Türkiye İşçi Partisi İşçiler ve emekçiler karanlığı yırtmak için buluşuyor! şiarıyla yeniden kuruluyor.
Türkiyenin içinde bulunduğu toplumsal ve siyasal sorunların kimlik ve kültür çatışmalarıyla aşılmasının imkansız olduğunu ve Saray Rejimine karşı mücadelede işçi sınıfının ve emekçilerin siyaset alanına taşınmasının en kritik nokta olduğunu düşünen işçiler, emekçiler ve sosyalistler bir araya gelerek Türkiye İşçi Partisini (TİP) yeniden kuruyor.
Türkiyenin birçok ilinden, birinci ve ikinci TİP üyesi, tarihsel TKP üyesi, işçiler, sendika ve işçi temsilcileri, demokratik kitle örgütü temsilcileri, akademisyenler, yazarlar, gazeteciler ve çeşitli mesleklerden pek çok kişinin imzasıyla TİP'in kuruluşuna ilişkin Gel Kardeşim başlıklı bir çağrı metni yayınlandı.
Gel Kardeşim! deklarasyonuyla yola çıkan TİP, Türkiyenin birçok bölgesinde geniş katılımlı halk toplantıları yoluyla örgütlenerek, önümüzdeki birkaç ayda kuruluş sürecini tamamlayacak.
TASADA VE SEVİNÇTE ORTAKLAŞIYORUZ!
TİP girişimi tarafından kuruluş sürecine ilişkin yapılan açıklamada, Türkiye İşçi Partisi, Türkiye sosyalist hareketinin bütün mirasını işçi ve emekçilerin hizmetine sunacak; ülkemizin gömülmek istendiği karanlığı yırtıp bağımsız, aydınlık ve özgür bir Türkiyenin işçiler ve emekçiler tarafından kurulmasını sağlayacaktır.
Ülkemizin her köşesinde yan yana geliyoruz.
Tasada ve sevinçte ortaklaşıyoruz.
İşçilerin ve emekçilerin partisini, kendi partimizi kuruyoruz.
Bizi yok sayanlara, çaresiz bırakmaya çalışanlara, umudu karartmaya çalışanlara karşı haykırıyoruz: Biz halkız! Biz kazanacağız! denildi.
ÇAĞRI METNİ: GEL KARDEŞİM!
Gel kardeşim şiarıyla yayınlanan çağrı metni şöyle:
Zenginleri daha zengin, yoksulları daha yoksul eden bu düzene,
Saatlerce alın teri döküp yine de geçinememeye, iş yerinde maruz kaldığın tacize, tehdide ve sömürüye,
Çocuğunu okutmak, hastanı tedavi ettirmek, insan gibi dinlenebilmek için servet harcatan mecburiyete son vermek istiyorsan gel.
Yandaş olup el pençe durmadın diye, hırsıza arsıza göz yummadın diye, hakkını elinden almaya çalışanlara izin vermedin diye tehdit ve teşhir edilen, baskıya ve hakarete uğrayan, işsiz ve yoksul bırakılan milyonlardan biriysen gel.
Üç yanı deniz, dört yanı işçi mezarlarıyla çevrilmiş memleketin haline isyan ediyorsan gel kardeşim.
Gel kardeşim!
Eşit, özgür, kardeşçe ve adil bir yaşam istiyorsan,
Geleceğini çalanlardan, tüm özgürlüklerini elinden alanlardan, en temel haklarını gasp edenlerden usandıysan gel.
Ölüm, keder ve acı neden hep bizim payımıza düşüyor diyorsan,
Din tacirlerine, savaş çığırtkanlarına kanmadıysan,
Emeğine, haysiyetine, kentine, doğana saldıranlara; yaşamına, zevklerine ve tercihlerine burnunu sokanlara; seni baskı ve yasaklarla teslim almaya çalışanlara dur demek istiyorsan gel.
Gel ki,
Güzel ülkemizin tepesine çöreklenmiş çeteleri, saraylarda sefa sürenleri, bizim emeğimizle servetine servet ekleyenleri alaşağı edelim.
