Filozoflar dünyayı yalnız tarif ettiler, aslolan onu değiştirmektir. K. Marx
srrozt
Resimde Yuvarlak içine alınan Sırrı Öztürk, ortadaki Yugoslavyadayken Partizan savaşçısı bir komünist, Türkiyede tütün işçisi bir militan ve THKP-C sanığı Recep Serbest, sol baştaki Av. Talat Tarakçı.
60lı yılların ikinci yarısında, SBFde okumuş ve dönemin ağır sol havasını ciğerlerine çekmiş uslanmaz ihtiyarları, nadiren gittikleri Mülkiyeliler Birliği bahçesinde bir masanın etrafına tünemiş, alışageldiği üzere siyasete yatmışlardı.
Masada uslanmaz ihtiyarlar olunca misafiri de çok olur. Gelen oturur, oturduktan sonra da kalkmak bilmez. Bir ara kendini sinemadan emekliye ayırmış huysuz ihtiyarlardan yakın bir arkadaş gruba ilişti. Merhaba bile demeden Cumhuriyette Can Dündarın Mahirlerin kaçışı ile ilgili yazı dizisini okudunuz mu? dedi. Yanıt alamayınca Sinemadan elimi eteğimi çektim ama yine de bilirim bir senaryo nasıl yazılır. Can Dündarın senaryosu çok kötü. İşi metalaştırıp piyasaya sürerek Mahirlerin piyasalaştırılması beni yaraladı. Piyasa beraberinde tahrifatları getirir. Bu tarihin tahrifatıdır. diye dert yandı.
Mahirlerin Maltepe Askeri Cezaevinden kaçışları konu olunca benim ilk aklıma gelen Sırrı Ağabey (Sırrı Öztürk) oldu. Bunu masadakilere aktardım. Masada hiç kimse Sırrı Öztürkü tanımıyordu! Daha da önemlisi Sırrı Öztürk ismini ilk defa duyuyorlardı!
Beni bu yazıyı yazmaya iten neden, yaşı kemale ermiş solcuların dahi Sırrı Öztürkten habersiz olmalarıdır. Ki o Sırrı Öztürk dillerden düşürülemeyen 15-16 Haziran 1970 Büyük İşçi Direnişinin baş mimarlarındandır. Ki o Sırrı Öztürk Maltepe Askeri Cezaevinden kaçış ve sonrasında, ailesi ile birlikte önemli roller üstlenmiş bir devrimcidir. Gelin görün ki, Aydın Engin referansı ile Can Dündar tarafından kaleme alınan Mahirlerin kaçışı ile ilgili tefrikada Sırrı Öztürkün ismi dahi geçmemekte, Kocaelinden bir sendikacı da koğuşta vardı denmekle yetinilmektedir. Sanki okurdan onun ismi gizlenmiş. Sol kesimden kimi yazarlar ya oto sansür uyguluyorlar ya da sus pus sessiz kalıyorlar. Bazıları da ahlaksızca sinsi abluka yöntemini uyguluyorlar. Daha da berbatı spekülasyonlara başvurarak karalama kampanyalarına girişiyorlar. Daha açık ifadesi ile sahte solun sahte liderleri Sırrı Öztürk ile toplum arasına bir duvar örmek istiyorlar. Bu duvar yıkılırsa, inanıyorum ki, yakın tarihimizin tahribatının da bir nebze önüne geçilebilecektir.
Bu yazı ve bu yazının fasıllarıyla, bu duvarı yıkmak için çaba göstermek istedim.
Bir ağabey olarak çok sevdiğim, bazı konularda ayrı düşünmekle birlikte baş eğmez devrimci kişiliğine müthiş saygı duyduğum Sırrı Öztürkü yazmak o kadar kolay değil. Belli başlı büyük sol eylemlerde aktif rol almış, hayatı boyunca toplumsal mücadeleden vazgeçmemiş ve bu arada otuz beş kitap yazmış birisini yazmak o kadar kolay değil. Becerebilirsem onu size tanıtmaya çalışacağım. Yazıyı birkaç bölümde vermeyi deneyeceğim.
