Dünyayı güzellik ya da edebiyat değil sosyalizm kurtaracak
Yakın zamandır popüler kültür dünyasının sol tarafının diline pelesenk ettiği bir deyim var: Dünyayı güzellik kurtaracak! Bu deyim geçen süreçte edebiyat alanına da bir biçimde sıçradı ve yazar Ahmet Ümit ile Feyza Hepçilingirlerin de gündemlerine girdi.
Aslında deyim 19. yüzyıl Rus yazarlarının en tanınmışı Fyodor Mihayloviç Dostoyevskinin (1821-1881) Budala adlı romanından cımbızlanmış. Dünyayı güzellik kurtaracak dediğiniz doğru mu, Prens? Birden sesini yükselterek tüm topluluğa seslendi: Baylar! Prens dünyayı güzelliğin kurtaracağını savunuyor! Bence kendisi âşık olduğu için bu türden şen şakrak düşünceler öne sürebiliyor. Baylar, Prens âşık. Az önce içeri girdiğinde anladım bunu. Kızarmayın, Prens, yoksa size acımaya başlayacağım. Hangi güzellikmiş bu dünyayı kurtaracak olan? [1]
M. Dostoyevski, gençliğinde Fourier ve Proudhon okuyan bir grupta yer alsa da sosyalizme hiç inanmadı. Ortodoks Hristiyan bir vicdanla baktı dünyaya, ona göre dünyayı güzellik kurtaracaktı ve bu söz 149 yıl sonra sol vicdanistlerce keşfedilecekti.
Kültürel olanın ardında mutlaka ideolojik ve politik bir bağlam bulunuyor. Hollywood yapımı sinema filmlerinin temel konulardan birinin teması Dünyayı kurtarmaktır ya da Amerikaya güzellemedir. Bu filmlere sıradan bir örnek ise Rambo 4 filmidir. Filmde iki metre boyunda, 118 kilo gram ağırlığındaki Sovyet boksör Ivan Dragoyu (Dolph Lundgren) filmin sonunda yere seren Sylvester Stallonenin canlandırdığı Rocky Balboayı görürüz. İki boksör Rocky ve Drago 15. roundun sonlarına doğru Rocky peş peşe yumruklar atar Sovyet rakibini ilk ve son defa yere serer hakem 10a kadar sayar, Drago kalkamaz ve maç Rockynin nakavt etmesi ile sona erer. Ringe toplanan kalabalık arasından Amerikan bayrağına sarınmış Rocky herkese teşekkür eder ve kısa bir konuşma yapar konuşmasının en sonunda ( ) Söylemeye çalıştığım, ben değişebiliyorsam ve siz de değişebilirsiniz, herkes değişebilir diye bağırır. Bunun üzerine Sovyet Genel Sekreteri Mihail Gorbaçov ayağa kalkarak Rockyi alkışlar ve diğer politbüro üyeleri de alkışlamaya başlarlar. Filmin yapım yılı ise 1985dir yani SSCBnin başına geçen Mihail Gorbaçov haininin Perestroyka (yeniden yapılanma) ve Glasnost (açıklık) politikalarının uygulamaya koyduğu yıldır Filmin çekim yılı ile Perestroyka ve Glasnost aynı tarihe takvimlimesi bir tesadüf müydü? Stalinin dediği gibi [Eta li sluçayni tavarişi? Nyet, eta ni sluçayni, tavarişi.] Bu bir tesadüf müdür yoldaşlar? Hayır yoldaşlar, bu bir tesadüf değildir.
Prens Mişkinin sahip olduğu anlayış ve yargı bu dünyaya, bu dünyanın gerçekliğine ve nesnelliğine şimdi ve burada oluşun tamamıyla dışındadır. Bu karakter Dostoyevskinin biyografisini bilen dikkatli okuyucunun gözüne hemen İsa figürünü getirecektir. Hatta ve hatta dünyada yok gibidir ataları gibi yeryüzünden tümüyle silinip gitmiş gibidir: Prens Mişkin? Lev Nikolayeviç? diye yineledi memur dalgın dalgın. Çıkaramadım hatta daha önce hiç duymadım bile diyebilirim Yani tarihsel bir ad olarak demek istiyorum Karamzin Tarihinde herhalde geçiyordur Mişkin adı ancak böyle tarihsel adlara hiç rastlanmaz oldu artık; tümüyle silinip gittiler yeryüzünden sanki. Evet, evet, diye atıldı hemen Prens. Mişkinler de, beni saymazsanız, tümüyle yok oldular; sanrım ben sonuncularıyım.[2]
Dahası Dostoyevskinin dünyaya bakışı açısı Hristiyan ahlakı çerçevesindendir, İsadan ve İncilden bakar yaşama ve olaylara. Ecinniler romanında da kahramanlardan birine bilimsiz, ekmeksiz de yapabilir; bir tek güzellik olmadan yapamaz, çünkü dünyada yapacak şey kalmamış demektir güzellik yoksa. dedirtir. Öbür yanıyla da aynı Dostoyevski sosyalistleri Saçmalık, zayıflık, karşılıklı çelişkiler bütün hayallerin ötesinde olarak görür ve yorumlar. Oysa on dokuzuncu yüzyılda (ve günümüzde de olduğu gibi) sosyal adaleti tam anlamıyla uygulamak isteyen en etkili hareket sosyalizm olduğu halde Dostoyevski sosyalizme mesafelidir. Dostoyevski, sosyalizme karşı bu mesafesinin asli unsuru ve nedeni ortodoksluk merkezli bir odaklamadan kaynaklanır.
