Solcu düşmanından devrimci analiz mi olur? O analiz yapıyor, sen onun üzerinden sol düşmanlığını ortaya koyuyorsun. Seni takip etmiyorum, orada yazdıklarını sana hatırlatıyorum. Buraya gelip oportünistlik yapıyorsun. İki tarafta ortak olan tek şey kürt milliyetçiliğin. Orada da sol düşmanlığı yapıyorsun, burada da yapıyorsun. Orada kuyrukçu olmayan solu hedef tahtası yaptığın için kimse sana ses çıkarmıyor, ciddiye almıyor, burada böyle bir olanağı bulamıyorsun. Göze batıyorsun. Sana sürekli olarak solcu olmadığını, solu bilmediğini söylüyorum. Bu yüzden söylüyorum. Her başlığı kirletmeye neden oluşunun nedeni de bu.
Solcu düşmanından devrimci analiz mi olur? O analiz yapıyor, sen onun üzerinden sol düşmanlığını ortaya koyuyorsun. Seni takip etmiyorum, orada yazdıklarını sana hatırlatıyorum. Buraya gelip oportünistlik yapıyorsun. İki tarafta ortak olan tek şey kürt milliyetçiliğin. Orada da sol düşmanlığı yapıyorsun, burada da yapıyorsun. Orada kuyrukçu olmayan solu hedef tahtası yaptığın için kimse sana ses çıkarmıyor, ciddiye almıyor, burada böyle bir olanağı bulamıyorsun. Göze batıyorsun. Sana sürekli olarak solcu olmadığını, solu bilmediğini söylüyorum. Bu yüzden söylüyorum. Her başlığı kirletmeye neden oluşunun nedeni de bu.
«Savaşçıların Sesi»
Sinan Akkuş
Biz de sizi çok seviyoruz..
Savaşçıların Sesi
Savaşçıların sesi işitilir
yalnız, satılmış, köhne duvarların
gölgesi alınlara vurunca gün.
Sevgi ve adalet çağrılarıyla donanmış
Kutsal ateşten bile güzel,
Yiğitçe ölesiye ışıldayan yüzlerinin
insana soluk veren o düşlerini,
hatırlatıp doğrulunca yeniden
bilinir ki
serüvencilerin sesidir bu, işitilir
silahların, marşların korosu eşliğinde.
Her baharın türküsüdür işitilen
göğün mavisine umut eken
yarının türküsü, sonsuz damarıdır tohumların.
Doğruluğun ve aydınlığın hüküm süreceği
Yeni bir ülke özlemiyle aydınlanan Şafak,
Öldürülen çocukların kara selinden
kuşanılan yenilmezlik zırhıyla
doğarken bir mart sıcaklığında;
Savaşçılar, rüzgara güvenen ağaçlar gibi Bahtiyar,
sırtını yasladıkları kerpiç duvarların
rengini taşıyordu teslimiyetin bataklığına.
Ne ürkek sessizlik
Ne yeryüzünü saran umutsuzluk
Hiçbirinin uyuşukluğu değildi bu:
Yaşamın bilgeliğini yaratan
savaşan, savaştıran soluksuz inanç!
Ve onların bilinen tutkulu halleri.
İçlerini kaplayınca bir çağlayan
Başka denizlere dökülsün diye
Sevinçle, coşkuyla buluşturup haykırdıkları;
Halkımız sizi çok seviyoruz
adaletten ağırlaşmış elleriyle taşıyıp
yürüdükleri saraylara
uzun, upuzun yolculuğuydu
yoksulların sesleriyle yankılanan.