Nereden başlayayım diye düşündüğümde, onun kişiliğinin yansımasında önemli yer tutan tevazu ve disiplin kavramlarını içeren tevazunun disiplini konusunu işlemeyi uygun buldum. Bunu canlı bir örnekle açacağım. Bu aynı zamanda sondan geçmişe yolculuğun bir rotası olacak.
TEVAZU, DİSİPLİN VE SIRRI ÖZTÜRK
2014 yılının Eylül ayında Sırrı Ağabey bana birkaç yazı göndermiş ve yazılar üzerine varsa eleştirilerimi ve katkılarımı istemişti. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum, herhalde biraz fazla oldu ki beni telefonla aradı. Hoşbeşe girmeden Sana üç yazı göndermiştim. Düşüncelerini sormuştum. Yanıt vermedin. Bak. Benim bir tek sabit telefonum var. Senin cep telefonun var, bilgisayarın var, elin ayağın tutuyor. Kendini bir yerden bir yere rahatlıkla taşıyabiliyorsun. Ben yerime çakılıyım. Bana bir cevap vermen gerekmez miydi? Devrimci adam sorumluluk sahibi adamdır. Devrimci adam disiplinli adamdır. Devrimci adam sözünün eri adamdır diye beni yaylım ateşine tuttu. Yazıları gönderirken ki tevazusu eğilmez bükülmez bir disipline dönüştü. Kendisinin çokça kullandığı tevazu gösterme essah sanırlar özdeyişine gönderme yapar gibiydi. Ateşe devam edecekti ki Haklısın ağabey dedim. Ama benim de bir mazeretim, bir hastam vardı, o yüzden Ankara dışındaydım, onun için zaman bulamadım diye ilave ettim. Kimmiş hastan dedi. Bir arkadaşım. Nasuh dedim. Duraksadı, telefonda bir sessizlik oldu sonra yutkunarak Bizim Nasuh mu sesi belli belirsiz duyuldu telefonda. Evet yanıtını alınca ateşi kesti ve Kırklareline gittiğinde geri getirmek şartıyla beni de götürebilir misin? Bizim eczacı Necmi aracılığıyla ondan haber alıyorum ama dünya gözü ile hapishane arkadaşımı görmek istiyorum dedi. Olur dedim. O hoşçakal bile demeden telefonu kapattı. Üzülmüştü.
Sırrı Ağabey kanserdi. Beş yılı aşkın bir süredir kolon ve karaciğer kanseri ile boğuşuyordu. Seksen iki yaşındaydı ve günlerinin sayılı olduğunu düşünüyor, bir şeyler yapabilmek için zamanla yarışıyordu. Zamanla yarışmanın içinde Nasuhu görmek de vardı. Ama, heyhat, Nasuh kanatlandı gökyüzüne. Nasuhu görmek kısmet olmadı onun için.O, o sıra İstanbul Çapa Acil Serviste yatıyordu, Nasuhu yolculamaya çok istediği halde, doktorlar bırakmadığı için gidemedi. Sonra, çok geçmeden o da, hem de Nasuhun Gaziosmanpaşada yattığı hastaneden uçtu yıldızlara. Proleter devrimci kimliğine yakışır biçimde o gün için özenle sakladığı bayrağına sarılarak dini törensiz Gazi Mezarlığında bir tarafında Mahir Çayanın posteri, diğer yanında Mustafa Suphininki sessiz sedasız doğa ile kucaklaştı. Sanki, Ben Mustafa Suphi ile Mahir Çayanın senteziyim dercesine O son MOHİKANdı
srrozt1
srrozt2Kimdi bu tevazu ile disiplini birleştiren adam?
