Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Güncel Tartışma Konuları
13.01.2015- 09:45

Devlet başkanı delirirse...

İleri Haber yazarı Erkin Özalp bugünkü yazısında 'Devlet başkanı delirirse...' sorusunu soruyor. Özalp, dünyada ve Türkiye'de devlet başkanının görevden alınmasının koşullarını irdelediği yazısında, halkçı bir seçenek yaratmanın tek koşul olduğunu vurguluyor.

Resim Ekleme
Erkin Özalp - İleri Haber

Hani olmaz ya, diyelim ki oldu... Halkın ya da temsilcilerinin oylarıyla seçilen bir devlet başkanı, saçma sapan davranışlar sergilemeye, yandaşlarının bile savunmakta zorluk çektiği, kendisini ve ülkesini rezil eden şeyler yapmaya başladı... Görev süresinin bitmesine kadar beklemekten başka çareler de olmalı, değil mi?

Küba’da, devletin bir numaralı kişisi olan Devlet Konseyi başkanı, Halk İktidarı Ulusal Meclisi tarafından seçiliyor. Ve bu meclis, seçtiği tüm kişileri görevden alma yetkisine sahip.

Venezüella’da, devletin bir numaralı kişisi olan devlet başkanı, ülkenin yüksek mahkemesinin atadığı bir tıp heyetinin fiziksel ya da zihinsel yetersizliğine karar vermesi durumunda, Ulusal Meclis’in onayıyla görevden alınabiliyor.

Almanya’da, yetkileri sembolik olan cumhurbaşkanının eylemlerinin anayasaya ya da federal yasalara aykırılığı iddiası, Federal Meclis’in ya da Federal Konsey’in üyelerinin dörtte birinin oylarıyla, bu devlet organlarının gündemine sokulabiliyor. Meclis ya da Konsey üyelerinin üçte ikisi cumhurbaşkanının anayasaya ya da federal yasalara aykırı davrandığı yönünde oy kullanırsa, konu Almanya Federal Almanya Mahkemesi’ne gidiyor ve bu mahkeme cumhurbaşkanını görevden alabiliyor.

Fransa’da, hükümet, devletin bir numaralı kişisi olan devlet başkanının iş göremez duruma geldiği yönünde karar verdiğinde, Anayasa Konseyi bu kişiyi görevden alabiliyor.

ABD’de, devletin bir numaralı kişisi olan devlet başkanı, görevi kötüye kullanma, vatana ihanet, rüşvet ya da ağır suçlar nedeniyle Senato üyelerinin üçte ikisi tarafından görevden alınabiliyor.

Rusya’da devlet başkanını görevden almak biraz daha zor. Hem Devlet Duması’nın (temsilciler meclisi) hem de Federasyon Konseyi’nin üçte ikişer çoğunlukla ağır suç işlediğine karar verdiği bir devlet başkanı ancak Rusya Federasyonu Yüksek Mahkemesi’nin kararıyla ve Anayasa Mahkemesi’nin onayıyla görevden alınabiliyor.

Türkiye’de ise, yakın geçmişe kadar yetkileri büyük ölçüde sembolik sayılan cumhurbaşkanını görevden almak (neredeyse) olanaksız!
Anayasada, cumhurbaşkanının görevden alınmasını mümkün kılan hiçbir madde yer almıyor.

Sadece, “Sorumluluk ve sorumsuzluk hali” başlıklı 105. maddede şu cümle var: “Cumhurbaşkanı, vatana ihanetten dolayı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte birinin teklifi üzerine, üye tamsayısının en az dörtte üçünün vereceği kararla suçlandırılır.”

İşin güzel tarafı, olası bir “suçlandırma” durumunda, bunun somut sonucunun ne olacağı tarif edilmiyor! Örneğin, “vatana ihanet suçu işledikleri kesinleşmiş sayılanların devlet görevleri de son bulur” türü bir şey denmiyor.

Sadece, Anayasa Mahkemesi’yle ilgili maddede, konuyla “bağlantılı” sayılabilecek olan şu cümle var: “Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanını, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanını, Bakanlar Kurulu üyelerini, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Başkan ve üyelerini, Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcıvekilini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay Başkan ve üyelerini görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılar.”

Yargılama sonucunda nelerin olabileceği yine belirsiz bırakılıyor...

Kısacası, Osmanlı döneminde olduğu gibi bugün de, devletin başında bir delinin bulunmasının önünde herhangi bir engel bulunmuyor.

