İleri Haber yazarı Erkin Özalp bugünkü yazısında 'Devlet başkanı delirirse...' sorusunu soruyor. Özalp, dünyada ve Türkiye'de devlet başkanının görevden alınmasının koşullarını irdelediği yazısında, halkçı bir seçenek yaratmanın tek koşul olduğunu vurguluyor.
Erkin Özalp - İleri Haber
Hani olmaz ya, diyelim ki oldu... Halkın ya da temsilcilerinin oylarıyla seçilen bir devlet başkanı, saçma sapan davranışlar sergilemeye, yandaşlarının bile savunmakta zorluk çektiği, kendisini ve ülkesini rezil eden şeyler yapmaya başladı... Görev süresinin bitmesine kadar beklemekten başka çareler de olmalı, değil mi?
Kübada, devletin bir numaralı kişisi olan Devlet Konseyi başkanı, Halk İktidarı Ulusal Meclisi tarafından seçiliyor. Ve bu meclis, seçtiği tüm kişileri görevden alma yetkisine sahip.
Venezüellada, devletin bir numaralı kişisi olan devlet başkanı, ülkenin yüksek mahkemesinin atadığı bir tıp heyetinin fiziksel ya da zihinsel yetersizliğine karar vermesi durumunda, Ulusal Meclisin onayıyla görevden alınabiliyor.
Almanyada, yetkileri sembolik olan cumhurbaşkanının eylemlerinin anayasaya ya da federal yasalara aykırılığı iddiası, Federal Meclisin ya da Federal Konseyin üyelerinin dörtte birinin oylarıyla, bu devlet organlarının gündemine sokulabiliyor. Meclis ya da Konsey üyelerinin üçte ikisi cumhurbaşkanının anayasaya ya da federal yasalara aykırı davrandığı yönünde oy kullanırsa, konu Almanya Federal Almanya Mahkemesine gidiyor ve bu mahkeme cumhurbaşkanını görevden alabiliyor.
Fransada, hükümet, devletin bir numaralı kişisi olan devlet başkanının iş göremez duruma geldiği yönünde karar verdiğinde, Anayasa Konseyi bu kişiyi görevden alabiliyor.
ABDde, devletin bir numaralı kişisi olan devlet başkanı, görevi kötüye kullanma, vatana ihanet, rüşvet ya da ağır suçlar nedeniyle Senato üyelerinin üçte ikisi tarafından görevden alınabiliyor.
Rusyada devlet başkanını görevden almak biraz daha zor. Hem Devlet Dumasının (temsilciler meclisi) hem de Federasyon Konseyinin üçte ikişer çoğunlukla ağır suç işlediğine karar verdiği bir devlet başkanı ancak Rusya Federasyonu Yüksek Mahkemesinin kararıyla ve Anayasa Mahkemesinin onayıyla görevden alınabiliyor.
Türkiyede ise, yakın geçmişe kadar yetkileri büyük ölçüde sembolik sayılan cumhurbaşkanını görevden almak (neredeyse) olanaksız!
Anayasada, cumhurbaşkanının görevden alınmasını mümkün kılan hiçbir madde yer almıyor.
Sadece, Sorumluluk ve sorumsuzluk hali başlıklı 105. maddede şu cümle var: Cumhurbaşkanı, vatana ihanetten dolayı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte birinin teklifi üzerine, üye tamsayısının en az dörtte üçünün vereceği kararla suçlandırılır.
İşin güzel tarafı, olası bir suçlandırma durumunda, bunun somut sonucunun ne olacağı tarif edilmiyor! Örneğin, vatana ihanet suçu işledikleri kesinleşmiş sayılanların devlet görevleri de son bulur türü bir şey denmiyor.
Sadece, Anayasa Mahkemesiyle ilgili maddede, konuyla bağlantılı sayılabilecek olan şu cümle var: Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanını, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanını, Bakanlar Kurulu üyelerini, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Başkan ve üyelerini, Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcıvekilini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay Başkan ve üyelerini görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılar.
Yargılama sonucunda nelerin olabileceği yine belirsiz bırakılıyor...