«Deli gömleği»
Emrah Emre
#BizDeSiziSeviyoruz
hangi çocuk ölmüşse onun ayağının dibinde delirmeliyim / sizi seviyoruz, sizi seviyoruz / aklın hürriyete ihtiyacı var
beklemeyin uzaktan gelecek olanı, bakmayın
çıkarın naftalin kokan dolaptan deli gömleğimi
ve verin yeniden
daha yakına çekin sandalyenizi
birlikte delirmeliyiz
söz pezevenk, satıp duruyor tek tek sesleri
ses?
ses fahişe ve giymeliyim deli gömleğimi
hangi çocuk ölmüşse onun ayağının dibinde delirmeliyim
sizi seviyoruz, sizi seviyoruz
aklın hürriyete ihtiyacı var
yok yok
ben bu kumbarada tarihin sancısını biriktiriyorum
vazgeçtim gelecek olandan
gelecek olana gidiyorum
çıkarın naftalin kokan dolaptan deli gömleğimi
sizi seviyorum, sizi seviyorum
biraz daha yakından
Bahtiyar'a...
Ankara'dan bir DGB'li, Bahtiyar Doğruyol için yazdı...
Tişört giydiğinde dal gibi kolların ortaya çıkardı. İnce bileklerindeki elektronik saate durmadan bakardın. Demek ki planlıydı her işin. Demek ki yetişecektin bir yerlere. Bu incecik bedeninle her an rüzgârda uçacak gibi dalgalanır, sana bol gelen parkanın içinde kıvırcık başının üzerinde devamlı gülen bir dudak asardın. Yok, kızma benim bu asardın lafıma. Seninki samimiyetten siperdaşım. Tıpkı fotoğrafındaki gibi gülerken başını hafifçe eğerdin. Sanki bunca zulüm ve ölüm karşısında gülmek utanç verirdi sana. Her şeyi incelikle ve büyük bir nezaketle yapardın. Hatta ince parmaklarının çayı tutuşu bile bir çıtkırıldımlık içerirdi. Fakat öyle değilmiş yiğit siperdaşım. Senin Dil-Tarihte faşistlere taş savuran ince parmakların şimdi bir tetiğe asılıyor. O kıvırcık başın kim bilir kanla yıkanıyor. Parkan sana bol gelirken, sen şimdi tarihe sığmıyorsun o dal bedeninle. Sen bizden öteye gittin ve ibreyi daha çok yükselttin. Bir savaşçı olup çıktın. Gülüşünde bile bir savaşçının nazikliği vardı her zaman. Uzun zamandır görüşmedik, göremedim seni; ama eminim hala aynı gülümseme ile yürümüşsündür ölüme. Julius Fuçikin gülümsemesi asılı kalmış sende. De be siperdaşım, savaşanlar hep böyle mi güler?
Bir sorun olmuştu okulda sizinle başka bir siyaset arasında. Ben şahittim sadece olaya, beni de nasıl sorguya çekmiştin ya o gün? Kim bilir savcı nasıl korkmuştur? Şaka bir yana o gün benim tek başıma olmama rağmen dürüst davranmamı tebrik etmiştin. Biz devrimciyiz olacak o kadar demiştim sana. Sen de elinde yine çay ve yine o ince parmaklarla, başını hafif öne eğip gülümsemiştin. Seninle böyle ufak tefek bir sürü anımız var. Hiçbiri belki de hiç değerli değil. Belki de şehit düşmesen anlamı bile olmayacak şeyler. Fakat senin o insanın içine işleyen nazikliğini ve gülümsemeni herkes bilsin isterim. Sadece bu da değil. Çok toplu girişlere, toplu çıkışlara katıldık seninle, çok taş salladık faşistlere -ki hala bilmiyorum bizim fakülteden misin sen?-
Ey yarasından kan boşalıp da düşen siperdaşım; direngenliğin ve gülüşün eşitliğin ve özgürlüğün burçlarında kızıl bir bayrak gibi dalgalanıyor şimdi! Sen çok yaşa Bahtiyar! Kızıl bayraklar gibi rüzgârda dal bedeninle sallanan çocuk! Siperdaşım
DTCFden bir DGBli
Kızıl Bayrak
Bir halkı sevmekle başlar her şey
Editör
5 Nisan 2015
Bir kez daha başlıyoruz. Sınıf mücadelesinin adil ve amansız eli her büyük yenilgide ve zaferde, her ricatta ve taarruzda bir kez daha dağıtır kartları. Saflar yeniden belirlenir, kanaatler zamanın mihengine vurulur. Halklar ile devrimciler birbirini karşılıklı sevmeye başlamışsa, halk devrimi çok uzakta olamaz.
