Tek adam sistemine, saray rejimi söylemlerine itiraz eden trolvari sözde solcularımız vardı. Bu örneğe iyi bakıp yorumlamaya çalışırsanız belki söylenenlerin ayırdına varabilirsiniz.
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan bundan böyle ( konunun ne olduğu önemli değil) herhangi bir konuda atanacak kişiyi kendisinin seçeceğini, kendisinin karar vereceğini ve yetkinin başkalarında değil sadece kendisinde olduğunu karara bağlayan bir bir karara imza attı.
Domatesin, patatesin ve pırasa ile bilumum zerzevatın neden pahalı olduğu, Can Atalay'ın neden içeride tutulduğu ve bir avuç insanın semirdikçe semirmesinin ama milyonlarca insanın neden açlık ve yoksulluk altında yaşamak zorunda kaldığının resmidir bu.
Bir ekleme yapılacaksa Erdoğan ve etrafındakileri iktidardan düşürmek değil, düzeni değiştirmekten söz ermeyi bir devrim perspektifi olarak ısrarla yineleyenlerin saray rejimi karşıtlığına kilitlenmiş olan kitlelerden sempati ve sonuçta oy beklemesinin toplumda bir karşılığı olmayacaktır. Olmuyor zaten. En uygun koşullarda bile sosyalistler bu siyasetle bir pasifist durumuna düşüyor ve kitleler de dönüp bakmıyor. Çok yineledim, Saray Rejimi var olduğu sürece her seçim bir referandumdur. Maharet, beceri, ustalık adını nasıl koyarsanız koyun sosyalizmi bu koşullarda kitlelerle buluşturmaktan geçiyor; bu koşullarda bile toplumda kabul görecek bir siyaset bulup çıkaramıyorsak...-yazık! Topluma sadece yoğun bir umutsuzluk ve çaresizlik duygusu boca ediliyor demektir.
Bir sokak röportajında kullandığı ifadeler yüzünden Dilruba'yı anında tutuklamaya çalışanlar gazeteci Murat Ağırel ve BirGün muhabiri İsmail Arı'ya yönelik ölüm tehditlerine karşı sus pus.
Nasıl bir ülkede yaşıyoruz, nasıl ve ne zaman bu hale geldik? sorularına hiç şaşırmıyorum, saray rejimi dediğimiz işte tam da buydu. Beni asıl şaşırtan şey zamanı geldiğinde bu saray rejimini sandıkta yenilgiye uğratma konusunda geri adım atan solcuları, sosyalistlerin varlığı...
Halk tv. açık ve sanırım AKP'li Ömer Çelik açık açık tarih de vererek erken seçimden söz ediyor. 2026 Kasım veya 2027 ilkbahar diyor. Onlar da her geçen günün ülkeyi daha da kötü bir hale getireceğinin bilincine varmışlar. Bizler de hazırlanmalıyız, şakası yok, bu rejime meşruiyet kazandıran seçim mutlaka kazanılmalı ve ikincisi sosyalizmi toplumsal alanda bir güç haline getirebilmenin yolu bulunmalı. ( İkincisi için daha somut olanı, bu yol bulunmuştur. TİP başarmıştır. Bence korunmalı ve parti ve bu süreç sahiplenilmelidir.)
Teşhis doğru değilse tedavi de sonuç vermez ve hasta iyileşmez. NARİN'i öldüren kapitalizm değil, öyle olsaydı Kapitalizmin beşiği Avrupa'da bu tür olaylardan geçilmezdi. Feodalizmi aşamayan, feodal-dinci iklimin egemenliğini kıramayan toplumlarda yaşanır bu tür çağdışı, insanlık dışı olaylar. Bu yüzden sadece bu örnekte de değil, hemen her konuda salt sosyalizm demek yeterli ve sonuç alıcı değildir. Bugünü kapsamayan bir sosyalizm değerlendirmesi hem yanlıştır ve hem de toplumda bir karşılık görmeyecektir. ( TKP bile bugün ''AKP Türkiye'si'' demek zorunda kalmıştır.) Özetle...
Sınıf mücadelesine demokrasi mücadelesini, saray rejimi karşıtlığını somut bir biçimde iliştirmeyen ve böyle bir bütünlüklü mücadeleyi önüne koymayan siyasi yaklaşımların doğruluğu söz konusu olmadığı gibi, inandırıcılığı da olamaz.
...ama siyasal devrimle ille de seçim konusu ilişkilendirilecekse, seçim-sandık her şeyden önce sosyalizmin halkta ne kadar karşılık bulduğumuzun bir verisini sunar bize. Sosyalist siyasetin ve sosyalist yüzlerin toplumda benimsenip benimsenmediğini gösterir bize. Daha doğrusu göstermelidir. Seçim sonuçlarının bana göre en önemli yanı budur. Çünkü ne siyasal devrim ve ne de toplumsal dönüşümler kitle desteği olmazsa olmaz. Kitle olmazsa sosyalizmden söz edebilmek, sosyalizmi bir toplumsal güç haline getirmek mümkün değildir. Bu yüzden seçim-sandık konusuna bu açıdan bakmakta yarar var. Seçimi önemsememek, sandık sonuçlarına ''devrim zaten seçimle olmaz'' diyerek yaklaşmak sosyalist mücadelenin güdükleşmesinden başka bir şeye yol açmaz, diye düşünüyorum.
...Yani bir sosyalist partide HİZİP oluşsa bu duruma sadece idari bir yaklaşım göstermenin bile çok doğru bir davranış olmadığını Metin Çulhaoğlu hocamız yıllardır söyledi. Hiç kuşku yok, bu durum özel bir durumdur ama partiyi homojen, monolitik bir yapıya dönüştüren anlayışın partiyi büyütebilmesinin çok kolay olmadığı, hatta olanaksız olduğu söylenebilir.
***
Partili olmak, partili mücadele edebilmek gerçekten önemli. Bu önem sosyalizm açısından da gerekli ama bir şekilde, bir nedenden ötürü partili olabilmek, partide kalabilmek mümkün olmuyorsa bu durum sosyalizmden ve partiden ve partili mücadeleden vaz geçmek anlamına gelmemeli. Bir partiyi desteklemek, bir partiye üye olmak her şeyden önce o partinin genel stratejisini desteklemekle mümkün olur. Parti açık seçik bu stratejiden, bu genel yaklaşımından vaz geçtiğini açıklamadığı sürece partiye sırt çevirmenin savunulabilir ve anlaşılabilir bir yanı olamaz. Son zamanlarda partiye dönük eleştirilerin bende rahatsızlık uyandırmasının nedeni de bu.
Fenerbahçe derbi öncesi Galatasaray'ı yedi kuruma şikayet etmiş. Ali Koç'un dengesi bozuldu bence; artık aynı anda bütün tuşlara basma ihtiyacı hissediyorlar. Fenerbahçe açısından iyi mi olur kötü mü, bilmiyorum ama, eğer bu yıl da şampiyon olunamazsa ortada ne Ali Koç kalır ne de Mourinho...
Sitemiz Bir Paylasim
Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize
kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu
nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara
aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve
materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden
kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine
yollayabilirsiniz.