SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 4 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   1   2   3   [4] 
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
tarihselmaddeci
[ tarihselmaddeci ]

Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.05.2014
İleti Sayısı: 581
Konum: Gizli
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder

Web Adresi | Özel ileti Gönder

1 kere teşekkür edildi.
1 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: tarihselmaddeci
Cevap Tarihi: 13.04.2015- 14:21


(karakter sınırından dolayı yazının devamı)

Bin Kalıplı, o günlerde PKK’ye ve Öcalan’a yaranmak için öylesine gayret sarf ediyor ki ordunun kimyasal silah kullandığı yolundaki haberleri gazetesinde savunmaya kadar vardırıyor işi:

“CUDİ DAĞINDA KİMYASAL SİLAH MI?

“NBC ÖRNEK EMRİ HAZIR

“Askerler halkı tehdit ediyor: “Kimyasal silah atarız.” KKK Eğitim Kılavuzu Talimatı bu yetkiyi veriyor. Gerekli teçhizatı da saymış: “Sis kutusu, göz yaşartıcı gaz, gaz maskesi, aspiratör.” Kılavuz amacı da belirtmiş: “Bölücü teröristleri imha.” Uzmanlar: “Tam bir kontr-gerilla faaliyeti.” Cudi Dağı çevresindeki köyler boşaltılıyor. 30 km’lik tampon bölge yaratılıyor. Köylüler ise köyü terk etmemekte kararlı, istekleri gerçekleşinceye kadar köye dönmemekte de.” (agy, 23 Temmuz 1989)

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Bin Kalıplı, sadece Türk Ordusu’nu şeytanlaştırmakla yetinmez, PKK’yi de olduğundan yüz kat daha güçlü göstererek övgülere boğar. Öcalan’ın gözüne girmek, onu inandırmak için ne gerekiyorsa yapmaktan geri kalmaz. PKK’nin Avrupa’da çıkardığı, Türkçe-Kürtçe yayın yapan Berxwedan adlı dergisinden aktarmalarla süslediği yazılarında PKK güçlerine övgüler düzer. İşte birkaç örnek daha:

“Son dönemlerde bölgede büyük ve anlamlı gelişmeler yaşanıyordu. Botan’da başlayan hareket dört bir yana taşıyor. Bunun adı Bahar Altılımı. Gerilla güçleri sayısal ve niteliksel bir büyüme içinde bulunuyor. Botan’da yoğunlaşan çatışmalar, geniş kapsamlı ve zorlu bir savaşa dönüşmüş. Dağlardaki savaş en üst boyutuna sıçrayıp kıran kırana sürüyor. Devlet güçleri büyük kayıplar verirken, ARGK birlikleri üstün savaş ve moral gücüyle inisiyatifi elde tutuyorlar… (Berxwedan 31.5.89) ARGK, “Arteş-i Rizgariya Geli Kurdistan”, yani Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu’nun kısaltılmış adı.”

“(…)

“Doktor Baran, komando taburuna meydan okuyor. “Buradayım, gelin” haberi gönderiyor. Elindeki telsizle eylemlerini sıralıyor. Askerin planlarını öğreniyor. Bu arada köyleri dolaşıp hastaları tedavi ediyor.”

“(…)

“Askeri açıdan Botan bölgesinde “pat” durumu yaşanmakta. Koşulların yer yer PKK lehine olduğu bile söylenebilir.” (agy, 6 Ağustos 1989)

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Bin Kalıplı o günlerde aktif bir anadil savunucusudur. Bugün karşı çıkıyor ya, o günlerde ise tam tersidir. A. Öcalan’la Bekaa’da yaptığı bir röportajda bakın neler konuşuluyor:

“PERİNÇEK: Türkçeyi ne zaman öğrendiniz?

“ÖCALAN: İlkokuldan itibaren.

“PERİNÇEK: Türkçe hayatınızda engel oldu mu? Yani anadilde konuşamamak ve yazamamak yüzünden bir sıkıntı çektiniz mi?

“ÖCALAN: Hayır, Türkçeye çabuk intibak ettim. İlk hecelemelerimi bile hatırlarım. Yazarken zorlanıyordum ama, başardığımda mutlu oluyordum. Yani Türkçeye düşmanlığım yoktur.

“PERİNÇEK: Hani insan anadiliyle meramını daha iyi dile getiriyor. Kültür ve bilim alanında özellikle.

“ÖCALAN: Türkçe meramımı daha iyi dile getireceğime inancım tamdır. Adımı, soyadımı Türkçeyle yazmaya başladığımda, mutlu olduğumu belirttim. Çünkü yazma bile insana bazı olanaklar sağlıyor.” (agy, 15 Ekim 1989)

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Yoldaşlar zaten Sosyalist Parti Programı’nda da anadil çok açık ve net biçimde hararetle savunulur, yukarıdaki aktarmada gördüğümüz gibi.

Kürdoloji Enstitüsünün kurulmasının da hararetli destekçilerindendir o süreçte. 20 Ağustos 1989 tarihli 2000’e Doğru Dergisi’nin 34. Sayısının kapağı buna ayrılmıştır. Kapak yazısı şudur:

“KÜRDOLOJİ ENSTİTÜSÜ KURULSUN”

Bin Kalıplı yine o süreçte her konuda Kürtçe yayın ve propagandanın da aktif savunucusudur:

“Türkiye’de Kürtçe kitap, dergi, gazete yayımlamaya, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde Kürtçe afiş pankart taşınmasına ve Kürtçe ses ve görüntü bantlarının yayımlanmasına karşı yasal bir engel bulunmuyor.

“Şimdiye dek Kürtçe yayım yapılmasına, 2932 sayılı “Türkçe’den Başka Dillerde Yapılacak Yayınlar Hakkında Kanun” engel oluyordu. Adı geçen yasa, 12 Eylül generalleri tarafından yapılmıştı. 2932 sayılı yasa 19 Ekim 1983’de Milli Güvenlik Konseyi tarafından kabul edildi, 22 Ekim 1983 günü Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Başta Kürt yoksul köylü hareketi olmak üzere halkın ve demokratik kamuoyunun tepkisi bu “Dil Yasağı Yasası’nı işlemez hale getirmişti.

“İktidar en sonunda yasayı yürürlükten kaldırmak zorunda kaldı.” Terörle Mücadele Kanunu’nun sonuna eklenen 23. maddeyle, 2932 tarihe karışmış oldu.

“Dolambaçsız söylenişi “Kürtçe Yayınların Yasaklanması Hakkında Kanun” olması gereken 2932’nin ömrü 7 yıl 6 ay 20 gün sürdü. Kürtçe’nin binlerce yıllık tarihiyle karşılaştırıldığında yasanın doğarken öldüğü de söylenebilir.

“(…)

“KÜRTÇE YAYIMLAR GELİYOR!

“Hukuk kuralları kendilerini sosyolojik gerçekliklere uydurmak zorundadır. Kalemi eline alan “Kürtçe yasak” dedi diye toplumun buna uymayacağı işte kanıtlandı. Kürtçe değil 2932 intihar etti.

“Kitapçı, gazeteci, plakçı, videocu ve seyyar kaset satıcılarından bilmeyenlerin Kürtçe öğrenmeye başlamaları yerinde olur. Esnaf sattığı malın dilinden anlamalı. Basın piyasası önümüzdeki günlerde “Kürdili makamı”ndan sesler vereceğe benzer.” (agy, 5 Mayıs 1991)

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Bin Kalıplı Şef, sadece PKK Hareketi’ni övgülere boğmakla yetinmez. Abdullah Öcalan’ı da bugünkü ibrikçilerin (Sevrci Soytarı Sahte Solların) eline su dökemeyeceği biçimde yıkar, yağlar, parlatır, cilalar. Röportajında bakın çanak sorularıyla Öcalan’a neler dedirtir:

“PERİNÇEK: Böyle zora başvurmanızı nasıl açıklıyorsunuz?

“ÖCALAN: Bu çok açık, Ben kendim karınca ezmez bir insandım. Gerçekten bir karıncaya basmamak için ayaklarımı dikkatle atarım. Benim kadar, canlıların yaşamasına değer veren çok azdır. Bu konuda çok hassasım. Yani insanların öldürülmesinden ürküntü duyarım. Köy kavgalarını hatırlarım. Bir tabancanın patlaması, üzerimde çok büyük bir etki bırakıyordu.” (agy, 22 Ekim 1989)

“NAMAZ DA KILARDIM

“PERİNÇEK: Çocukluğunuzdan bu yana sizi yaratan, kişiliğinizi biçimlendiren etkenler neler?

“ÖCALAN: Çocukluğumdan beri kendi zayıflığımda, gerçeğimden koptum. Bu bir ulus ve sınıf gerçekliğidir. Bu gerçeklik, son derece ölçüsüz, oldukça güçsüz, zayıf ve hatta hiçlik doludur. Hem ulusal hem toplumsal anlamda, iliklerimize kadar bunun işlediğini görüyorum. Çocukluğumda bunu telafi etmek için çalışıyordum. Üretimde çalışma bu durumu fazla kurtarmıyor. Onun için okumaya önem veriyoruz. Daha fazla okumak. İlkokulla yetinmemek ve orta öğretimle daha da üst seviyeye sıçramaya kesin istek var. Okumada bir saygınlık tespit etme olayı söz konusu. O sayede bazı çelişkileri yakalayabilmeye inanç var. Toplumsal statüyü biraz değiştirme isteği var. Ve bu kesin.

“Bakın buraya köklü bir yanlışlığa düşülüyor. Resmi Türk politikası, Kürdistan’daki okul sisteminde tamamen inkar temelinde asimilasyonu geliştiriyor. Buna katlanırsan, ulusal kökenlerinden koparak bir memur olursun. Kendi ulusal değerlerinle bir güzel savaşırsan ve emekçi halkını ezersen, yükselme şansın daha da fazla! Bende gittikçe bu duygu oluştu. Aydınlanma gelişti. Örneğin, bir memur olma yolunda mesafe alman için, kökenlerinden kopacaksın, inkar edeceksin, unutacaksın ve anan-babandan utanacaksın. Ve bir daha dönmemecesine bırakman gerekir bütün her şeyini. Veya onları da kendi yanında yürütmen gerekir. İşte böylesine büyük bir yol ayrımı karşısında düşündüm.

“İlk önce diğerleri gibi devrimcilik yapmadım. O zaman sizler taşkınlıydınız, patlamalıydınız. Örneğin Dev-Genç hareketini biliyorum. Benim öyle bir stilim yoktu. Çok duyarlı biçimde mesajı anlamaya çalıştım. Nedir o gürültü, korkuyordunuz. Konferans verirken çat çat elinizi masalara vurmanızdan anlaşılıyordu. Zaman zaman sıkılıyordu. Bunları iyi izliyordum, çok iyi görüyordum. Yürüyüşler yapılıyordu, yüreğim tıp tıp ediyordu. Acaba çok korktuğum için mi? Sanmıyorum. Ben, o zaman bu işlerin biraz daha değişik yürümesi gereğini duyduğum için böyleydi.” (agy, 15 Ekim 1989)

Görüldüğü gibi Perinçek, sorularıyla öyle yönlendirip konuşturuyor ki, söylenenlerden, konuya yabancı olanlar Öcalan’ı PKK gibi bir örgütün lideri değil de Kanaryaseverler Derneği gibi bir örgütün lideri sanır.

Hep söylediğimiz gibi bugünkü PKK, HDP ibrikçileri böyle yayımlar yapamıyorlar organlarında. Onlar, kazma oldukları için, onların Öcalan ve PKK övgüleri de ilkel kalıyor.

