Darbe Girişimiyle Gelen
(II) Hakkı Zabcı
akp genel merkezi
Ekleyen: Gelenek ve Gelecek Ekleme Tarihi: 10 Ağustos 2016. Eklenen Kategori(ler)Makaleler, slider, Sürmanşet
Tüm bağımsızlık yanlısı devrimcilerin geleceğe müdahil olması vazgeçilemez, devredilemez görevleridir.
Türkiyede, siyaset de, özel hayatımız da FETÖye kilitlendi. 15 Temmuz Darbe girişiminden bu yana FETÖ ile yatıyoruz FETÖ ile kalkıyoruz. Yazılı basın ve görsel medyanın ortak konusu bu. Çoğumuz, yeni yeni öğreniyor, öğrendikçe tanıyor bu yedi başlı insan yiyen canavarı. Bu öyle bir canavar ki her bir başı dünyanın dört bir yanında. Boşuna dememişler Kainatın İmamı diye
Beynimizi zorluyoruz olan biteni anlamak için. Ve hayıflanıyoruz, biraz da kendimize kahrediyoruz; olup biteni nasıl olur da bu haliyle görmekte geciktiğimiz için. Bizi sarıp sarmalayan tehlikeyi yeterince önemsemediğimiz için
Darbe ile kış uykusundan uyandık. Kimimiz tankın altına yattı, kimimiz kurşunların üzerine yürüdü. Ve sonra alanlara doluştuk. Bir kısmımız da evde olayların yatışmasını bekledik. Neyse ki Yiyin birbirinizi demedik. Olaylar yatışırsa, evden dışarı çıkıp ahkam kesmesini de biliriz amma, canavarın geleceğe püskürttüğü alev dinecek gibi değil.
Kimdi bu yedi başlı insan yiyen canavar? Ya da kimdi onu yaratan?
Bu sorunun yanıtını bulabilmek için gelin, bir gezintiye çıkalım.
Bu aralar, televizyon kanalları haber programlarında ve açık oturumlarında varsa yoksa FETÖ
Bu programlar, izleyicilerin meraklarını gidermekle kalmıyor, belli belirsiz bir endişeyi de hayatlarına sokuyor. Sözgelimi 14 Ağustosta ne olacak gibi. Yayılmış ya ortalığa, darbeciler o tarihte bir eylem yapacaklar diye! Neyse konumuza dönelim.
Televizyon programlarından üç seçme yapalım.
Nurettin Vereni kaçımız biliyordu? Kuşatma, ABDnin Truva Atı: Fetullah Gülen Hareketi kitabını kaçımız okudu? Ben okumadım. Haberim bile yoktu.
Muhteremi, ben, 5 Ağustos gecesi CNN Türk televizyon kanalının Didem Arslan Yılmazın sunduğu Türkiyenin Gündemi programında tanıdım. Ne yalan söyleyeyim, ürperdim. Yeni Akit gazetesi yazarı olan bu zat, Ulusal Kanal ve Vatan Partisine kadar uzanan renkli kişiliği ile izleyenleri, sabaha saat 03.00e kadar televizyona bağladı. Program, izleme rekoru kırdı. Oturum ertesi gün tekrar yayınlandı.
1966-2002 yılları arasında Cemaatin ikinci adamı konumundaki Nurettin Verenin anlattıkları nefes keser nitelikteydi. Ona göre FETÖyü yok etmek çok zor. Devletin her kurumuna, başta ordu, emniyet, yargı, eğitim olmak üzere her yere öyle nüfus etmişti ki, söküp atmak neredeyse imkansız. İşte, bu tespiti ile insanın tüylerini diken diken eden önermesini sunuyor muhterem. Alanlarda toplanan demokrasi nöbetçisi pozisyonunu takınan kalabalığı milis kuvvetler haline getirmek. Ülkü Ocakları, Osmanlı Ocakları, Alperenler başta olmak üzere, Ümmet-i Müslümanı milis kuvveti yapmak! Sonrası! Takdim edilen devasa bir güç FETÖ ve önerilen milis kuvvetler örgütlenmesi. Ne demek oluyordu?