Bahtiyar Doğruyolun mezarına bırakılmış Biz de sizi seviyoruz yazısı
Güvenilmez, kötülerin kötüsü, diplomat denen meslek kumarbazı insanların eli çabukluk, boş sözler ve sağlam sinirlerle oynadığı, ötekilerin hep oyuna getirildiği bir oyundur, politika Stefan Zweiga göre. Kişiliğine güvenilmeyen, anlayışları kıt insanlarca milyarların alnına kazılmış modern bir alınyazısı. 1
Ya bu ezilen milyarlar ve onların en bilinçli, en yiğit, en fedakâr kesimleri bu alınyazısını silip yenisini yazmak için harekete geçerse? Bu oyunu bozup halklar lehine yeniden kurmak için; politikayı bir alçaklıklar manzumesi değil onurlu bir destan olarak halkın ellerine vermek için seferber olursa? Cevap zindanlar, mezarlar ve engizisyon ateşleri olur. Sesini demokratik yollarla duyurması olanaksız hale geldiğinde faşizm koşullarında hep böyle olur başka yollar bulur halk ve öncüleri. Bu yüzden, 1970lerden itibaren yeni-sömürgelerde sınıf mücadelesinin en etkili yollarından, sömürge devrimi kuramının en önemli unsurlarından biri silahlı propaganda olagelmiştir.
Silahlı propaganda nedir? sorusuna kuşaklar boyunca verilebilecek bir örnek olay yaşadık; şehirleşmiş toplumumuzun ruhuna uygun bir şehir gerillası eylemi. Mirgün Cabas gibi bir burjuva demokratının bile anlayabileceği bir talep, iyi seçilmiş bir hedef, Kızılderenin yıldönümü gibi iyi bir zamanlama, iletişim çağında Twitter ve telefon üzerinden ulaşılan milyonlar ve tüm baskı, gözdağı ve korkutmalara rağmen on binlerden yükselen Biz de sizi seviyoruz sesi. 2
Her şey olup bittikten sonra Recep Tayyip Erdoğanın yorgun ve solgun yüzünden dökülen Bu ibretlik bir vakadır sözü karşı cephedeki durumu gösteriyor. Görünüşe göre silahlı propagandanın ne olduğunu en az anlayan da onlar. Ölen savcının adının Adliye Sarayına verilmesinin bu eylemin etkisini güçlendirmekten başka bir işe yaramayacağını ya fark edemiyorlar ya da kendi gri propaganda mekanizmalarına fazla güveniyorlar.
Silahlı propaganda, belli bir devrimci stratejiden hareketle, emekçi kitlelere elle tutulur, gözle görülür maddi ve somut eylemlerden hareketle, soyuta gider. Maddi olaylar etrafında siyasi gerçekleri açıklayarak, kitleleri bilinçlendirir, onlara politik hedef gösterir. (Kesintisiz Devrim II-III, Mahir Çayan.)
Berkin Elvanın ardından 3 milyon insan yürüdü. Türkiyenin en büyük cenazesiydi. Katillerinin yargılanması için yapılan sayısız demokratik eylemde yüzlerce insan gözaltına alındı. Ama Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu ve Türk Ceza Kanununun açık hükümleri ortada olmasına rağmen katiller açıklanmadı, dava açılmadı. Başlayalı iki yıl olmuş bir soruşturmanın dosyasında avukat dilekçeleri dışında bulunabilen tek şey isim, sicil ve resimleri belli, ancak ifadeleri alınmamış polislerin listesiyse, bir ilerlemeden söz edilebilir mi?