Zalimin, hırsızın, yobazın saltanatını yıkalım.
Bağımsız, laik, eşit, özgür, adil bir geleceğe adım atalım.
Kentleri, meydanları, okulları, iş yerleri yaşam, sevinç ve umut dolu bir ülke kuralım.
Gel, yoldaş olalım.
Bizi parçalayıp teslim alacağını sananlara birliğimizin gücünü gösterelim.
Bizi susturup güdebileceğini sananlara özgürlüğümüzden vazgeçmeyeceğimizi gösterelim.
Bizi korkutup geri adım attıracağını sananlara cesaretimizi ve kararlılığımızı gösterelim.
Yüzlerce yıl öncesinden bugüne teslim olmayan, boyun eğmeyen, diz çökmeyen insanlar Kartacalı General Hanibala atfedilen Ya bir yol bulacağız, ya bir yol açacağız sözünü hatırlar ve hatırlatırlar.
Mücadelenin çeşitli evrelerinde bu ikilinin birisi kendiliğinden önünüze gelebilir ya da tercih yapmak zorunda kalabilirsiniz.
Türkiyenin, işçi sınıfının, emekçi halkımızın kurtuluşu için mevcut yolların tümünün tükendiğini saptamayan herhangi bir çıkış arayışının başarı şansı yoktur.
Tüm yollar tıkandı.
Tüm yollar tıkandıysa yeni bir yol açılmalıdır.
***
Dün kamuoyu ile paylaşılan Gel Kardeşim başlıklı çağrı bu yolu birlikte açmaya davettir.
Türkiye AKP ve/veya Saray ile simgelenen karanlık iktidara mahkum değil.
İktidarın Türkiyeyi dolu dizgin karanlığa sürükleyebiliyor olmasının bir tarafında baskı, şiddet, rüşvet, rant vb. döngüsü içine yerleştirdikleri kendi özgüçleri, parababalarından ve emperyalistlerden aldıkları destek olduğu doğrudur. Diğer tarafta ise AKP karşısında yıllardır teslim olmayan, diz çökmeyen milyonların politik bir irade oluşturamıyor olması vardır ve bu da bizim zayıflığımızdır.
Bu zayıflık giderilmeden, bu boşluk kapatılmadan gidişatın değişmesi mümkün değil.
***
Umut ile..
Ayrıntılarını ileride paylaşırız, ama uzunca bir zamandır sürdürülen bir ön çalışmanın ürünüdür bugün yapılan çağrı. Türkiyenin içinden geçtiği süreçte önemli bir destek gördüğünü söyleyebiliriz, mutlaka büyüyecektir.
Olumsuz tepkiler de olacaktır elbette. Her tür engeli aşacağımızdan kimsenin şüphesi olmasın.
Bu süreçte en geniş anlamıyla bizim tarafta duran pek çok insandan en fazla şu soruyu duyduk: Umutlu musunuz?
15 yılda her tür baskıya, şiddete, zora rağmen AKP iktidarına teslim olmayan milyonların içindeyiz, bundan daha büyük bir umut kaynağı olabilir mi? İnsanın duruşu bakışını da belirler; milyonların içinde olan, yüreği onlarla birlikte atan, onların kararlılığının parçası olan neden umutsuz olsun?
Elbette umutluyuz. Yapmamız gerektiğini biliyoruz, yapılabileceğini biliyoruz, Türkiyenin böylesi bir birikimi, gücü, enerjisi olduğunu görüyoruz.
Bugün yayınlanan çağrı da bunun bir yansımasıdır.
***
Sevda ile
Yeni bir yola çıkıyoruz ama bu yolun ilk yolcuları olmadığımızı biliyoruz. Bizden önce yürüyenlerin kan, ter ve gerektiğinde can vererek taşıdığı bir sevdanın sürdürücüleriyiz.
Cesaretimizin özgüvenimizin kaynaklarından birisi ülkemize, halkımıza sevdamızdır.
