Bin Kalıplı Doğu Perinçek ve PDA Avanesinin İhanete Karmış Hazin Siyasi Serüvenine Dair
(10)
Öksür bakalım Hafız; Rauf Denktaş işgalci, ilhakçı, Türk Ordusunun işbirlikçisi faşist diktatör mü, yoksa Türk Dünyasının vatansever devlet adamlarının en önde gelenlerinden biri mi?
Sözü, PDA Hareketinin İkinci Adamı Gün Zileliye vererek başlayalım bu yazımıza da. Bu harekete ilişkin anılarından oluşan 4 ciltlik kitaplarının Havariler adlı ikincisinde, 1972-1983 yılları arasındaki anılarını kapsayan kitabında şöyle der:
Gelişmelerin en büyüğü ise sağcı Grivas çetelerine bağlı bir Yunan milliyetçisi olan Sampsonun Kıbrısta askeri darbe yaparak Makariosu devirmesiydi. Anlaşılan bize rahat huzur yoktu. Adam sanki darbe yapmak için bizim çıkmamızı beklemişti. Bunun hemen ardından Ecevitin Büyük Kıbrıs Fethi geldi elbette. Daha müdahale başlamadan, Doğan Yurdakulun ablası Sevil Avcıoğlu (Yönün yazarlarından ve Doğan Avcıoğlunun ilk eşi) ve annesinin birlikte oturdukları evde darbeyi tartışıyorduk. Faşist darbeye karşı öfke içindeydik. Bizim bu ruh halimiz, o günkü Türkiye solunun geneldeki algılayışının bir yansımasıdır. Nitekim Ecevitin Kıbrısa yaptığı fetih seferini, bu ruh hali son derece kolaylaştırmıştır. Yani biz solcular, sosyal demokrat Ecevitin başkanlığındaki Türk ordusunun askeri müdahalesi de dahil, faşist darbeye karşı her türlü müdahaleyi onaylayan bir tavır içine girmiştik.
İstediğimiz Ecevit tarafından birkaç gün sonra yerine getirildi. 1974 yılı Temmuz ayının o sıcak günlerinde Türk ordusu Kıbrısın bir bölümünü işgale girişti. Aydınlık hareketinin neredeyse tamamı, başlangıçta solun diğer bütün kesimleri gibi işgali destekleyen bir tutum içindeydi. Ne var ki, Doğu Perinçek ve artık her yere birlikte gidip geldiği ve yakında evleneceği Şule Perinçek, aynı kanıda değillerdi. Bir akşam vakti onlara rastladım Kavaklıdere taraflarında. İşgale karşı olduklarını görünce önce şaşırdım. Özellikle Doğu çok öfkeliydi. Ecevitin anti-faşizm sahtekârlığına ateş püskürüyor, solun kuyrukçu tutumunu şiddetle eleştiriyordu. O ana kadar benim de o kuyrukçulardan pek bir farkım yoktu doğrusu. Ne var ki, Doğunun eleştirileri o öyle yabana atılacak gibi değildi gerçekten. Nasıl olmuştu da böyle dalgaya kapılıvermiştik birdenbire. Halkın coşkusuna kendini fazla kaptırmanın da, demek böyle handikapları vardı. Doğu ve Şuleyle o karşılaşmamdan hemen sonra döngeri ettim. Evet, işgale karşı çıkmak gerekirdi. Zaten parti de, ilk Merkez Komitesi toplantısında bu kararı almakta gecikmedi. Toplantı, Bahçelievler tarafında bir evde yapıldı. Toplantının güvenliğini örgütleyen, aynı zamanda dışarıdaki Aydınlıkçı gençlerin örgütlenmesi işini üstlenen Hikmet Özdemirdi. (agy, s. 100-101)
Belki biliniyordur; Gün Zileli şimdi anarşist takılıyor. E, öyle olunca da askerlik kurumunun hangi sisteme, düzene ait olursa olsun varlığına bile karşıdır. Bu nedenle de PDA Hareketinin tüm tarihi boyunca en olumlu iş olarak bu kararlarını ve belirledikleri bu sloganlarını gösteriyor.
Devam edelim G. Zileliyi okumaya.
Durum değerlendirmesi sonucunda işgale karşı çıkmayı ve İşgâle Nihayet, Kıbrısa Hürriyet sloganı altında bir mücadele vermeyi kararlaştırdık. (agy, s. 102)
Bu sloganla Büyük Şefin yani D. Pnin kitaplarında da sık sık karşılaşırız.
Yeri gelmişken soralım bir kez daha: Ne dersin Hafız? İşgale nihayet mi? He?
Karşımızda olsan çok iyi biliyoruz hemen sırıtarak ya biz aslında o zaman da şunu demek istemiştik, diye başlarsın çalkalamaya.
10 küsur yıl kadar önceydi sanırım. D. P. birkaç kişiyle birlikte bir TV. programındaydı, akşam, canlı yayında. Bu, Kürt Meselesine ve AB Meselesine ilişkin bugün de savunduğu görüşlerini anlatıyor, karşı görüşleri de sertçe eleştiriyordu.
Karşısında yer alanlardan biri sanırım büyük bir olasılıkla Papyonluydu (Yalım Eralp). Yıllarca AB-D Emperyalistlerine sadakatle hizmet etmiş bu vatan millet düşmanı Finans-Kapital ajanı, D. P.nin Avrupa Birliği ve Kürt Meselesine ilişkin daha önce taşımış olduğu kalıplardayken savunduğu görüşlerinden bir iki paragraf okudu. Tabiî okuduğu satırlardaki düşünceler, D. P.nin bugün savunduklarının tamı tamına karşıtıydı. Okumayı kesince aynen şu kısa cümleyi sarf etti Papyonlu:
İnsanda siyasi etik olmalı!
Başka da hiçbir şey demedi. Gerek yoktu uzun söze. Yani sen siyasi ahlâk yoksunu birisin, demiş oluyordu. Daha ne desin ki?.. Daha büyük hakaret nasıl olur?
Beriki hiçbir şey olmamış gibi sırıtarak söz aldı:
Ya bakın biz aslında o günlerde de şunu demek istemiştik., diyerek başladı demagojiye ve sürdürdü bir süre lafını.
Sanki o hakaret ona edilmemişti. Bu nasıl bir kişiliktir?.. İnanın acıdım, düştüğü duruma. Bir Finans-Kapital uşağının karşısında düştüğü bu hale.
Yıl 1978. D. P. ve PDA Avanesi legal planda bir parti kurar, Türkiye İşçi Köylü Partisi adında. Şimdi bu partilerinin Kuruluş Bildirisi ve Tüzük Program adlı kitapçıklarından konuya ilişkin birkaç paragraf aktaralım. Paragraflar aktaracağımız metnin altında şu imza bulunmaktadır: TİKP Kurucuları Adına Doğu Perinçek.
Hafızımızın tiradının konuya ilişkin bölümü şöyledir:
Bugün önümüzde çözmemiz gereken düğüm, Türkiyenin dış meselesidir.
Bağımsız bir Üçüncü Dünya ülkesi olan Kıbrısa askeri müdahale, ancak şu ya da bu süper devlete dayanarak ve bağımsızlığımızdan yeni tavizler verilerek devam ettirilebilirdi. Bugüne kadar da böyle olmuştur. Kıbrıs macerası bugün Türkiyenin baş meselesi haline gelmiştir.
Türkiyenin Kıbrısa müdahalede direnmesi Sovyet sosyal emperyalistlerinin yurdumuzun efendisi olma emellerinden başka hiçbir şeye hizmet etmiyor. Partimiz, Moskovadaki Yeni Çarların Türkiye ile Yunanistan ve Kıbrısı birbirine kışkırtan emperyalist politikalarını boşa çıkarmak için kararlı bir mücadele yürütecektir.
İki süper devlet, Kıbrıs ve Egeden ellerini çekmelidir. Kıbrısın işlerine hiçbir yabancı ülke karışmamalıdır. Kıbrısın Türk ve Rum toplumları kendi ülkelerinin meselelerini barışçı yollardan çözmelidirler. Partimiz Türk ordusu dahil bütün yabancı askerlerin Kıbrıstan çekilmesini savunmaktadır. TİKP, Kıbrıs halkının milli egemenlik ve özgürlüğün hüküm sürdüğü, toprak bütünlüğüne sahip, egemen, bağımsız ve demokratik bir Kıbrıs için yürüttüğü mücadeleyi desteklemektedir. (agy, s. 8-9)
Evet, Büyük Şefin sadece legal partisi mi var, illegal TİİKPi de var. Şimdi de yine 1978 tarihli Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) adlı bu illegal partisinin, 1. Kongre Belgeleri adıyla yayımlanan kitabından konuya ilişkin aktarmalar yapalım.