Kısacası, Osmanlı döneminde olduğu gibi bugün de, devletin başında bir delinin bulunmasının önünde herhangi bir engel bulunmuyor.
Kuşkusuz, halkın oylarıyla seçilen bir devlet başkanının, delirdiği iddia edilerek ve halka rağmen görevden alınabilmesinin daha tehlikeli sonuçlar doğurabileceği iddia edilebilir. Gerçekten de, örneğin halkın oylarıyla komünist bir devlet başkanı seçilse, düzen siyasetçilerinin ilk yapacağı şeylerden biri, onu görevden almanın hukuki yollarını bulmaya çalışmak olurdu.
Ama, hukuk denen şey, halkın iradesinden ve özellikle de mücadelesinden o kadar da bağımsızlaşamıyor.
Yine örneğin, Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti, vatana ihanet de dâhil olmak üzere her tür suçlamayı yöneltmiş olmalarına karşın, en azından şu ana dek, Gezicilere karşı pek az somut hukuki karar aldırabildi.
Peki, bir devlet başkanı gerçekten de delirirse, ne yapmalı?
Herhalde, her şeyden önce, halkı buna ikna etmeye ve somut bir halkçı seçenek yaratmaya çalışmalı... Çünkü halk ikna olmadıkça ve somut bir seçenek görmedikçe, en deli devlet başkanı bile, ondan çıkar sağlayan kişiler tarafından yerinde tutulabilir...
Halk zaten delilerin peşine kolayca kapılır, önemli olan, halkı değil, etkili odakları ikna etmek diyenler de var.
Ne var ki, siyasetin, halk yerine etkili odakları ikna etmeye dayalı bir faaliyet olması gerektiğini kabullenirsek, halkçı bir siyasetin güç kazanması iyiden iyiye zorlaşır.
Ve o zaman, delilerce olmasa bile halk düşmanlarınca yönetilmekten kurtulmamız hiç kolay olmayabilir!
Erdoğan'ın 'ecdad sevgisi' sosyal medyada alay konusu oldu
Osmanlı dönemine dair sürekli dile getirdiği 'ecdad sevgisini' bir üst seviyeye taşıyan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbası eski 16 Türk devletinin askerlerinin temsil edildiği bir törenle karşılaması sosyal paylaşım sitesi Twitter'da alay konusu oldu.
Cumhurbaşkanlığı, resmi karşılama törenine 16 Türk devletini temsilen 16 asker koymuş. Tam sirk oldu sonunda. pic.twitter.com/DFGHcRNun0
supertitiz (@super_titiz) January 12, 2015
Demek o 1000 odada böyle asker kostümleri,soytarı kostümleri velhasıl kelam her duruma uygun bir kılık var... Saltanatına tükürdüğüm...
♛İsTanBuL'uN CaDıSı® (@birkadindiyorki) January 12, 2015
Saltanat mabedi KAÇ-AK Saray'da Erdoğan Mahmud Abbas'ı temsili 16 Türk Devleti askeri ile karşılamış pic.twitter.com/R1zNElQ6GW
Emre Erciş (@EmreErcis1) January 12, 2015
Ak Saray'da Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ve Erdoğan buluşuyor. Tarz bu. Ulan ne kafalar?? pic.twitter.com/XC56xKjD31
Evren Kenan (@chess8182) January 12, 2015
Sultan coşmuş durumda.. pic.twitter.com/uo1UNiy4f3
Eren Erdem (@erenerdemnet) January 12, 2015
Karedeki tek eksik OSMANLI bayrağı. pic.twitter.com/qkwugmvtv2
Onur Öncü (@Zeuszz) January 12, 2015
Welcome to the dark side!! #YeniTürkiye pek fantastik pic.twitter.com/2LDOlNPnh5
Semin Sezerer (@SeminSezerer) January 12, 2015
Yine mi sen!.. pic.twitter.com/3LBr08ZieH
Semih Güven (@semihguvenn) January 12, 2015
"@nekrofilzombi: KHALEESI ve TAYYİP ERDOĞAN tanesi 4000 liradan anlaştı. pic.twitter.com/V2YHtFKGWX"
Lórienli ilayda (@lothlorieowyn) January 12, 2015
Yüzük Kardeşliği çıkacağı uzun yolculuk öncesi Ak Saray'ı gezdi. Erdoğan Gandalf'a Kartalları sordu. #LOTR pic.twitter.com/RVoF5TZD8m
Ahmet Tavukoglu Pffy (@Pfloydfloydy) January 12, 2015
Daha birkaç hafta önceydi, iktidarın sözcüleri Türkiyede cumhuriyetin gereksiz bir parantez olduğunu, Osmanlıya övgüler ve bizlere tehditler savurarak anlatıyorlardı. Erdoğanın Kaç-Ak Sarayı bir sirke dönüştürmesi ve 16 Türk devletinin askeri kıyafetlerini kuşanmış modellerle poz vermesi bu Osmanlıcı silsilenin, kuşkusuz, en komik ve en pespaye haliydi.