Türkiye devrimci hareketi, sosyalist hareketimiz bir sıkışma, tıkanma yaşıyor. Bu güncel durum, bu ülke topraklarındaki devrimci enerjinin, daha önemlisi devrimci birikimin tükendiği anlamına gelmiyor. Tohumların yeniden yeşermesi için temel ihtiyaç toprağın havalanmasıdır, bunun için ter dökecekler, gereken emeği verecekler varsa mutlaka sonuç alınır. Bu topraklar bereketlidir, biraz havalandırıldığında 1e 10, 1e 1000 verir.
"Varız" diyoruz.
Dağınıklığı, yenilgiyi, ataleti kabul etmiyoruz.
Ve biliyoruz ki, sevda ile yürüyen dünyayı taşır.
***
Düş ile
Son yıllarda pek çok şeyi yitirmiş bir ülkenin insanlarıyız. Yitirmediklerimiz, inatla yaşatmaya devam ettiklerimiz de var. Sevdamızı yitirmedik, düşlerimizi yitirmedik.
Düşlerimizin gerçekleşmesi için kendimizden başka bir güce bel bağlamamak gerektiğinden hareket ediyoruz. İnsanlığın binlerce yıllık düşleri gerçekleşecek ve bunun tek bir yolu var: bizlerin, ortak düşleri olanların birlikte mücadele etmesi. Ortak düşleri olanların birlikte mücadele edebileceği, kendi kararlarımızı kendimizin aldığı, karar alanlarla kararı uygulayanlar arasında ayrımların olmayacağı bir parti yaratacağız.
İşçi sınıfının çıkarlarından başka çıkarı olmayanların, görüşlerini gizlemeye tenezzül etmeyenlerin, egemenleri devrim korkusuyla titretmekten çekinmeyenlerin partisi geliyor.
Tüm varlığımızı bu mücadeleye armağan ederken, yüreğimizin sadece yeniyi yaratmanın heyecanı ile titriyor oluşunun nedeni budur.
***
Parti tabela değildir
Hayallerimiz çok büyük ama bir o kadar da gerçekçiyiz. Önümüzde zor bir süreç olduğunu biliyoruz. Yayınlanan açıklama ve ilk imzacılar dikkatle incelendiğinde, geride kalan 3-4 aylık dönemde yoğun hazırlık, tartışma ve örgütlenme süreci yaşanmış olduğu, sanıyoruz, kolayca görülebilir. Buna rağmen önümüzde daha epey bir yol olduğunu da görüyoruz. Türkiye gibi büyük bir ülkede bu işlerin kolay olmadığını da
Meselemiz İçişleri Bakanlığına 30 kişilik bir kurucular kurulu dilekçesi vermek ve görünür bir tabela asmak değil. Hatta, tam tersine, genellikle büyük tabelaların küçüklüğü örtmek için bir perde olarak kullanıldığını iddia ediyoruz.
Şimdi il il, ilçe ilçe işçi sınıfı partisi ile buluşacak.
Bu büyük çıkışın başka zaman değil de Türkiyede herkesin 2019 kodlu hesaplaşmaya hazırlandığı bir anda gerçekleşmesi tesadüf değildir.
2019 tartışmasında işçi sınıfını, devrimcileri hesaba katmayan hiç bir planın şansı yoktur, demek başlı başına bir iddiadır.
Türkiye işçi sınıfı kendi partisini 2019 bugündür temel belirlemesiyle örgütleyecek, daha ilk adımlarını atarken gerçek bir seçenek, gerçek bir özne olduğunu da ortaya koyacaktır.
***
Yol açılacak
Türkiye bu karanlığı yırtacak. Bunun için ne gerekiyorsa onu yapmak için geliyoruz.
Kendi için parti, kendini düşünenlerin partisi gibi garabetlere son vereceğiz. Neredeyse 40 yıldır her dönem ben buradayım diye ses veren, içindeki enerji hiç sönmeyen ama bir türlü devrimcilerle, sosyalistlerle buluşamayan işçi sınıfımızın devrimci partisi geliyor. Emeği ile, alınteri ile yaşayan, sırtında dünyayı taşırken yoktan var eden, üreten, yaratan ama siyasal alanda temsil edilemeyen işçilerin varlığı büyük bir değişimin, kurtuluşun güvencesidir.