KANLI PAZAR, 15-16 HAZİRAN İŞÇİ EYLEMİ ve SIRRI ÖZTÜRK
Sırrı Öztürkü ilk kez gıyabında 15-16 Haziran 1970 Büyük İşçi Eylemlerinde tanıdım. Bu etkinliklere katılan, İstanbula Ankaradan gelen küçük grubun içindeydim. Eylemlerin ikinci gününde Anadolu Yakasında Kuş Dili mevkiinde polis barikatından işçilerin üzerine kurşun yağdırılırken proleter militanlığın muazzam direnişi ve atılganlığı gözler önüne seriliyordu. Bu olağanüstü durumun sırrı nedir diye soranlar Bu işin sırrı Sırrı Öztürktür yanıtını alıyordu (15-16 Haziran İşçi Eylemleri ile ilgili yazıyı ikinci fasıl olarak daha sonra yazacağım).
Bundan önce, onu tanıyanlar, onu karısı ve ressam ağabeyi ile 1969 16 Şubatında Kanlı Pazarda görmüşlerdi. Kıl payı ölümden dönmüştü. ABD Emperyalizmini ve onun silahlı gücü NATOyu, İstanbul Boğazına demirlemiş 6. Filoyu ve onlara payandalık eden Süleyman Demirel Hükümetini protesto amacı ile düzenlenen Emperyalizme ve Sömürüye Karşı İşçi Yürüyüşünde iki işçi arkadaşı Duran Erdoğan ve Ali Turgut Aytaçın polislerin gözü önünde yobazlar tarafından bıçaklanarak katledilmeleri onu devrimci sınıf partisinin ne kadar gerekli olduğu düşüncesine itecek ve bu yönde, onu, yoğun bir çabanın içine sokacaktı.
Ayrıca artık kendini savunmak için silahlanmak gerektiği fikri de dipten gelen bir dalgaya dönüşecekti.
Gerek Kanlı Pazar, gerek 15-16 Haziran İşçi Eylemleri ve bunların doğurduğu sonuçlar açısından sendikaların ve Türkiye İşçi Partisinin pasif tutumları Sırrı Öztürkü devrimci bir sınıf partisinin oluşumu için yoğun çabaya sokuyordu.
Bu süreç onu, devrimci mücadele DEV-GENÇ ile yürütülecek kadar basit değil, mutlaka onun üstünde devrimci bir partiye gereksinim vardır düşüncesi çerçevesinde faaliyet yürüten Mahir Çayana yaklaştırıyordu
EKİM 1970de ANKARADA YAPILAN DEV-GENÇ ve PROLETER DEVRİMCİ KURULTAYLARI ve SIRRI ÖZTÜRK
17-18 Ekim 1970 tarihlerinde Ankarada SBF Büyük Amfisinde toplanan DEV-GENÇ kurultayında Sırrı Öztürk dinleyiciler arasındadır. Bu kurultayda Mahir oldukça uzun bir konuşma yapmış, bir savaş partisinin ilk sinyallerini vermiş ve Mihri Belli ile bir yol ayrımına gelindiği anlamına gelebilecek saptamalarda bulunmuştu.
DEV-GENÇ kurultayından 10 gün sonra 28-29 Ekim 1970 günlerinde yine Ankarada bir sinema salonunda Proleter Devrimci Kurultayı toplanıyor ve Divan Başkanlığına Sırrı Öztürk seçiliyordu. Bu toplantıda Sinan Kazım Özüdoğru, Mihri Belliyi açıkça karşısına alıyordu. Bu tavır, artık Mihri Belli ile yolların ayrılmakta olduğunun açık habercisi oluyordu.
THKP/Cnin oluşturulma süreci böylece başlıyordu. İlk başta kurucular arasında proletaryayı temsilen Sırrı Öztürk de bulunuyordu. Sonra çıkarılır. Buna çok üzülür ama kimseye bir şey soramaz. Alacağı yanıttan endişe duyar. Daha sonra Maltepe Askeri Cezaevinde bu konuyu Mahire açar. Aldığı yanıt onu rahatlatır. Mahir, Ağabey biz öleceğiz, senin yaşamanı istiyoruz. Bunun için seni çıkardık ve seni kesinlikle THKP/Cye bulaştırmayacağız der. Gerçekten de öyle olur (Maltepe Askeri Cezaevi ve kaçış olayını yazının üçüncü faslında ele alacağım).
Sırrı Öztürkün partiye yaklaşımı ve bu doğrultuda partileşme sürecindeki engeller ve özellikle Kürt sorunu ile ilgili görüşlerini yazının dördüncü faslında incelemeye çalışacağım.