Ahkam kesmek için, ortamın durulmasını bekleyen evcil arkadaş, uyan artık!
Bu birincisi, ikincisi pek buna benzemiyor. O da şu:
Yine CNN Türkte 4ü 5e bağlayan Ağustos gecesinde, yine Didem Yılmazın programında, yine cemaatin orduda ve polisteki gücü tartışılırken, programa telefonla çoğumuzun yakından tanıdığı biri katıldı. MİT Kontterör Dairesi E. Başkanı Mehmet Eymür. Benim yaşıtlarım onu Kızıldereden hatırlarlar, operasyona MİT adına katılan ekipten biri olarak
12 Martta İstanbulda Birinci Ordu ve Sıkıyönetim komutanı faşist Orgeneral Faik Türünün Ziverbey Teşkilatına Hıram Abbas ile birlikte katıldığı günleri de anımsayacaklar orada işkence görenler. Bugün hayatta olmayan İlhan Selçuklar. Kocamış Talat Turhanlar
70li yıllarda yine sahnededir, anti-terör zırhıyla. Bugünkü nesil onu, 80 sonrası genelde Kürt halkına, özelde PKKya karşı geliştirdiği hareketlerde görürler. Ve en çok da ona bağlı olarak çalışan Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırımı bilirler. Onun suikastlarını, indirmelerini
Evet, Didem Yılmazın Türkiyenin Gündemine kulak verelim. Eymüre şu soru yöneltilir: FETÖ hakkında ne düşünüyorsunuz?. Yanıtı, oturuma katılanları şaşırtacak niteliktedir: Onu önemsemiyorum. Nasıl olur derler, Ülkeyi kan gölüne döndüren darbe girişimine ne diyeceksiniz? Yanıt yine tam Eymür varidir: O hareket FETÖ hareketi değildir. Hareket, istihbarat hareketidir.
Ne yani derler oturumdakiler, ABDyi mi kastediyorsunuz? Evet der MİTçi. Devam etse herhalde CIAyı, MI6yı, Mossadı sıralayacak peş peşe.
Bana göre, bunu şöyle ifade etsek daha doğru olmaz mı?: Washingtonun bu darbeden haberi yok, bunu kurgulayan Neo-conlar ve CIA, menüsü de FETÖ.
İkincisi de bu. Üçüncüsünün bunlarla fazla bir benzerliği yok. Bu sefer CNN Türkün sunucusu Ahmet Hakan. Oturuma katılanlar Balyozdan yargılanan Emekli Tümamiral Semih Çetin, Emekli Askeri Savcı Albay Ahmet Zeki Üçok ve Emekli Kurmay Albay SAS Komandosu Ali Türkşen. Tarafsız Bölge programının birkaç kez konuğu oluyorlar. Haklarında kurulan kumpasın sebep olduğu çöküntüleri dile getiren bu kişiler, görevdeki komutanları tarafından dahi yalnız bırakıldıklarının burukluğunu yaşıyorlar. Çok güvendikleri devletin de kendilerini baypas yapmasının yarattığı hayal kırıklığını dile getiriyorlar. FETÖ ile ilgili ayrıntılı bilgileri en üst makamlara sundukları halde hiçbir yanıt almadıklarını belirtiyorlar; bunlar dikkate alınsaydı darbe girişimi olmadan önlenebilirdi diyorlar. Ahmet Zeki Üçok, 2009 yılında ayrıntılı FETÖ bilgilerini devlete sunduğu halde dikkate alınmadığını, oysa, bugün o tarihte verdiği isimlerin tamamının ya tutuklu ya da gözaltında olduklarını vurguluyor. Her üçünün de birleştiği nokta, kuruluştan kurtuluşa giden yolun, Mustafa Kemal Atatürkten geçtiği. O kadar ki, bu Atatürk tutkusundan en çok etkilenenlerin başında programın sunucusu Ahmet Hakan geliyor. Hakanın Hürriyetteki bir yazısında Sen ne büyükmüşsün ey Atatürk, artık ben de senin kadrini, kıymetini bilenlerdenim. Ben de Anıtkabiri ziyaret edeceğim. Ben de posterini duvarıma asacağım. Ve bir şey