Bin Kalıplı, sadece sözlerle yetinmez, Öcalan methiyesinde. Öcalan’ın Bekaa Dağlarında tıpkı Mustafa Kemal’in Kocatepe’deki o ünlü resmine benzer bir fotoğrafını da 2000’e Doğru’da yayımlar. Odatv’nin de sözünü ettiği fotoğraf budur. (22 Ekim 1989 tarihli 2000’e Doğru Dergisi’nin 43. Sayısı)

Aktarmalarımıza biraz daha devam edelim:

“ANTİ TERÖR YASASI LİCE VE HAZRO’DA

“HALKIN CEVABI SERHILDAN

“Gerilla cenazesine giden konvoya silahlı müdahale. 10 yaşındaki kız çocuğu Rınde Latifeci sırtından ağır yaralandı. Hazro’da oturma eylemi, köylerden ilçe merkezlerine yürüyüş. Lice esnafından Hazro’ya destek: Kepenk indirme. Açlık grevleri bitti, değişik eylem biçimleri gündemde.” (agy, 16 Haziran 1991)

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Gördüğümüz gibi, 2000’e Doğru, “gerilla” diyor silahlı PKK’lilere. Bugünlerde ne diyor?

“Bölücü örgütün teröristleri”.

Bin Kalıplı’nın 15 Mart 1992 tarihli 2000’e Doğru’da konuya ilişkin bir makalesi daha yayımlanır. Oradan da bir iki bölüm aktaralım:

“Ne olacak sorusunun yanıtı, askeri sonuçta değildir. Kürt halk kitlelerini hedef alan kanlı bastırma harekatları geçmişte de uygulandı. Sonuç ne oldu? Kürt sorunu bugünlere çığ gibi büyüyerek geldi. Milletler arasına kan girdi mi, birlikte yaşamanın temel şartı olan kardeşlik duygusu yıkıma uğrar. Siyasal çözümü reddedip sorunu askeriyeye bırakmak gibi bir vebalin altından hiç kimse kalkamaz. Devlet terörüne karşı kardeşlik barikatı, günün büyük sorumluluğudur. Kim kardeşlik istiyor, kim istemiyor şimdi belli olacak.

“(…)

“Kürt realitesi” temelinde demokratik çözümü bir kez daha toplumumuzun önüne koyuyoruz. Biricik çıkış yolu, Kürt halkının iradesini pazarlıksız kabul etmektir. Türkiye halkının önüne büyük gelecekler açacak çare buradadır.” (agy, 15 Mart 1992)

OLYMPUS DIGITAL CAMERAOLYMPUS DIGITAL CAMERA

Bin Kalıplı şefin 13 Ağustos 1989 tarihli başyazı konumundaki makalesinde de yine Kürt Meselesi şöyle konur:

“Biz de burada bir karşı soru atalım: Bu mesele PKK’nın gerilla eylemlerinden önce yok muydu? Veya bu mesele, “PKK’nın kökünü kazımak”la çözülebilir mi? “PKK’nın kökünü kazımak” halkın eşitlik ve mutluluk talebini ve özlemlerini karşılıyor mu?

“Demokratik tavır, meselenin merkezine insanlarımızı koyuyor, olaya “gönüllere saygı” ve halkın mutluluğu açısından bakıyor. Bu bakış açısı, insan iradesini, insan katılımını çözümün biricik anahtarı olarak kabul eder. Açıkçası, Kürt meselesi, Kürtlere güvenerek ve Kürtlerle çözülür. Kürt meselesi, aynı zamanda bir Türk meselesidir. Çözümde Kürde güvenmek ve onu adam yerine koymak az mesele mi? Demokratik ve kardeşçe birliğin olmazsa olmaz şartı budur. 21. yüzyıla giden bir dünyada, herhangi bir halkı, o halkın iradesini ve haklarını reddederek aranan bütün çözümler, geçici olmaya mahkumdur. Bu tavır, bölücülük değildir; insana yakışan ve dayanıklı bir birliğin zorunlu koşuludur.” (agy, 13 Ağustos 1989)

Bir başka 2000’e Doğru başyazısından spota çıkarılmış bölüm:

“Başbakanlığı döneminde yasaları yürütmekle görevli Özal’dan onu denetleyen muhalefet liderine kadar herkes yasadışına çıkmıştır. Dün yasadışı olan, bugün fiilen yasallaşmıştır. “Tek ulus” çözümünün iflas ettiğini Özal ilan etmiştir. Kürt sorunu, aynı zamanda Türk sorunudur. “Cehennemde bir tek Kürt kalsa, tek bir Türk dahi cennete giremez ve girmemelidir”. Bu sözü, vicdanı olanlar vicdanlarının, vicdanı olmayanlar ise akıllarının derinliklerinde duymalıdır.” (agy, 26 Kasım 1989)

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Bir başka başyazıdan:

“Kürt meselesi, aynı zamanda Türk meselesidir.

“İki bakımdan bu böyledir.

“Birincisi Türkler onurlu bir millettir ve kendi adlarına Kürtlere baskı yapılması, onlar için bir vicdan meselesidir. İleride Türk tarihleri herhalde şöyle övünmeyeceklerdir: “O kadar kahraman bir milletiz ki, Kürtlerin adını bile sildik. Onlara kendi dilleriyle okuma yazmayı haram ettik. Elimizden geldiği zaman polisimizle, jandarmamızla türkülerini bile yasakladık. Çocuklarına Şorej diye Jiyan diye isimler koydukları zaman, nüfusa yazmadık. Köylerinden sürdük. Kafesteki kekliğini bile öldürdük.” (agy, 4 Mart 1990)

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Çok açık biçimde görüldüğü gibi yoldaşlar, Bin Kalıplılar o yıllarda Kürt Sorunu’nu ve PKK’yi savunmada Öcalan’ı ve PKK yayınlarını bile sollarlar. Onlar bile Bin Kalıplılar’ın 2000’e Doğru’larında ve Yüzyıl adlı dergilerinde yazılan yazıların ve yapılan propagandanın yanında çok hafif, çok sönük ve çok renksiz kalır.

Şimdi de Bin Kalıplılar’ın bugünlerde de Perinçek’ten sonra gelen en önemli bir iki şefinden biri olan Ferit İlsever’den bir aktarma yapalım. İlsever, boynuzun kulağı geçmesi gibi bu yazısında “Büyük Şef”i bile geçer neredeyse. Ya da en azından buna gayret eder. Görelim:

“Bugün Kürt halkının mücadelesine “emperyalizmin oyunu” damgasını yapıştırmak, bir kötü niyetin ürünü değilse, körlüktür. Gazetelerinde PKK’yi ABD’nin desteklediğini uzun uzun tefrika edenler, Silopi’deki Amerikan helikopterlerinin PKK’lileri avladığı haberi üzerinde düşünmelidirler. “Silopi’deki Çevik Güç’e PKK saldırır ne olur?” diye spekülasyon yapanlar da, soruyu yanlış soruyor. Çünkü Çekiç Harekatı, Irak’tan önce Türkiye’de başladı. İşte Güneydoğu’daki kontrgerilla saldırıları. Şemdinli’deki kaymakamını İngiliz askerinin hışmından koruyamayan devlet, gücünü Kürt halkı üzerinde sınıyor. Devlet, kör şiddet politikasında ısrar ederek, resmen ve alenen bölücülük yapıyor. Aynı devlet, Silopi’yi bırakmış, “İstanbul’u savunma” adı altında infazlar gerçekleştiriyor. ABD destekli bu saldırılara en iyi cevap ise, Diyarbakır’da on binlerin yürüyüşüyle, işçi eylemleridir. Bu durumda soruyoruz: Kim emperyalizmin hizmetinde; kim anti-emperyalist? Kürt halkının ön saflarında PKK gibi anti-emperyalist bir gücün bulunması, ülkemiz için bir şanstır.” (agy, 21 Temmuz 1991)

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Şimdi yoldaşlar, Bin Kalıplılar’ın 2000’e Doğru’nun devamcısı olarak çıkardıkları “Yüzyıl” adlı dergilerinden de birkaç aktarma yapalım. İlk aktarmamızı yine Bin Kalıplılar’ın bugün de önde gelen şeflerinden olan Mehmet Bedri Gültekin’den yapalım. Böylelikle bu avanenin hepsinin aynı toptan kesme oldukları da daha iyi anlaşılmış olur.

“Devrimci Kawa 2500 yıl sonra Kürdistan’da yeniden ayağa kalktı. Newroz Bayramı geçen yıllarla kıyaslanmayacak bir kitlesellikle kutlandı. Şimdiye kadar fazla bir kıpırdanışın yaşanmadığı yörelerde bile Newroz ateşleri yandı.

“1991 Martı şimdiden Kürt tarihi açısından önemli dönüm noktalarından biri oluyor. Kürtler tarihin yapımına aktif olarak katılarak, bir anlamda yeniden doğarak, Ortadoğu’da bir kuvvet olarak ortaya çıkıyorlar. Hem kendi tarihlerinin esas öznesi oluyorlar, hem de silahlı güçleriyle bölgede etkin bir güç konumuna yükseliyorlar.” (Yüzyıl Dergisi, Yıl: 2, Sayı: 7, 24 Mart 1991)
Sözü yine Bin Kalıplı Büyük Şef’e verelim, Bin Kalıplılar Dergâhının Fırıldak Şefi’ne. 17 Mart 1991 tarihli Yüzyıl Dergisi’nde bakın neleri savunur. Lütfen dikkatlice okuyalım:

“KOMŞU KÜRDÜ SEV, EVDEKİ KÜRDÜ DÖV” POLİTİKASI

“Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürt sorununu inkar politikası iflas etti. Devekuşu başını kumdan çıkarıyor. Ancak bu kolay olmuyor. Türk hakim sınıfları içinde şok geçirenler çoğunlukta.   Cumhuriyetin getirdiği statükonun çözümsüzlüğü ortada. Aslında çıkmazda olan, ideolojik düzlemde Türk milliyetçiliğidir, uygulamada ise askeri yöntem.

“Şu an gerçeklere kör inatla direnen, sayın Ecevit gibi milliyetçiler var. DSP Genel Başkanı, “ortada bir milliyet sorunu yok, bölgesel gerilik sorunu var” diyor. Kuşkusuz buna karar verecek olan, Ecevit, değil, fakat Kürt halkıdır. Eğer Kürt halkı olayı bir milliyet sorunu olarak anlıyorsa, demokrasi adına söylenecek tek söz yoktur.

“Keşke milliyet sorunu olmasaydı. Bir gün milliyet sorununun arkada kalacağı da kesindir. Ama gerçek ortada: Sorun, Kürt sorunudur. Bu gerçeğe direnenler, siyasal alanda kilitlenmeye mahkumdur. (agy, 17 Mart 1991, Yıl: 2, Sayı: 6)

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

İfadeler açık, kesin ve herkesin anlayabileceği durumda, değil mi?

O bakımdan bizim bir açıklama yapmamız gerekmiyor herhalde. İşte Bin Kalıplı ve avanesi o yıllarda budur. Bekaa’ya bu görüşleri savunduğu için kabul edilmiştir. Orada da bunları savunmuştur.

PKK’nin tezleriyle bir farkı, bir ayrılığı var mı Bin Kalıplı’nın savunduklarının?

Yok. Tersine, Bin Kalıplı, bütün dalkavuklar gibi kraldan daha fazla kralcıdır. PKK tezlerini daha abartılı biçimde, daha uç boyutlarda savunur. Maksat malum; önce de söylediğimiz gibi bugünkü HDP’nin, Demirtaş’ın yerine geçebilmek, ya da öyle olabilmek.

Dalkavuklukta öylesine ileri giderler ki Türkiye adının değiştirilmesini bile tartışmaya açarlar ve tevil yoluyla yani dolaylı olarak savunurlar. İşte, aşağıda aktaracağımız yazı 24 Şubat 1991 tarihli Yüzyıl Dergisi’nden alınmıştır.