Kitabın İçindekiler kısmından sonra başlayan ilk sayfası Sunuş başlığı altında şöyle methiye düzer:
Bu kitapçıkta İtalyanın Milano kentinde Şafak Yayınevi tarafından yayımlanan Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi 1. Kongre Belgelerini yayımlıyoruz. 9-10 Eylül 1977de Türkiyede toplandığı belirtilen TİİKP 1. Kongresi, gerek yurt içinde, gerek yurtdışında yankılar uyandırmıştır.
Bu belgeler, Türkiyenin siyasi tarihini araştırmak ve öğrenmek isteyenler için çok değerli bir kaynak niteliğindedir. Bütün siyasi gerçekleri halka açıklamak ve halkın her şeyi öğrenmesini sağlamak ilkesini benimseyen yayınevimiz, bu belgeleri yayınlamakla önemli bir yayın görevini yerine getirdiği inancındadır.- AYDINLIK (agy)
Bunu takip eden sayfada ise TİİKP 1. Kongre Bildirisi başlığı altında şöyle denir:
Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisinin 1. Kongresi, 9-10 Eylül 1977 günlerinde gizlilik şartları altında Türkiyede toplandı. (agy), diye kongrenin tanıtımı yapılır.
Sonrasındaysa, tabiî bizim Hafız sözü alır. Şöyle denir, takip eden bölümün başlığında:
HÜSEYİN GAZİ YOLDAŞ TARAFINDAN KONGREYE SUNULAN MERKEZ KOMİTESİ SİYASAL RAPORU
Daha önce de söylemiştik; Hafızın kendisini nasıl adlandırdığını. İşte burada da aynı adla çıkıyor karşımıza. Tabiî aklımızdan hemen şu düşünce geçiyor: A soytarı, sen Hüseyin Gazinin tezeği olsun olabilir misin?
Neyse, geçelim
Nutkunun konumuza ilişkin bölümünde şunları öksürür Hafızımız:
1970ler dünya durumunda ve Türkiyede önemli değişikliklerin yaşandığı yıllardı. Bu yıllarda Sovyet sosyal-emperyalistlerinin, özellikle Avrupa ve yurdumuz üzerindeki baskı ve tehdidi ağırlaştı. Doğu Akdeniz ve Kıbrıs, iki süper devletin rekabetinden doğan kargaşalıklara sahne oldu. Türkiye bu şartlarda 1974 yılı Temmuzunda bağımsız Kıbrıs devletinin topraklarının bir kısmını işgal etti. Böylece yurdumuz iki süper devlet arasındaki rekabetin girdabına daha da fazla çekildi. ABD emperyalizminin Türkiyedeki etkinliği, dünya halklarının ve halkımızın mücadelesi sonucu her alanda artık sarsılmaktaydı. Sovyet sosyal-emperyalizminin Türkiye üzerindeki etkinliği özellikle ekonomik alanda görülmemiş şekilde artmaktaydı. Yeni Çarlar yurdumuzun efendisi olmak emeliyle siyasal alanda da çok yönlü bir taarruza girişmekteydiler.
Partimiz, Kıbrısa yapılan askeri müdahaleye daha birinci günden itibaren karşı çıktı. Faşistlerin başını çektiği ve İ. Bilen, TSİP, Mihri Belli, B. Boran gibi revizyonistlerin körüklediği şovenizm dalgasının bütün yurdu kapladığı şartlarda Partimizin gösterdiği bu yüksek cesaret, proleter enternasyonalizmine, Doğu Akdeniz ülkelerinin birliğine ve yurdumuzun geleceğine olan bağlılığımızın bir ifadesidir. Kıbrısa yapılan askeri müdahaleye karşı tutum, sınırı bir kere daha belirlemiş ve maceracıların da revizyonistlerle beraber şovenizm safında yer aldıklarını bir kere daha ortaya koymuştur.
1970lerde dünya şartlarında görülen ve Kıbrıs müdahalesinden sonra Türkiyeyi güçlü bir şekilde etkileyen gelişmeler, Türkiye devriminin baş düşmanlarını ve bugünkü merkezi görevini yeniden belirlememizi gerektiriyordu. Partimiz, 1975-1976 yıllarında siyasal inşa meselesine en büyük önemi verdi ve yeni şartlarda Türkiye devriminin temel meselelerini çözdü. Merkez Komitemiz, devrimi ilerletmek için her alandaki siyasetlerimizi açık bir şekilde belirledi. (agy, s. 25-26)
Evet, arkadaşlar; Büyük Üstadımızın Türkiye Devriminin en çetrefilli sorunlarını bile nasıl dâhiyane bir metot ve mantıkla çözüverdiğini gördünüz işte. Hani ne derler; amiyane deyimle, boru değil. Adam nasıl bir düşünce sistemi kullanıyor. Bakın ne diyor bu konuda:
Yoldaşlar, bu olay, Marksizm-Leninzm-Mao Zedung düşüncesinin ne kadar büyük bir silah olduğunu bir kere daha kanıtlamıştır. (agy, s. 27)
Karşımızda Mao Zedung Düşüncesi var. Onun karşısında hangi problem çözülmemekte direnebilir?
Biz Marksist-Leninistler o güçlü silaha sahip olmadığımız için işte gördüğünüz gibi Kıbrıs Meselesinde çuvallayıp kaldık. İşgalci, İlhakçı Türk Ordusuna ve işbirlikçisi Faşist Denktaş Diktatörlüğüne ilk günden itibaren karşı çıkamamışız. Şovenizm rüzgârına kapılıp gitmişiz. Hem harekâtı desteklemişiz, hem Denktaşı.
Tabiî Büyük Şef, o her tarafı ışığa boğan aydınlatıcı konuşmalarına, çözümlemelerine başlayınca sözü kısa kesmez. Aydınlatıcı çözümlemelerini hak rahmeti nisan yağmurları gibi yağdırır üstümüze başımıza. Şöyle sürdürür sözünü:
Türkiyenin bağımsızlığını birinci derecede ilgilendiren Kıbrıs ve Ege meselelerinin önümüzdeki dönem alevleneceği bugünden gözükmektedir. İki süper devletin Kıbrıstan ellerini çekmeleri için mücadele etmeli, Kıbrısın her iki milliyetten halkının bağımsız, egemen, toprak bütünlüğüne sahip, milli eşitlik ve özgürlüğün hüküm sürdüğü demokratik bir Kıbrıs için yürüttüğü mücadeleyi desteklemeliyiz. Partimiz, Türk ordusu da dahil bütün yabancı askerlerin Kıbrıstan geri çekilmesini kararlı olarak savunmaya devam edecektir. (agy, s. 46)
Hafızımızın TİİKPinin Kongresindeki konuya ilişkin aydınlatmaları bunlar. Siz de bu aydınlatmalardan payınıza düşen aldınız, değil mi?
Tabiî Büyük Şef bu kadarcık aydınlatmayla yetinmez. Onun için Kıbrıs İşgali olayı çok büyük ve önemli bir olaydır. Karşı çıkılması şarttır. Herkesin de bu konuda aydınlatılması gerekir. Böyle düşündüğü için konuya ilişkin Kıbrıs Meselesi adında tam 119 sayfalık bir kitap da yazmıştır. Kitabının yayım tarihi 1976dır.
Daha ilk sayfada Mao Zedung Düşüncesinin açık günışığı gücündeki aydınlatmalarını saçmaya başlar Üstat. Şöyle girer söze:
İKİ SÜPER DEVLETİN HEGAMONYA YARIŞI VE KIBRIS HAREKÂTININ NİTELİĞİ
Hakim Sınıfların Şoven Cephesi
19 Temmuzda Kıbrısa yapılan askeri müdahale yurdumuzda emperyalizme karşı halkın saflarıyla, emperyalizme hizmet eden şovenizmin saflarını bir kere daha ve kesin olarak ayırdı. (agy, s. 9 )
Gördünüz mü? D. P. ve PDA Avanesi halkın safında oluyor, bizlerse emperyalizme hizmet eden şovenizmin saflarında. Hem de bu harekât ona göre bu iki safı bir kere daha kesin olarak ayırmış.
Öyle mi Hafız?
Öyle. Peki madem öyle de neden durup dururken halkın saflarından koptun, geldin, bizim şoven saflara katıldın şimdi? Cevap ver bakalım.
Yine başlayacaksın, değil mi biz aslında o gün de şöyle demek istemiştik, diye. Şaka gibisin be Hafız. İnsan seni ciddiye aldı mı en büyük gaflete düştü demektir. Ama senin bir Üstat şakacı olduğunu, düzenbaz, fırıldak olduğunu netçe gördü mü artık yaptıkların can sıkıcı gelmiyor adama. Gülüyor insan. Diyor ki bu adam mahsustan öyle diyor. Aslında eğlendirmek istiyor insanları. Bir palyaço, bir panayır soytarısı o. Öyle olunca da ne yapsa, ne söylese yeri artık, gülüp geçeceksin.