daha, geçen senelerin birisinde sırf artistlik olsun diye, 10 Kasımda saat 09.00u beş geçe ayağa kalkmamış ve bunu bir marifetmiş gibi bu köşeden cümle âleme ilen etmiştim. Bu 10 Kasımda ilk ayağa kalkan ben olacağım demişti. Övgü, Ahmet Hakanla sınırlı değil. Ne kadar samimi oldukları bilinmez ama tarihinde ilk kez, AKP Genel Merkezine koskocaman bir Atatürk posteri asıldı. Bu kadarla da kalmadı. Bizim gençliğimizde DEV-GENÇ eylemlerinde bağımsızlık mücadelesi için sarf ettiğimiz İkinci Kurtuluş Savaşı rumuzu AKPliler tarafından da telaffuz edildi. Atatürk posterlerini AKPli gençler halka dağıttı. Başbakan İstanbuldaki büyük buluşmada 15 Temmuzu ikinci kurtuluş savaşı ilan edip, Ahmet Ariften Adiloş Bebem şiirini, hani o onlar engerekler ve çıyanlardır; onlar aşımıza ekmeğimize göz koyanlardır diye başlayan şiirini okuyor.
Bununla da bitmiyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bir zamanlar Ergenekon, Balyoz, Casusluk gibi davalarda, Ben bu davaların savcısıyım diyerek FETÖ ile beraber olma yanlışlığına düştüğü , Anayasa değişikliği ile Cemaate yargının kapılarını açtığı yönündeki ve benzeri tasarruflarına dair suç kardeşliklerini sonlandırıp Rabbimden af, milletimden özür diliyorum diye özeleştiri yapabiliyor. Onun bu hareketi, meşruiyetini daha da artırıyor. Cumhurbaşkanının Atatürke övgüsü 7 Ağustos Büyük Demokrasi ve Şehitler Mitinginde de devam ediyor.
Bu noktada, cumhuriyetçilere acil görevler düşüyor. Atatürkün efsaneleştirilip sembol ya da rozet haline getirilmesinin önüne geçmek. Bunun için onun düşüncelerinin ve yaptıklarının doğru bir öğretisinin yaygınlaştırılmasını sağlamak
Solda aynı şeyi Mahir Çayana yapmadılar mı? Onu efsaneleştirip sembolleştirerek ideolojisini ve düşüncelerini maskelemek istemediler mi? Öylece anti-emperyalist yönünü, Kemalistlerle ittifak konusunun üzerini örtmek yoluna gitmediler mi?
Bir de öbür tarafa bakalım. Ergenekon-Balyoz davalarını alkışlayan, tutuklamaları gördükçe bayram eden, yiyin birbirinizi diye Cumhuriyetçilere olan nefretlerini kusan solcular ne yapıyor şimdi? Tayyipin özeleştirisinin bir anlamı var mı onlar için?! Sanmıyorum.
Bunların dışındaki devrimciler çok iyi biliyorlar ki, 15 Temmuz darbesi gerçekleşseydi belki de birçoğu bugün hayatta olamayacaktı, olamayacaktık.
Sahi, benim bilmediğim bir konu var. Cumhuriyet Mitinglerinin ve Gezi İsyanının milyonları şimdi neredeler bir bilen var mı?
Anlaşılan o ki, bu büyük kalabalık FETÖ-CIA ortaklığı ile Tayyip Erdoğanın AKPsi arasına sıkışmış kalmış. Sıkışmış kalmışlar, bir türlü kıpırdayamıyorlar. Darbeden yana olmadıkları kesin, FETÖden nefret ettikleri de. Ama Tayyipe de kuşkuyla bakıyorlar. O değil miydi, Gezi olaylarına karşı katı tutum sergileyen, o değil miydi Berfinciği ve ailesini yerden yere vuran, ölen gençler için bir taziyede bile bulunmayan
Bir özür müydü bekledikleri?.. Yooo, boşuna beklemesinler. Darbe girişiminden hemen sonra, ayağının tozuyla, toplanan kalabalığa Gezi Parkına, kim ne derse desin, çok yakında Topçu Kışlasını, Opera Binasını, AVMyi ve camiyi yapacağız dememiş miydi?