Bugünün devşirilmiş sözde bilim insanlarından biri olan ve şu an bile Tayyipgiller’i, Tayyip’e övgüler düzerek desteklemekten geri durmayan vatan, millet, halk düşmanı Sevrci Alev Alatlı’nın da babası olan, yine aynı şekilde CIA’ca devşirilmiş Emekli Kurmay Albay Ertuğrul Alatlı’nın Türkiye Cumhuriyetin adının değiştirilmesini savunan, Mehmet Ali Birand’a gönderilmiş bir mektubundan hareketle onunla görüşen 2000’e Doğru ekibi, o zeminden hareketle Türkiye adının değiştirilmesini tartışmaya açar ve dolaylı yoldan savunur. Bu Ertuğrul Alatlı ki, 27 Mayıs Politik Devrimi sonrası kurulan Milli Birlik Komitesi’ne tıpkı Kontrgerillacı Alparslan Türkeş gibi ajan olarak CIA tarafından sokulur. Ama kısa sürede deşifre olarak komiteden püskürtülüp atılır. 26 Ağustos 1960 tarihinde yani 27 Mayıs’tan ortalama 3 ay sonra emekli edilir.

Fakat görevi bitmez. Hep söylüyoruz ya; CIA ile bağlantıya geçenler, devşirilenler ömür boyu görev yaparlar, diye.

12 Eylül Faşist Diktatörlüğü günlerinde de cuntacıların kurduğu “Kurucu Meclis”e “Milli Güvenlik Konseyi” kontenjanından atanır. Yani orada da faşist cellâtlara ve efendileri olan ABD’ye hizmetten geri durmaz.

İşte böyle bir adamın mektubunu ve orada savunduğu öneriyi tartışma zemini olarak ele alırlar, Bin Kalıplılar’ın 2000’e Doğru ekibi.

E. Alatlı adlı bu ABD işbirlikçisi şöyle der mektubunda:

“Şimdi ben diyorum ki, keşke, 29 Ekim 1923 Gün ve 364 Sayılı “Teşkilatı Esasiye Kanununun Bazı Mevadının Tavzihan Tadiline Dair Kanunun tüzel kişilik kazandırıp kurduğu Yeni Devlet’in adı: Anadolu-Rumeli Birleşik Cumhuriyeti” olsaydı.

“Amma, ne yazık ki O Tarihte, Devlet Kurucusu’nun etrafını saran Kafa Taslarının miyop gözleri Ay-Yıldız içinden hoplayan Bozkurt’un daha ilerisini görebilecek keskinlikte değildi…

“Tarih, “Tüzel Kişilik” kazandırarak Devlet’i yeniden kuran 1961 ve 1982 anayasalarını tedvin edenlerin de kendilerini miyopluk illetinden kurtaramadıklarına tanıklık ediyor…” (agy, 24 Şubat 1991)

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Bay ajan o denli cahildir ki yaptığı saçmalamanın bile ayrımında değil. Onu söylemekle bir düşünce öne sürdüm sanıyor.

Bir kere, bugün Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan halkları, milli kimlikleriyle değil de yaşadıkları coğrafyaya göre adlandırmak ve ona uygun düşecek bir ülke adı vermek istersek, böyle bir adlandırma otomatikman-kendiliğinden Kürtleri sınır dışında bırakır. Yani kapsamaz. Çünkü eski Greklerin “Anatolia” diye adlandırdıkları, bugünkü Yunanların ve Batılılarınsa “Küçük Asya” (Minor Asia) diye adlandırdıkları coğrafya, topraklar Kürdistan’ı ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde bulunan Kürt illerini kapsamaz.

Anatolia’nın yani Anadolu’nun doğu sınırını İskenderun Körfezi’nden Doğu Karadeniz’e, Batum’a uzanan bir hat, bir düz çizgi belirler.

Devşirilmiş Emekli kurmay Albay E. Alatlı, bundan bile habersizdir. Ama kalkıp akıldanelik yapmayı, ülke adı, devlet adı değiştirme gibi çok önemli bir konuda kimseleri beğenmeyerek öneride bulunmayı ihmal etmiyor. Buna sırf cahil cesareti demek olayı açıklamaya yetmez. ABD’nin, AB’nin Yeni Sevr Planı’nın kapsamı içinde davranmak, ona hizmette bulunmak, dolayısıyla da görev yapmak denmelidir.

Eğer illa ki coğrafya adından hareketle bir ülke ve devlet adı belirlenecekse, bunun tarihi gerçeklere uygun adı “Anadolu ve Kürdistan Birleşik Cumhuriyeti” olur. Hatta bunun başına “Rumeli” kelimesi de eklenebilir.

Burada yanlış anlaşılmasın. Biz böyle bir adlandırmayı savunuyor değiliz. Sadece E. Alatlı’nın cehaletini, tutarsızlığını, tarih-coğrafya bilgisinden habersizliğini göstermek için bu belirlemede bulunduk.

İşte Bin Kalıplılar’ın 2000’e Doğrucuları bu ajan eski askerin mektubunu dayanak yaparak Türkiye adının değiştirilmesini savunmak istemişlerdir.

Şu cümlelerle destek atmışlardır ajan E. Alatlı’ya:

“YASAL SAKINCA YOK

Anayasa’nın 4. maddesi, devletin cumhuriyet olan şeklinin değiştirilmesi önerisinin yapılamayacağını öngörüyor. Ancak Türkiye adının değiştirilmesi önerisini yasaklayan herhangi bir hüküm ne Anayasa’da ne de Ceza Yasası’nda var.” (agy)

Bin Kalıplılar’ın 2000’e Doğru ekibi ajan askerin teklifini havada kapar ve kendisini arar. Şöyle anlatırlar bu işlerini:

“Askeri Ataşelik, Genel Kurmay Başkanlığı Genel Sekreterliği, parti yöneticiliği, Danışma Meclisi üyeliği görevlerinde bulunmuş olan Alatlı’nın bu görüşleri 2000’e Doğru’nun ilgisini çekti. Konu kamuoyu önünde tartışılamaz mıydı? Sayın Alatlı dergimizin sorusu üzerine M. Ali Birand’a yazdığı mektubu İstanbul büromuza faksladı.” (agy)

Sonrasında da bu zırva teklifi ya da tezi aşağıda adlarını sayacağımız kişilere tartıştırır. Onların görüşlerini sorar, buna ilişkin. Görüşüne başvurduğu kişiler şunlardır:

İbrahim Aksoy (Halkın Emek Partisi Genel Sekreteri, Malatya Milletvekili)

Abdülkadir Ateş (Gaziantep Milletvekili, SHP Genel Sekreter Yardımcısı)

Şener Battal (RP MYK Üyesi, Basın Sözcüsü)

Adnan Ekmen (HEP Mardin Milletvekili)

R. Nuri İleri (TBKP Yöneticisi)

İ. Önder Kırlı (SHP Balıkesir Milletvekili)

Nazif Kocayusufpaşaoğlu (DYP Eski Genel Başkan Yardımcısı)

Nurettin Yılmaz (ANAP Mardin Milletvekili)

Gökhan Maraş (ANAP Kırşehir Milletvekili)

Hüsnü Okçuoğlu (Sosyalist Birlik Partisi Genel Başkan Yardımcısı, İstanbul Milletvekili)

Hulki Aktunç (Şair-Yazar)

Çetin Altan (Yazar)

Metin Altıok (Şair)

Melih Cevdet Anday (Şair)

Musa Anter (Yazar)

Melih Aşık (Gazeteci)

Mehmet Ali Birand (Gazeteci)

Halit Çelenk (Avukat)

Abdurrahman Dilipak (Yazar)

Doç. Haluk Gerger (Yazar-Araştırmacı)

İsmail Güleç (Karikatürist)

Yıldız Kenter (Tiyatro Sanatçısı)

Yalçın Küçük (Toplumsal Kurtuluş Dergisi Yazarı)

Mihri Belli (“Sosyalist Hareketin Liderlerinden”)

Prof. İlber Ortaylı (SBF Öğretim Üyesi)

Nur Sürer (Sinema Sanatçısı)

Aziz Nesin (Yazar)

Vecihi Timuroğlu (Yazar-Şair)

Salim Uslu (Hak-İş Genel Sekreteri)

İsak Alaton (Sanayici)

Murtaza Çelikel (Sanayici)

Av. Sebahattin Acar (HEP Diyarbakır İl Yönetim Kurulu Üyesi)

Fahri Altunkale (Türk-İş 3. Bölge Temsilcisi)

Ahmet Arıkanoğlu (Öğrenci)

Abdulkadir Aydın (Tüccar)

Vedat Aydın (Çiftçi)

Mustafa Bilgiç (Muhasebeci)

Hakkı Deveci (GAP’ta Diyarbakır Dergisi Genel Yayın Yönetmeni)

Esat Erçetingöz (Muhabir-Yeni Asır)

Celalettin Erkmen (Mühendis)

Naif Karak (Tiyatrocu)

Sait Hacı (Şoför)

Erkan Karagöz (Avukat)

Remzi Tekkol (Yol-İş Diyarbakır 1 Nolu Şube Başkanı)

Zeynep Torun (Ev Kadını)

Fevzi Veznedaroğlu (Avukat)

Mehmet Yıldız (Petrol-İş Diyarbakır Şube Başkanı)

Ertan Yurttaş (Sabah Diyarbakır Temsilcisi)

Bu kişilerden bir bölümü bu zırva teze katılır, bir bölümü karşı çıkar. Biz bunlara girmiyoruz. Çok merak edenler bize başvurabilirler ya da kütüphanelere giderek derginin o sayısına bakabilirler…

Burada yalnızca İlber Ortaylı’nın görüşünü aktarmak istiyoruz. Çünkü o da bunların akıllarının geri planında duran ana düşüncelerini görebiliyor yani bunların sinsiliğini, dolap çevirdiklerini görüyor. Bu nedenle aktaralım Ortaylı’nın bunlara verdiği yanıtı:

“Bana böyle bir tartışma başlatmak çok anlamsız ve gülünç geliyor. Yasaları falan düşündüğümden değil entellektüelizm açısından çok gülünç bir tartışma. Böyle bir tartışmaya girmek istemiyorum. Ne demek Anadolu ve Rumeli Birleşik Cumhuriyeti? Nerede kaldı Rumeli? Rumeli 1912’de bitmiş. Bir Anadolu kalmış. Benim yaşadığım ülkenin ismi önemli değil. Zaten bir ismi var ve yeterince anlamlı: Türkiye’de zaten Türkler yaşıyor.

-Türkler dışında başka halklar da var. Örneğin Kürtler.

- Onlar da kendi istikballerinin çaresine baksınlar. Ben size de böyle bir tartışma başlatmanızı önermem. Ciddi bir dergisiniz siz. Böyle bir tartışmayı başlatmak hakikaten çok anlamsız. Tartışmanın arka planında düşündüğünüz şeyi isim misim işine bulaşmadan tartışmaya açın…” (agy)

Şimdi de yoldaşlar, Bin Kalıplılar’ın bugün de şeflerinden olan Hüseyin Karanlık’ın bir yazısından aktarma yapalım. H. Karanlık İP’in Ankara İl Başkanı idi. Şu anda da hırsızlama Yeni Sahte Vatan Partisi’nin Disiplin kurulu Üyesidir. Görelim:

“Ecevit’te “Sevr” telaşı

“Bülent Ecevit’in demeçleri, ulusal ve uluslararası plandaki gelişmelerle ilgili politik çıkışları basına yansır da, nedense DSP’nin pek bir kıymeti harbiyesi yoktur.

