlerin bu konuya bakışları da orada tartışılıyor.
Bu konuda yazdıklarımı burada özetleyemem. Yukarıdaki röportajdaki değinmelere ek olarak iki tespit ile yetineceğim.
Birinci olarak, kapitalizm Çin ekonomisinde yaygındır; ama egemen üretim ilişkisi olduğu söylenemez. Toprak mülkiyeti, tarım, hâlâ önemli yer tutan (bankacılık dahil) devlet işletmeleri ve merkez bankasının astronomik rezervleri önemli istisna alanlarıdır.
İkinci olarak, toplumsal sistem (formasyon) sorunu, iktidar ve üstyapı ilişkileri dışlanarak belirlenemez. Çin’de iktidar, ÇKP’dedir. Çeşitli mücadele, saldırı ve sızmalara rağmen kapitalizmin, Çin toplumunda iktidara el koyduğu söylenemez.
Bu yüzden ve burada tartışamayacağım ek olgular nedeniyle, Çin’in kapitalist ve emperyalist bir toplum olduğuna ilişkin teşhisler, bence, en azından “aceleci”dir. “Gerçek emperyalizm”in artan saldırganlığı ortamında yanıltıcı olmaları bir yana…
---------------------
1.Dünyadan Türkiye’ye, İktisattan Siyasete, İstanbul 2015, Yordam, ss. 229-262 ve Türkiye’nin Faşizmleri ve AKP, Ankara 2021, Bölüm V.
SÖYLEŞİ | Alper Birdal'la 'Hegemonya Bunalımı ve Çin' kitabı üzerine
''2021’de dünyada en çok dolar milyarderine sahip kişi sayısı itibarıyla Çin birinci ABD ikinci sırada. Çin’de 1058, ABD’de 696 milyarder var ve Çin’in milyarder sayısı kendisini takip eden üç ülkenin toplamından yüksek. Yanlış bilmiyorsam Çin, milyarder sayısı itibarıyla ilk kez 2019’da ABD’yi geçip dünyada birinciliğe yükseldi ve belli ki aradaki farkı artırıyor. Öte yandan benim hesaplamalarıma göre 2014’te Çin imalat sanayiinde birim emek maliyeti ABD’ninkinin %49,2’sine eşitti. Böyle bir ülkenin sosyalist olduğundan söz edilebilir mi? Sosyalizm en başta eşitliktir, emek sömürüsünün ortadan kaldırılmasıdır. Çin’de bunların hangisinden söz edilebilir ki?
Çin elbette kapitalist, hatta bana göre artık kapitalist-emperyalist bir ülke. Ancak Çin’de kapitalizmin özgün tarihsel gelişimi, ülkenin büyüklüğü ve kaynakları ve daha birçok faktör nedeniyle Çin kapitalizmi üst yapısal olarak Batılı kapitalist ülkelere tam anlamıyla benzemiyor. Çin de diğer emperyalist ülkeler kadar mevcut emperyalist hegemonyanın bir bileşeni, ancak bu özgünlükleri nedeniyle aynı zamanda mevcut emperyalist hegemonyanın krizini derinleştiren en önemli faktörlerden de bir tanesi...''
ÇKP Görevleri ve Katkıları belgesi, 2012 sonrasını, Şi Jinping dönemini de kapsıyor ve sosyalizm hedefine de yer veriyor.
Batı’da tedirginlik: Çin sosyalizme mi dönüyor? - KORKUT BORATAV
Batı’da Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP’nin) kimi politikaları “Çin’de kapitalizm tehdit altında mı?” diye sorgulanmaya başladı.
Bu sorgulamaya göz atmaya başlayalım.
Şi Jinping güven vermiyor… Trump yönetimi 2020’nin seçim konjonktüründe Çin-karşıtlığını bir soğuk savaşa dönüştürdü; geleneksel anti-komünist söyleme geçti. Doğrudan doğruya ÇKP (ve giderek Genel Sekreter Şi Jinping) “özgür dünyayı tehdit etmekle” suçlandı. Biden yönetimi de “Çin tehdidi” yaklaşımını benzer bir söyleme dayandırmaktadır.
Büyük Batı medyasında da Çin’deki gelişmeler benzer endişelerle incelenmektedir. Bugünlerde Çin kapitalizmini tehdit ettiği düşünülen kimi uygulamalar mercek altındadır.