Büyük Gezi Direnişinden bu yana her türlü bedeli ödeyen, Denizlerin, Mahirlerin kardeşlerinin, ülkemizin devrimci gençlerinin partisi geliyor.
Yıllardır, sosyalist harekete egemen olan statükonun dışarı ittiği, bir başına elinden geleni yapmaya çalışan, işte benim partim diyebileceği bir mücadele örgütü arayan devrimcilerin partisi geliyor.
Özgürlük için, eşitlik için kavga eden Kürt emekçilerinin dostu, eşit yurttaşlık diyen yoksul Alevinin sesi, daha üç beş gün önce sokakları dolduran ama siyasal alanda kendisine yer bulamayan milyonlarca kadının partisi geliyor.
Yokluğa, yoksulluğa mahkum edilenler, yok sayılanlar Türkiyeyi değiştirmek, kurtuluşun yolunu açmak için bir adım daha attı.
Dosta güven düşmana korku vereceğimize söz veriyoruz.
Aradan dört yıla yakın bir zaman geçmiş, TKP'nin ilk ayrışmasının üzerinden. İçerdeki tartışmalar dışarı pek sızmamıştı, açıkçası. Ya da ben farkedememişim. ''TKP bölünüyor''du ve bizler şaşkınları oynuyorduk. Kısa bir zamanda eni konu bir toplumsallaşma yaşayabilecek bir güce dönüşen TKP tam ortadan ikiye bölünüyordu. O zaman sormuştum, ''neden?'' diye? Verilen yanıtlar çoğu kez ''Erkan Baş'ın heyecanları'' şeklinde oluyordu. Heyecan güzel şeydi, siyaset ve hele ki sol siyaset sevdasız, duygusuz yapılamazdı, bunlar iyiydi, doğruydu ama...
Ama duygulu olmak, sevdalı olmak duygusal olmaya dönüştüğünde kötü...Siyasette duygusal kararlara yer yok, olamaz. Umarım bu karar Erkan Baş'ın son duygusallığı olur; çünkü hala yanlış bir doğrultuda yol almaya devam ediyor.
Ne yazılıyor diye bugün facebook'a özellikle girdim. İmzacılardan bir arkadaşımız ısrarla ''Türkiye uçurumun kenarında, buna ihtiyacımız var'' deyip duruyor. Neye ihtiyacımız var, ve HTKP TİP adını almakla bu ''ihtiyaca'' yanıt vermiş mi olacak? Eğer ihtiyaç TİP adını almakla giderilmiş olacaksa neden dört yıl zaman yitirildi? Yok eğer TİP adıyla birlikte yeni bir ''tarz-ı siyaset'' ortaya konulacaksa, dört yıl yetmedi mi?
HTKP'nin TİP adını alarak bir ''açılım'' yapma çabasını savunmak sırası Metin Çulhaoğlu'na gelmiş. Çulhaoğlu bugünkü yazısını buna ayırmış ama daha çok TİP adının kullanılması bağlamına bir yorumda bulunmuş. Bana çok doyurucu gelmiyor. Siyasette deneme yanılma yöntemi de var. TİP sürecini bu şekilde de değerlendirmek mümkün ama yapılmak istenen bütün somutluğuyla ortaya konulamıyorsa deneme yanılma sürecinin olumlu bir sonuç vermesi beklenmemelidir. Hem HTKP sürecinin ve hem de şimdi üzerinde çalışılan TİP sürecinin böyle bir sonuç vermesi bana kaçınılmaz gibi geliyor.
Çulhaoğlu'nun İleri haber'deki yazısı:
'TİP' adı üzerine - Metin Çulhaoğlu
Türkiye İşçi Partisinin (TİP) kurulmasına yönelik çağrı metni geçenlerde açıklandı. Gelen tepkileri, destekleyici ve eleştirel olmak üzere iki gruba ayırabiliyoruz.