“Oysa 16 Mart Cumartesi günü DSP’nin Bursa’ya yaptığı çıkartma başka bir izlenim veriyordu. Bursa mitinginin kendisi, Ecevit’in mitingde yaptığı konuşmadan daha az anlamlı değil. Katılım, rakama vurulursa 20 bin. Ama asıl dikkat çekici olan, coşku ve katılanların bileşimi. Ecevit’i bu aşamada yoksullar destekliyor. Ameleler, işçiler, esnafın ve orta sınıfın da henüz kodamanlaşmamış alt kesimleri. Bu durum, Ecevit’i alkışlayanların yüz çizgilerinden okunduğu gibi, Gebze’den itibaren katılmalarla oluşan otomobil konvoyunun Bursa’ya girişteki haliyle bile cılız kalmasından belliydi. Öyle, BMV, Mercedes değil, çoğu da eski model. Ecevit deneyi, partilerin güçlenmesinde ya da zayıflamasında televizyonun rolünün abartıldığı kadar olmadığını gösteriyor.

“MEYDANLARDA “KÜRT MESELESİ”

“Kürt meselesi, çarşaf çarşaf gazete sayfaları ve manşetlerin ardından, Ecevit’in Bursa mitingiyle meydanlara çıktı. Ecevit’in konuşmasının ağırlıklı bölümü Kürt sorunuydu. Kitle, Ecevit’in konuyla ilgili konuşmalarını büyük bir dikkatle, ama belirgin bir tepki de vermeksizin dinledi. Ecevit, Özal’ın da sağında kalan bilinen görüşlerini tekrarladı. Kürt sözcüğünü bol bol kullanmaktan kaçınmıyordu ama, etnik bir sorunun var olduğunu ve “halklar” diye bir olayın gündeme sokulmasını da reddediyordu. Çünkü bu kabul edilirse, uluslararası anlaşmalarda geçen “self determinasyon (kendi kaderini tayin hakkı) olayı” dayatılırdı. “Bastırırlar adama” diyor Ecevit. Ecevit, sorunu Doğu ve Güneydoğu Bölgesi’nin ekonomik geriliği, yarı feodal yapısı, kültürel baskılar ve demokrasi sorunu olarak görüyordu. Dil, yazılı ve sözlü kültürel ürünler üzerindeki yasağın kalkmasını istiyordu. Peki televizyon da Kürtçe olacak mıydı? Konuşmasında buna değinmedi ama, dönüşte kendisiyle yaptığımız otobüs sohbetinde onun da ancak “zamanla” olabileceğini söyledi.

“Ecevit’e göre Irak yönetimi ve Kürtler arasındaki mücadeleye Türkiye bulaşmamalı. Irak’ta ne tür bir çözüm olması gerektiği konusunda, Özal’ın yaptığı gibi açıklama ve müdahaleler kesinlikle zararlı. Ama, Şii ayaklanmasındaki İran’ın rolüne de kesin tavır alınmalı.

“Kürtler açısından Irak’ta ayrı bir devlet kurmaya uzanan herhangi bir çözüm şekline evet de, Türkiye’de niçin hayır? Ecevit’in bu tutarsızlığa getirdiği yanıt, Türkiye’de Türkler ve Kürtlerin “kaynaşmış olması” ve kör topal da olsa bir demokratik işleyişin varlığı. Ecevit Irak’ta demokrat, Türkiye’de inkarcı.

“BATI ÇİFT STANDARTLI

“Ecevit, batılı bazı politik çevrelerde “Sevr” sözünün ağza alınmasına dikkat çekti. Bunun ciddiye alınıp alınamayacağı şeklindeki sorumuzu ise, altını çizerek “evet ciddidir” diye yanıtladı. Bölgede ve dünyada doğan boşluğa işaret etti. Aslında bölgedeki sorunların ağırlaşmasının temelinde ABD’nin “yeni dünya düzeni” uğruna yürüttüğü girişimleri görüyor Ecevit. Ve Batıyı “çift standartlı” olmakla eleştiriyor.

“Ecevit, Özal’ı da “ABD’nin tek süper olduğu dünya görünümüne” kendisini fazlaca kaptırmakla eleştiriyor. Kendi değerlendirmesine göre bu tablo kesin ve kalıcı değil. Körfez Savaşı’nda silik kalan Avrupa zamanla varlığını hissettirebilir. Özellikle Almanya, potansiyel olarak kendini göstermek istemese de şimdiden dikkat çekmeye başladı. Sovyetler ve Japonya da aynı yolu tutabilir.” (agy, 24 Mart 1991)

Netçe görüldüğü gibi Hüseyin Karanlık ve Bin Kalıplılar, o günlerde Bülent Ecevit’in duyduğu Sevr endişesine katılmıyorlar. Çünkü onların o zamanki hattı yukarıda gördüğümüz gibidir.

Bugünlere bakarsak, “gericiliğe ve bölücülüğe hayır” sloganı attırılan gençler kimin gençliği?

İP’in, değil mi?

Bin Kalıplılar bu konuda da 180 derece dönmüş mü?

Dönmüş.

Pek çok kez söylediğimiz gibi onların doğası bu. “Dön baba dönelim Hacılara gidelim.”

Şimdi yine Bin Kalıplılar Şeyhi’ne dönelim. Onun 2 Aralık 1990 tarihli Yüzyıl Dergisi’nde yayımlanan “Laikleşmenin Kürt Motoru” yazısına bakalım:

“Bu yılın Şubat ayında Diyarbakır, Siverek, Urfa, Nusaybin, Batman, Van, Malatya, Tunceli, Elazığ ve Bingöl Genç’te konuşmalar yaptım, binlerce insanla yüz yüze geldim, görüştüm, inceledim, araştırdım. Daha sonra Kürtlerin yoğun olarak göç ettikleri İskenderun, Mersin ve Adana’da kapalı salon toplantılarında konuştum. Gözlemlerde bulundum.

“Bu geziden bir ay sonra yeniden Van’a gittim. Orada Sosyalist Parti’nin düzenlediği Newroz kutlamasının büyük kitlesel coşkusunu paylaştım.

“Yaz aylarında Diyarbakır Cezaevi’nde “Olağanüstü Hal Bölgesi’ndeki toplumsal değişmeyi bir başka pencereden ve bu değişmeyi yaşayan insanların içinde izleme olanağı buldum.

“Son olarak da geçtiğimiz Kasım ayında Diyarbakır, Nusaybin, Cizre, Malatya, Erzincan, Tunceli, Doğanşehir köyleri, Urfa ve Suruç’a kadar uzanan bir gezi yaptım. Gene konuşmalar, söyleşiler, gözlemler ve bu kez ayrıca açlık grevleri ziyaretleri.

“Bu yazının başlığında okuduğunuz çok önemli saptama, işte bu doğrudan gözlemlere dayanıyor. Evet bir kez daha olağanüstü önemini vurguluyoruz: Bugün Kavimler Kapısı’nda laikliğin motoru toplumsal harekettir, özellikle Kürt yoksul köylü hareketidir.

“(…)

“Şimdi Kavimler Kapısı’nda devletin istim verdiği bir İslamcılaştırma süreci yaşanıyor ama aşağıdan gelen bir laikleşme hareketi de gündeme girmiştir. Bu kez laikleşmenin itici gücü, işçi hareketiyle birlikte Kürt yoksul köylü kitleleridir. Özellikle Botan bölgesinde resmi zorbalığa karşı mücadele, toplumu temelden laikleştiren tarihsel bir rol oynuyor.

“(…)

“Cizre, çok eski bir kültür merkezi. Ama düne kadar 19. yüzyıldaydı Cizre, belki de 18. yüzyıldaydı. İşte o Cizre, şimdi kadınıyla-erkeğiyle iki yüzyılı birlikte yaşıyor ve 21. yüzyıla koşuyor. Özgürleşmeyi, demokratikleşmeyi, laikleşmeyi, emperyalizmin sanayi tekelleri değil, devlet değil, onlara rağmen toplumsal hareket gerçekleştiriyor.

“(…)

“Cizre’ye Cumhuriyetin götüremediği tiyatroyu da toplumsal hareket getiriyor. Bu tiyatro, eski bir otel olan Sosyalist Parti binasının damında açıyor perdesini. Hayatında tiyatro görmemiş kadınlar, gençler, o perdenin açıldığı sahnede başrolleri paylaşıyorlar.” (agy, 2 Aralık 1990)

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Açıkça görüldüğü gibi yoldaşlar, Bin Kalıplı Şeyh, PKK Hareketi’nin Kürt köylüsüne ve Kürt illerine Cumhuriyet’in getiremediği laikliği getirdiğini savunuyor. Hem de ne süslü cümlelerle, benzetmelerle, kıyaslamalarla…

Daha önce de demiştik ya PKK’nin-HDP’nin bugünkü ibrikçileri kazma diye. Gördüğümüz gibi bugünkülerin yaptığı övgüler Bin Kalıplı’nın yanında sönmüş ateşin külleri gibi donuk ve cansız kalır. Öcalan’ın gözüne, gönlüne girip onu kafakola alabilmek için işte böyle cambazlıklar yapar Bin Kalıplı Şef. Yeter ki sen bana elini vermiş ol. Ben Kürt Meselesi’ni işte böyle senden bile daha heyecanlı ve hızlı savunurum, demek ister. Ama daha önce de söylediğimiz gibi Öcalan’ı ikna edemez bu numaralarıyla. Çünkü o da kurttur. Ve bilir bunu. Senin bu numaralarının karşılığı sadece 4 milletvekilidir, daha fazlası olmaz, der…

Yine Bin Kalıplı Şeyh, 17 Mart 1991 tarihli Yüzyıl Dergisi’nde bugün Tayyipgiller’le PKK arasında yürütülen sözde “Çözüm Süreci”nin tâ o zamanlarda başlatılmasını önerir. “Hükümet PKK ile görüşsün”, diye manşet atar dergisinin kapağına. Yani bugünkü BDP-HDP’nin oynadığı rolün aynısını oynamaya çalışır, o günkü Sosyalist Parti adlı örgütüyle. Dedik ya HDP’nin rolünü oynuyordu, onun yerine geçmek istiyordu o günlerde diye; işte bir kanıtı da budur. Görelim o başlık altında neler dediğini (O tarihlerde Celal Talabani Türkiye’ye gelmiş ve devlet yetkilileriyle görüşmüştür.).

Sosyalist Parti’nin o günkü Genel Başkanı Ferit İlsever’dir, Gün Zileli’nin deyişiyle “emaneten”. Bin Kalıplılar’ın 2000’e Doğru’nun yerine çıkarmış oldukları Yüzyıl Dergisi ekibi Ferit İlsever’le bir röportaj yapar. İşte bu konuşmanın, bu söyleşinin bazı bölümleri:

“UYGULAMA SAYGISIZ

“Talabani ile Türkiye devletinin görüşmesini nasıl karşılıyorsunuz?

“Önce görüşmenin biçimi çok çirkin, saygısız ve onur kırıcı. MİT, havaalanından kaçırırcasına alıp, Ankara’da bir yere götürüyor. Gözünü bağlasaydınız bari… Sonra MİT Başkanı’nın içinde bulunduğu bir heyetle “resmi görüşme” başlıyor. Ayıptır, davet ettiğinize göre, adabıyla görüşün. Kürt ulusu gibi bir ulusun liderlerinden birine böyle uygulama utanç vericidir.”

“Ne Talabani’yle ne de başka bir Kürt lideriyle görüşmenin yadırganacak bir yönü yoktur. Bugüne kadar görüşülmemesi yanlıştır. Bu görüşmeye karşı çıkmak bağnazlıktır, şovenizmdir.” (agy, 17 Mart 1991)

Biraz tekrara dönüşüyor yoldaşlar ama net bir şekilde görüldüğü gibi Bin Kalıplılar’ın partileri ve yayın organları o günlerde aynen bugünün BDP’sinin, HDP’sinin ve Özgür Gündem Gazetesi’nin izlediği yayın politikasını izliyor. Ve hatta daha da abartılı ve uç boyutlarda olarak. Bu konuda en küçük bir ikirciğe yer kalmaması için böyle birbirinin benzeri aktarmalar yapıyoruz, Bin Kalıplıgiller’den.