Ama, herhalde, derler, bu nasıl birlik beraberlik. Biz olmadan nasıl olur birlik ve de dirlik deseler ne yanıt vereceğiz? Desek ki, işte CHP var, birliğin ve beraberliğin içinde; Büyük Yenikapı Mitinginde ahenk içinde, o sizi temsil etmiyor mu? Kalabalığın içinden biri çıksa hadi canım sende diye haykırsa ne diyeceğiz?
Durun biraz, bir soluk alın ve düşünün bütün ayrıntıları. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası bütün taşlar yerinden oynadı, bastırılınca darbe o taşlar farklı farklı yerlere yerleşti, eskisinden çok farklı bir düzlem çıktı ortaya. Bu yeni düzlemde konumlayalım kendimizi desek, doğru olmaz mı? Hadi, bir düşünelim ve bir karar verelim ne yapacağımıza. Sessiz kalmamak, seyirci pozisyonundan çıkıp bir karara ulaşmak gerekmiyor mu? Faşist bir darbe girişimine karşı sessiz kalınır mı?
Gelin şu meşhur fıkrayı bir hatırlayıverelim. Tarihte bir Mütereddit Hasan Paşa- varmış. Paşa bir konak yaptırmak istemiş, ama kararsızlığından dolayı bir türlü inşaat bitmemiş. İnşaatı üstlenen her bir mimarı azletmiş. Paşanın bu huyundan dolayı hiç kimse yaklaşmamış konak yapımına. Paşa da isterim de isterim konak isterim diye tutturmuş. Gel zaman, git zaman, biri çıkmış ben yaparım demiş. İşe koyulmuş yeni mimar, lakin, inşaat bitmeden Paşayı konağa yaklaştırmamış. Bitince inşaat gel Paşa konağın hazır deyip hazreti buyur etmiş. Gerçekten konak kusur bulunacak gibi değil, ama gelin görün ki upuzun koridorda tek hela var. Paşa, niye buraya iki hela yapmadın, olmamış diye hiddetlenmiş, köpürmüş. Bunun üzerine mimar paşa, paşa demiş sende bu kararsızlık varken sağdakine mi gitsem yoksa soldakine mi deyip altına yapardın.
Kararsız olmamak gerek. İki arada bir derede olup çözümsüzlüğün otlağında pineklememek gerek. Bir yolunu bulup sıkıştığın yerden çıkmak için kararlı olmak yeter de artar bile. Kararlı olmak örgütlü olmaktan geçer. Ya örgütünü bul, yoksa örgütünü kur. Ya da dönüştürüver bir şeyleri, evin değilse bulunduğun yer, uğraş, çabala kendi evin yap orayı. Örgütçülük budur, bilesin. Gezideki örgütsüzlüğünü hatırlayıver. Hatırlayıver sonuçsuz kalan çabalarını
Neyse dönelim biz darbe girişimi sonrasına.
Dürüst olmak gerekirse, darbenin önlenmesinde Cumhurbaşkanı aktif rol oynamıştır. İnisiyatif kullanmadaki zamanlama ve becerisi, refleksleri ile halkı yönlendirişi kusursuzdu denebilir. Bu özellikleri, ona, yüksek düzeyde bir meşruiyet kazandırdı. Sadece kendisi değil, cümle âlemin kaçak deyip lanetlediği saray da meşrulaştı.