Ortodoksluğun kaderi nedir, ne anlama geliyor? diye kendine sorar. Dostoyevskiye göre yeryüzü egemenliği için yüzyıllardan beri İsaya ihanet eden ve kendini insanoğlundan dışlayan ve böylece Avrupa maddeciliğinin ve tanrıtanımazlığının en belli başlı nedeni olan Roma Katolik dini Avrupada doğallıkla sosyalizmi de yaratmıştır. Sosyalizm insanoğlunun yazgısı sorununun çözümünde Tanrının dışında, İsanın dışında bir görevi üstlenmiştir çünkü Avrupada Katolik kilisesi bünyesinde, saptırıldıkça ve yozlaştıkça doğal olarak silinmeye yüz tutan Hıristiyanlık ilkelerinin yerini sonunda alacaktı tabii. Zira Dostoyevskiye göre yitirilen İsa imgesi bütün dünyada apaklığıyla Ortodokslukta korunmuştur ve geleceğin sosyalizminin karşısına, belki de Avrupa insanlığına yeniden kurtuluş yolunu gösterecek yeni rüzgârlar doğudan esecektir.[3]
Görüldüğü ve verilen örneklerden anlaşıldığı gibi Dünyayı güzellik kurtaracak diyen Dostoyevski dini bütün Ortodoks Hristiyan olarak tam boy bir sosyalizm karşıtıdır. Sosyalistlerin halka öğrettiklerinin hepsini İsa Mesihin de vazettiğine inanan sıkı bir dindar aynı zamanda.
Dünyayı ancak ve ancak sosyalizm kurtaracaktır
Çünkü sosyalizm insanlığın kurtuluşunun sağlanacağı; eşitlik, özgürlük ve hakkaniyetin gerçek ve tüm anlamlarıyla var olduğu; sınıfsız ve sömürüsüz düzenin ta kendisidir.
Çünkü sosyalizm, sınıfların ve sömürünün ortadan kalkması için işçilerin emekçilerin iktidarda olduğu rejimin adıdır.
Çünkü sosyalizm sermaye düzeninde iktidar olan kapitalist sınıfının yerine işçi sınıfının iktidara geldiği, üretim araçlarında özel mülkiyetin değil, kamu mülkiyetinin olduğu, yer altı ve yer üstü kaynaklarının kamulaştırıldığı, eğitimin, sağlığın, barınmanın, yani en önemli insansal gereksinimlerin devlet tarafından parasız bir biçimde karşılandığı sistemdir.
Çünkü emperyalist kapitalist düzende yaşadığımız temel ve çok sayıdaki kısır döngünün yerleşik çözümü yalnızca ve yalnızca sosyalizmdedir. Tarihten öğrendiğimiz ve ders çıkardığımız gibi bütün sınıfsal mücadelelerinde insanlar örgütlü oldukları sürece başarıya ulaşmışlardır. Ne Mesihyen bir romantizm, ne edilgin bir edebiyat/sanat, ne de içi boş ve muğlak bir güzellik kavramı değildir dünyayı kurtaracak olan. Dünyayı kurtaracak olan örgütlü bir sosyalizm mücadelesidir ve unutulmamalıdır: Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez.
AKP ülkeyi OHAL ve KHKlarla yönetiyor. Böyle de devam edecek.
KHKlar OHAL kapsamında kendisine tanınmış yetki alanını her yönüyle aşıyor, KHKlar OHALin gerekçesi olmayan konularda sınırsız düzenlemeler yapıyor, KHKların meclisten geçirilmesi gerektiği hükmü yok sayılıyor.
Bu noktaya göz göre göre gelindi. Örnek mi? Erdoğanın 14 Ağustos 2015 tarihinde 10 Ağustosta halk oylamasıyla cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra yaptığı açıklama: İster kabul edilsin ister edilmesin, Türkiyenin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken bu fiili durumun anayasal olarak kesinleştirilmesidir.
Fiili durum yarattılar, hukuku, anayasayı, meclisi ortadan kaldırdılar, sonra buna hukuk uydurdular.
Öte yandan yakın zaman önce YSK ile ilgili gerçekleştirilen düzenlemeler, AKPnin 16 Nisan referandumunda alenen başvurduğu sandık oyununun bundan böyle hukuk çerçevesinde devam ettirileceğinin de göstergesidir.