Olumlu tepkiler konusunda yazılabilecek fazla şey olmasa gerek. Bundan sonrası, kuruluş sürecini hep birlikte, başkalarını da katarak ileriye taşıyıp sonuçlandırmak üzere yapılacak işlerle ilgilidir.
Olumsuz tepkiler arasında, üzerinde konuşmaya değmeyecek birkaç tespit yer alıyor. Örneğin TİP girişiminin Türkiye sosyalist hareketinin önünü kesmeye yönelik yeni bir operasyon olduğu ya da TİP adının milliyetçi söylemlerle Kürtlerden tamamen kopmak için kullanılacağı gibi
Bunları geçiyoruz.
***
Asıl değinmek istediğimiz, yeni siyasal oluşumun TİP adını taşımasına kimi eski TİPlilerden gelen itirazdır.
Önemlice bir bölümü halen aktif/örgütlü siyaset içinde yer almayan bu arkadaşlarımız TİP adının tarihe bırakılması gerektiği görüşündeler.
Hemen belirtmek gerekirse anlaşılabilir bir itirazdır.
Ne var ki bir itirazın anlaşılabilir olması her durumda onun haklılığı anlamına gelmez. Bunun temel nedeni, belirli tutumların doğruluğunun ya da yanlışlığının o an için nesnellik ölçüleri içinde ve sonuca bağlanacak şekilde tartışılamayacak olmasıdır. TİP adının tarihe bırakılması bir tercihtir; bu tercihin sahipleri kendilerince haklı da olabilirler. Ancak bu öznel bir haklılıktır ve geçerliliğinin fiilen yaşanan uğrakta başka herkesin teslim edeceği kesinlikte savunulması mümkün değildir.
Eski TİPli arkadaşlarımızın mühür sahipliği ya da yeddi eminlik iddiası taşımadıklarını biliyoruz.
O zaman TİP adının tarihe bırakılması gerektiğini düşünenler haklıysalar bu haklılık ancak zamanla ortaya çıkabilecektir. Örneğin TİP girişimcileri bu adın karşılığını veremezlerse, 1961-71 ve 1975-1987 dönemleri TİPinin olumlu mirasını güncelleyip ileriye taşıyamazlarsa bugünkü itirazların haklılığı kanıtlanmış olacaktır.
Bugünse ancak bir tercihten söz edilebilir; haklılıktan değil.
Eski TİPliler arasında, henüz tamamlanmamış bir sürece fikirleri ve deneyimleriyle katkıda bulunmak isteyenlerin başımızın üstünde yeri vardır. Başarı herkesin başarısı olacaktır ve başarı halinde kimsenin bu arkadaşlarımıza bakın yanlış çıktınız, kaygılarınız yersizmiş demeyeceği de açıktır
Olası başka kaygıları kurcalamadan konunun özüne inilirse durum şudur: Bir kesim, sosyalist solun bugünkü yapılanmasıyla kalması, ancak bu yapılanmadaki unsurların bir araya gelmesi, güç birliği, cephe vb. yapması gerektiği görüşündedir. Diğer kesim ise bir araya gelmeye, güç birliğine, cepheye evet demekte, ancak bu arada sosyalist harekette de bugünkünü aşan bir yeniden yapılanma öngörmektedir.
TİP, ikinci kesimde yer alanların girişimidir.
***
Az önce TİPin olumlu mirasından söz etmiştik.
Bir mirasın olumlu yanları çeşitli düzeylerde ele alınabilir. TİP adına ilişkin güncel tartışmalardan farklı olarak, bu mirasın günümüzde sahiplenilmesi gereken olumlu yanları, ilkinde olmayan nesnellik ölçüleri içinde ve sonuca bağlanacak şekilde tartışılabilir.
Örneğin bizce birinci TİPin ülke soluna en önemli katkılarından biri, sosyalizmin sesini ülkenin her yerine taşıması, Behice Boranın deyimiyle donmuş bir toprakta buzların çözülmesini sağlamasıdır. Kuşkusuz günümüz Türkiyesi 1960ların Türkiyesinden çok farklıdır; ancak bugün başka açılardan da olsa donmuş toprakla karşı karşıya olduğumuz, buz kırıcılık görevini bir kez daha yerine getirmemiz gerektiği açık değil mi?