Bin Kalıplılar bu dönemde PKK’nin gözüne girme konusunda o denli kendini paralar ki, şimdiki ibrikçiler bu konuda yukarıda da söylediğimiz gibi Bin Kalıplılar’ın eline su bile dökemezler. Yine 17 Mart 1991 tarihli Yüzyıl’da yayımlanan şu habere bakın:

“KÜRT SORUNU İÇİN BAĞDAT’A GİTMEYE NE GEREK

“Özalların niyetinin bu olduğu, hem Talabani görüşmesindeki konuşmalardan, hem de iktidarın Güneydoğu’daki uygulamalarından açıkça anlaşılıyor. Irak’taki Kürtleri “kurtarmaya” soyunan iktidar, bizim Kürdümüzün katırına bile tahammül edemiyor. Geçtiğimiz hafta İdil’de, Dargeçit’te halk kurşunlandı. Halepçe’de 5 bin Kürdün kırımına yol açan kimyasal bomba malzemesinin Türkiye’den geçmesine izin veren bu iktidardı. Yine bu katliamdan sonra Irak hükümetinin elini ilk sıkan da Özal’dır. Irak yetkililerinden aldığı izinle Kuzey Irak’a sınır ötesi operasyon düzenleyen ve Kürtleri bombalayan yine bu iktidardır. Özal’ın “Kürt hamiliğinde” içtenlik yoktur.

“Sorun Kürt sorununu çözmekse, bunun için taa Bağdat’a gitmeye ne gerek var? İşte sorunun büyük kısmı burada, ülkemizde bulunuyor. Buradan Irak Kürtlerine “bağımsızlığı”, “federasyonu” bol keseden dağıtanlar, kendi Kürdümüzün dilini bile çok görüyor. Orası için çözümler tartışılırken, Türkiye için neden konuşulmasın? Örneğin federasyon niçin özgürce tartışılmasın? Artık bu sorunun özgürce konuşulacağı ve Kürtlerin iradesinin serbestçe belirlenebileceği ortam yaratılmalıdır. Barışçı bir çözüm için PKK ile görüşülmelidir. Görmek gerekir, Türküyle Kürdüyle tüm halk barışa susamıştır. Gencecik insanlarımız bağnaz kafalar ve kör inat uğruna ölmektedir. Kürt yoksulları da ölüyor, asker de.” (agy)

Bin Kalıplılar’dan o aşamadaki yani Kürt Meselesi’nde takındıkları üçüncü tavra ilişkin aktarmalara artık son veriyoruz.

Çünkü bu dönemde nasıl bir anlayış içinde oldukları, Kürt Meselesi’ne ilişkin neyi savundukları yukarıda yaptığımız uzun aktarmalarda kesin biçimde ortaya çıkmıştır. Görmek isteyen yani gerçeğe saygı duyan her insan bunu görür, kavrar.

Demek ki yoldaşlar, Bin Kalıplı Şeyh’in ve emanetçisi, müridi Ferit İlsever’in Bekaa hacılıkları döneminde yani 1987-1993 aralığında Kürt Meselesi’ne ilişkin görüşleri, propagandaları özetçe tutumları buymuş. Yani kraldan çok kralcılık. PKK’den çok PKK’cilik…

Öyleyse yoldaşlar, Bin Kalıplılar’ın; “Biz Bekaa ziyareti günlerinde de bugünkü görüşlerimize sahiptik. Abdullah Öcalan’a da bunları anlatmak için gittik”, şeklindeki söylemleri, savunuları tamamen düzenbazlıktır, hilebazlıktır, madrabazlıktır, namussuzluktur. İnsanları ahmak yerine koyarak kandırmaya yönelik ahlâksızca bir girişimdir…

Burada şöyle bir soru sorulabilir: İyi de Abdullah Öcalan’la yapılan röportaj işte Kaynak Yayınları tarafından kitaplaştırıldı. Orada böyle şeyler yok.

Evet, yok, yoldaşlar. Çünkü o da Bin Kalıplılar’ın yine insanları kandırmaya yönelik bir oyunu, bir hilesidir.

Abdullah Öcalan’a bugün de gidip “yahu bu Kürt Meselesi’ni biz kendi aramızda çözelim. Amerika’yı, Avrupa’yı işe karıştırmayalım. Bu mesele bizim meselemiz, biz çözelim”, deseniz Öcalan “Tabiî ki olur, öyle çözelim”, der. “Ben de öyle düşünüyorum”, der size. Siz de bu minval üzere konuşursunuz, uzun söyleşiler yaparsınız. Onu da getirir, kitap olarak basarsınız.

Fakat Öcalan’ın gerçek düşüncesi geçenlerde İmralı’da ziyaretçilerine söylediğidir:

“ÖCALAN: Basına yanlış şeyler yansıdı. (21 Mart 2013 tarihli Nevruz mesajı ile ilgili-Aydınlık) “Öcalan bağımsızlıktan, federasyondan, özerklikten bilmem neden vazgeçti” dediler. Ben hiçbir şeyden vazgeçmedim. Benim temel görüşüm şudur: Silahlı çatışmaya son verme, sıkı sıkıya yasal demokratik mücadeleye sarılma ile olur. Bu, “yasa çıktı, çıkmadı” tartışması da mesele değil. Bunların hepsi demokratik siyaset aşamasının birer parçasıdır sadece. Anayasal çoğunluk (330) ile Meclis bir çağrı yapabilir sanırım. (Biraz kızarak) Beni şaşırtmayın. “Tarihi çatışma sürecini sona erdirdik” dediysem “barış oldu” demiyorum. Legal siyasete evrensel bağlılıktan ve mücadeleden söz ediyorum. Hiçbir şeyden vazgeçmedim. Ben sadece, “demokratik Türkiye olmadan bunların hiçbiri olmaz, zamanı da değil, arabayı atın önüne koymayın” diyorum. Önce demokratik Türkiye olmalı. (3 Nisan 2013 tarihli görüşme tutanağından)” (Sözcü, 28 Ağustos 2014)

İşte Öcalan’ın, PKK’nin kuruluşundan itibaren sahip olduğu görüşler, PKK’nin ideolojisinin özü budur. Ortalama 40 yıldan bu yana da PKK bu anlayış doğrultusunda bir ideolojik, siyasi ve askeri mücadele yürütmüştür.

Dolayısıyla da bu süreçte halkların kardeşliği filan savunulmamıştır PKK tarafından. Tam tersine halklar arasında düşmanlığı temel alan bir siyaset izlemiştir. Bu süreç boyunca halklar giderek birbirinden ayrıştırılmıştır iyice.

PKK’nin Türklere, Türk tarihine yönelik tavrı tamamıyla Batılı Emperyalistlerin, Lloyd George’un, Lord Curzon’un, Woodrow Wilson’un (ABD Başkanı) görüşleriyle bütünüyle örtüşür. Bu anlayış özetçe şöyle der: Türk tarihi işgalden, talandan, kan dökücülükten ibarettir. Yani Türkler gereksiz bir millettir, insanlığa zarardan başka hiçbir hizmetleri olmamıştır.

Böylesine bir ırkçı anlayış ne yazık ki Ermenistan’la Yunanistan’ın ulusal kimliklerinin en önemli parçasını oluşturmuştur. Bu anlayışın üzerine inşa etmişlerdir milli kimliklerini.

Ve yine acıdır ki PKK de siyasi kimliğini böyle bir anlayışın üzerine inşa etmiştir.

Gerçek anlamda devrimci bir ulusal kurtuluş hareketi olmadığı için hiçbir döneminde Marksist-Leninist bir hareket olmadığı için; küçükburjuva sınıf yapısından burjuva sınıf yapısına dönüşen bir hareket olduğu için işte böylesine halklar arasında kardeşliği değil de düşmanlığı esas alan bir ideolojik ve siyasi hattı izlemiştir. Hep söylediğimiz gibi 1991 sonrasında da ABD ile ittifaka girmiş, onunla eklemlenmiştir…

Demek ki yoldaşlar, Abdullah Öcalan, Bin Kalıplılar’la görüşmesinde tıpkı karşı tarafın oynadığı gibi bir oyun oynamıştır. Bir hile, bir düzen yapmıştır. Yine söylediğimiz gibi bugün de görüşülse, Öcalan aynı oyunu oynar.

Öyleyse her iki taraf da kitleleri kandırmaya yönelik karşılıklı, anlaşmalı bir oyun, bir tiyatro oynamışlardır metni kitap olarak yayımlanan röportajlarında.

Yoksa Öcalan’ın içtenlikli görüşleri işte yukarıda aktardığımızdır. Yani Bağımsız, birleşik bir Kürt Devleti’nin kurulmasıdır. Bu da Amerika’yla ittifak halinde yapılacağına göre, yeni bir Amerikancı devletin Ortadoğu’da Amerika’nın yeni bir petrol bekçisinin, özetçe yeni bir İsrail’in-Müslüman İsrail yaratılmasıdır.

Bin Kalıplılar’ın da o dönemde taşıdıkları Kürt meselesine ilişkin görüşleri işte yukarıda yapılan uzun aktarmalarda ortaya konan, savunulan gibidir.

Bu gerçek matematiksel bir kesinlikte nettir.

Şayet Bin Kalıplılar bugünkü görüşlerine sahip olsalardı, giderler miydi hiç Bekaa’ya? Sonra da Abdullah Öcalan hiç kabul eder miydi bunların yanına gelmesini?

Çünkü bugün aşağıda göreceğimiz gibi bu her iki taraf da birbirlerini yok edilmesi, kökünün kazınması gereken güçler olarak görmektedirler…

(Yeni başlayanlar için not: Bazı genç arkadaşların aklına şöyle bir kuşku düşebilir; iyi de acaba “2000’e Doğru” ve “Yüzyıl” Dergileri Doğu Perinçek ve PDA Avanesi’nin mi?

Evet, onların. İşte kanıtı:

2000’e Doğru ve Yüzyıl Dergileri’nin ortak künyeleri

Sistem Yayıncılık Tic. San. A.Ş Adına Sahibi: Mehmet Sabuncu

Genel Yayın Yönetmeni: Doğu Perinçek

Genel Yayın Yönetmen Yardımcıları: Hasan Yalçın, Mehmet Bedri Gültekin

Yazı İşleri Yönetmeni: Serhan Bolluk

Redaksiyon Feyza Perinçek

Müdür: M. Adnan Akfırat

İşçi-Sendika: Ruhsar Şenoğlu

Toplum ve Kültür Sanat: Şule Perinçek

Ekonomi: Ertan Günçiner  

Arşiv Araştırma: Rozerin Doğan

Ankara Temsilcisi: Hasan Yalçın

İzmir Temsilcisi: Ali Karşılayan

Adana Temsilcisi: Hüseyin Bülbül

Diyarbakır Temsilcisi: M. Bedri Gültekin

Yurtdışı Temsilcisi: Ali Mercan

Bürolar:

İstanbul: Gülden Aydın, Halil Beytaş, K. Deniz Öğüt, Funda Öz, Ayla Önder, Fethi Özalp, Tunç Rasgeldi, Oğuz Sakallı, Dilek Uğuz, Orhan Üst.

Ankara: Soner Yalçın (Şef), Nail Bulut, Hikmet Çiçek, Ertan Günçiner, Hatice İkinci, Selami İnce, Fenni Özalp, Ayhan Yalçınkaya.

Diyarbakır: Necati Bozkurt, Haluk Mıhalioğlu, Mehmet Şenol

YÜZYIL2000

DÖRDÜNCÜ DÖNEM

Şimdi de gelelim yoldaşlar, Bin Kalıplılar’ın dördüncü aşamada savundukları görüşe, yani dördüncü tavırlarına. Bir başka söyleyişle Bin Kalıplılar’ın 2000 yılından başlayıp bugün de savunuyor oldukları görüşe.