Ancak cumhuriyete dair yukardaki değerlendirmenin Erdoğandan da onun danışmanlarından da öte bir boyutu var. Türkiyede liberal düşünce, hiç de öyle son birkaç yıldır değil, hayli uzun bir zamandır gereksiz parantez tezini ileri sürüyor.
Liberal teze göre Türkiyede cumhuriyet ile simgelenen burjuva devrimi süreci yapay, köksüz, bu topraklara yabancı bir olgudur. Çökmekte olan Osmanlı devleti içindeki baskı grupları kendi içlerinde bir kavgaya tutuşmuş ve nihayetinde batıcı grup baskın gelerek ülkeyi modernleşme, kapitalistleşme ya da batılılaşma sürecine sokmuştur. Oysa Türkiyenin koşulları açısından bakıldığında ne batılılaşma ve modernleşme ne de kapitalistleşme gibi bir süreç doğaldır. O halde, 1923teki kuruluşla tanımlanan cumhuriyet rejimi, baştan sona bu topluma dışarıdan dayatılan, suni, doğal olmayan bir zorlamadır.
Açık ki, kabaca özetlediğimiz bu liberal tezin herhangi bir tutarlılığı ya da gerçeğe uygunluğu bulunmuyor. Zira daha en başta, Osmanlıda modernleşme ya da kapitalistleşme yönünde dinamikler olduğunu reddederek, bu süreçte sahneye çıkma telaşı içerisinde olan burjuvazinin beklenti ve hedeflerini dikkate almayarak, dünya kapitalizminin oluşturduğu baskı ve iteklemeyi ise kulak arkasına atarak kendisini zemini olmayan bir hattın üzerine inşa ediyor.
Bu tezin sınırları içerisinde kaldığımız müddetçe, Osmanlıdan Türkiyeye uzanan sürecin maddi temellerini açığa çıkarmak imkansız hale geleceği gibi, bu süreçte ortaya çıkmış kimi olgu ve kavramları yerli yerine koymanın da bir yolu kalmayacaktır.
Mesela, Osmanlıda cumhuriyetten neredeyse 100 yıl önce başlayan ve bir kısmı varlığını cumhuriyetin kuruluşuna kadar devam ettiren aranışlar, sözünü ettiğimiz liberal tezin açıklayabileceği bir konu değildir.
Mesela, burjuvazinin uluslararası kapitalizm ile eklemlenme çabalarının cumhuriyetten daha önceye dayandığını; ölçü birimlerinden hafta tatilinin pazara alınmasına, hatta latin harflerinin kullanılmasına kadar Türkiye burjuvazisi ve kapitalizmi ile dünya sistemi arasındaki senkron sorununu çözecek adımların Osmanlının son dönemlerinden bu yana gündeme getirildiğini bu liberal tezin sahipleri hiç duymamış gibidir.
Dolayısıyla, liberal tez maddi gerçeklikten mümkün mertebe uzak durarak, geçerliliği son derece kuşkulu kavramsal ve kuramsal araçlara sonuna kadar abanarak ve Korkut Boratavın deyişiyle tüm tarihi üzerinden bir dozerle geçip dümdüz ederek cumhuriyetin oluşumu sürecini sislere bürümektedir.