İki ruhun buluşması: Uykuları bölen korku
Buna rağmen bazıları ısrarla eylemin içinde bir MİT yeniği olduğunu, savcının dosyada tam ilerleme sağlarken rehin alındığını, bunların seçim öncesi AKPnin ekmeğine yağ süreceğini söylüyor. Onlara göre düzenin adaletsizliğine karşı söylenip durmak dışında her şey ekmeğe sürülen bir yağ.
Silahlı propaganda, her şeyden önce, günlük maişet derdi, vs. içinde kaybolan, emperyalist yayınla şartlanmış, düzenin şu veya bu partisine umudunu bağlamış kitlelerin dikkatini devrim hareketine çeker, uyuşturulmuş, pasifize edilmiş kitlelerde kıpırdanma yaratır.
İlk dönemde, yoğun sağcı propagandanın (oportünist yayın da dahil) etkisi ile kitlelerdeki şaşkınlık ve tereddüt, giderek devrim hareketine karşı sempatiye, eylemler karşısında, yüzündeki adalet maskesini bir kenara atarak baskı ve terörünü halkın üzerinde görülmedik derecede artıran oligarşinin çirkin yüzünü görerek ona karşı anti-patiye dönüşür. M. Çayan
Çayan teorisine göre silahlı propaganda eylemlerinin amacı askeri hedeften ziyade siyasi sonuç yaratmaktır; propagandadır. Devleti, örgütü ve adalet anlayışlarını tartıştırmaktır. Eylemin tartışılmasını en çok isteyenler, eylemi yapanlar.
Devrimci eylemlerde istihbarat parmağı arayanlarsa, eylemlerin niteliğinden ziyade kendi düşünme biçimlerini gösteriyorlar bize. Tartışacak bir fikir üretemiyorlar. Gri propagandaya boyun eğmişler, beyinleri ele geçmiş, bu dünyada egemen sınıflardan habersiz bir şey yapılabileceğini akılları almaz olmuş. Bu paranoyadır ve önce içine yerleştiği bünyeyi yer bitirir.
Ülkemiz bir küçük burjuvalar ülkesi. Bu türden yorumların, ithamların her zaman alıcısı olur. Tuhaf çalışır böylelerinin kafası: Devrimci eylemlerin devlet şiddetini meşru kılmak için AKP taşeronluğunda yapıldığına, elektriklerin eylemi kolaylaştırmak için kesildiğine, iki devrimcinin savcıyı tam da cinayeti aydınlatmak üzereyken ortadan kaldırmak için ölümü göze aldığına ve daha birçok mantıksızlığa aynı anda ve bir tutarsızlık görmeden inanabilir.
Bu türden karalamaları sistemli bir biçimde yayarak eylemin halk üzerindeki etkisini kırmak isteyen iktidar ideologları ile bu yalanlara inanan milyonlar arasında bir ayrım yapmalı. Kitleler bu siyasi savaşta devlet açısından da devrim açısından da kazanılması şart bir konumda. MİT yeniği varsa, eylem sonrası başlayan bu kara propagandada aranmalı.
Yapılan eylem büyük bir sempati yarattı. Devlet bu sempatiyi kırmak, için geniş gözaltı ve tutuklamalara başvuruyor. Bu ise yeni ve devrimcilere daha yakın bir kuşağın ortaya çıkması ihtimalini doğuruyor. Silahlı propaganda teorisi, devrimci eylem ve sempatiye karşı devlet şiddetinin halkın kimi kesimlerini ürkütüp, pasifleştirebileceğini söylüyor bize. Öte yandan faşizmin korkusu, bu eylemle birlikte halk kesimlerindeki canına tak etmişlik duygusunun devrimci mücadeleye yönelik somut desteğe ve eyleme dönüşmesidir. Haziran ruhuyla Çağlayan ruhunun buluşması: İşte geceleri uykuları bölen, akıl dışı kara propagandaları başlatan korkunun kaynağı buradadır.