Kuşkusuz, halkın oylarıyla seçilen bir devlet başkanının, delirdiği iddia edilerek ve halka rağmen görevden alınabilmesinin daha tehlikeli sonuçlar doğurabileceği iddia edilebilir. Gerçekten de, örneğin halkın oylarıyla komünist bir devlet başkanı seçilse, düzen siyasetçilerinin ilk yapacağı şeylerden biri, onu görevden almanın “hukuki” yollarını bulmaya çalışmak olurdu.

Ama, “hukuk” denen şey, halkın iradesinden ve özellikle de mücadelesinden o kadar da bağımsızlaşamıyor.

Yine örneğin, Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti, “vatana ihanet” de dâhil olmak üzere her tür suçlamayı yöneltmiş olmalarına karşın, en azından şu ana dek, “Geziciler”e karşı pek az somut hukuki karar aldırabildi.

Peki, bir devlet başkanı gerçekten de delirirse, ne yapmalı?

Herhalde, her şeyden önce, halkı buna ikna etmeye ve somut bir halkçı seçenek yaratmaya çalışmalı... Çünkü halk ikna olmadıkça ve somut bir seçenek görmedikçe, en deli devlet başkanı bile, ondan çıkar sağlayan kişiler tarafından yerinde tutulabilir...

“Halk zaten delilerin peşine kolayca kapılır, önemli olan, halkı değil, etkili odakları ikna etmek” diyenler de var.

Ne var ki, siyasetin, halk yerine “etkili odaklar”ı ikna etmeye dayalı bir faaliyet olması gerektiğini kabullenirsek, halkçı bir siyasetin güç kazanması iyiden iyiye zorlaşır.

Ve o zaman, delilerce olmasa bile halk düşmanlarınca yönetilmekten kurtulmamız hiç kolay olmayabilir!


dayanışma  |  Cvp:
Cevap: 1
13.01.2015- 12:21

Erdoğan'ın 'ecdad sevgisi' sosyal medyada alay konusu oldu

Osmanlı dönemine dair sürekli dile getirdiği 'ecdad sevgisini' bir üst seviyeye taşıyan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ı eski 16 Türk devletinin askerlerinin temsil edildiği bir törenle karşılaması sosyal paylaşım sitesi Twitter'da alay konusu oldu.

Cumhurbaşkanlığı, resmi karşılama törenine 16 Türk devletini temsilen 16 asker koymuş. Tam sirk oldu sonunda. pic.twitter.com/DFGHcRNun0
— supertitiz (@super_titiz) January 12, 2015

Demek o 1000 odada böyle asker kostümleri,soytarı kostümleri velhasıl kelam her duruma uygun bir kılık var... Saltanatına tükürdüğüm...
— ♛İsTanBuL'uN CaDıSı® (@birkadindiyorki) January 12, 2015

Saltanat mabedi KAÇ-AK Saray'da Erdoğan Mahmud Abbas'ı temsili 16 Türk Devleti askeri ile karşılamış :) pic.twitter.com/R1zNElQ6GW
— Emre Erciş (@EmreErcis1) January 12, 2015

Ak Saray'da Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ve Erdoğan buluşuyor. Tarz bu. Ulan ne kafalar?? pic.twitter.com/XC56xKjD31
— Evren Kenan (@chess8182) January 12, 2015




Sultan coşmuş durumda.. pic.twitter.com/uo1UNiy4f3
— Eren Erdem (@erenerdemnet) January 12, 2015

Karedeki tek eksik OSMANLI bayrağı. pic.twitter.com/qkwugmvtv2
— Onur Öncü (@Zeuszz) January 12, 2015

Welcome to the dark side!! #YeniTürkiye pek fantastik pic.twitter.com/2LDOlNPnh5
— Semin Sezerer (@SeminSezerer) January 12, 2015

Yine mi sen!.. pic.twitter.com/3LBr08ZieH
— Semih Güven (@semihguvenn) January 12, 2015

"@nekrofilzombi: KHALEESI ve TAYYİP ERDOĞAN tanesi 4000 liradan anlaştı. pic.twitter.com/V2YHtFKGWX"
— Lórienli ilayda (@lothlorieowyn) January 12, 2015