119 sayfalık kitabı ele alınca da öyle tek aydınlatmayla yetinmek olmaz tabiî:
Savaşın Sınıf Karakteri
Bütün savaşların olduğu gibi, Kıbrısa yapılan askeri müdahalenin niteliğini de, bu müdahaleyi yapan sınıflar tayin eder. Savaşın karakteri,
savaşı hangi sınıfın yaptığına ve bu savaşın hangi politikanın devamı olduğuna bağlıdır. Revizyonistler, Leninin bu sözünü sık sık tekrar etmekte, fakat pratikte tam tersini uygulamaktadırlar. Kıbrısın önemli bir bölümünün işgal edilmesiyle sonuçlanan barış harekâtı hangi sınıfların harekâtıydı? Bu harekât hangi sınıfların menfaatine hizmet etti ve etmektedir? Kıbrıs harekâtı konusunda devrimci tutumu, işte bu sorulara verilen cevaplar belirlemektedir. (agy, s. 12)
Görüldüğü gibi, demagojik safsatalarına zaman zaman Lenini, Marksı da şahit göstermeye çabalar, Doğu Perinçek. Tabiî aslında ne Marksı anlayabilecek kapasiteye, kavrayışa sahiptir o, ne de Lenini. Devam eder zırvalamalarına:
Kıbrısa yapılan müdahale, sonuç olarak Türkiyedeki gerici iktidarları, iki süper devlet arasındaki hegemonya yarışının daha fazla içine çekmiştir. Türkiyenin gerici hakim sınıfları, Kıbrıstaki işgalci politikalarını devam ettirmek için, süper devletlere ve özellikle ABD emperyalizmine her zamankinden daha fazla muhtaç duruma düşmüştür. ABD emperyalistleri, Türkiye üzerinde baskı yapabilecek kuvvetli kozlara sahiptir.
Diğer yandan Sovyetler Birliği de, Türkiyenin süper devletlerin desteğine muhtaç durumundan yararlanarak, ülkemize sızma imkanlarına her zamandan daha fazla sahiptir. Buna rağmen gene de Türkiyede hakim sınıfların en Amerikancı, en şoven kesiminin faşist diktatörlüğü hüküm sürmektedir. Ecevitin başbakan olduğu dönemde de Türkiyenin en hayati meselelerinde son sözü söyleyen gene bu kesimdi.
İşte Kıbrısa müdahalede bulunan Türkiye hakim sınıflarının niteliği budur ve müdahaleyi gerçekleştiren silahlı güç de bu hakim sınıfların emrindedir. (agy, s. 13)
Dikkat edersek yoldaşlar, Hafız işin içine sık sık İki Süper Devlet ibaresinin ardından Sovyetler Birliğini de olayda hiç dahli olmamasına rağmen meselenin asli unsurlarından biri olarak, hatta iki asli unsurdan biri olarak sokmaktan geri durmuyor. Çünkü onun bağlı olduğu Mao Zedung Tarikatının şeyhi Maonun ünlü Mao Zedung Düşüncesi böyle emrediyor. O düşünceye göre dünyanın neresinde bir problem varsa, onu yaratan şeksiz şüphesiz İki Süper Devlettir. Onların arasındaki rekabetten dolayı o problem doğmuştur zaten.
Büyük dinlerin İblisi ya da Kör Şeytanı gibi nerede bir kötülük varsa ona sebep olan muhakkak iki süper devletten biridir. Hatta özellikle de Yeni Çarlardır. Malum ya bu ünlü düşüncenin yine ünlü Üç Dünya Teorisine göre ABD Emperyalistleri gerilemekte, çökmekte olan süper devlettir, Sovyet Sosyal Emperyalistleri ise genç, güçlü, saldırgan ve daha hegemonyacı süper devlettir. Bu nedenle de dünyadaki bütün sosyal, siyasal anlaşmazlıkların ve kötülüklerin yaratıcısı, kışkırtıcısı İki Süper Devlet, özellikle de Yeni Çarlardır.
Bu safsatalarını özetçe aktarıverelim:
İki süper Devletin Doğu Akdenizdeki Tahakküm Emelleri
Kıbrıs buhranının esas sorumlusu, ABD emperyalistleri ve Sovyet sosyal-emperyalistleridir. İki süper devlet, dünyanın her tarafında olduğu gibi Akdenizde de şiddetli bir rekabet ve çekişme içindedirler. Her ikisi de hakimiyet alanlarını genişletmeye, bu bölgedeki tahakküm ve sömürülerini artırmaya çalışıyorlar. Akdenizde ne ABDnin ne de Sovyetler Birliğinin sınırı bulunmamaktadır. Buna rağmen, her iki süper devletin Akdenizde çok sayıda denizaltısı ve çeşitli savaş gemileri kol gezmektedir. Mussolini İkinci Dünya Savaşından önce Roma İmparatorluğu hülyalarına dalarak, Akdenizi bizim denizimiz (Mare Nostrum) yapacağım diyordu. İki süper devletin bugünkü politikaları Mussolininin bu politikasından farksızdır. Her ikisi de Akdeniz halklarını hiçe sayarak tahakküm peşinde koşmaktadırlar.
Kıbrıs, Doğu Akdenizde çok önemli bir noktada bulunmaktadır. Petrol bölgesi olan Ortadoğuyu, yakında açılacak olan Süveyş Kanalını ve hatta Basra Körfezini kontrol altında tutmak için Kıbrıs özel bir öneme sahiptir.
Bu önemi dolayısıyladır ki, Kıbrısa ayağını atabilmek için uzun zamandan beri dolaplar çevirmekteydi. Yeni Çarlar, bloksuzluk siyaseti izleyen Kıbrısı, efendisi olduğu bloka katmak için revizyonist AKEL partisini bir maşa olarak kullandılar. Sosyal-emperyalistler, Kıbrısa kendi çomağını sokabileceği elverişli şartları yaratabilmek için suyu bulandırmaya çalıştılar. ABD emperyalizminin gerilemesinden yararlanarak, yeşil adaya sızmak için gösterdikleri çabayı, özellikle son yıllarda yoğunlaştırdılar. (agy, s. 18)
Gördüğümüz gibi D. Perinçekin satırlarında gerçeklerden, doğrulardan başka ne ararsanız var. Bol hayal gücü, yakıştırma sebepler, sorumlular, safsatalar, hepsi var. Ama gerçek yok. Gerçeği görecek kafa, düşünce, mantık ve metot yok ki
O bakımdan bu satırlar onun tipik özelliklerinin bir yansımasıdır. Onun her konudaki görüşleri, tezleri dün olsun, bugün olsun hep bu gördüğümüz satırların, orada ortaya konan sözde görüşlerin birebir benzeridir. Gerçeklerle hiçbir bağı olmayan, hayal ürünü saçmalamalardır.
Bu gerçek dışı zırvalamalarına, yakıştırmalarına işte bir örnek daha:
Müdahale Amacından Sapmadı, Tam Hedefine Vardı
Oysa, Kıbrısa yapılan askeri müdahale, tam amacına varmıştır. Kıbrıs Türkiye tarafından bir NATO üssü haline getirilmiştir ve Türkiyenin arkasındaki baş destekçi de ABD emperyalistleridir. Olaylar iyi niyetli dilekler veya revizyonistlerin yaydığı burjuva hayalleri yönünde bir yol izlemez. Gelişmeleri, sınıf ilişkileri ve çeşitli güçlerin sınıf karakterleri tayin eder. (agy, s. 23)
Gerçek, Hafızın yukarıdaki iddialarının tam zıttıdır. ABD Emperyalistleri Türkiyeyi Kıbrısa harekât yönünde teşvik etmedikleri gibi durdurmak için ellerinden ne geliyorsa yapmışlardır. Orta yaş üstündeki arkadaşlar hatırlar. 21 Aralık 1963te de Kanlı Noel adıyla anılan olaylarda da Kıbrıslı EOKAcı faşistler Türk yerleşimlerine saldırmış, küçük çocuklar dahil insanları katletmişti. İsmet Paşa o zamanlar 27 Mayısın etkisi sayesinde hükümet kurmuş, başbakan olmuştu. Gerekli askeri hazırlıkları tamamlayan Paşa, Kıbrısa bir harekâtta bulunup Türklerin can ve mal güvenliğini sağlamak istedi. Fakat bunu duyan Amerika, anında çok sert tepki gösterdi İsmet Paşanın bu düşüncesine. Zamanın ABD Başkanı Lyndon Johnson 5 Haziran 1964te yine ünlü bir mektupla Paşayı bu harekâtından caydırmıştı. Siyasi Tarihe bu mektup İsmet Paşaya gönderilen Johnson Mektubu adıyla geçer.