Kuşkusuz Çayanist teori ve pratik 43 yılda çok şey yaşadı ancak bunun kadar kitleleri ve düzeni sarsan, muhalif kesimde geniş bir sempati dalgası yaratan eylem, öyle her gün karşımıza çıkmıyor. Çünkü devrimci eylem dendiğinde insanların aklına gelen olumsuz çağrışımların ortadan kalkmasına hizmet eden bir eylem oldu, Şafak ve Bahtiyarın eylemi.
Hemen her kesimden insanın 31 Mart 2015i 30 Mart 1972 ile, Çağlayanı Kızıldere ile kıyaslaması etkinin büyüklüğünü gösteriyor. Evet, tarihin gözleriyle baktığımız zaman, bu eylem yeni bir Kızılderedir. Bir teori, on yıllar boyunca en elverişsiz koşullarda pratik sonuçlar yaratmaya devam ediyorsa, bu onun güçlü ve sağlıklı olduğunu gösterir.
Muharrem Karataş ve Serdar Polatın benzer bir sebeple Dikmendeki Emniyet Müdürlüğüne yaptığı roketli eylem Gezi kitlesinde bu boyutta bir etki yaratmamıştı. Bit yeniği arama eğilimi çok daha güçlüydü. Oysa şimdi kitleler şiddet fikrine daha yakın. Bugün çok daha fazla sayıda insan, Şafak ve Bahtiyarın ismini Gezi şehitlerinin yanına yazmaya hazır. Eylemcilerin halkımız sizi çok seviyoruz sözüne karşılık yükselen biz de sizi seviyoruz sözü bunu gösteriyor.
İşin silahlı siyaset yanı bir yana ülkemizde bu mücadele ve devletin karşı mücadelesi büyük oranda psikolojiye dayanan bir hat izledi. Hani Yaşar Kemal İnsanlarla oynamamalı. Bir yerleri var, bir ince yerleri, işte oraya değmemeli diyor ya
Devlet baskı ile insanları susturmaya çalışıyor ama uyguladığı şiddet bir noktaya geliyor ve anlamını yitiriyor, iki kişi sadece iki kişi hayatından vazgeçmeyi göze alıyor ve iktidar akşama kadar ne yapacağını şaşırıyor. Baskı ve yalan üzerine kurulu düzen sarsılıyor.
Eylem iktidar kavgasını da hareketlendiriyor. Karşılıklı suçlamalar eksik olmuyor. Fethullahın içeri atılmış polis kadroları bu krizi içerden çıkmanın bir vesilesi yapmak istiyor. Daha önce Emniyette DHKP/C masasına bakan Serdar Bayraktutan avukatı aracılığıyla yaptığı açıklamada DHKP/C eylemcisi asla teslim olmaz diyor. İktidar krizinin sertliği normalde kamuoyu önünde söylemedikleri sözleri açıkça söyler hale getiriyor.
Savcıdan bahsedenler görevini yapan savcı diyorlar boyuna, görevini yapsaydı gerçekten, bugün Berkin Elvan eylemini değil, davasını konuşuyor olmaz mıydık?
Metropol solu rahatsız
Güçlü jestler güçlü mimikler doğurur; öyle ani ve güçlüdür ki bunlar, yüzlerde maske durmaz artık, patır patır düşer. Gezi gibi Çağlayan da çok maskeler düşürdü, çok kafaları karıştırdı.
Devletin ve çatışmaya şahit olan demokrat gazetecilerin açıklamalarını karşılaştırdığımızda çatışmanın son anlarının şöyle geçtiği anlaşılıyor. Bir bomba patlaması, peşinden savcıya sıkılan üç el silah, sonrası bir sessizlik ve çatışma.
Sanırız muhalif kesimin en azından bir bölümü devrimcinin naif ve mazlum olmasını benimsiyor, öyle olduğunda daha çok yakınlık hissediyor. Savcının eylemciler tarafından öldürülmemiş olması ihtimaline sarılanlara biraz da böyle bakmak gerek.