Yüzük Kardeşliği çıkacağı uzun yolculuk öncesi Ak Saray'ı gezdi. Erdoğan Gandalf'a Kartalları sordu. #LOTR pic.twitter.com/RVoF5TZD8m
— Ahmet Tavukoglu Pffy (@Pfloydfloydy) January 12, 2015

dayanışma  |  Cvp:
Cevap: 2
13.01.2015- 12:24

Mahmut Abbas'ın yüz ifadesi de şaşkınlık, nereye düştüm ben der gibi:)

yura  |  Cvp:
Cevap: 3
13.01.2015- 14:41

son osmanlı padişahı gibi poz vermişler.

denizcan  |  Cvp:
Cevap: 4
14.01.2015- 14:27

“Gardırop Osmanlıcılığı”-Can Soyer  


Daha birkaç hafta önceydi, iktidarın sözcüleri Türkiye’de cumhuriyetin gereksiz bir parantez olduğunu, Osmanlı’ya övgüler ve bizlere tehditler savurarak anlatıyorlardı. Erdoğan’ın Kaç-Ak Saray’ı bir sirke dönüştürmesi ve 16 Türk devletinin askeri kıyafetlerini kuşanmış modellerle poz vermesi bu Osmanlıcı silsilenin, kuşkusuz, en komik ve en pespaye haliydi.

Ancak cumhuriyete dair yukardaki değerlendirmenin Erdoğan’dan da onun danışmanlarından da öte bir boyutu var. Türkiye’de liberal düşünce, hiç de öyle son birkaç yıldır değil, hayli uzun bir zamandır “gereksiz parantez” tezini ileri sürüyor.

Liberal teze göre Türkiye’de cumhuriyet ile simgelenen burjuva devrimi süreci yapay, köksüz, bu topraklara yabancı bir olgudur. Çökmekte olan Osmanlı devleti içindeki baskı grupları kendi içlerinde bir kavgaya tutuşmuş ve nihayetinde “batıcı” grup baskın gelerek ülkeyi modernleşme, kapitalistleşme ya da batılılaşma sürecine sokmuştur. Oysa Türkiye’nin koşulları açısından bakıldığında ne batılılaşma ve modernleşme ne de kapitalistleşme gibi bir süreç doğaldır. O halde, 1923’teki kuruluşla tanımlanan cumhuriyet rejimi, baştan sona bu topluma dışarıdan dayatılan, suni, doğal olmayan bir zorlamadır.

Açık ki, kabaca özetlediğimiz bu liberal tezin herhangi bir tutarlılığı ya da gerçeğe uygunluğu bulunmuyor. Zira daha en başta, Osmanlı’da modernleşme ya da kapitalistleşme yönünde dinamikler olduğunu reddederek, bu süreçte sahneye çıkma telaşı içerisinde olan burjuvazinin beklenti ve hedeflerini dikkate almayarak, dünya kapitalizminin oluşturduğu baskı ve iteklemeyi ise kulak arkasına atarak kendisini zemini olmayan bir hattın üzerine inşa ediyor.

Bu tezin sınırları içerisinde kaldığımız müddetçe, Osmanlı’dan Türkiye’ye uzanan sürecin maddi temellerini açığa çıkarmak imkansız hale geleceği gibi, bu süreçte ortaya çıkmış kimi olgu ve kavramları yerli yerine koymanın da bir yolu kalmayacaktır.

Mesela, Osmanlı’da cumhuriyetten neredeyse 100 yıl önce başlayan ve bir kısmı varlığını cumhuriyetin kuruluşuna kadar devam ettiren aranışlar, sözünü ettiğimiz liberal tezin açıklayabileceği bir konu değildir.

Mesela, burjuvazinin uluslararası kapitalizm ile eklemlenme çabalarının cumhuriyetten daha önceye dayandığını; ölçü birimlerinden hafta tatilinin pazara alınmasına, hatta latin harflerinin kullanılmasına kadar Türkiye burjuvazisi ve kapitalizmi ile dünya sistemi arasındaki “senkron” sorununu çözecek adımların Osmanlı’nın son dönemlerinden bu yana gündeme getirildiğini bu liberal tezin sahipleri hiç duymamış gibidir.

Dolayısıyla, liberal tez maddi gerçeklikten mümkün mertebe uzak durarak, geçerliliği son derece kuşkulu kavramsal ve kuramsal araçlara sonuna kadar “abanarak” ve Korkut Boratav’ın deyişiyle tüm tarihi üzerinden bir dozerle geçip dümdüz ederek cumhuriyetin oluşumu sürecini sislere bürümektedir.