Bu mektupta küstahça bir üslup kullanılır. Ve kesin bir kararlılıkla şöyle denir:
3 Amerikanın Türkiyeye verdiği silahlar, savunma amaçlıdır, Kıbrısta kullanılamaz.
Türkiye tüm ordusunu 1952den itibaren Amerikanın emrine vermiştir, NATOya girerek. Hatta ondan öncesinde bile Amerikan komutanlarının emrinde ABD çıkarları için dünyanın öbür ucunda, Korede savaşmıştır. Ve 1350 civarında vatan evladını yok yere ABD Emperyalistleri için kurban vermiştir. Güney Koredeki Türk Şehitliğinde yatmaktadır bu Mehmetçiklerin bedenleri.
Bununla yetinmemiş, ülkesini 40 küsur Amerikan üssüyle doldurmuştur. 30 milyon metrekare toprağını bu üsler marifetiyle Amerikanın emrine tahsis etmiştir. Üstelik de bu üsleri atom silahlarıyla doldurmuştur. Tabiî bu silahların kullanım emrini sadece ABD Başkanı verebilir.
Bu üslerden kalkan Amerikan uçakları Birinci ve İkinci Körfez Savaşlarında Müslüman Irak Halkını vurmuştur. Ülkenin altyapısını tümüyle mahvetmiştir. Bu sebepten milyonlarca Irak insanı gıdasızlıktan, doktorsuzluktan, ilaçsızlıktan ve işsizlikten dolayı hayatını kaybetmiştir. Tabiî milyonlarcası da bombaların, kurşunların hedefi olarak hayatını yitirmiştir. Yine bu uçaklar Libyayı vurmuştur, bugün de Suriye ve Irak topraklarında bulunan IŞİDe karşı kullanılmaktadır ve oraları bombalamaktadır. Geçen günlerdeki Sultanahmette yaşanan canlı bomba olayı ve bir polisin hayatını yitirmesi bazı açıklamalara göre Amerikan uçaklarının bu saldırılarına karşı yapılan bir misillemeymiş.
Yani Türkiyenin böylesine ABDye uşakça davranmasına rağmen ABD Emperyalistleri işte Türkiyeyi böyle azarlayabilmişlerdir. Hep söylüyoruz ya emperyalistlerin asla dostu olmaz. Onların sadece işbirlikçi hizmetkârları olur. O sebeple onlar, müttefik adlı işbirlikçilerine hep uşaklarına davrandıkları gibi davranırlar. Neyse
Kıbrıs Harekâtı sonrasında da bilindiği gibi Amerika Türkiyeye yine ünlü Silah Ambargosunu uygulamaya koymuştur. Bu ambargo sonucunda Türk uçakları yedek parça yokluğu sebebiyle bakımları yapılamaz olduğu için, havalanamaz olmuşlardır. Yerden bile kalkamaz olmuşlardır.
Yine ABD Emperyalistleri müttefikleri olan Avrupa Emperyalistleriyle el ele vererek, etkilerindeki uydulaşmış milletleri de yönlendirerek, Birleşmiş Milletler Genel Kurulundan Türkiyeye karşı şu kararın çıkmasını da sağlamışlardır:
Genel Kurul, 1 Kasım 1974 tarihinde aldığı 3212 sayılı kararda (Yearbook, 1974:295), bütün devletleri Kıbrısa müdahaleden kaçınmaya çağırırken, Kıbrıs Cumhuriyetindeki bütün yabancı kuvvetlerin süratle geri çekilmesini, Kuzey Kıbrıstan, güneye kaçmış olan bütün Rum mültecilerin yerlerine geri dönmeleri için gerekli acil tedbirlerin alınmasını istemiştir. (Soyalp Tamçelik, BM Güvenlik Konseyinin Kıbrısla İlgili Aldığı Bazı Kararların Özellikleri Ve Analitik Değerlendirmesi (1964-1992))
Gerçekler böylesine apaçık ortadayken D. Perinçek zavallısı ve yine kendisi gibi olan PDA Avanesi, bunun tam karşıtı olan görüşler ileri sürmektedirler işte yukarıdaki aktarılan satırlarında görüldüğü gibi. Ama onların gerçekler umurlarında değil ki. Mao Zedung Düşüncesinin hepsi de birer gözbağından başka bir şey olmayan şablonları onlar için Tanrı kelamı mertebesindedir. Gerçekler bu şablonlara uymuyorsa, suç gerçeklerdedir. Onlar ya zorla uydurulacaklar, ya da uyuyormuş gibi gösterileceklerdir. Yoldaşlar, bu D. P. ve Avanesinin siyasi serüveni gerçekten hazindir. Bunlar acınacak durumdadırlar. Ve her dönemde de böyleydiler.
Evet yoldaşlar, bu zavallılar güruhu, saçmalamalarını sürdürür. Şöyle der D. Perinçek:
Ne olmuştur? Birinci Barış harekâtından sonra Türkiyede iktidar değişikliği mi olmuştur? On beş gün arayla yapılan birinci ve ikinci askeri harekâtları ayrı sınıflar ve başka askeri güçler mi yapmıştır? Kaldı ki, askeri müdahale ve işgal, her halükarda ve kim yaparsa yapsın, emperyalist ve gerici bir karakter taşır. Nasıl sömürünün ilerici olanı yoksa, başka ülkelerin topraklarını işgal etmenin de ilericisi yoktur. Müdahale ve işgalin ancak bir çeşidi vardır. Milletlerin kendi kaderini tayin hakkına müdahale etmek, hangi bahane ve gerekçe arkasına gizlenmeye çalışılırsa çalışılsın, daima gerici bir karakter taşır. (agy, s. 24)
Perinçek yukarıdaki satırlarda metafizik mantığını bir kez daha sergilemektedir. Diyor ki; müdahale ve işgal her halükarda ve kim yaparsa yapsın, emperyalist ve gerici bir karakter taşır.
Hayır. Kesinlikle hayır. Biz Marksist-Leninistler için mihenk taşı yani her şeyi belirleyen temel ölçüt Uluslararası Proletarya Hareketinin çıkarlarıdır. O çıkarların gerekli kıldığı her eylem doğrudur, meşrudur, devrimcidir, ilericidir.
Örnek mi?
Çok. İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında Sovyetler ülkesi tam 26 milyon insanını kayıp vermiş Nazi ordularına karşı savaşırken, sosyalist vatanını savunurken. Ve sosyalist iktidarını savunurken. Sonunda o faşist orduları bozguna uğratmış ve önüne katıp kovalamaya başlamış.
Nereye kadar?
Nazi Almanyasının başşehrine kadar. Sovyetlerin Nazi Almanyasını yeneceği kesinkes anlaşılınca Batılı diğer emperyalistler paniğe kapılmışlar. ABD ve İngiliz Emperyalistleri acele Normandiya Çıkarmasını yapmışlar.
Ne için?
Kızılordunun önünü kesmek için. İlerleyişini durdurmak için. Oysa o güne dek adım atmamışlardı o doğrultuda. Sonuçta emperyalist ordularla Sovyet Kızılordusu Berlinin göbeğinde karşılaştı.
Ne yaptı Sovyetler?
O sınır hattından itibaren kendi ülke sınırlarına kadar olan coğrafyada yer alan ülkelerin komünistleriyle el ele vererek sosyalist iktidarlar kurdu oralarda.
Doğru muydu bu davranış?
Son derece doğruydu.
Aksi ne olurdu?
Sovyet sınırlarına dönüp gitmek, ABD ve İngiliz Emperyalistlerine alın bu bölgede sizler kendiniz karakterinde ve sizin yörüngenizde olacak yeni burjuva iktidarlar kurun, demek anlamına gelirdi. Tabiî ki bunu yapmayacaktı.
Sovyetlerin Kızılordusunun yardımıyla ve desteğiyle kurulan o iktidarlar, Sosyalist Kampın çöküşüne kadar yaşadılar. Ülkelerinin ve halklarının yararına çok olumlu işler yaptılar. Bu gerçeği bugün Bulgaristandan ve Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinden gelen insanlarımız çok açık bir şekilde teslim ederler. O zamanlar cennette yaşıyormuşuz, derler sosyalist dönemi kast ederek.
1950lerde yaşanan Kore Savaşı sürecinde Çin Kızılordusunun, Korenin yarısına kadar ilerleyerek Kim İl Sung Yoldaşın önderliğindeki Koreli komünistlere yardımcı olması, onlarla birlikte ABDnin liderlik ettiği emperyalist ordulara ve onların yerli işbirlikçilerine karşı savaşması yanlış mıydı?
Tam tersine. Çok doğruydu. Eğer Çin Halk Cumhuriyeti böyle enternasyonal bir görevden kaçınmış olsaydı belki de bugün Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti diye bir ülke olmayacaktı.
Kübanın, Chenin komutasında Afrikalı devrimcilere destek vermek için Kübalı komünist gönüllülerle birlikte gelip orada savaşması yanlış mıydı?
Hayır. Çok doğruydu. Yine Kübanın en başarılı askeri komutanlarının emrinde komünist gönüllülerle birlikte Angolaya gelip devrimci güçlere destek vermesi ve ABD ve AB Emperyalistlerinin ve ırkçı Güney Afrika Cumhuriyetinin desteklediği karşıdevrimci kuvvetleri yenmesi yanlış mıydı?