Sansür, gri propaganda ve Lenine yönelik istismar
Konu hakkında yazan sosyal medya hesapları, internet siteleri kapatılıyor, erişilmeleri imkânsız hale getiriliyor. Yayıncı gruplar tehdit ediliyor, peşinden özür ve hizaya girme mesajları geliyor. Medyanın neredeyse yalnızca kapitalist medya olduğu dönemde bile silahlı propaganda eylemleri beyaz karanlığı aşıp kitlelerin kulaklarına erişiyordu, sosyal medya çağında bunu engellemeleri olanaksız. Sansürden vazgeçmeyecekler ama asıl olarak bulanıklaştırma, dezenformasyon, yalan silahlarına sarılacaklar.
90lar ruhuyla terörü lanetleme korosuna katılarak tam bir oligarşi partisi olduğunu bir kez daha ispatlayan CHP; burjuva-faşist yönetimi ve katliam sever sivil faşist MHP ile birlikte yargısız infaz şakşakçılığında ön sırada. Pislikleriyle AKPnin istediği bulanık suya en çok katkı sunanlar da onlar.
Ama ne yazık ki yalnızca onlar değil.
Çağlayandaki direnişi ilk duyduklarında ucuz komplo teorilerine sarılan bağzı solcular, büyüyen cüretin karşısında belki utanarak belki havaya kapılarak birkaç saatliğine destekçiye dönüştüler. Gezinin dönek liberalleri gibi ilk üç saat onlar da destekledi ama hepimizi kendileri adına utandıran çarkları gecikmedi.
Faşistler resmi koruma altında Şafak Yaylanın köydeki evini kurşunluyor, televizyonlarda eski solcular devrimci şiddete saydırıyor. Gazetecilik başarılarını iktidarda yaşanan çatlaktan sızan belgelere borçlu olanlar, Berkin dosyasını açığa çıkarma uğruna canlarını verenleri karalıyor, savcıyı neredeyse bir melek ilan ediyor Tüm medya ve sosyal medyada sansür yayılırken, devrimcilere küfreden Aydın Engin gibilere ekranlar sonuna kadar açılıyor.
Leninin abisi Aleksandr Ulyanov 12 Nisan 1866 8 Mayıs 1887
Tüm bunları Leninden, Troçkiden alıntılarla süsleyip harmanlayarak yeni neslin önüne getiren de var. Bireysel terörizm, kör terör üzerine çok devrimci vaazlar veriyorlar. Bunların bakışına göre değerlendirdiğimizde Deniz Gezmiş de kör teröre verilmiş bir kurban. Ama tüm faaliyetlerinde Denizleri kullanıyorlar.
Narodnikler ya da Türkçede bilinen ismiyle Halkın İradesi örgütü üyeleri, işçi sınıfını örgütleme ihtiyacını reddediyor, Çarlık üyelerine yönelik silahlı eylemlerle sonuca varmaya çalışıyordu. Başarılı eylemlerine rağmen baskı karşısında tutunamadılar ve 1800lerin sonunda tarihe karıştılar.
Leninin abisi de Narodnikti. Silahlı eylemden asıldı. Lenin onu eleştirmekten ve yüceltmekten hiç geri kalmadı. Çarlık döneminde ölen, hapis yatan silahlı eylemciler de Bolşeviklerden hep saygı gördü.
Marksizm ve gerilla savaşı üzerine bir külliyat ve sayısız ülkeden sayısız deneyim var. Devrimci bir silahlı eylem olduğunda bunları bir yana bırakabilir, bugünün Türkiyesini 1900lerin Rusyası ile aynı görebilirsin, hatta silahlı eylemciliği de yanlış görebilirsin, bu herkesin kendi bileceği iş. Ama Leninin sözleriyle bugünün devrimcilerine küfretmek, ajan demek kabul edilemez. Leninin, abisinin ardından yazdıkları ortada. O metin devrimci bir önder tarafından yazılmış olsa da duygusallıkla malûl görülebilir kimilerince. Peki daha sonraları yazdığı mesela şu cümleye ne demeli? Her Bolşevikte biraz Narodnik ruh bulunmalıdır diyor Lenin. Küfrederek, komplo teorisi üreterek içinizdeki ruhu öldürmeyin.