Cumhuriyetin hiçbir maddi dayanağı, kaynağı, zorlayanı olmayan bir süreç olarak tarif edilmesi ise, cumhuriyetle ilişkilendirilen kavramların da aynı kaderi paylaşmasını getirmektedir. Eğer cumhuriyet doğal olmayan, bu topraklara yabancı bir zorlama ise, o zaman laiklik de bağımsızlık da yurttaşlık da o derece zorlamadır, yabancıdır, sunidir.

Doğal gelişimi sekteye uğratan, doğal dinamiklerin seyrini aksatan, doğal olanı ortadan kaldırıp yerine yapayı koyan bu süreç, bu nedenle, yıllardır islamcıların kapatmayı hedefledikleri bir paranteze dönüşmüştür.

Burada öne çıkan bir “gizli vurgu” ise, cumhuriyetin değil, Osmanlı’nın doğal olduğudur. Yani 1923’te kurulan cumhuriyet yapay ve suni bir olgu ise, onun ortadan kaldırdığı ya da devre dışı bıraktığı Osmanlı rejimi doğal ve otantik olandır. Parantez kapanınca, toplum olarak doğal olana, doğal gelişimin “mantıksal” sonucuna, zorlamalardan ve dayatmalardan arınmış tarihin doğal akışına geri döneceğimiz ima edilmektedir.

Doğal olana, yani doğaya, toplumun doğasına, halkın çıkar ve arzularına uygun olana döneceğimiz söylenmektedir.

O halde, sultanlığın, saltanatın, tüm ülkenin padişahın mülkü olarak tanınmasının doğal olduğunu söylüyorlar demektir.

Kardeş katlinin, cariyeliğin ve haremin, kelle kesmenin, ferman vermenin doğal olduğunu söylüyorlar.

Hukuksuzluğun, yurttaşlık yerine tebaalığın, eşitlik yerine fıtratın, hanedanlık ve avamlığın doğal olduğunu.

Cihadın, gazanın, dar-ül harbın, köle pazarlarının doğal olduğunu.

Şalvarı şaltak, eğeri kaltak Osmanlı’nın, ekip biçmekte olmayıp yemekte ortak olan Osmanlı’nın doğal olduğunu söylüyorlar yani.

Kapatmaya çabaladıkları parantezin gerisinde bu var işte.

Oysa hem tarihin kudreti hem de ülkemizin birikimi bu hayallere izin vermeyecek ölçüde gelişkindir. AKP iktidarının Osmanlı’ya dönme hülyası, bu nedenle, bu birikim bir türlü aşılamadığı için komikleşmekte, bir parodiye ya da karikatüre dönüşmektedir.

Halk teslim alınamadıkça, padişahlık hevesi dekoratif bir jeste, vaktinde çok kullanılan bir deyimi ödünç alırsak, “gardırop Osmanlıcılığı”na dönüşmektedir.

Parantez kapatılamadıkça, saltanat seviciliği sakilliğe ve kepazeliğe dönüşmektedir.

O parantezi kapatacak olan ise Türkiye’nin ilerici birikimi, emekçi halkı olacaktır.

Geçtiğimiz yüzyılın başlarında, yoksul halkın kanını emerek hayatta kalmaya çalışan çürümüş Osmanlı nasıl alaşağı edildiyse, bugün Osmanlı sevdasına tutulanlar da öyle alaşağı edilecektir.

Buna sadece Mark Twain’in şu sözleri eklenmelidir: “Tarih tekerrür etmez, ama kafiye yapar”.

Demek ki AKP’nin saltanat düzeni alaşağı edilirken, tekerrürle yetinmeyip ülkemizin kapitalist sömürünün vahşeti altında geçirdiği uzun dönemin de sona erdirilmesi, bu defa gerçekten bir parantezin kapatılması gerekir.

İşte o vakit geldiğinde, bu kokuşmuş düzenin uşaklarına “parantez öyle değil, böyle kapatılır” diyebiliriz.

dayanışma  |  Cvp:
Cevap: 5
14.01.2015- 20:34

Bu konuda Selahattin Demirtaş'ın dünkü yorumu çok hoşuma gitti. '' Sayın Cumhurbaşkanı o tarihsel figürlerin arasında merdivenleri ceketli kravatlı inmeseydi daha iyi olurdu. Kendisi de tarihsel giysiler giyerek inmeliydi, tıpkı deli İbrahim gibi.'' demişti:)

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]