Bunlar seçim kaybetseler bile iktidarı bırakmamak için her şeyi yaparlar.
Hukuk, anayasa, meclis yoksa varmış gibi davranılamaz. AKPnin el koyduğu sandıktan, hukuktan, anayasadan, Meclisten medet umulamaz. Yok edilen var varsayılarak mücadele yürütülemez.
Bunların muhalefeti ise bu gerçekliği görmemek konusunda ısrarcı ve yaratılan fiili durumu, yaratılan fiili durumla yok edilmiş mahkemelere şikayet etmekten başka bir şey yapmıyor.
Ama bu muhalefetten zaten başka bir şey beklenmez. CHP bir düzen partisi olarak düzenin içindedir ve ya düzenin yeni sosyoekonomik ve siyasal gereksinimlerine göre kendisine ayar verecek ve/veya komik durumlara düşecektir.
Şimdi yaşanan budur. CHP kendisini biraz düzene göre ayarlamakta, AKPyi referans alarak ideolojik formasyonunu dini temele kaydırmakta, bir taraftan da sanki hukuk varmış gibi bir rol takınmaktadır. Ayar ve komiklik birlikte CHP açısından traji komik bir yeni ayar oluşturmaktadır. CHPnin görevi cumhuriyetçi tabanı alıştırmaktır.
Akşenerin ise şimdilik dikkate değer bir hamlesinin olmadığı görülüyor ve AKPden rol çalmak için uygun zamanı kolladığı anlaşılıyor.
Bütün bu dikta rejimi mecburiyetlerinin nedeni kapitalizmin kilitlenmiş ve emperyalist sistemin de hegemonya krizi içine düşmüş olmasıdır. Düzen tükendi ve tüm aktörlerini de tüketti.
Bitirilen, biten hukuksa, burjuva hukukuysa, kapitalist yönetim rejimi kaosa bırakılmış demektir ve bu kaos aslında bir sosyoekonomik formasyon olarak kapitalizmin uzunca zamandır içinde bulunduğu açmazın teyidinden başka bir şey olmayacaktır.
Kaosu idare etmelerinin tek yolu şiddetin, askeri tedbirlerin dozunu artırmaktır ve rejimin artık tek yapabildiği budur: Demek ki kaos daha da derinleşecektir.
Yönetenler hukuk dinlemiyorsa, herkesin kendisinde hukuku ihlal ve kendi hukukunu inşa etme hakkını göreceği yol açılıyor demektir.
Her kaos aynı zamanda bir kırılma dönemidir. Bizim görevimiz kırılmanın eşitlik ve adalet yönünde gerçekleşmesine öncülük etmektir. Mümkün, çünkü ülkemizi bu hallere düşüren faktör her tür pisliğiyle kapitalizmin kendisidir. Ve kırılmanın başka her türlüsü yalnızca kaosu daha da derinleştirmeye ve en nihayetinde yeni kırılmalara hizmet edecektir.
Tek silahımız işçi sınıfının örgütlülüğü, üretimden gelen gücü; işçi sınıfının tek dayanak noktası ise komünist siyaset.
İşçi sınıfı toplumumuzun en az dörtte üçü. İşçi sınıfının az yarısı ideolojik ve siyasi olarak zaten AKP rejiminin karşısında. İçine girmekte olduğumuz ekonomik çalkantı dönemi de kalan yarıyı sarsacak potansiyel barındırıyor.
Görev işçi sınıfını örgütlemek. Üretimin içinde, günlük hayatta yaşanılan sorunlara karşı, hak arama mücadelesi ekseninde ve bunu düzenin al aşağı edilmesi perspektifine bağlayarak.
İşçi sınıfı komünistler olmaksızın sahipsiz. Bugün yaşananlar ve AKPnin ortalıkta kabadayı dolanmalarını sağlayan şey bu boşluk.
Korkuyla, umutsuzlukla birlikte büyük bir rahatsızlık ve sessiz sessiz, ama istikrarlı biçimde cereyan eden bir aranış var.
Burjuva düzeni tükendi, AKPnin yerine düşünülenlerin emekçilere AKPnin verdiklerinden başka verebileceği hiçbir şey yok. O halde düzeni değiştirmeye odaklanmanın tam zamanı.
Dünyayı sosyalizmin kurtaracağı biz sosyalistler için çok açık bir gerçek. Cengiz Kılçer'in ''güzellik'' sözüne bu kadar takmasını anlayamadım. Elbette bu konuda somutluğa gerek var. Liberallerin dünyayı kurtaracak şeyi sosyalizm dışında aramaları mutlaka eleştirilmelidir ama bunu yaparken ''güzellik'' sözüne takılmak bana pek de doğru gelmiyor. Evet dünyayı güzellik kurtaracak ve güzellik dediğimizde de bu kategoriye giren ne varsa tümünün de sosyalizme içkin olduğunu savunuyoruz.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.