İttifaktan kurucu akıla: Cumhuriyet Gökhan Nazlı
Eğer sokaklar o anlı şanlı burjuva siyasal makineyi işlemez hale getiriyorsa, ortada çok ciddi ve bir o kadar da eğlenceli bir süreç var demektir. Yaşadıklarımız kim ne derse desin yeni bir süreç. Elbette ki bugüne kadar yürütülen atomize mücadelelerin birikimiyle oluştu ama ortak çıkar havuzunda birleşince, ortaya çıkan birleşik güç hepsinden başka bir şey haline dönüştü.
Herkes bu işin parçası. Gezi Direnişine dahil olmayan solcuya solcu demezler bu günlerde. Mesafeli durmak mümkün değil. Gezi sürecinin bütün sol üzerinde bir vakum etkisi var. Mıknatıs demiri kendine çeker ya, Taksim de memlekete serpilmiş tüm muhalefet parçalarını kendine çekti. Alevileri, Cumhuriyetin partisini, Kürt sosyalistlerini ve muhtelif sol grupları çekiştirip bir sandalyeye ortaklaşa oturttu. İşte bu çekim kuvveti ne ise Gezi Direnişi de odur. Yani bu ittifakın en geniş halidir Haziran hareketi.
Bu ittifakın en asgari müştereklerini sıralarsak, üst sıraya Erdoğanı koymak lazım; o adama karşı tahammülsüzlük had safhada. Hareketin ana siyasi segmentlerinden, Taksimdeyken bu işe dahil olmuş bireyine kadar herkesin ortak noktası başbakandan hoşlaşmamak. Zaten söz konusu zattan rahatsız olmamak mümkün değil çünkü. Fazlaca otoriter ve her şeyden öte sempatik değil. (Sadece daha sempatik bir başbakan olsun diye bu direnişe katılan var mıdır acaba?)
İkincisi de AKP iktidarı. Hükümet deyip geçilecek gibi değil. Tam anlamıyla kurucu bir irade. Alışılagelmiş nizamın yerine başka bir düzen getirmeye çalışan iktidar düşüncesi, değişik kesimleri bir arayan getiren bir tepki alanı açtı. İsyan halindeki toplumsal kesim AKP iktidarını bir kurucu iktidar[1] olarak değerlendiriyor. Kendi kuruluş programı olmasa dahi en azından AKPnin kurduğu çarka çomak sokmak eğilimi oldukça hakim.
İkinciyle çok bağlantılı üçüncü çekim kuvveti de sekülarizm. Bu isyanın gönüllü katılımcısı olmuş herkes için nefes borusudur sekülarizm. Çünkü dinin tek belirleyen haline geldiği toplumsal bir yaşam ve bunun hukukla tahkim edildiği resmi bir düzen bütün modern siyasalar için ölümcüldür. Aşamacı bir anlayışla söylersek askeri vesayetlerden daha eski dönemlere uzanan bir geriye sarıştır. Yani gericiliğin dibidir.[2]
Önemli olan şu ki Direnişi cesametli kılan en önemli dinamik sekülarizmdir. Türkiyede sol sınıf içinde değerlendirilecek tüm güçlerle birlikte dindarları bile etkileyen bir nüfuz alanına sahiptir. İslamın geleneksel algılanışı karşısında çelimsiz kalsa da özellikle sol değerlerle harmanlı siyasal İslamcı bir akım bile görünür olmuştur bu dönemde.
Toparlayıp diyebiliriz ki Gezi hareketi başbakanın değişmesini isteyen, AKP iktidarının gösterdiği değişim yönüne itiraz eden, laik bir harekettir. Direnişin tüm parçalarını etkileyen ortak dürtüler bunlardır. Kuşkusuz içinde yeni toplumsal hareketlerle benzeşik kimliksel talepler ve bilince çıkmamış gizil sınıfsal bir yapısallık da vardır. Etnik ve mezhepsel etkenlerde reddedilemez bir gerçekliktir. Ama önemli olan şu ki tüm bunları birleştiren ve sakıncalı eğilimleri aşma potansiyeli taşıyan bir mayalanma da oluşmaktadır.
Bu mücadelenin birlikte ve bundan sonra da güçlü devam ettirilebilmesi ortak bir siyasal pozisyonun belirlenmesine bağlıdır. Böyle bir ittifak düzlemini tarifleyecek yegane kavram da bugün için cumhuriyettir. AKPyi de üreten müesses nizamın tıkanıklıklarının görünür olduğu bir konjonktürde yeni bir cumhuriyeti bir kuruluş programı olarak kurgulamak ve bu süreci barış, eşitlik, özgürlük değerleriyle oluşturulmuş yeni bir toplumsallaşma olarak yürütmek, solun tarihsel sorumluluğudur. Kuşkusuz herkes cumhuriyeti kendi meşrebince içeriklendirecektir. Sınıfsal boyutu baskın kılacak bir iradi müdahale mekanizması oluşturup kapitalizmi alt etmek de sosyalistlerin bu zeminde temsil ettiği çizgi olacaktır. Ama tüm bu mücadele gereklerine rağmen, çok da iyi şeyler hatırlatmayan cumhuriyet kavramını telaffuz etmek bu toplumun önemli bir kısmı için hala kolay değildir. Yeter ki biz toplumsal hafızanın haklı hışmına uğramamak adına Viva Republica deyip derdimizi daha anlaşılır kılabilelim.
[1] AKP iktidarının özellikle 12 Eylül referandumuyla başlayan ve 12 Haziran seçim sonuçlarıyla da perçinlenen dönemini bir kuruluş süreci olarak görüp görmemek sosyalist solun tamamlamadığı bir tartışmadır. Radikal hareketliliği kapitalist modernitenin kaçınılmaz sonucu olarak değerlendirip bu döneme paye vermeye çalışanlar da bu tartışmanın içindedir; bütün kuruluş sürecinin toplumsal düzeyde çalkantısız bir şekilde tamamlanmış olabileceğini öngörüp yeni Türkiye, yeni şartlar diyenler de
Bu tartışma tüketilmelidir. Ve elbette ki herkes Gezi Direnişi deneyinin veri deposunu hesaba katarak bir kez daha düşünmelidir.
[2] AKP iktidarının özellikle Mısırdaki gelişmelere tepkisi kendine politik manevra alanı yaratmak bakımından pragmatiktir. Ancak bunu İhvan gibi soy İslami bir hareketle aynı gözükmek pahasına yapmıştır ki bu AKP açısından stratejiktir. AKPnin İslami hareketler kategorisinde ele alınabileceği bir siyasal saflaşma oluşmaktadır. Zira iktidarın Gezi Direnişini İslami İslam dışı gibi bir zeminine çekmek yönündeki gayretleri de bu algıyı güçlendirmektedir.