Bu konuya ilişkin yapacağımız aktarmalar iki adettir ve ikisi de kısadır. Çünkü çok açık, net, kesin ifadelerle soruna ilişkin tutumlarını ortaya koymaktadırlar. Şimdi sırayla bunları görelim:

1- Aşağıdaki aktarma Yeni Sahte Vatan Partisi’nin “Milli Hükümet Programı” “Vatan Partisi Programı” başlıklarıyla verilen programlarının 6. Maddesidir:

“6. Kürt Meselesine Emperyalist Müdahaleye Son

“Türkiyemizde Kürt meselesi, demokratik hak ve özgürlükler açısından esas olarak çözülmüştür. Ülkemizde iç barışı, bütünlüğü ve kardeşliği sağlamak için esas görev, emperyalist müdahaleye karşı birleşmek ve direnmektir.

“Bu amaçla izlenecek siyasetler ve yerine getirilecek görevler şunlardır:

“- Kürt kökenli yurttaşlarımızın millî bütünlüğe kazanılması ve Cumhuriyet’in devrimci kültürünün hâkim kılınması,

”- Bölgede kamu yatırımlarıyla herkese iş ve aş sağlanması, çok boyutlu bir kalkınmanın gerçekleştirilmesi,

“- Toprak reformuyla ağalık, şeyhlik ve aşiret reisliğinin tasfiyesi, hazine topraklarının ve mayından temizlenmiş arazilerin yoksul köylüye dağıtılması,

“- Bölücü teröre karşı kararlı ve kapsamlı mücadele,

“- Irak’taki işgalci güçlerin çekilmesi ve Irak’ın toprak bütünlüğünün sağlanması,

“- Suriye, İran, Irak, Azerbaycan ve KKTC ile bölgesel ittifak.” (http://vatanpartisi.org.tr/genel-merkez/temel-belgeler/milli-hukumet-programi-4126)

Ne diyor konuya ilişkin program maddesi?

Açık, net, değil mi?

“Türkiyemizde Kürt meselesi, demokratik hak ve özgürlükler açısından esas olarak çözülmüştür.”

Yani Kürt Meselesi diye çözülmesi gereken bir mesele yok ortada. Çözülmüş, bitmiş.

Kim çözmüş, ne zaman çözülmüş?

Belli değil, herhalde Bin Kalıplılar’ın dışında kimsenin haberi yok bu işten.

Bu konuda yapılması gereken neymiş?

“Kürt kökenli yurttaşlarımızın millî bütünlüğe kazanılması ve Cumhuriyet’in devrimci kültürünün hâkim kılınması”.

Bir de neymiş yapılması gereken?

Toprak reformu.

Başka?

“Bölücü teröre karşı kararlı ve kapsamlı mücadele”

Yahu 1925’ten bu yana bu soruna ilişkin söylenen tüm çözüm çareleri ve hazırlanan raporların içeriği bunlar değil mi?

Demek ki 90 yıldır söylenenlerin tekrarı.

Bu söylenenler derde deva olsaydı bunca yaşananlar olur muydu hiç? Bunca kan akar mıydı, Türkiye’nin en önemli siyasi sorunu olur muydu bu mesele?

Gelelim bu konuya ilişkin yapacağımız ikinci aktarmaya. Bunu Bin Kalıplı PDA Şeyhi’nden yapacağız. 28 Mayıs 2007 tarihinde Fox TV’de Nazlı Ilıcak, Reha Muhtar ve Mehmet Ali Ilıcak’la birlikte yapılan “Çapraz Ateş” adlı programda Doğu Perinçek bu konuya ilişkin aynen şunları der:

“Biz şunu yapacağız, biz Atatürk’le bir Cumhuriyet kurmuşuz. Bir devrimle bir kendimize vatan yapmışız. Bir millet oluyoruz o devrimle. Eee, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir, diye tarif etmişiz. Bu etnik bir tarif değil ve güvenlik nedir? Atatürk devriminin güvenliğini sağlayacağız. Yani güvenlik her zaman bir stratejinin, bir hedefin güvenliğidir. Yani bir yolun güvenlik altına alınmasıdır. Türkiye Atatürk’le bir çağdaş toplum kurma, halkçı toplum kurma, aydınlanmış bir toplum kurma kararı almış ve onun güvenliğini sağlamak zorunda.” (https://www.youtube.com/watch?v=uzPpuqDs3R4)

Birinci aktarmada Kürt Sorunu esas olarak çözülmüştür, deniyordu.

Bu ikincisinde ise sorunu yaratacak bir milletin de olmadığı iddia ediliyor. Yani Türkiye’de bir Kürt Milletinin olmadığı iddia ediliyor. Bir millet yoksa ona ilişkin bir sorun da olmaz tabiî. Yani yukarıdaki birinci aktarmada öne sürülenle bu ikincisinde öne sürülen birbiriyle çelişiyor, birbirini ortadan kaldırıyor. Başka türlü ifadelendirirsek bunlardan biri doğruysa öbürü otomatikman yanlış oluyor.

Ne deniyor?

“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.”

İfade çok net. Kürt milleti diye bir millet yok. Tek millet var Türkiye Cumhuriyeti’nde o da Türk milletidir. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken bunun içinde yer alan yani buna kurucu unsur olarak katılan herkes Türk milletini oluşturur.

Neymiş yapılması gereken bu ikincide söylenene göre de?

Bu cumhuriyetin güvenliğini sağlamak. Başkaca da hiçbir şey değil.

Gördüğümüz gibi yoldaşlar, ortada ne Kürt Sorunu kaldı, ne de sorunu oluşturacak bir millet, bir halk.

Peki ne oldu bunlar?

Buhar olup uçup gitti. Yok oldu. Zaten de böyle bir şey yokmuş.

İşte Bin Kalıplılar’ın geldiği son nokta budur. Kürt Meselesi’ne ilişkin en son ortaya koydukları tavır, tutum budur.

İşte Bin Kalıplılar da budur, yoldaşlar. Onlar kalıptan kalıba girerler, çıkarlar.   Topaç gibi, fırıldak gibi, pervane gibi, vantilatör gibi, rüzgârgülü gibi durmadan dönüp dururlar. Ve asla şunu demezler:

Ya biz eskiden bu savunduğumuzun tersini savunmuştuk, o zaman yanlış etmişiz.

Bin Kalıplılar ve onların tekke şeyhi her zaman haklı olmuştur, her zaman hep en doğruyu savunmuştur. Onların anlayışı, inanışı, savunusu da budur, yoldaşlar.

Bu da neyi gösterir?

Onların siyasi ahlâktan, siyasi namustan, insani ahlâktan, dürüstlükten, mertlikten ve bunun gibi değerlerden tümüyle yoksun olduklarını.

Bunların Yeni Sahte Vatan Parti’lerinin bir internet sitesi var. Orada “Vatan Partisi’ne Soruyorum”, başlıklı bir bölüm var.

Sormuş biri, artık kimse, neyse önemli değil kimin sorduğu. Kendileri mi sordu yoksa bir başkası mı?

Soru şu: “1974 yılında Kıbrıs çıkarması ile ilgili o gün düşünülenler ile bugünkü düşünülenlerin farkının nedeni ne?”

Verilen cevap aynen şudur yoldaşlar:

“Düşüncelerimizde bir farklılık olmadı.” (http://vatanpartisi.org.tr/genelmerkez/soruyorum/36910) (Cevaplayan: Yeni Sahte Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Bedri Gültekin.)

Artık bu noktada biz hiçbir söze kadir olamayız yoldaşlar. Çünkü ne söylesen boş. Hani denir ya; sözün bittiği yer, diye. İşte öyle…

Ne dersiniz böyle diyen bir adama?

Hiçbir şey. Eh biz de öyle yapalım. “Afferin oğlum Mehmet, sen bu yolda devam et.”

Bunlar böyle yoldaşlar. Çürüyen, tüm insani değerleri, erdemleri bir gömlek gibi fırlatıp ayaklar altına atan, çiğneyen, sadece Tekke Şeyhi değil. PDA Avanesi dediğimiz onun 1960’lardan bu yana çevresinde olan müritleri de çürütür bu Tekke insanlarını. Birer leş, birer zombi haline getirir. Onlarla konuşmanın, tartışmanın hiçbir anlamı ve gereği yoktur artık. Çünkü sonu yok bunun. Bir yere varamazsınız.

Hani der ya 17’nci Yüzyılın büyük halk ozanı Karacaoğlan’ımız:

“Yüz yalancıyla başa çıkılmaz, içinden sıdk ile yanan olmalı”, diye.

Bunların içi boş. Ne yürek var ne ruh içlerinde. Kokuşmuş, çürümüş bir yığın, kütledir bunların içini dolduran.

Sözü galiba yine fazla uzattık, değil mi yoldaşlar? Bağlayalım öyleyse.

İşte Bin Kalıplılar’ın Kürt Meselesi’nde içine girip girip çıktıkları kalıplar da bunlardır…




Bu ileti en son tarihselmaddeci tarafından 13.04.2015- 14:22 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
tarihselmaddeci
[ tarihselmaddeci ]

Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.05.2014
İleti Sayısı: 581
Konum: Gizli
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder

Web Adresi | Özel ileti Gönder

1 kere teşekkür edildi.
1 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: tarihselmaddeci
Cevap Tarihi: 13.04.2015- 14:23


Yine karakter sınırından dolayı yazının devamı....

HKP’nin Kürt Sorunu’na Bakışı

Konu açılmışken, yeri gelmişken Kürt Meselesi’nde biz Gerçek Devrimcilerin, Türkiye’nin tek Marksist-Leninist Hareketinin geçmişten bugüne (1933’ten bugüne) hep savunageldiğimiz tez, görüş nedir?

Onu da görelim yoldaşlar. Onu da açıkça ortaya koyalım:

Önce Parti Programı’mızda bu konuya ilişkin ne yazdığına bakalım:

“KÜRT MESELESİ

“Devlet, bugüne dek bu meseleyi yok saydı. Fakat problemler biz onları yok saymakla, görmezlikten gelmekle yok ya da görülmez olmazlar. Onlar çözülünceye kadar var olmaya devam ederler.

“Bu mesele şöyle ya da böyle çözülecektir. Bu bizim meselemizdir. Türklerin ve Kürtlerin meselesidir. Elbirliğiyle biz çözersek, istediğimiz doğrultuda çözeriz.

“Fakat başkaları, yani Batılılar çözerse kuşkusuz kendi aşağılık emperyalist çıkarları doğrultusunda çözeceklerdir. Türkiye’yi en az üç parçaya bölmek isteyeceklerdir… Bütün Batılı Emperyalist ziyaretçilerin, başta Diyarbakır olmak üzere Bölge illerini tabanı yanmış itler gibi dolaşmalarının ve sözde Kürt dostu görünmelerinin sebebi budur.

“Emperyalistler artık bu meseleyi, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı öncesinde olduğu gibi yeniden ellerine almışlardır. Bunu göremeyen kördür, her türden siyasi bilinçten yoksun bir zavallıdır. Meydan onlara bırakılırsa, işin sonunun nereye varacağı da aslında görünmektedir. En azından biz gerçek devrimciler bunu görebilmekteyiz.

“Ne yapmalıyız?

“Sorunun çözümü çok açık ve kesin biçimde 1933’te (bundan 72 yıl önce) ortaya konmuştur, Hikmet Kıvılcımlı tarafından. Bu çözüm, Türklerin ve Kürtlerin eşitçe, özgürce ve kardeşçe yer aldığı Demokratik Halk İktidarıdır.

“Türkler ve Kürtler için biricik onurlu ve gerçekçi çözüm budur. Bunun dışındaki bütün yollar parçalanmaya götürür. Batılı Emperyalist çakalların değirmenine su taşır. Daha doğrusu meseleyi onların ellerine teslim eder… Bunu görmek gerek.