Hayır, son derece doğruydu.
Sosyalist iktidarın talebi üzerine Sovyet Kızılordusunun Afganistana girip yine ABD-AB Emperyalistleri ve tüm burjuva ve Ortaçağcı iktidarların desteklediği, adına Mücahit İttifakı denen şeriatçı güçlere karşı savaşması yanlış mıydı?
Hayır, son derece doğruydu. Biz daha o günlerde Sovyet Kızılordusu Afganistana adımını attığı anda bu harekâtı Marksist-Leninist politikalara dönüş, dolayısıyla da enternasyonalist dış politikaya dönüş şeklinde değerlendirmiş ve alkışlamıştık.
Sosyalist Kamp çökmeseydi, Sovyet Kızılordusuyla omuz omuza savaşan yiğit komünist önder Muhammed Necibullahın komutasındaki komünist Afganlar Ortaçağcı-şeriatçı güçleri yenip ezseydi kötü mü olurdu?
Hayır, çok iyi olurdu. Öyle olsaydı bugün Kuzey Afrikadan Çin sınırına kadar uzanan İslam dünyasında insanlığın başına bela olan Ortaçağcılar belki de böylesine güçlenemezdi, gelişemezdi, istedikleri gibi at oynatamazdı. Yani İslam ülkeleri bu belayla böylesine ağır bedeller ödeyerek yüz yüze gelmek durumunda kalmazdı.
Burada şu gerçeğin altını çizmeden geçmeyelim. Afganistandaki sosyalist iktidarı sadece biz ve Eski Sahte TKP destekledi. Bunun dışındaki tüm Türkiye Solu o sosyalist iktidara karşı Ortaçağcıların safında yer tuttu. Tabiî bunların başında da Türkiyedeki Maocu gruplar geliyordu. Bunların içinde doğaldır ki Doğu Perinçek ve PDA Tayfası da vardı.
Bugünkü IŞİDin, El Nusranın, El Kaidenin ve bilumum Ortaçağcı, katliamcı, insanları çoluk çocuk ayırmadan kurşuna dizen, kafa kesen, yürek yiyen, canavarlaşmış şeriatçı güruh varsa bunların tümünün anavatanı Afganistan ve Pakistandır. Bunlar oralarda doğup, doktrine edilip, örgütlendirilip, silahlandırılıp, askeri eğitimden geçirilip Afganistandaki sosyalist iktidara karşı savaştırılmışlardır. Sosyalist Kampın çöküşünün yol açtığı yalnızlık yüzünden, bir başına kalış yüzünden bu sosyalist iktidar yıkılınca da oradan tüm İslam ülkelerine yayılmışlardır. ABD Emperyalistlerinin yönlendirmesi ile buralarda efendilerinin çıkarı için savaştırılmaktadırlar.
Alçak, namussuz, insanlık düşmanı ABD ve AB Emperyalistleriyle onların kuklası bölge iktidarları da o günlerde Burhanettin Rabbani önderliğindeki Mücahit İttifakı diyerek destekledikleri, övdükleri, ekonomik ve askeri yönden sınırsız yardımlarda bulundukları bu Ortaçağcı güçlere şimdilerde İslamcı Teröristler diye karşı çıkar görünmektedirler. Tam bir ikiyüzlülük, tam bir namussuzluk, tam bir alçaklık.
Afgan Savaşı günlerinde Doğu Perinçek ve PDA Aydınlıkı, Sosyalist iktidara karşı savaşan Ortaçağcıları ziyaret eder. Onların kamplarında bulunur. Tabiî manevi desteklerini de sunar. Dönüşünde de gazetesinde o Ortaçağcıları öve öve bitiremez. O gazetelerin örnekleri de şu an elimizdedir. İsteyen olursa gösteririz
Demek istediğimiz, bunların Proletarya Hareketine karşı işledikleri suçlar saymakla bitmez. Ustamızın Anmasında yaptığımız konuşmada da belirttiğimiz gibi bunların 45 yıllık siyasi geçmişlerinin 30 yılı tam bir ihanet çizgisinde sürmüştür. Uluslararası ve Ulusal Devrimci Harekete ve Halklara karşı sayısız suçlar işlemiştir bunlar.
Hafız sazı eline alınca ve kendisini koyun uysallığıyla dinleyenleri de bulunca tabiî ki işi uzattıkça uzatır. İşte, tekrarlamaktan bıkıp usanmadığı zırvalamalara bir örnek daha:
Ancak Ecevit Gibi Bir Lider Halkı Aldatabilirdi
Bugün Kıbrıs Cumhuriyeti topraklarının önemli bir kısmını işgal eden ve Kıbrısın bağımsızlığını yok eden Türkiye hakim sınıflarının tutumu da farklı değildir. Kıbrısı sonuç olarak bir NATO üssü haline getiren askeri müdahaleye barış harekatı adı verilmiş, kendi ülkesinde faşizm uygulayan ve özgürlüğün baş düşmanı olan Türkiye hakim sınıfları, Doğu Akdeniz bölgesinde birdenbire özgürlük ve demokrasi savunucusu kesilmiştir. Geniş emekçi yığınlar bu suretle aldatılmış, sırtını ABD emperyalistlerine dayayan Osmanlı fetih siyaseti, Kıbrısın bağımsızlığını korumak perdesi altında yürütülmüş ve halkımıza yurtsever bir politika olarak gösterilmiştir. (agy, s. 27)
Gördüğümüz gibi yoldaşlar, 12 Mart faşizminin yıkılışı sonrasında iktidara gelen Bülent Ecevit Hükümetini de faşist olarak gösteriyor yukarıdaki satırlarda D. Perinçek, Kıbrıs Harekâtında komutan rolü oynadığı için.
Oysa, Ecevit iktidarı faşizmden çıkışın yarattığı izafi özgürlük ortamında devrimci hareketin ve devrimci kültürün çığ gibi geliştiği bir dönemin iktidarıdır. Yine D. P. bu harekâtın Amerikaya dayanarak yapıldığını öne sürmektedir. Ve bu harekâtın yurtsever değil, ülkemizin aleyhine bir harekât olduğunu ileri sürmektedir. Yani gerçeklerin tam aksini iddia etmektedir.
Şimdi bakın, dönemin ABD Dışişleri Bakanı ve de 1960lı yıllardan bu yana ABD Emperyalistlerinin en önemli emperyalist teorisyenlerinden biri olan Henry Kissinger Siyasi Anılarının son cildinde ne diyor, bu konuyla ilgili olarak:
ABDnin Türk harekâtını teşvik ettiği, hatta bu yönde Türkiye ile hileli bir işbirliğinde bulunduğu şeklindeki mitolojinin tam aksine, darbenin ilk günleri esnasında stratejimiz, bir askeri harekât için Türklerin ileri sürdüğü gerekçeleri ortadan kaldırmaktı. (s. 216)
Özel temsilci Siscoya, 18-20 Temmuz tarihleri arasında gönderdiğimiz talimatlarda şu hususların altını çizdik:
1. Diplomatik prosedür tamamlanmadan herhangi bir askeri harekatta bulunduğu takdirde ABDnin bunu çok ciddi ve vahim bir olay olarak değerlendireceği Türk Hükümetine bildirilmelidir.
2. Bu derhal yapılmalı ve böylece askeri müdahaleye karşı olduğumuz kesinlik kazanmalıdır. (s. 217) (Aktaran: Mesut Günsev, 20 Temmuz 1974 Şafak Vakti Kıbrıs, s. 175)
Kissingerın bu açıklamaları ABDnin 1960lı, 1970li yıllardaki konuya ilişkin söz ve davranışları ile bütünüyle uyumludur. Dolayısıyla da gerçeği dile getirmiştir, ABDnin harekâta karşı tutumu hakkında. Zaten ABDnin bugünkü tutumu da aynıdır
İşte Mao Zedung tarikatının müridi oldun mu, dış dünyanın gerçekleri senin hiç umrunda olmaz. Sen o tarikatın dogmalarını gerçeğin yerine koyarsın. Kolay değil, adam Mao Zedung Düşüncesiyle düşünüp yazıyor, konuşuyor. Öyle olunca da gerçeği o düşüncenin kalıbına eğe büke, bağırta çağırta uyduruyor.
Ne diyor D. Perinçek?
Mao Zedung Düşüncesi
Mao Zeden sonra gelen DUNGun gücünü ve heybetini görüp hissedebiliyor musunuz? Osmanlının mehter takımının temel enstrümanlarından olan, adına nakkare denen KÖS DAVULun iri tokmağı gibi DUNG diye indi mi kafaya ve gerçeğin üzerine, sıkıysa o gerçek, o düşüncenin kalıbına girmesin ve o kafa o kalıptan çıkma düşünceyi tapşırmasın. Adam 10 yıllarca o tokmağı yedi kafasına. 10 yıllar boyunca kaleme aldığı kitaplarını ve konuşmalarını taratsak bilgisayara on binlerce kez Mao Zedung Düşüncesi ve tabiî bu düşüncenin en önemli aracını olan tokmağını da DUNG DUNG diye tekrarlayıp; daha doğrusu kafasına yiyip durduğunu görürüz.