Eğer ikinci TİPse;
İşçi Sınıfı Tarihsel Görevini Kendi Bağımsız Partisi Aracılığıyla Başarır 20. Yüzyılda Burjuvazi Hiçbir Ülkede İlerici Değildir Demokrasi Mücadelesi Parlamentoya Hapsedilemez Bağımsızlık ve Demokrasinin Gerçek Savunucusu Sosyalizmdir Gerçek Düzen Değişikliği Kapitalizmden Sosyalizme Geçiştir gibi yazı ve konuşma başlıkları, bunların hepsinin sahibi Boranın ardından güncelliğini bugün de korumuyor mu?
Bugün mesele TİP adını kimlerin sahiplendiğinden çok, buna itiraz edenlerin yukarıdaki başlıkları bugün de sahiplenip sahiplenmedikleridir.
Türkiye İşçi Partisi, kuruluş sürecini halk toplantılarıyla başlatıyor. İlk toplantının ayrıntıları belli oldu.
Geçtiğimiz günlerde Türkiyenin birçok ilinden, birinci ve ikinci TİP üyesi, tarihsel TKP üyesi, işçiler, sendika ve işçi temsilcileri, demokratik kitle örgütü temsilcileri, akademisyenler, yazarlar, gazeteciler ve çeşitli mesleklerden pek çok kişinin imzasıyla TİP'in kuruluşuna ilişkin Gel Kardeşim başlıklı bir çağrı metni yayınlanmıştı. Kuruluşunu tüm Türkiyede yaptığı halk toplantılarıyla gerçekleştirecek olan TİP İlk toplantıyı TİP İstanbul 1. Bölge Kuruluş Toplantısı 30 Mart Cuma Saat: 20:00'da Kadıköy'de. Tüm dostlarımızı ve yurttaşlarımızı bekliyoruz şeklinde duyurdu.
TİPin yeniden siyaset sahnesine döneceği haberi solda heyecan yaratmış, Gel Kardeşim! deklarasyonuyla yola çıkan TİP, Türkiyenin birçok bölgesinde geniş katılımlı halk toplantıları yoluyla örgütlenerek, önümüzdeki birkaç ayda kuruluş sürecini tamamlayacağını açıklamıştı.
Türkiye'deki AKP karşıtlığı temelinde muhalif olan kesimleri olabildiğince bir araya getirmek.
Güzel. Peki nasıl olacak? Hangi siyaset, hangi program?
İşte o belli değil!
Bir yola düzülelim, sonrasında pratiğe uygun bir teori oluştururuz!
Böyle mi düşünülüyor?
Metin Çulhaoğlu '' radikal bir uğraş'' derken bunu kastediyor ama, bir türlü soyutlama düzeyinden kurtulamıyor. Teorisiz çıkılan yolda eninde sonunda karşılaşılacak şey savrulma olacaktır.
( Başımıza ne geliyorsa, amip gibi habire bölünüyorsak, birileri sol alanda sürekli top çevirmeye çalışıyor ve heyecanlarına siyasi bir doğrultu kazandırmaya çalışıyorsa, bunun nedeni komünist bir öznenin bir türlü kitlesellik kazanamamış olmasıdır. Sorunumuz bu! Komünist bir partiyi olabildiğince kalabalık bir hale getiremediğimiz sürece kalabalıklar dönüp bakmayacak ama çözüm kalabalık olma adına komünist konumlanışı terketmek olmamalı. Öyle değil mi? )
HTKP TİP konusunda bölge toplantıları yapıyor. Tam olarak ne yapmak istediğini de pek ortaya koyamıyor. AKP karşıtlığı içinde olan yüzde 50'nin bir odak etrafında toparlanmasını istediği belli de, bunun teorik zemininin ne olduğu konusunda hiçbir bilgisi yok. Olmadığı için de yıllardır somut bir açıklamada bulunamıyor. BHH'nin Kartal mitingine gitmiştim. CHP'li küçük bir kitle ile, HDP'li önemli bir kitle de oradaydı. Erkan Baş ve M.Çulhaoğlu bu iki kitleyi TİP'te bir araya getirebileceğini mi sanıyor? Mümkün değil. Mitingte bile HDP'li kitle kendi sloganlarını atıyor, kendi bayraklarını açıyor ve Öcalan özneli sesler yükseltiyordu. Bu kitleyle kürt hareketinin mevcut doğrultusu dışında bir araya gelebilmek mümkün değildir. HTKP için tek çözümü var bunun. Liberalleşmek!