“Türkiye’nin bu meseleyi çözümsüz bırakmakta hiçbir kazancı yoktur. Bugüne dek olmamıştır. Bundan sonra da olamaz. Oysa kaybedeceği pek çok şey vardır.

“Bu meseleyi Kıvılcımlı’nın öngördüğü şekilde kardeşçe çözmemizde ise kazanacağımız pek çok şey vardır. Türkiye o zaman bugünkünden en az bin kez daha güçlenecek ve hiçbir emperyalist saldırganın ele geçiremeyeceği, sarsamayacağı çelikten sağlam ve yüksek dağlardan sarp bir kale olacaktır.

“Kurtuluş Partisi, bu kalenin kurulması için gereken mücadeleyi yapacaktır.

“Biz 1933’ten beri bunu savunduk, savunmaya da devam edeceğiz. Çünkü Türklerin de Kürtlerin de gerçek çıkarı buradadır. Önderimiz Hikmet Kıvılcımlı’nın dediği gibi, “Vatan aşkını söylemekten korkar hale gelmektense, ölmek daha iyidir.”

Programımızdaki bu satırları 10 yıl önce, 2005’te yazmışız.

Tabiî hayat her şey gibi akıyor, değişiyor, gelişiyor. Önderimiz Kıvılcımlı 1933’te bu çözümlemeyi yaptığı zaman çok güçlü bir Sovyetler Birliği vardı. Fakat ne yazık ki Sovyetler Birliği, Leninci prensipleri terk ettiği ve Lenin’in dahice uyarılarını dikkate almadığı için adım adım durağanlaştı, donuklaştı, çürüdü, 1991’de de çöktü. Eski Sovyet sınırları içinde yer alan 5 Türk Cumhuriyeti bugün bağımsız birer cumhuriyettir. Çin sınırları içinde de yer alan Doğu Türkistan ya da Uygurlar denen Türkistan’ın bir parçası bulunmaktadır.

Çin Halk Cumhuriyeti de kerte kerte Kapitalizme geçiş yapmaktadır. Yani onun da halkçı, devrimci, sosyalist yönü tükenmek, bitmek üzeredir. Ondan da halklara bir hayır gelmeyeceği apaçık ortaya çıkmıştır.

İşte bu yeni şartları-durumu da göz önüne alarak, hesaba katarak yaptığımız bir değerlendirme, bize, Usta’mızın 1933’te ortaya koyduğu çözümü ve formülasyonu yeniden belirlememiz gerektiğini göstermiştir. Devrimcilik, her an oluşan, değişen yeni durumu göz önüne alıp değerlendirmede bulunmamızı emreder. Devrimci diyalektik mantık ve metodumuz bize bu konuda yol gösterici olur, ışık tutar.

İşte biz de bunu yaptık. Ve bugün diyoruz ki:

Edirne’den Doğu Türkistan da dahil olmak üzere Çin sınırına dek uzanan geniş coğrafyada sosyalist bir ekonomik temel üzerinde bir “Türk-Kürt Halk Cumhuriyeti” kurmalıyız. Adımıza “Türkistan-Kürdistan Halk Cumhuriyeti” de diyebiliriz.

Belki şöyle bir soru akla gelebilir: Neden böyle bir federatif yapı gerekmektedir?

Şundan:

1071’de Alparslan komutasındaki Malazgirt Savaşı’nda, ki bize bugünkü ortak vatanımızın kapılarını açmıştır bu zafer, 60 bin kişilik ordumuzun 10 binini Kürt savaşçılar meydana getirmiştir. Yani bu vatanı birlikte vatan yapmışız. Ve bugüne kadar hep birlikte savunmuşuz, kardeşçe, yan yana, omuz omuza, Osmanlı döneminde İranlılara karşı, Çanakkale’de ve Birinci Kuvayimilliye’de Batılı Emperyalist Haydutlara karşı. Ortak zaferler kazanmışız.

1. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında Batılı Emperyalistler Osmanlı idaresindeki diğer bütün ulusları tek tek koparıp almışlar, hatta Osmanlı’ya karşı savaştırmışlar fakat Kürt Halkını koparamamışlardır Türklerden. Emperyalistlerin oyununa gelmemiştir Kürt Halkı. İngiliz ajanı Yüzbaşı Noel’in ve benzerlerinin bu konudaki çabaları hep fiyaskoyla sonuçlanmıştır.

Bin yıldır nasıl birlikte yaşamışsak kardeşçe, bundan sonra da yaşayabiliriz. Tabiî bu birlik artık gönüllü birlik olmalı, açık irade beyanıyla ortaya konan. Yani bu birlik gerçek anlamda eşitliğe, kardeşliğe ve özgürlüğe dayanmalı. Eğer bunu gerçekleştirirsek, şundan eminiz ki Kürt Halkı iradesini bizimle bin yıldır olduğu gibi yine birlikte yaşamaktan yana belirtecektir. İşte bunun formülüdür Türk-Kürt ya da Türkistan-Kürdistan Halk Cumhuriyeti.

Bunu sağladığımız anda ABD ve AB Emperyalist çakallarının ülkemizdeki, Ortadoğu’daki ve Asya’daki zulüm ve sömürüleri büyük ölçüde engellenecektir. Onların karşısına aşamayacakları güçlü bir kale çıkacaktır. NATO’cu CIA ajanlarının ifadesiyle “Sovyetler Birliği’nden daha güçlü bir düşman”la karşı karşıya kalacaktır o emperyalist çakallar. Hiçbir şekilde yenemeyecekleri bir güçle karşılaşmış olacaklardır.

Ve böyle bir oluşum bugün kan ve acılar içinde kıvranan, hayâsızca sömürülerin, talanın yaşandığı kıta olan Siyah Afrika’nın bu emperyalist kan dökücülerden kurtulmasına da çok önemli oranda katkı sunacaktır.

Ve bu oluşum ve ortaya çıkan bu çelikten sert devrimci güç, tâ Latin Amerika’nın bu haydutlardan kesince kurtuluşuna çok önemli bir destekte bulunmuş olacaktır.

Böylelikle de bu emperyalist haydutlar kendi ülke sınırları içine hapsedilecek, orada da kendi İşçi Sınıfları ve halkları tarafından yenilip yıkılacaklar, sonları getirilecektir.

Fransız Tarihçi Jean Paul Roux, “Türklerin Tarihi” adlı kitabının girişinde, kendisine neden böyle bir konu seçtiğini soran kişilere şu yanıtı vermektedir:

“Onları nasıl konu edinmem? 2000 yıllık tarihin her yerinde onlar var.”

Eğer böyle bir oluşumu gerçekleştirebilirsek, Tarihin bundan sonraki gelişiminde de Türkler ve Kürtler çok önemli roller oynamaya devam ederler. Ve bu roller, insanlığın emperyalist haydutlar sürüsünden kurtulmasında büyük yardımlar sunar.

Unutmayalım; milletlerin birliğini sağlamak devrimci bir görevdir. Bildiğimiz gibi, Türkiye Türklerinin diğer Asya Türkleriyle birliğini sağlamak Mustafa Kemal’in de Türk Milletine kuşaktan kuşağa aktarılması için bıraktığı bir idealdir. 1933 29 Ekimi’nde, Cumhuriyet’in 10. yıl kutlamaları çerçevesinde akşam Ziraat Bankası’nın Ulus’taki Genel Merkez binasında yapılan törende Mustafa Kemal, böyle bir mefkûreyi, ideali açıkça ve kesince ortaya koyar. Bu konuya ilişkin önceki yazılarımıza bakılabilir, daha ayrıntılı bilgi edinebilmek için.

Yine bu ideal, Doğu Halklarının büyük devrimcileri Mollanur Vahidov’un, Sultan Galiyev’in, Neriman Nerimanov‘un ve Turar Rıskılov’un da uğruna hayatlarını verdikleri davadır. Mollanur Vahidov, Müslüman Kızıl Ordu’nun başında, onun komutanı olarak, Lenin’in de baba tarafından ata yurdu olan Kazan’ı, Çarcı Ak Orduların, karşıdevrim ordularının,   Kolçak’ın komutasındaki saldırısına karşı savunurken göğüs göğse çarpışarak şehit düşmüştür. Bilindiği gibi, 1917 Büyük Ekim Devrimi sonrasında 4 yıl süren bir savaş vermek zorunda kalmıştır Bolşevikler, Çarcı ordulara ve Batılı saldırgan emperyalistlere karşı.

Turar Rıskılov, yine hatırlanacağı gibi, 1-7 Ekim 1920 tarihleri arasında Bakü’de toplanan 1. Doğu Halkları Kurultayı’nda Türkistan delegesi olarak bulunmuş ve Leninci ideolojinin ışığı altında mükemmel bir dünya tahlili içeren bir bildiri, tebliğ sunmuştur. Kurultayı konu alan kitaplardan bu tebliğin içeriği okunabilir.

Ne yazık ki Stalin şovenizm zaafından dolayı Doğu Halkları Kurultayı’nın devamına izin vermemiştir.

Yine hatırlanacağı gibi Turar Rıskılov da, Sultan Galiyev de Lenin sonrasında Stalin’in zulmüne uğramış ve zindanlarda hayatlarını kaybederek Stalin’in kurbanları arasına katılmışlardır…

Bu büyük devrimciler, Mustafa Suphi, Ethem Nejat ve Onbeşler’in de öğretmenleridir, yine hatırlanacağı gibi…

Biz sadece parçalanmış Türk ve Kürt Halklarının birliğini değil, emperyalistler tarafından 22 parçaya bölünmüş Arap Halklarının, ulusunun da birliğini, Siyah Afrika’nın da birliğini ve Latin Amerika’nın Latin Halkının da tek bir ulus ve tek bir devlet çatısı altında birliğini savunuyoruz.

Böyle birlikler ortaya çıktığı anda bugünkü emperyalist soyguncuların, işgalcilerin, katliamcıların dünya halklarına kötülük etmesi, zarar vermesi son derece zorlaşır…

Ve işte yoldaşlar, bizim Kürt Sorunu’nu da kapsayan devrimci çözümümüz, gelecek öngörümüz, uğrunda mücadele verdiğimiz amaç budur…

Bizim bu savunduğumuz çözüm Kürt Sorunu’nun devrimci çözümüdür. Marksist-Leninist prensipler doğrultusunda çözümüdür. O yüzden böyle bir çözümün gerçekleşmesi emperyalist haydutları dünya çapında dara sokar, korkuya düşürür.

PKK’nin 1991’den bu yana savunageldiği çözüm ise bizimkinin tam tersine Amerikancı çözümdür, gerici çözümdür, burjuvaca çözümdür. PKK, yukarıda da belirttiğimiz gibi, ABD’nin Ortadoğu’daki bir askeri birliğidir, bir müfrezesidir. Giderek de İsrail benzeri ABD uydusu bir Müslüman İsrail olma yolundadır. Bu gerici çözüm eğer başarılı olursa, Fidel’in on yıllar önce Gürbüz Çapan Esenyurt Belediye Başkanı sıfatıyla Küba’ya gidip Fidel’le görüştüğünde Kürt Sorunu söz konusu edilince söylediği şu kötümser kehanetle noktalanacaktır.

Fidel aynen şunları diyor Gürbüz Çapan’a hitaben: “Türkiye’deki olayları yakından izliyorum. Umarım ve dilerim ki, sizin oradaki Kürt Hareketi Yankee’nin petrol bekçisi olmaz.”

Dikkat edersek yoldaşlar, bizim savunduğumuz devrimci çözümle PKK’nin savunageldiği Amerikancı çözüm; birbiriyle akla kara gibi, geceyle gündüz gibi, yerle gök gibi karşıdır, birbirinin zıddıdır.