ETKİLEŞİMLER ve SIRRI ÖZTÜRK
Sırrı Öztürk, Dersimden Erzurumun Aşkale ilçesine göçen bir ailenin altı çocuğundan biridir. Kardeşlerinin hepsi komünist olup, kuruluşundan sonra TİPe üye olmuşlardır. Bunların içinde sonradan Emeğin Ressamı olarak anılan ağabeyi Memedoğlu (Hüseyin Avni Öztürk), onu aile içinde en çok etkileyen kişidir.
Türkiyede bir ilk olmasından ve Marksist-Leninist ideolojiye bağlı olarak kurulan TKPye (İç TKP, bunu harici büro TKP ile karıştırmamak gerekir) karşı gönül bağı vardır. Partinin Genel Sekreteri, Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Karadenizde katledilmeleri onu derinden sarsmıştır.
TKP Merkez Yürütme Kurulu Üyesi Dr. Hikmet Kıvılcımlıya olan hayranlığı, fikirlerinin yanısıra onun sorgu ve işkencede konuşmaması, direnci ve arkasında bir enkaz bırakmamasından kaynaklanır.
Onu en çok etkileyenlerden biri de TKP üyesi Hasan Basri Alptir. 1944 yılında arananlar listesine giren Hasan Basri, 1951 Komünist Tevkifatında sorguda ve işkencede çözülürüm de partime zarar veririm düşüncesi ile dilini kesmiştir. Konuşamamayı başarmış ama ölümden kurtulamamıştır. Onu Sansaryan Hanın dördüncü katından atarak katletmişlerdir.
Kararlı tutumlarıyla, cesaretleriyle, inançlarıyla, eylem ve davranışlarıyla Pir Sultan Abdal, Seyit Rıza, Mahirler, Denizler, İbolar ve Mahsunlar onda derin izler bırakan siyaset ve eylem adamlarıdır. Ama her şeye rağmen bunların hepsinin artıları olduğu gibi eksileri de vardır ona göre. Bu değerlendirmeler layığı ile yapılmadığı için Devrimci Mücadelenin geleceğine takoz konulmaktadır diye düşünür.
DEVRİMCİ ÖNDERLİK ve SIRRI ÖZTÜRK
Devrimci önderliğin ete kimliğe bürünmüş hali devrimci bir partidir ona göre. Parti olmazsa siyasi sonuç da doğmaz der. Partiyi oluşturanların özgür bireylerden olması şarttır; ama bunun kolektif özgürlük temelinde var olması gerekir. Sırrı Öztürke göre biat kültürü ile köleleştirilmiş insan, ayakları üzerinde dikilemez. Hareket ivmesi sıfırdır. Partinin görevi sadece düşünce üretmek değil, devrime giden yolu açmaktır.
Ona göre, yalancı, ahlaksız, düzenbaz, entrikacı ve komplocudan devrimci olamaz; devrimci dublör ve suflör kullanmaz; neticeye gitmek için her yol mubahtır demez; zekâ ve beyin özürlü olamaz; bu özellikler önderlik için olmazsa olmazlarıdır ve bunların olmaması halinde toplum üzerinde güven oluşturulamaz.
Sırrı Öztürk bu konularda çok duyarlıdır. Bu duyarlılığı hayatın her alanında geçerlidir. Söz gelimi cezaevleri onun ikinci adresidir. Ama, gerekmedikçe hapiste yattığından söz etmez. Sorulduğunda, Biz emperyalist-kapitalist sisteme çomak soktuk. O da bize tokat attı, hepsi bu der. Yoğun işkence görmüştür, fakat arkasında hiç tahribat bırakmamıştır. Ama bir kez olsun dahi işkence gördüğünü söylememiştir. Kendi deyişiyle İki tokat yemeden pantolonundan tezek çıkaran naylon komünistler den değildir. Ona göre devrimci işkence de görür, hapis de yatar, ölür de. O bunun öncülük görevidir. Bunlardan söz edilemez.