Süreç toplumsal değerlerle sağ değerleri biraz daha birbirine yaklaştırdı. Bu atmosfer muhafazakâr ideolojinin zaferini de beraberinde getirdi. Gelinen bu noktada, Recep Tayyip Erdoğan İslam çekirdeğine milliyetçiliği katmakla kalmadı, halkın ABDye olan negatif tavrını da hesaba katarak, ABD ve AB karşıtlığını da muhafazakârlığın içine katarak onu öznelleştirdi. Gerçi bu karşıtlığın ne kadar süreceği belli değil. Olası pazarlıklarda eli güçlendirmek için yapılan manevra da olabilir, şu anda bilemediğimiz başka bir şeyde
Daha buz dağının ötesini göremedik. Cumhurbaşkanı 9 Ağustosta Rusyaya Putin ile görüşmeye gidiyor. Şimdiden iyi şeyler olacağını, sıkıntıların sona ereceğine inanıyorum diyor. 24 Ağustosta ABD Dış İşleri Bakanı Kerry Türkiyeye geliyor. FETÖnün iadesinden daha derinde bir takım açmazların olduğu kesin de, Türkiyenin göbek bağıyla bağlı olduğu ABDden kopması da mümkün görünmüyor.
İçe dönersek, Cumhurbaşkanı muhafazakar çemberi genişletirken, solundaki bir takım değerleri sağcılaştırmak, sağcılaştıramadıklarını etkisizleştirmek yolunda atıyor. Birlik beraberlikten dem vururken arzuladığının bu olduğunu tahmin etmek hiç de zor olmasa gerek. Periferik unsurları da çember içinde eritmek istediğini söylemek önemsiz bir ayrıntı gibi.
Bir zamanlar sol yurtsever kimliğiyle tanınan ve bu yüzden gazetedeki ve TVdeki işinden olan Serdar Akinan, son gelişmelerden sonra millici tavrıyla serpilen Recep Tayyip Erdoğanın yanında olduğunu açık yüreklilikle ilan ediyor. Başka ne türden katılımlar var, ben bilmiyorum.
FETÖyü tamamen kazıyacağız. Devleti yeniden kuracağız derken Cumhurbaşkanının ne türden değişiklikleri öngördüğü yeniden yapılanma sürecinde belli olacak. İlan edilen OHAL (olağan üstü hal) ile tornaya ilk giren ORDU oldu. Ordu sivil otoriteye bağlandı. Genel Kurmay Başkanı Cumhurbaşkanına, Kuvvet Komutanları Milli Savunma Bakanına bağlandı. Jandarma profesyonelleştirilerek (paralı asker sistemi) İç İşleri Bakanlığına devredildi.Terörle mücadele ve iç güvenlik konularına münhasıran dahil edilen Jandarma neo-liberalizmin bir gereği olarak polis devleti olma özelliğini güçlendirmiş oldu.
Ayrıca Askeri Liseler kapatılıp Milli Savunma Üniversitesinin kurulup Harp Okullarının buraya bağlanmasıyla lise ve İmam Hatipler dahil muadili okul mezunlarının subay olma yolu da açılmış oldu. Önemli bir ayrıntı da Genel Kurmay Başkanının Kuvvet Komutanlarının dışından da seçilebileceği
Yüksek Askeri Şuraya sivil katılımın kararlaştırılması diğer bir ayrıntı
Ordu dış güvenlikten sorumlu olacak, iç güvenlikten uzak duracak
Bu daha başlangıç. Yeniden yapılanma her bir kurumda ve toplumsal projede kendini gösterecek. Bu süreç:
ya demokratik bir cumhuriyete
ya da parti devleti yörüngesinde daha totaliter bir yönetime
dönüşecek.
Unutmayalım ki, siyaset literatüründe parti devletinin adı faşizmdir. Ve çok iyi biliyoruz ki faşizme karşı mücadelede demokratik araçlar işlemez hale gelir.
Sosyalist solun toplumsallaşamaması ve böyle bir uğraşa girecek gücü kendisinde bulamaması nedeniyle toplumsal değerler ile sol değerler arasındaki makas çok açılmış, cumhuriyetçilerin, aydınlanmacıların bu makası kapatma şansları ve kudretleri var mı? Bunu zaman gösterecek. İçinde bulunduğumuz bu geniş panoramada bağımsızlık gibi bir silah varken umutsuzluğa da gerek yok desek fazla mı iyimser oluyoruz!
Peşin hüküm olmadan, tüm bağımsızlık yanlısı devrimcilerin geleceğe müdahil olması vazgeçilemez, devredilemez görevleridir.