Bazılarını sıralayayım: Bilişim teknolojisinde öne çıkan dev şirketleri denetleme, sınırlama, parçalama önlemleri… Eğitim sisteminde varlıklı ailelerin çocukları için önem taşıyan özel dershanelerin yasaklanması… “Ortak refah” sloganı ile başlatılan eşitlikçi bir söylemin öne çıkması…
Tipik bir tepkiyi BBC’den Stephen McDonell gösterdi: “Değişen Çin: Şi Jinping’in sosyalizme dönüş çabası” (BBC News, 23 Eylül 2021)…
Cumhuriyet’ten Ergin Yıldızoğlu arkadaşımız ise “Maoizm 2.0” başlıklı yazısında bu gelişmeleri “devlet kapitalizmini güçlendiren”, kültürel uzantılar da içeren önemli, galiba olumlu bir dönüşüm olarak değerlendirdi.
Bu gelişmeler benim için şaşırtıcı olmadı. ÇKP’nin 100’ncü kuruluş yıldönümü vesilesiyle 9 ve 16 Temmuz 2021’de bu köşede yayımlanan iki yazıda (“ÇKP’nin 100’ncü Yıldönümü” ve “Çin Komünist Partisi’nin 2021 ve 2049 Hedefleri”) Şi Jinping’in Çin’de sistemik bir dönüşüm ima eden tasarımının ciddiye alınması gerektiğini savunmuştum.
Yukarıda değindiğim yenilikleri bu çerçevede tartışmak istiyorum. İlk olarak Parti’nin 100’ncü yıldönümü vesilesiyle yayımlanan bir ÇKP belgesini, yukarıdaki sorunlar açısından değerlendirelim.
Şi Jinping öncesinin bilançosu ÇKP Merkez Komitesi’nin ÇKP: Görevleri ve Katkıları başlıklı bir belgesi Xinhua tarafından 26 Ağustos 2021’de yayımlandı (İngilizcesi: “CPC: Its Missions and Contributions”). Metinde yer alan açıklayıcı notlardan Çin dışındaki okurlara da dönük olduğunu anlıyoruz. ÇKP’nin yüz yıllık tarihinin (elbette Şi Jinping yönetiminin gözlükleri ile) kısa bir bilançosu çıkarılmaktadır.
Bu bilanço, ÇKP tarafından üstlenilen “tarihsel görev” açıklanarak başlatılıyor: “Çin, 5000 yılı aşan bir tarih içinde uygarlığa silinmez katkılar yapmıştı. Ancak 1840’taki Afyon savaşı sonrasında Çin yarı-feodal ve yarı-sömürge bir topluma dönüştü. Aşağılanmayı kabullenmek zorunda kaldı.”
“Rusya’nın 1917 Ekim Devrimi Marksizm-Leninizm’i Çin’e taşıdı… 1921’de doğuşundan beri ÇKP, Çin işçi sınıfını, Çin halkını, Çin ulusunu temsil etti… Bir Marksist parti olarak ÇKP önceki siyasal hareketlerden farklıydı; özel çıkarlar izlemiyordu. Başlangıcından itibaren kalıcı hedefleri Çin halkının mutluluğu ve Çin ulusunun gençleşmesi oldu.”
“Çin Komünistleri, öncelikle Mao Zedong, Deng Şiaoping, Jiang Zemin, Hu Jintao ve Şi Jinping tarafından temsil edilerek Marksizmi Çin’in gerçeklerine ve geleneksel kültürüne uyarladılar ve ulusal gençleşme hedefine doğru yürüdüler.” Burada sayılan liderlerin adları, ÇKP Programı’nda da yaptıkları katkılar belirtilerek yer almaktadır.
Dikkat ediniz: ÇKP’nin tarihsel hedefi ulusal gençleşme olarak ifade edilmektedir. Bu milliyetçi hedef, geleneksel sosyalist, komünist örgütlerin sınıfsal söyleminden; son tahlilde sınıfsız bir toplum arayışından farklıdır.
Öte yandan aynı belge, sınıf mücadelelerinin farklı aşamalarında ÇKP’nin katkılarını da sıralamaktadır: “Komünistler silahlı devrimciler olarak karşı devrimcileri yendi; emperyalizm, feodalizm ve bürokrat-kapitalizme son verdi; 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti’ni kurdu. Sosyalist devrimi gerçekleştirerek binlerce yıllık feodalizme, doğası gereği sömürücü ve baskıcı olan sisteme son verdi. Çin’in temel siyasal sistemi olan sosyalizmi oluşturdu. Sosyalizmi inşa ederken Çin ulusunun tarihindeki en kapsamlı ve derin toplumsal değişimi gerçekleştirdi. ÇKP ve Çin halkı tüm dünyaya gösterdi ki, Çin’i kurtarabilecek, geliştirebilecek tek düzen sosyalizmdir.
