Alıntı Çizelgesi: proletersosyalist yazmış
SSCB'ye gelirsek SSCB'de kitleleri yönetime katmanın, bürokrasinin güçlenmek yerine sönümlenip kitlelerin daha fazla kendi kendilerini yönetebilmelerini sağlamanın maddi koşulları vardı. Özellikle 1950'lerden itibaren bu oluştu. 1950'lerden itibaren sanayileşmiş, kentli nüfusu gitgide ağırlık kazanan bir ülke ve eğitim seviyesi yüksek bir toplum oluşmaya başladı. Ancak bu nüfusun politize edilip, gitgide yönetsel mekanizmalara daha etkin bir şekilde katıldığı bir süreç yerine yani burjuva demokrasisinin hem ekonomik hem yönetsel olarak bir adım ötesine gidileceği bir süreç yerine bilakis talepleri iletme, yönetime katılma, kendini kendini yönetebilme bakımından burjuva demokrasisinden bile geri bir süreç yaşandı. Yaşanan iç savaş sonrası, bu savaşın yarattığı nesnel durum nedeniyle zorunlu olarak yapılan tercihler yanlış bir şekilde mutlaklaştırıldı. Ben yöneten yönetilen ayrımının gitgide sönümlenmek yerine güçlendiği ekonomik determinist bakış açısı temelli böyle bir sosyalizm anlayışını eleştiriyor ve 21.yüzyıl sosyalizminin yöneten, yönetilen ayrımını azaltma yolunda ilerlemesini savunuyorum.
1950'yi baz alıyorsanız ve bu tarihlerde devletin sönümlenme başlaması gerektiğini düşünüyorsanız, ki yazdığınız bu anlama geliyor, Sovyet insanının o tarihlerde kendi kendini yönetebilir duruma geldiğini söylüyorsunuz demektir. Buna katılmıyorum. 1950'ye kadar geçen sürece bakıldığında bu ''gelişmişliğin'' ve ''yeterliğin'' hangi arada ortaya çıktığını da açıklamak gerek. 17'de devrim, sonra 4 yıl süren iç savaş, NEP'in kaldırılması, içerde muhalefete karşı verilen mücadele ( bu arada özellikle Kirov'un öldürülmesi ile) devlet yapısında yaşanan alt üst, sonra ikinci paylaşım savaşı, Sovyetlerin 20 milyon insanı kaybetmesi ve savaşın getirdiği yıkımlar... 45'le 50 arasında mı Sovyet insanı dönüştü ve kendini yönetecek bir hale geldi? Hiç sanmıyorum.
Kuruculuk döneminde ( bize göre sosyalizmde) bürokrasi bir sorun. Komünist topluma ulaşmada bir sorun. Ama bu tür eleştirilerde SSCB'ye yöneltilen ''bürokratik diktatörlük'' tezlerinde hep şu kaygının öne çıktığını düşünüyorum. Bürokrasinin olmadığı, bir an önce asgari düzeye indirildiği bir toplumsal yapıya kavuşmak. Doğrudur, bu kaygılar yerindedir. Zaten Lenin bu yüzden ''bizim devletimiz de ne yazık ki bürokratik ur'lu bir devlet olmak zorundadır'' demiştir. Bürokrasi olmadan toplumun kendini yönetebilmesi elbette temel amaç ve önceliktir. Ama bu konunun bu kadar basit olduğunu asla düşünmüyorum. Bence bu süreçte devlet daha genişleyecek ( bir üstte açıklamaya çalıştım) ''bürokrasi'' de bu biçim altında yaygınlık kazanacaktır. Bence bu aşamada devleti ve bürokrasiyi işlevi açısından yok sayamayacağımıza göre bürokrasinin kalıcılık kazanmaması üzerine yoğunlaşmak gerekecektir. Bunun için de devlet, işlerinin daha kolaylıkla yapılabilirliğini sağlayacak bir işleve kavuşturulmalı, insan ( sınıf, emekçi kitle) bu işleri yerine getirebilecek bir donanıma sahip hale getirilerek aralarında var olan açı olabildiğince kapatılmalıdır. Bu arada parti devleti denetleyebilmeli, olası olumsuzlukların ve kalıcılığın önlenmesi yolunda çalışmalar yapabilmelidir.