Onu en iyi tanımlayan, proleter kişiliğini anlamlı kılan Marxın şu sözleri olmuştur:
Genel olarak söylemek gerekirse, fikirler hiçbir sonuca vardıramazlar. Fikirleri iyi bir sonuca vardırmak için pratik bir gücü kullanan insanlar gerekir Karl Marx Kutsal Aileden aktaran Sırrı Öztürk.
O, hep bu insanlardan biri olmayı hedeflemiştir.
Selam sana SON MOHİKAN
Hakkı ZABCI
Bu ileti en son owert
tarafından 26.06.2015- 10:59 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Sırrı abiyle 87-88 yıllarında bir arkadaşın aldığı rendevu ile divan yolunda bir arada ofisinde tanışmıştım. Kendimi ona çok yakın hissetmiştim ama o dönem sol yayınların ipe sapa gelmez olur olmadık tarzda yayınlarından konuşmuştuk. Bu konuda bir komitenin olmasını gerektiğini ve bunun denetiminde yayınların oluşturmasını savunuyordu . Sovyet şurası gibi bir şeydi. Esasında bunun yukardan oluşturulan bir yapı olduğundan dolayı muhalefet etmiştim. Yanındaki arkadaşta o zaman revaçta ve poüleritesi olan Sivil Toplumculuğu savunduğumu söymeş ve tartışmalar bu eksende devam etmişti.
Halbu ki sivil toplumculuğu Murat belge ve benzerlerinin İtalyada ortaya çıkan muhafazakarlarla komünistlerin iktidar ortaklığı örneği ile bu yönde bir alakası olduğunu söylemiş ve Türkiyede nihayettinde tarikat,dinci kesimle itifaki savunan asya tipi toplum yapısıyla bağlantı kurduklarını anlatmıştım. Çünkü sivil toplumculara göre toplumun baskı altında kalmasıyla yine toplumun devlete karşı bu dinsel tarikat ve benzerleri ile muhalfet yaptıklarını ve tarikat ve benzerlerinin esasında devrimci bir öze sahip olduklarına inanıyolardı
Zaten o inançları değilmidir bu güne kadar akp yi desteklemeleri. Türkiyenin muhalefet gücünü tarikatlarda arayanlar ...Müslüman ülkede en rahat örgütlenme yaratması vs. nedenleri.
Sırrı abi de beni bu düşünceleri savunan ve bu yöne dümen kıranlar olarak değerlendirdi. Çünkü o sivil toplum rüzgarına karşı tüm gücüyle karşı çıkanlardandı.Zaten bu karşı çıkışı Sırrı abiyi bu sivil toplumcular, 77 1 mayısında ölümlerin çok olduğu sokağa kamyonu o çektirdi gibi hınçla saldıklarını da biliyoruz.
Bende bu sovye tipi yayın poltikasını eleştirince tabii ona göre sivil toplumcu olmuştum Halbu ki benim karşı çıktığım bunun tepeden oluştırulmasına karşı bir eleştirydi. Ama sırrı abiye gelde laf anlat o aşama zor. Çünkü kafasını o sivil toplumculara takmış höst desen tamam sende onlardansın demeye hazırdı.
Evet Hakkı abiden Sırrı abinin devrimciliği konusunda fazlasını söylemek haddini aşmaktır. O en güzelini söylemiş zaten ...
Hakkı ZABCI'nın yazısının devamı gelecek anlaşılan, bölmemek gerek. Ama sizin yazınızda da ilginç ve üzerinde durulması gereken bir bölüm var. ''Yukardan oluşturulan yapı'' konusu... Ayrı bir başlık olarak etraflıca konuşulmaya değer bir konu bu.
Hakkı ZABCI'nın yazısının devamı gelecek anlaşılan, bölmemek gerek. Ama sizin yazınızda da ilginç ve üzerinde durulması gereken bir bölüm var. ''Yukardan oluşturulan yapı'' konusu... Ayrı bir başlık olarak etraflıca konuşulmaya değer bir konu bu.
Evet ,yakın zamanda önüze gelir bu konuyu tartışmamız gerek .haklısınız.
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.