Cumhuriyetin hiçbir maddi dayanağı, kaynağı, zorlayanı olmayan bir süreç olarak tarif edilmesi ise, cumhuriyetle ilişkilendirilen kavramların da aynı kaderi paylaşmasını getirmektedir. Eğer cumhuriyet doğal olmayan, bu topraklara yabancı bir zorlama ise, o zaman laiklik de bağımsızlık da yurttaşlık da o derece zorlamadır, yabancıdır, sunidir.
Doğal gelişimi sekteye uğratan, doğal dinamiklerin seyrini aksatan, doğal olanı ortadan kaldırıp yerine yapayı koyan bu süreç, bu nedenle, yıllardır islamcıların kapatmayı hedefledikleri bir paranteze dönüşmüştür.
Burada öne çıkan bir gizli vurgu ise, cumhuriyetin değil, Osmanlının doğal olduğudur. Yani 1923te kurulan cumhuriyet yapay ve suni bir olgu ise, onun ortadan kaldırdığı ya da devre dışı bıraktığı Osmanlı rejimi doğal ve otantik olandır. Parantez kapanınca, toplum olarak doğal olana, doğal gelişimin mantıksal sonucuna, zorlamalardan ve dayatmalardan arınmış tarihin doğal akışına geri döneceğimiz ima edilmektedir.
Doğal olana, yani doğaya, toplumun doğasına, halkın çıkar ve arzularına uygun olana döneceğimiz söylenmektedir.
O halde, sultanlığın, saltanatın, tüm ülkenin padişahın mülkü olarak tanınmasının doğal olduğunu söylüyorlar demektir.
Kardeş katlinin, cariyeliğin ve haremin, kelle kesmenin, ferman vermenin doğal olduğunu söylüyorlar.
Hukuksuzluğun, yurttaşlık yerine tebaalığın, eşitlik yerine fıtratın, hanedanlık ve avamlığın doğal olduğunu.
Cihadın, gazanın, dar-ül harbın, köle pazarlarının doğal olduğunu.
Şalvarı şaltak, eğeri kaltak Osmanlının, ekip biçmekte olmayıp yemekte ortak olan Osmanlının doğal olduğunu söylüyorlar yani.
Kapatmaya çabaladıkları parantezin gerisinde bu var işte.
Oysa hem tarihin kudreti hem de ülkemizin birikimi bu hayallere izin vermeyecek ölçüde gelişkindir. AKP iktidarının Osmanlıya dönme hülyası, bu nedenle, bu birikim bir türlü aşılamadığı için komikleşmekte, bir parodiye ya da karikatüre dönüşmektedir.
Halk teslim alınamadıkça, padişahlık hevesi dekoratif bir jeste, vaktinde çok kullanılan bir deyimi ödünç alırsak, gardırop Osmanlıcılığına dönüşmektedir.
Parantez kapatılamadıkça, saltanat seviciliği sakilliğe ve kepazeliğe dönüşmektedir.
O parantezi kapatacak olan ise Türkiyenin ilerici birikimi, emekçi halkı olacaktır.
Geçtiğimiz yüzyılın başlarında, yoksul halkın kanını emerek hayatta kalmaya çalışan çürümüş Osmanlı nasıl alaşağı edildiyse, bugün Osmanlı sevdasına tutulanlar da öyle alaşağı edilecektir.
Buna sadece Mark Twainin şu sözleri eklenmelidir: Tarih tekerrür etmez, ama kafiye yapar.
Demek ki AKPnin saltanat düzeni alaşağı edilirken, tekerrürle yetinmeyip ülkemizin kapitalist sömürünün vahşeti altında geçirdiği uzun dönemin de sona erdirilmesi, bu defa gerçekten bir parantezin kapatılması gerekir.
İşte o vakit geldiğinde, bu kokuşmuş düzenin uşaklarına parantez öyle değil, böyle kapatılır diyebiliriz.
Bu konuda Selahattin Demirtaş'ın dünkü yorumu çok hoşuma gitti. '' Sayın Cumhurbaşkanı o tarihsel figürlerin arasında merdivenleri ceketli kravatlı inmeseydi daha iyi olurdu. Kendisi de tarihsel giysiler giyerek inmeliydi, tıpkı deli İbrahim gibi.'' demişti
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.