Hal böyle olunca o kafadan ve o düşünceden umut mu umulur artık?.. Adamın gerçekler umurunda mı olur gayrı?..
O gün öyle de bugün farklı mı o kafa?
Bugün o zikrinden vazgeçmiş durumda gerçi. Dikkat edersek hiç Mao Zedung Düşüncesi filan demiyor artık. Ama ne çare, kafada hayır kalmadıktan sonra
Bakın şimdi de ABD yapımı Tayyipgillerin Ortaçağcı şefi Tayyipe diktatör denmesine şiddetle karşı çıkıyor. Böylece de aslında yandan çarklı destek atmış oluyor ona. Şu zavallıca gerekçeye bakın:
Peki Tayyip Erdoğanın sopası var mı?
Tayyip Beyin ne askeri var, ne de polisi!
Ordu da polis örgütü de, Tayyip Erdoğanın diktatörlük girişiminin emrinde değildir. Bu nedenle Tayyip Erdoğanın diktatörlük hevesi olabilir, ama diktatör olmak için gerekli araçları yoktur. (D. Perinçek, Aydınlık, 27 Mayıs 2014)
Soralım burada Bay Soytarıya: Tayyip Erdoğanın sopası yok, öyle mi?
Peki 270 bin kişilik polis ordusu kimin emrinde? Yine 250 bin kişilik jandarma kimin emrinde? Cevap ver bakalım. Senin emrinde mi yoksa? Yoksa kimsenin emrinde değil mi onlar?..
Gezi İsyanımız sırasında 10 gencimizi kim katletti canavarca?
Onlarca insanımızın gözünü kim çıkardı?
Milyonlarca insanımızı kim gaza boğdu?
Türkiyede ağaç neslini tüketmeye yemin etmişçesine bir azgınlıkla şehirlerimizdeki, ovalarımızdaki, dağlarımızdaki ağaç katliamını kim yapmakta?
Şehirlerimizi taş ve beton yığını haline kim getirmekte?
Türk Ordusunun en uyanık, en antiemperyalist subaylarını Pensilvanyalı İblisin Cemaatiyle el ele vererek kim Silivri Zindanına tıktı ve kim tasfiye etti?
Türk Ordusunu Topukçu Gebeş Paşaların emrine kim verdi?
Tabiî bu operasyonun planlayıcısı, projelendiricisi, yöneticisi Washingtondu, Pentagondu, CIAydı. Nitekim operasyonun startını da Washington Beyaz Sarayda 2007de gerçekleşen Bush-Erdoğan görüşmesi sonrasında Bush vermişti. Tabiî Pensilvanyalı İblis de eşgüdüm içinde çalışmıştı bunlarla. İşin polis, savcı ve yargı kısmıyla medyanın bir bölümünü o götürmüştü. Ama operasyonun ben bu davanın savcısıyım diyerek idari yönetimini yapan da Tayyipgillerdi, onun bakanlarıydı ve onun medyasıydı.
Bütün bu güçler yetmiyor mu onun diktatörlük amaçlarını gerçekleştirmeye?
Kaldı ki Marksist-Leninist bilime göre tüm Finans-Kapital iktidarları bir diktatörlüktür. Parababalarının diktatörlüğüdür. Burjuva demokrasisi bile 19uncu Yüzyılda kalmıştır.
Yani yoldaşlar, D. P. denen bu kişi ve Avanesi ne demokrasiyi bilir, ne diktatörlüğü bilir, ne faşizmin ne olduğunu bilir ne de sosyal gerçekleri görüp kavrayabilir.
Bu kişi de tıpkı Tayyip gibi mitoman olduğu için kendi arzularını, hayallerini, eğilimlerini gerçeklerin yerine koyar. Sonra da onların gerçek olduğuna inanır. Ve savunur onları yaygarayla. Her bir sayfası Osmanlının İshal-i Kelam-söz ishali dediği türden, halkımızın laf salatası diye adlandırdığı demagojik saçmalamalarla dolu kitaplar yazar, makaleler yazar, İşçi Sınıfı Bilimi açısından beş paralık değer taşımayan
Biz bugüne kadar bu PDA çevresinin yönetiminde bulunup da sonradan sağlıklı düşünüp davranabilen insan haline gelmiş biriyle karşılaşmadık. Kafa disiplini de yoldaşlar, böylesine hırpalanıp, tahrip edilip, harap edilip işlemez hale getirilince artık o kafa bir daha düzen tutmuyor, ayar tutmuyor. Sağlıklı çalışamıyor asla.
O kadrolardan kopup ayrılanlar için de aynı durum söz konusu, tarikat müritliğine devam edenler için de. Hepsi hurdalık ya da çöplük.
Tayyipin diktatör olmadığını ileri süren yazısında Doğu Perinçek şu iddiada da bulunur:
BOP Eşbaşkanı Tayyip Erdoğan, Çankayaya tırmanamaz! (agy)
Ne oldu Hafız? Tırmanamadı mı?
Desene benim hangi sözüm doğru çıktı ki bu çıksın, diye. Zavallısın sen ya
Acınacak haldesin aslında da
Senin o sayısıyla, çokluğuyla övündüğün bütün kitapların birer kofti atmaktan başka hiçbir şey değildir.
Bak aynı o günlerde HKP, yani Türkiyenin 1921den beri biricik Marksist-Leninist Hareketi ne diyordu bu olay hakkında, bu konu hakkında? Hem de birkaç cümlecik açıklamasıyla:
Sözümüzdür:
Nereye gidersen git
Nereye çıkarsan çık
Çelik bilezikle tanışacaksın.
Tarihe de; hırsız, katil, hain ve ABD uşağı olarak yazılacaksın!
Gördün mü devrimci tahlil, değerlendirme, öngörü nasıl olurmuş. Devrimci duruş, kararlılık, özgüven ne demekmiş. Görüp anlayabilir misin? Yeter mi çapın buna?
Zırvalamaların boyutunun netçe, herkesçe görülebilmesi için sabrınıza sığınarak PDAdan yaptığımız aktarmalara biraz daha devam edelim, yoldaşlar:
Türk toplumunun Kıbrısta milli baskı görmüş olduğu bir gerçektir. Rum faşistlerinin giriştiği katliamlar bütün dünya tarafından lanetlenmiştir. Ne var ki, bu katliamlara son vermenin çaresi, Kıbrısın işgal edilmesi ve süper devletlerden birinin tahakkümü altına sokulması değildir.
Tam tersine Yunan ve Türk müdahalesi yeni katliamlara yol açmış, Kıbrısın her iki toplumu üzerindeki tehdidi arttırmıştır. Çünkü her şeyden önce, bugün iki süper devlet Kıbrıs meselesine burunlarını daha fazla sokmuşlar, yeni yangınlar çıkarma imkanına daha fazla kavuşmuşlardır. Yangını kundaklayanlar Kıbrıstan çıkarılmadıkça, halklar arasında sürekli düşmanlık körüklenecektir. Bugün özellikle Türkiye, Kıbrıs toplumlarının beraber yaşayamayacağını ispat etmek için düşmanlığı körüklemekte ve süper devletlerin aleti olmaktadır. Çünkü Türkiyenin Kıbrısla ilgili tezleri ve çözüm teklifleri, tamamen düşmanlığı devam ettirmek temeli üzerine kurulmuştur. Türkiyedeki burjuva basını, bütün gücüyle Yunan düşmanlığı kampanyası açmıştır. Rum halkını aşağılayan ırkçı yayınlar her tarafı kaplamıştır.
Türkiyenin Kıbrısı işgalinden sonra halkların birbirine kırdırılması, görülmedik bir noktaya ulaşmıştır. Türk işgalinin devam etmesi, Yunan askerlerinin adada kalmasına da sebep olmakta, yeni katliam ve cinayetler için gerekli ortam yaşatılmaktadır. Katliamların esas sorumlusu, Kıbrısta yangınlar çıkaran iki süper devletle birlikte adadaki yabancı askeri kuvvetlerdir.
Halklar arasındaki düşmanlığın son bulması için, her şeyden önce emperyalistler Kıbrıstan ellerini çekmelidir. İki süper devlet Kıbrısta kargaşalığın hüküm sürmesinden menfaat ummaktadırlar. Çünkü her ikisinin de, insanlık maskesi takıp dünyanın her yerine müdahale edebilmeleri ve hakimiyet alanlarını genişletebilmeleri için kargaşalıklara ihtiyaçları vardır. (agy, s. 31-32)
Dikkat edersek yoldaşlar, D. P. soytarısı Yunanistandan çok Türkiyeyi suçluyor, mahkûm ediyor. Düşmanlığı Türkiye körüklüyormuş.