Sosyalizm’in, anti-feodal bir devrim ve bir “siyasal sistem” olarak nitelendirilmesi dikkat çekmelidir. Üretim araçları üzerindeki özel (kapitalist dahil) mülkiyet ilişkilerinin tasfiyesine dönük devrimci dönüşüm vurgulanmamaktadır.
Nedeni, ÇKP tarihinin 1979 sonrası betimlenirken anlaşılıyor: “ÇKP kararlılıkla reform ve açılmayı uyguladı… ve Çin’e özgü sosyalizmi oluşturdu; sürdürdü ve geliştirdi. Çin, bu sayede ileri derecede merkezî bir planlamadan canlı bir sosyalist piyasa ekonomisine; kapalı bir ülkeden dünyaya açık bir ülkeye dönüştü.” Bu dönüşümlerin üretim ilişkilerine kapitalizmi yerleştiren boyutu değil; “ülkeyi dünyanın ikinci büyük ekonomisine taşıyan ve halkın genel refahını yükselten” katkıları vurgulanacaktır.
ÇKP Merkez Komitesi’nin ÇKP Görevleri ve Katkıları başlıklı belgesi, ÇKP tarihinin farklı aşamalarında, Parti-içi sorunlara, gerilimlere değinmemekte; Şi Jinping yönetiminin ÇKP’nin tarihsel mirasını olduğu gibi sahiplendiğini göstermektedir.
“Sosyalizm” geri mi geliyor? ÇKP’nin 2012 Kongresi ile Genel Sekreterlik görevini devralan Şi Jinping, Parti belgelerinde ve söyleminde “Çin’e özgü sosyalizm” kavramını sürdürdü; ayrıca, Çin’in henüz sosyalizmin ilk aşamasında olduğunu da tekrar ederek…
Geçmişten devralınan bu söylemde sosyalizm sadece iki anlamda vardır: ÇKP iktidar tekelini “siyasal bir sistem olarak” sürdürmektedir. Bankacılık gibi bazı stratejik sektörler, merkez bankası rezervleri ve çıplak toprak mülkiyeti kamusal veya (tarımdaki gibi) ortaklaşadır.
Bu açıdan ÇKP programına Şi Jinping önemli bir yenilik getirdi: ÇHC’nin yüzüncü yüzyılının kutlanacağı 2049’da “Çin’i müreffeh, güçlü, demokrat, kültürel olarak gelişmiş, ahenkli, güzel, modern bir sosyalist topluma dönüştürmek” hedefi…
ÇKP Görevleri ve Katkıları belgesi, 2012 sonrasını, Şi Jinping dönemini de kapsıyor ve sosyalizm hedefine de yer veriyor. Bu dönemde ÇKP liderliğinin önemi ısrarla vurgulanıyor. Marksizm ayrıca öne çıkarılıyor: “Marksizm, ÇKP’yi yönlendiren tek ideolojidir. Marksizm komünizm ideallerini tanımlar; bunları gerçekleştirme araçlarını açıklar. Çin’in kültürel değerleri ile uzlaşmaktadır; onu savunmayı, geliştirmeyi sürdüreceğiz.”
Belge, ÇKP saflarında sosyalizm hedefinin tartışılmakta olduğunu da açıklıyor. Tartışılan sorulardan örnekler veriliyor: “Sosyalizm nedir; nasıl inşa edilmelidir? ÇKP nasıl bir parti olmalıdır?”
Yanıtların aktarıldığı kesimde 2049’daki hedefe ışık tutan tek açıklama ise şöyledir: “Sosyalizmin özü üretici güçleri özgürleştirmek ve geliştirmektir; sömürüye, kutuplaşmaya son vermektir. Sosyalizmin temel gereksinimi ise ortak refahı gerçekleştirmektir.”
Nasıl değerlendirebiliriz? “Üretici güçlerin gelişmesi”, belki son tahlilde sosyalizme yol açabilir; ama herhalde “sosyalizmin özü” değildir.
Çin toplumunun özellikleri içinde “sömürüye son” hedefi, kapitalist üretim ilişkilerinin tasfiyesini gerektirir. Belgede birkaç kere tekrar edilen ortak refah hedefi ise, bu tür devrimci bir adımı değil, gelir ve servet eşitsizliğini hafifleten “daha yumuşak” yöntemleri akla getirmektedir.
2021 ÇKP belgeleri, izleyebildiğim kadarı ile, geleceğin Çin sosyalizmi için bunları içermektedir.
Batı burjuva basınında “Çin kapitalizmine son mu veriliyor?” sorusunu tetikleyen uygulamaları önümüzdeki hafta gözden geçirmek istiyorum.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.