Liberal bir söylem, liberal bir doğrultu ve liberal bir perspektif edinmeden Erkan Baş'ın heyecanlarını tatmin edebilmek zor. TİP'le böyle bir doğrultu içinde olmak ise komünist ideolojiyi bir kenara bırakmakla mümkün. Böyle olunca HTKP'nin neden TİP'e dönüşme çabası içinde olunduğu anlaşılıyor ama o zaman da böyle bir çaba ve böyle bir siyasetten bir şey çıkmayacağı da belli oluyor!
Türkiye'de çözüm sosyalizmde yatıyor.
Çözüm sosyalizmdir.
Sosyalizm yolunda örgütlenmek ve çaba harcamaktır çözüm!
Önemi ve anlaşılması için için altını kalınca çizelim; Kürdün içinde olmadığı bir mücadeleyle Türkiye'de sosyalizm yolunda ilerleyebilmek mümkün değildir. Kürdün mücadelesi yoksa sosyalizm de yok. Ne var ki...
Sosyalizm mücadelesi bir kenara bırakılarak Kürt ulusalcılığının bu etnisite kökenli ABD'ci ve emperyalizmle dirsek dirseğe yürüttüğü siyasetlerden medet ummanın yanlışlığını da kavramalıyız.
Kürt ulusalcılığı ile yollar ayrılmıştır.
Yine yanlış anlaşılmasın; Kürt ulusalcılığı ile yolların ayrılmasının Kürtlerle yolların ayrıldığı anlamına gelmemeli... Kürtler yoksa sosyalizm de yok demiştik. Öyle! Yapılması gereken kürdü sınıfsal mücadeleye kazandırmaktan başka bir şey değil. Emperyalizm ve kapitalizm hepimizin ortak düşmanıdır. Mücadelenin merkezinde bu yoksa 40 tane parti adı alınsa da, buradan bir şey çıkmayacağını anlamalıyız.
HTKP'nin TİP duyurusunun altına imza atanların bir kısmını facebook'tan tanıyorum. Tartışmışlığım da var, tartıştıkları konularda ileri sürdükleri ve kullandıkları üsluba da pek yabancı değilim. Açıkça söyleyebilirim ki, görüşleri de, üslupları da bir solcuya yakışmayacak cinsten. Üstelik görüş derken üstünkörü açıklamalardan öteye gitmeyen birtakım ezberlerden başka bir şey olmayan cümle yığınlarını kastettiğimi de söylemeliyim.