İşte böyle vatan, millet, halk düşmanlığını; bu milletin gelmişine geçmişine soykırımcı, katliamcı, talancı diye küfretmeyi, bugünkü bizim Sevrci Soytarı Sahte Sol diye adlandırdığımız Yeni CIA Solu, bundan duyup ezberledi, öğrendi. Tabiî buna da ABD-AB Emperyalistleri öğretmişti o hainlikleri.
Daha önce de söylediğimiz gibi o cepheyi iyice boklayıp rezil ettikten sonra baktı ki orada kendisine bir ekmek çıkmıyor, zıpladı bu tarafa geçti. 2000den bu yana da Ulusalcı oynuyor. Fakat burada da yaptığı namussuzluklar, düzenbazlıklarla hızla kirletmektedir bulunduğu mekânı. Bazı genç yoldaşlarımızın da dile getirdiği gibi, bizim endişemiz, tıpkı 12 Eylülün Amerikanofil faşist diktatörlerinin insanları Mustafa Kemalden uzaklaştırdığı gibi bu da aynı işlevi görecek, insanların Mustafa Kemalden uzaklaşmasına yol açacaktır. Çünkü bu cephede de bütün ihanetlerini, bütün rezilliklerini, bütün madrabazlıklarını hep Mustafa Kemalin, Atatürkün arkasına gizlenerek yapmaktadır. Neyse
Ne diyor yukarıdaki satırlarda bu vatandaş?
Harekât sonrası Kıbrısta daha çok kan akacak.
Peki gerçek neyi gösterdi?
Bunun tam tersini. Harekâttan sonra katliamlar, ölümler ve akan kan bir anda tıp diye duruverdi. Her iki taraf da en azından can güvenliği endişesi yaşamadan hayatlarını sürdürür oldu. Tabiî tekrar tekrar söylediğimiz gibi, bunun (D. P.nin) gerçeklerle de, olaylarla da bir ilgisi yok. Mao Zedung tarikatının müridi, meczubu bu.
Devam edelim Hafızın zırvalamalarını izlemeye:
Silahlı Müdahale Kıbrısın Kendi Kaderini Tayin Hakkını Çiğnemiştir
Kıbrısın kendi kaderini tayin hakkını savunuyorsak, silahlı müdahale ve saldırıya karşı çıkmalıyız. Çünkü Kıbrısa silahlı müdahale yapıldıktan sonra artık Kıbrısın kendi kaderini tayin hakkından söz edilemez. Yunanistanın Kıbrısa müdahale etmesi, Türkiye için de bir müdahale hakkının doğmasına sebep olamaz. Müdahalenin meşru olduğu, şu veya bu sebeple bir kere kabul edildi mi, her türlü silahlı saldırının yolu da açılmış olur. Silahlı müdahaleyi meşrulaştıran her görüş, sonuç olarak kuvvetli olan haklıdır şeklindeki emperyalist teoriye dayanır. (agy, s. 45)
Ne diyor yukarıda Hafızımız?
Yunan Cuntası, tabiî o cunta demiyor, Yunanistan diyor, müdahale etti diye Kıbrısa bizim de müdahale etmemiz doğru değil.
Ne olmalıymış?
1967de gerçekleştirilen Albaylar Cuntası adlı Yunan faşist diktatörlüğünün kuklası ENOSİSçi faşist Nikos Sampson, darbesini gönlünce yerleştirmeli, kökleştirmeliymiş Kıbrısta. Genç arkadaşlar bilmeyebilir o günleri. 1967nin 21 Nisanında CIA, Yunanistandaki sosyalist gelişimin önünü kesmek ve sosyalist kültürü kazıyıp yok etmek için faşist bir darbe yaptırtmıştı, Amerikancı albaylara. Bu cunta bütün komünistleri, ilericileri yakalayıp işkencelerden geçirmiş ve zindanlara doldurmuştu. Bizdeki faşist diktatörlerin yaptığı gibi.
Bu faşist Albaylar Cuntası, tabiî CIAnın yönlendirmesiyle Kıbrısta da kendi benzerlerini yaratmak istemişti. Kendileriyle organik bağ içindeki EOKA-B adlı Türk düşmanlığını ideolojisinin merkezine yerleştirmiş ırkçı, faşist, ENOSİSçi örgütün lideri Nikos Sampson, Rum Milli Muhafız Güçlerini de yanına alarak birlikte Kıbrısta 15 Temmuz 1974te faşist bir darbe gerçekleştirmişti. Bu faşist darbeciler süratle iki yönde katliama girişmişti.
Bir, Türk yerleşim bölgelerine saldırıp Türkleri katlediyorlar topluca ve toplu mezarlara dolduruyorlardı,
İki, Kıbrıslı Rum komünistlere saldırıp onları katlediyorlardı.
Eğer Türkiye müdahale edip bu faşist darbecileri alaşağı etmeseydi belki de Kıbrısta ne Rum komünist kalmış olacaktı ne de Türk. Kıbrıs da Yunanistanın Ege ve Akdenizdeki diğer adaları gibi bir adası olacaktı.
Olursa olsun diyor Bay Soytarı. Öyle ya onun bu milletle, bu halkla bir ilgisi yok ki.
Türkiye, Kıbrısa müdahale etmekle sadece oradaki Türk Halkının bir parçasını oluşturan Türklerin can ve mal güvenliklerini garanti altına almıştır. Haklarını güvenceye almıştır. Bu müdahalesi de tamamen 1960 tarihli Londra ve Zürih Anlaşmalarının kendisine tanıdığı yetki çerçevesinde gerçekleşmiştir. Bu her iki anlaşma da uluslararası çapta geçerliliği ve tanınırlığı olan anlaşmalardır. Bu anlaşmalar Türkiyeye Kıbrıstaki Türk Halkının garantörlüğü hakkını vermektedir. Tabiî aynı anlaşmalar Yunanistana da Kıbrıs Rum Halkının garantörlüğü hakkını vermiştir.
Bu anlaşmalarda İngilterenin de garantör devletlerden biri olduğu yer almaktadır.
Doğu Perinçek ve tayfası Kıbrısta Türkler katledilirse edilsin, kökleri kazınırsa kazınsın biz bir şey yapmış olmayalım, sadece seyirci kalalım, demektedirler.
Kıbrısta federe devlet oluşumuna da karşı çıkmaktadırlar dikkat edersek. İnanın, onların bu zırvalamalarını aktarmak bıkkınlık veriyor insana. Bu beş para etmez, beş paralık değer taşımayan saçmalamaları konu etmek üzüyor insanı.
Yeri gelmişken bizim Kıbrıs Meselesinin çözümüne ilişkin açık, net, kesin ve en cahil insanımızın bile kolayca anlayabileceği açıklıktaki görüşümüzü ortaya koyuverelim, Partimizin Programından:
KIBRIS SORUNU
Partimiz, Türkiyenin ve Kıbrıs Halkının çıkarına olan tek çözümün TAKSİM olduğunu görmekte, bunu savunmaktadır. Halk İktidarını kurunca da bunu gerçekleştirecektir.
ABD ve AB Emperyalistleri, Arap milletini, Latin Amerikayı, Yugoslavyayı, Irakı parça parça bölerken ve bölünmüşlüğü ısrarla savunurken, Kıbrısta iki ayrı Ulusun birer bölüğünün ya da halkının iki ayrı devlet altında yaşadığı Kıbrısı neden birleştirmek için durmaksızın çalışıyorlar?
Türkiyenin Kıbrıstaki bölümünün siyasi varlığını ortadan kaldırmak, onu Rum devletine yamamak, ortadan kaldırmak, onun eline teslim etmek için.
Tabiî bu yaptıklarının bedelini o devletten alacaklar, üsleriyle, tekelci şirketleriyle Adayı bir anlamda işgal edeceklerdir.
Bunun sonucunda da Türkiyenin, güneyden Akdenize açılan kapısını kapamış-tıkamış olacaklardır. Eski Cumhurbaşkanlarından ve komutanlardan İsmet İnönü ve Fahri Korutürk de bu gerçeği, daha doğrusu Türkiyeye karşı kurulmak istenen bu tuzağı, on yıllar önce görmüşler ve dile getirmişlerdi.