Bir eylem, yapan örgütle bir bağı olmayan bu kadar çok insanın duygularına, düşüncelerine tercüman oluyorsa orada bireysel değil toplumsal bir olay vardır. Bunun Marksizmde de sosyolojide de karşılığı bellidir.
Sanki İç Güvenlik denen devlet terörü yasasına karşı ciddi tek bir direnç göstermişler gibi, devrimci direnişi, üstelik çoktan kabul edilmiş o yasanın meşrulaştırıcısı olarak gözden düşürmeye çalıştılar. Sanki meclisteki solcu milletvekilleri tek bir önemli dönemeçte tek bir ciddi sonuç ortaya çıkarabilmiş gibi; Gezide 8ler, Amed ve Cizrede 50ler, Çağlayanda devrimciler kurşun ve bombayla öldürülürken medyatik ve istisnai çıkışlar hariç tek bir ciddi parlamenter direnç gösterebilmişler gibi seçim gündemlerinin gölgede kalmasına ağıt yakıyorlar.
Meclisteki 550 ceylan derisi koltuğun 550sini alsanız ne olur? İşte cellatların namlusunun ucunda halklarınız; işte takım elbiseleriniz, tayyörleriniz ve yasak savan sık sık da su bulandıran basın açıklamalarınızla siz. Hani parlamentoyu kilitliyordunuz? İç güvenlik yasası 32 karşı oyla, ondan çok değil yarım saat sonra geçen ve saraya özel teşkilat ve örtülü ödenek getiren yasa 19 karşı oyla geçti.
Gezide öldük, Kobanêde öldük, Cizrede öldük, Çağlayanda öldük. Kırmızı Pazarteside cinayetin gelişini gördüğü halde ses çıkarmayan esnafdan farklı ne yaptınız?
Fransız düşünür Sartre bu tipleri yazıyordu o ünlü Yeryüzünün Lanetlilerine Önsözde:
Metropol Solu rahatsız: Yerlilerin gerçek kaderinin, maruz kaldıkları acımasız baskının farkındadır, isyanlarını kınamaz, bunu kışkırtmak için elimizden geleni yaptığımızı bilir. Ama bu durumda bile sınırlar olduğunu düşünür: Bu gerillalar benimsenmek için şövalyece davranmalıdırlar; insan olduklarını kanıtlamanın en iyi yolu budur. Bazen sol onları ayıplar: Fazla ileri gidiyorsunuz, sizi daha fazla destekleyemeyiz.
Çelik yeleklerin karşısına dikilen devrimci yürekler, çok güçlüdür ama silahlı propaganda sihirli propaganda değil. Mahirin bize ısrarla hatırlattığı gibi, diğer mücadele yöntemleri ile tamamlanmadığı sürece eksik. Devrimciler 15 yaşında bir çocuğun 16 kilogram bedeni için canların ortaya koyuyorlarsa, bizim halk olarak, sosyalistler olarak ne adalet talebini dünyanın en haklı talebini dile getirirken korkmaya ne de safımızda grev kırıcılığı, eylem kötüleyiciliği yapanları eleştirirken tereddüt etmeye hakkımız var.
Bu eleştiriyi en çok da yakına doğru yapmalıyız. Mahirlerin, Denizlerin, İboların, Mazlumların öyküleriyle büyüyenler; nerede olmak istiyorsanız orada durun, oy vermek istiyorsanız verin istediğinize. Ama Mahirlerin ölüsünü yüceltip yaşamlarına hasımlık yapanların sizi yer aldığınız konumdan utandıracak söylemlerine prim vermeyin.