Biraz konu dışı olacak, konuya tekrar dönmek üzere şunu eklemeliyim. Özellikle sanalda, ve sözde sol-sosyalist forumlarda 80 öncesinde bulunmuş bazı solcuların ''ben eskiden neydim biliyor musun?'' anlamında pek çok şey ileri sürdüklerini veya en azından böyle bir algının peşinden koştuklarını biliyorum. İnsanın tipik özelliklerinden biri bu. Bir anlamda ego tatmininde bulunmak olarak tanımlanabilir. Veya yaşamda hiçbir şey olamamak duygusunun kişiliğin bir parçası haline gelmesinin dayattığı olumsuzlukları bir ölçüde giderme ve rahatlama duygusu da denilebilir. Bir başkasının ''abi sen neymişsin ya'' demesi veya benzer ifadeler kullanması hem egoyu tatmin ediyordur ve hem de birtakım rahatsızlık ve olumsuzlukların yarattığı komplekslerin geri plana atılmasına veya üstünün örtülmesine yol açıyor olabilir. Solcu olmak, böyle görünmek ve hatta ''enternasyonalist komünist'' olunduğu algısı yaratmak bu tür iç dürtüler nedeniyle gerçekleşiyor olabilir. Kısaca sol saflarda olan veya öyle sanılan hemen herkesin sütten çıkmış ak kaşık ya da pek çok şeyi aşmış bir ''üstün insan'', ya da çok bilgili ve bilgili olduğu oranda yanlış yapmaktan uzak durabilecek biri gibi değerlendirilmesi çok fazla romantik bir tavırdır. Sol saflarda sola hiç yakışmayan düşünce ve tavırlardan hiç kopamayan bir yığın insan olduğu da akılda tutulmalıdır. Ve hatta -daha ileri gideyim- karşılaştıklarınızı biraz da bu gözle değerlendirme ve yorumlamanın hiç de yararsız olmayabileceğini de ekleyebilirim.
Evet, konuya döndüğümüzde HTKP'nin kendine özgü değerlendirmelerle ve TKP'den ayrılıştan bu yana netleştiremediği görüşleriyle farklı bir kulvara, farklı bir isimle gitme çabasının daha güçlü ve toplumsal alanda belli bir ağırlığı olan isimlerle duyurulması konuyu daha ciddi bir yere oturtabilirdi. Öyle olmadı. Bence öyle olmadı. Çok büyük çoğunluğu HTKP saflarında olan arkadaşlarımızın bu ''çağrı-duyuru metni'' bana ''HTKP olmadı şimdi TİP adıyla buluşuyoruz, bir de böyle deneyeceğiz'' algısından başka bir şey vermedi. Bu yüzden bu sürecin de başarısız kalacağını ve sadece bir emek ve zaman kaybından başka bir şeye yol açmayacağını söylüyorum.
İster iyi niyetle çıkılsın veya istenirse birtakım hesap kitap sonucu bu tür yollara başvurulsun, Türkiye nesnelliğinde sonuçsuz kalmaya mahkum gibi geliyor bana. Bu hareketin içinde bulunan M.Çulhaoğlu da altını çizdi; Türkiye solunun en önemli özelliği bölünme değil mi? Ve bu bölünmeler sonucu hemen her konuda ayrı ayrı sol partiler yok mu? O zaman neden farklı bir parti ve program? Yapılmak istenenin savunulduğu bir parti mi yok bu ülkede?
Hüseyin Aykol'un sonradan kitaplaştırdığı bir doktora çalışması var. Adı Türkiye'de SOL ÖRGÜTLER. Pelikan yayınlarından çıkmış ve Osmanlı'daki Sosyalist Fırka ile başlıyor, ve 1992 yılına kronolojik olarak uzanıyor. Kısa açıklamalarıyla Türkiye'de kurulan sol örgütlerin alt alta yazılıp çizilmesi bile yaklaşık 240 sayfalık bir kitabın yazılmasına yol açabiliyor. Bu konularda hayli zengin bir tarihimiz ve yakın geçmişimiz var. TİP adıyla ve üstelik toplumsal alanda daha geniş yığınlara hitap eden 1.TİP örgütlenmesiyle bir mücadele içine girecek olanların, bu tür duyuruları çok daha farklı isimlerden oluşabilir ve amaca uygun kişiliklerle donatılabilirdi. Olmamışsa, imzacılardan en azından ( bildiğim ve ) birkaçının böyle bir misyona uygun olmadığını düşündüğüm isimlerle karşımıza çıkılmış olmasının bende inandırıcılık yaratmadığını söylemek isterim.
Siyaset farklı bir uğraştır. Kişisel sorunların şu ya da bu şekilde siyasete yansıması görünürde bile çok hoş bir izlenim yaratmıyor. Bu sorunları içinde yaşatan bir solcunun(!) ne kendisine ve ne de topluma bir yarar sağlaması mümkün değildir. Bu duyuruyla ilk karşılaştığımda bende yarattığı ilk izlenim de bu olmuştu.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.