Demek ki bizim için Kıbrıs sorunu, sadece orada yaşayan 200 bin Türkün sorunu değil, tüm Türkiyenin sorunudur. (Halkın Kurtuluş Partisi Tüzük ve Programı, s. 113-114)
Hafızın, her hafız gibi en hoşlandığı şeylerden birisi de tekrardır. Durup dinlenmeden zırvalamalarını tekrarlar. Sanır ki ne kadar tekrarlarsa, haklılığı o kadar artacaktır. Oysa ne der halkımız? Yalanın harmanı olmaz. İşte bakın:
Her müdahale gibi Türkiyenin silahlı müdahalesi de gerici bir karaktere sahipti ve bu gerçek çok kısa zamanda ortaya çıkmıştır. Türkiye hangi bahaneyi ileri sürerse sürsün, Kıbrısa karşı silahlı bir saldırı ve müdahalede bulunmuştur ve bugün de askerlerini Kıbrıstan çekmemekle müdahaleci tutumunda ısrar etmektedir. Hiçbir silahlı müdahale, oportünistlerin iddia ettikleri gibi, bağımsızlıkçı veya özgürlükçü bir amaç taşımaz. Silahlı müdahale ve saldırı, daima emperyalist ve istilacı bir karakter taşır. (agy, s. 48)
Gördüğümüz gibi yoldaşlar, aynı demagojiyi tekrarlayıp duruyor bıkıp usanmadan.
Hafız, sadece Türkiyeye saldırmakla ve lanetler yağdırmakla yetinmez. Kıbrıstaki Türk yönetimine ve onun başı Denktaşa da aynı şekilde saldırır. İzleyelim:
Türk işgali, emperyalist sermayedarların menfaatlerini korumak yanında, Kıbrısta tamamen sömürücü ve yağmacı bir rol oynamıştır. (agy, s. 62)
Kıbrıstaki faşist Denktaş yönetimi, bu talan ve yağmayı kendi tekeline almak için kanun çıkarmak gereğini dahi duymaktadır. Cumhuriyet Gazetesinin yazdığına göre, Türk birliklerinin işgali altındaki bölgede bir Nereden Buldun Kanunu çıkarılacaktır. (Cumhuriyet, 28 Ekim 1974) Bu kanun, kişisel olarak yapılan yağmayı yasaklayarak, Rumların terk ettiği mallara, faşist Denktaş yönetimi tarafından el konmasını sağlayacaktır. Bütün bunlar Türk ordusunun silahlı bekçiliği altında yapılmaktadır. (agy, s. 65)
Türkiye emekçilerini emperyalistlerle işbirliği ederek sömürenler, bugün Denktaş faşistleriyle beraber, Kıbrısın her iki milliyetten emekçilerini de sömürüyorlar ve Rum halkının mallarını açıkça yağma ediyorlar. (agy, s. 67)
Vatan millet düşmanı D. P. ve PDA Avanesi sadece Türkiyenin Kıbrısa yaptığı askeri harekâta karşı çıkmakla kalmıyor. Kıbrıstaki Denktaş yönetimini desteklemesine de karşı çıkıyor.
Ne yapacakmış Türkiye bunlara göre?
Kıbrısta olup bitenleri sadece seyredecekmiş. Ne parmağını oynatacakmış olanlar karşısında ne de tek cümle olsun bir söz söyleyecekmiş. Şöyle der:
Diğer taraftan Türkiye, Kıbrısta Denktaş faşistlerini desteklemeye de son vermeliydi. Böyle bir tutum, Kıbrıs halkları arasında düşmanlık körükleyen faşistlere ağır bir darbe indirir ve halkların birliğine hizmet ederdi. Oysa Türkiye, bir yandan Kıbrısta faşizmi yıkacağını iddia etmiş, diğer yandan faşist yöneticileri desteklemiştir. (agy, s. 76)
Dikkat edersek, bu tezler tamamen ABD Emperyalistlerinin, AB Emperyalistlerinin ve onların bir dönem Türkiye temsilciliğini yapan Karen Foggun tezleriyle birebir uyumludur. Elifi elifine aynıdır. Soralım şimdi, sen kimin ağzıyla ötüyorsun Hafız, he? Efendilerinin değil mi? Evet.
Yine dikkat edersek bu görüşler bugün bizim Sevrci Soytarı Sahte Solun savunduğu görüşlerin de aynısıdır. Yani o bugünkülere devredip geçmiştir bu ihanet tezlerini.
Kendi zavallılığını, uşaklığını ve bir gerizden farklı olmayan durumunu, tutumunu göremeyen Hafız, Türkiyeye şöyle akıl vermekten de geri kalmaz. Öyle ya onda Mao Zedung Düşüncesi var. Her şeyin doğrusunu ışık hızıyla o görür, o değerlendirir sadece:
Türkiye Kıbrısın bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve egemenliğini savunmalı, Kıbrıs halklarının kendi kaderlerini her türlü müdahaleden uzak olarak çözmesi için kararlı bir mücadele vermeliydi. (agy, s. 77)
Bu söylediğini yapmak için mücadeleye ne gerek var, bre Hafız. Yumdun mu gözünü, kapadın mı çeneni oldubitti her şey. Yunanistan varsın götürürse götürsün gitsin Kıbrısı. Bana ne bundan, dedin mi tamamdır.
Ama ne dediğini bildiği mi var bunun
Devam eder şöyle üstelik de:
Gene Türkiye, emperyalistlerin Kıbrıs üzerindeki denetimine hizmet eden anlaşmalara karşı çıkmalı, başka devletlere (İngiltere, Yunanistan, Türkiye) Kıbrısa müdahale imkanı veren bu emperyalist anlaşmaların geçersiz olduğunu ilan etmeliydi. (agy, s. 77)
Gördünüz mü deneni?
Türkiyenin 1960ta Londra ve Zürih Anlaşmalarıyla Kıbrıs Türk Halkının canını ve malını korumakla ilgili elde ettiği haklardan da yani garantörlük hakkından da vazgeçmesini istiyor D. Perinçek. Vatan millet düşmanlığının da bu denli hayâsızcası görülebiliyor işte.
P. ve PDA Avanesinin bu hainane tezlerini kandırdıkları zavallı gençler savunmuştur, çeşitli ortamlarda. Yine yazıyor burada Doğu Perinçek:
Almanya Türkiyeli Öğrenciler Federasyonu (ATÖF)nun yayın organı Birlik Dergisi de şu anti-emperyalist şiarları ileri sürmekteydi:
Adadaki bütün yabancı işgalci askerler derhal çekilmelidir.
Akdeniz Akdeniz halklarınındır
Kahrolsun gerici savaş! (Birlik, Sayı: 24, Ağustos 1974)
TSİPin 11 Eylül 1974te Ankarada Şili, Yunanistan ve Kıbrısta faşizmi protesto için yaptıkları toplantıda, devrimciler İŞGALE NİHAYET KIBRISA HÜRRİYET ve KAHROLSUN İŞGAL sloganlarını hakim kıldılar. Böylece revizyonistlerin düzenlediği bir toplantı, işgali protesto eden devrimci bir gösteri haline getirildi. (agy, s. 79)
Gördüğümüz gibi yoldaşlar, ihanetin, namussuzluğun ve ABD uşaklığının adını devrimcilik koyuyor Doğu Perinçek ve PDA Avanesi. Bunların devrimcilikten anladıkları bu. Biz boşuna mı diyoruz bunların 30 yıl boyunca izlediği yol ihanet yoludur, diye
Şöyle sürdürüyor Hafız zırvalamalarını:
Türkiyenin işgale dayanarak herhangi bir çözümü Kıbrısa zorla kabul ettirmesine karşıyız. (Coğrafi federatif sistem) adı altında, Kıbrısın fiilen taksim edilmesine, Kıbrıs halklarının birbirinden tamamen koparılmasına karşıyız. (agy, s. 83)
Hain herif yemin etmiş sanki, Kıbrısın satılmasına, Kıbrıstan vazgeçilmesine. Niye taksime karşısın? Kıbrıs milleti diye özgün bir millet mi var?
Kıbrısta iki millet var: Biri Rum ya da Yunan, diğeri Türk. Ve iki de bölge var: Rumların bölgesi, Türklerin bölgesi.
Bu bölgelerden biri Yunanistanla, biri de Türkiyeyle birleşse ne olur?
Çok iyi olur. Yunan ve Türk Halkları için de, onların Kıbrısta yaşayan parçaları için de en hakkaniyetli ve en kalıcı, en pratik çözüm bu olur. ABD ve AB Emperyalistleri de Kıbrıs Meselesi diye bir meseleyi ellerine alarak onun çözümüne yardımcı oluyormuş maskesi altında buralarda emperyalist niyetlerini gerçekleştiremezler.
Unutmayalım ki büyük ülkelerin sınırları içinde yaşamak proletaryanın devrimci mücadelesinin çıkarları açısından daha yararlıdır, o mücadeleyi daha güçlü kılar, daha etkin ve başarılı kılar, daha da kolay kılar. Leninci Öğreti bunu gösterir.
Dünyadaki büyük ülkeleri BOP ve benzeri planlarla parça parça ederek küçük devletçikler haline getirmeyi amaçlayan emperyalistler, neden Kıbrısta iki ayrı halkı ille de bir devlet çatısı altında tutmak için çabalamaktadırlar?
Devamı bir sonraki giride...