#BizDeSiziSeviyoruz: Silahlarla kitlelerin karşılıklı aşkı
Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey, diyor şarkı. Her şey halklarını çok ama çok seven 10 yürekli devrimcinin 3 tutsak yoldaşları için savaşı ve ölümü göze almasıyla başladı. Kızıldere yaşandığı yıllarda büyük bir yenilgi, zor yetişen devrimcilerin kolay harcandığı bir macera, hatta ABD tezgâhı olarak kötülendi. Bakkal hesaplarının, kuramsı küfürlerin hepsi geçen yıllarca yüz kızartıcı beyanlar çöplüğüne süpürülürken Türkiye ve Kürdistan dünyadaki en köklü, en uzun süreli ve en direngen öncü savaşının ülkesi oldu. Kirlenmiş bir kir tabakası gibi kurumsallaşan askeri darbe, kendini birkaç yılda bir yeniden ürete ürete kitle katliamlarına, kan banyolarına, nazileri kıskandıracak işkencelere imza atarken Kızıldere son değil diyenler haklı çıktı; Kızıldereler kendini yüzlere kez kuşatılmış evlerde, dağ koyaklarında, zindan köşelerinde küllerinden doğurdu.
Ve tam 43 yıl bir gün sonra dünyanın en görkemli ilan-ı aşklarından birine dönüştü. Halklar ve öncüleri birbirine yeryüzünün gözleri önünde Sizi seviyoruz dedi.
İnsanı insan olarak, dünyayla ilişkilerini de insani ilişkiler olarak kabul ederseniz; sevgiyi yalnız sevgiyle, güveni yalnız güvenle, vb. değiş tokuş edebilirsiniz Karl Marx
İnsanı insan olarak, dünyayla ilişkilerini de insani ilişkiler olarak kabul ederseniz; sevgiyi yalnız sevgiyle, güveni yalnız güvenle, vb. değiş tokuş edebilirsiniz diyordu Karl Marx 1844 Elyazmalarında. Sevgi sevgiyle, güven güvenle bir günde binlerce kez değiş tokuş edildi. Başkalarını etkilemek istiyorsanız, gerçekten başkalarını canlandıran ve yüreklendiren biri olmalısınız diye ekliyordu Marx. İki devrimcinin; dengbêjlerin, rapsodların, destancıların en yürekli kahramanlarıyla kıyas kabul eder cüretleri binlerce insana bulaştı. Bir adaletsizlik silahına dönüşmüş hukuk mekanizmalarının suratına suratına Sizden nefret ediyoruz, canına kıydıklarınızı seviyoruz diyenler her şeyin gerçekten de Sait Faikin dediği gibi sevmekle başladığını gösterdiler. İki cephe olduğunu, bir tarafta milletin a.ına koyacağız diyenlerin, diğer tarafta Halkımız sizi çok seviyoruz diyenlerin olduğunu gördüler. Sevgi korkuyu yendi. Sevgi ölümü yendi. Romantizmse romantizmdi, ama iki genç devrimci öğrencinin kurşunlarla delik deşik bedenleri kadar da gerçekti. Kinik solcular istedikleri kadar alaya alsınlar, devrimcilerin on yıllardır haykırdığı sloganların her harfi gerçek çıktı.
Bir kez daha başlıyoruz. Sınıf mücadelesinin adil ve amansız eli her büyük yenilgide ve zaferde, her ricatta ve taarruzda bir kez daha dağıtır kartları. Saflar yeniden belirlenir, kanaatler zamanın mihengine vurulur.
Geziler yalnızca milyonların sokağa çıktığı yerde değildir, Gezi, halkın faşizme karşı haklı taleplerinin haykırıldığı yer yerde, Gezi şehitlerinin hesabının sorulduğu her yerde yaşar. Halk bitti demeden bitmez.
Tüm şikâyetler yenilgiyle ya da yanılgıyla geri alınsa bile, kamu davası kapanmaz. Düşen her devrim şehidi bütün örgütlerden, bütün ailelerden önce devrimin şehididir.
Halklar ile devrimciler birbirini karşılıklı sevmeye başlamışsa, halk devrimi çok uzakta olamaz. ☆
siyasalsol