Devrimciler, asla umutsuzluğa düşmezler. Her durum ve şartta, yürüklerindeki inanç ve cesaretle, kafalarındaki bilinçle, kararlıca, fedakârca mücadeleye devam ederler. Tâ ki, insanlığı bugün kana, ateşe, acıya, gözyaşına, açlığa ve tüm musibetlere sürükleyen insanlığın başbelası bu emperyalist haydutlar sürüsü yeryüzünden silininceye kadar…   01.04.2015

HKP Genel Başkanı

Nurullah Ankut




Bu ileti en son tarihselmaddeci tarafından 13.04.2015- 14:24 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
tarihselmaddeci
[ tarihselmaddeci ]

Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.05.2014
İleti Sayısı: 581
Konum: Gizli
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder

Web Adresi | Özel ileti Gönder

1 kere teşekkür edildi.
1 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: tarihselmaddeci
Cevap Tarihi: 13.04.2015- 14:42


Bin Kalıplı Doğu Perinçek ve PDA Avanesinin İhanete Karmış Hazin Siyasi Serüvenine Dair… (21)
Söyle bakalım Bin Kalıplı parti hırsızı kalpazan; Uğur Mumcu “CIA, MOSSAD ajanı” mı yoksa “namuslu yurtsever, Atatürkçü, aydın” mı?


Kendin de çok iyi bilirsin ya, su içer, nefes alır gibi yani o rahatlıkta yalan söylersin. Ve de iftira atıp karalarsın insanları. Hep diyoruz ya insani his yoksunu olduğun için bu ahlâksızlıklar hiç rahatsız etmez seni. Tabiî bir kalıptan çıkıp bir kalıba girmek de. Uzun siyasi ömrün hep böyle işler yapmakla geçti senin. Aslında insani açıdan baktığımız zaman acıklı bir durum ve boşa gitmiş bir ömür…

Neyse geçelim.

Gelelim konumuza:

Soner Yalçın, 1993’ten 2005’e kadar birlikte olmuştur Doğu Perinçek ve PDA Avanesiyle. O avanenin yayın organlarında muhabirlik yapmıştır, yazarlık yapmıştır. Bu sebeple o da iyi tanır bu çevreyi.

Hep Gün Zileli’den aktarmalar yapacak değiliz ya… Bu kez de sözü araştırmacı gazeteci Soner Yalçın’ın imtiyaz sahibi olduğu Oda TV imzasıyla yayımlanan yazının yazarına verelim: Görelim şimdi konumuza ilişkin 20.11.2007 tarihli Oda TV’de yayımlanan sözü geçen yazıda neler dendiğine:

“DOĞU PERİNÇEK, UĞUR MUMCU’NUN KEMİKLERİNİ SIZLATTI!!

“Doğu Perinçek gençliğinde sağcıydı.

“Babası Sadık Perinçek Süleyman Demirel’in sağ koluydu.

“Yani,   Perinçek “dün dündür bugün ise bugün”   çizgisine sahip politik bir gelenekten gelmektedir.

“Aydınlık’ın PKK ile ilişkisine de bu oportünizm hakim olmuştur.

“1) Aydınlık hareketi, 1970’li yıllarda PKK ile mücadele etti. Bu uğurda Aydınlıkçılar canlarını verdiler.

“2) 12 Eylül 1980’den sonra Aydınlık hareketi özeleştiri yaptı. PKK’ya yakınlaştı.

“Bu yakınlık öylesine sıcak diyaloglara döküldü ki, Aydınlıkçılar yayın organları 2000’e Doğru’da, “gerillalar komutan kaçırdı” gibi propaganda kokan yalan haberler bile yaptılar.

“Ödüllerini de aldılar: Öcalan başta Doğu Perinçek olmak üzere üç Aydınlıkçı’nın SHP listesinden TBMM’ye girmesini teklif etti.

“Ancak Perinçek daha çok milletvekili istedi. Anlaşamadılar.

“3) 1990 yılların ikinci yarısından sonra Aydınlık ile PKK arasında soğuk rüzgârlar esmeye başladı.

“4) Son yıllarda Aydınlık, PKK’ya tıpkı 1970’li yıllarda olduğu gibi savaş açtı.

“Şimdi gelelim meselenin Uğur Mumcu’yla ilişkisine: Uğur Mumcu öldürülmeden önce “Öcalan-MİT” ilişkisini araştırıyordu. O dönemde Perinçek, Öcalan’a Bekaa’da kırmızı karanfil veriyordu.

“Mumcu, Öcalan MİT ilişkisi konusunda Cumhuriyet’te bazı makaleler yazdı.

“Mumcu’nun, Öcalan’la ilgili yazdıklarına en büyük tepki kimden geldi dersiniz; Doğu Perinçek’ten!

“Yayın organı 2000’e Doğru dergisinde Mumcu’yu, CIA-MOSSAD ajanlığı ile itham etti.   Perinçek’i bu kadar öfkelendiren neydi biliyor musunuz?

“Mumcu’ya göre Öcalan Aydınlık’ın (o dönemdeki adı Şafak’tı) bildirilerini dağıtırken, yakalanmış ve bu dönemde MİT tarafından “devşirilmişti”.

“Uzatmayalım, gelelim bugüne:

“Doğu Perinçek ve Aydınlıkçılar, Mumcu’nun doğru yazdığını söylüyorlar. Aydınlık’ın son sayısında Uğur Mumcu’ya övgüler düzüyorlar!

“Rahmetli Mumcu, Perinçek ile aynı çizgide buluşmaktan memnun mudur bilenmez.

“Bilinen; Mumcu’nun yaşadığında, “Öcalan’ın MİT ile ilişkisi neden Aydınlıkçıları rahatsız ediyor” sorusuna yanıt bulamadığıdır.

“Sahi 1990’lı yılların başında Öcalan’ın istihbarat ilişkilerinden rahatsız olan Aydınlık bugün neden “PKK’yı MİT kurdu” diye haber yapmaktadır.

“Siz siz olun Perinçek’in ne dediğine değil, ne demediğine bakın!

“Odatv.com” (http://www.odatv.com/n.php?n=dogu-perincek-ugur-mumcunun-kemiklerini-sizlatti-2011071200)

Bizim de her satırına katıldığımız bir yazı bu. Son derecede doğru tespitlerde bulunuyor Bin Kalıplı fırıldak PDA Şeyhi hakkında.

Yazının son cümlesindeki okuyuculara yönelik uyarı da çok yerinde ve haklı.

Biz, 1969’dan bu yana D. Perinçek ve PDA Avanesinin söyleyip savunduklarının hep tam karşısında olduk.

Adamda halkımızın deyişiyle her yol var. Başka türlü dersek; her yol mubah… Onun bütün derdi, kendi deyişleriyle, “Büyük Güçler Platformuna çıkmak.” İşte onu başarabilmek için de duruma ve şartlara göre görüş oluşturmak yani bir kalıptan çıkıp bir kalıba girmek…

Bu adam ve avanesi için tutarlılıkmış, siyasi ahlâkmış, vicdanmış, insani değerlermiş hiçbir önem taşımaz. Boş şeyler onlara göre bütün bu saydıklarımız.

E, sonuçta onlarınki de bir seçim. Ne yapabilirsiniz ki?..

Biz, onur yaşamdan önemlidir. İnsan şerefi için yaşar diyoruz. Onlarsa “Büyük Güçler Platformuna çıkmak”, diyorlar. Yazık! Ne diyelim başka?.. Hep dediğimiz gibi, insanız tabiî; akılla birlikte duygu varlığıyız da… Bu sebepten kızıyoruz onlara zaman zaman da, aslında acınacak yaratıklar bunlar.

İnsan olarak doğmuşlar, sonra da kendi iradeleriyle insanlıktan vazgeçmişler… 26.02.2015

Kaynak: http://kurtuluspartisi.org/soyle-bakalim-bin-kalipli-parti-hirsizi-kalpazan-ugur-mumcu-cia-mossad-ajani-mi-yoksa-namuslu-yurtsever-ataturkcu-aydin-mi/



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
tarihselmaddeci
[ tarihselmaddeci ]

Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.05.2014
İleti Sayısı: 581
Konum: Gizli
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder

Web Adresi | Özel ileti Gönder

1 kere teşekkür edildi.
1 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: tarihselmaddeci
Cevap Tarihi: 24.04.2015- 09:51


Bin Kalıplı Doğu Perinçek ve PDA Avanesinin İhanete Karmış Hazin Siyasi Serüvenine Dair… (22)
Bir kez daha soruyoruz: Söyle bakalım Bin Kalıplılar Tekkesi’nin madrabaz, düzenbaz, hilebaz şeyhi; Türk Ordusu “hakim sınıfların vurucu gücü” mü, yoksa “Türkiye’nin milli ordusu” mu? “Bölgede de bir tek güvenebileceğimiz silahlı güç” mü?


Buradan okuyabilirsiniz: http://kurtuluspartisi.org/bin-kalipli-pervanenin-kivilcimli-ustaya-iblisce-saldirisi/



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
tarihselmaddeci
[ tarihselmaddeci ]

Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.05.2014
İleti Sayısı: 581
Konum: Gizli
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder

Web Adresi | Özel ileti Gönder

1 kere teşekkür edildi.
1 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: tarihselmaddeci
Cevap Tarihi: 06.05.2015- 08:52


Bin Kalıplı Doğu Perinçek ve PDA Avanesinin İhanete Karmış Hazin Siyasi Serüvenine Dair… (23)

Cevap ver bakalım Bin Kalıplılar Dergahının Âlimi Büyük Pervane:
Kontrgerilla’yı, SüperNATO’yu, Gladyo’yu, onun Türkiye’deki merkezi Özel Harp Dairesi’ni, hem de ne olduklarını bile bile savundun mu savunmadın mı?


Buradan Okuyabilirsiniz: http://kurtuluspartisi.org/cevap-ver-bakalim-bin-kaliplilar-dergahinin-alimi-buyuk-pervane-kontrgerillayi-supernatoyu-gladyoyu-onun-turkiyedeki-merkezi-ozel-harp-dairesini-hem-d/



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
tarihselmaddeci
[ tarihselmaddeci ]

Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.05.2014
İleti Sayısı: 581
Konum: Gizli
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder

Web Adresi | Özel ileti Gönder

1 kere teşekkür edildi.
1 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: tarihselmaddeci
Cevap Tarihi: 20.05.2015- 08:56


Bin Kalıplı Doğu Perinçek ve PDA Avanesi’nin İhanete Karmış Hazin Siyasi Serüvenine Dair… (24)
“Soykırım Yalanını Kökten Bitirdik” diye övünen Bin Kalıplı sahte kahramanın ve PDA Avanesi’nin 20 yıl boyunca bu yalanın en kararlı savunucularından olduğunun resmidir!


Okumak için: http://kurtuluspartisi.org/soykirim-yalanini-kokten-bitirdik-diye-ovunen-bin-kalipli-sahte-kahramanin-ve-pda-avanesinin-20-yil-boyunca-bu-yalanin-en-kararli-savunucularindan-oldugunun-resmidir/



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
tarihselmaddeci
[ tarihselmaddeci ]

Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.05.2014
İleti Sayısı: 581
Konum: Gizli
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder

Web Adresi | Özel ileti Gönder

1 kere teşekkür edildi.
1 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: tarihselmaddeci
Cevap Tarihi: 01.06.2015- 10:33


8 aylık çalışmanın sonucunda, 618 sayfalık teşhir kitabımız meydana geldi. Bizim için zorlu bir süreç oldu, çünkü Doğu Perinçek adlı adamın nereden baksanız elde kalan çürük teorisi ile dolu kitapları ile uğraşmak zorunda kaldık. Yine de Türkiye sol tarihine önemli bir kaynak sunduk. CIA sosyalizmine karşı "cevabımızdır".




Bu ileti en son tarihselmaddeci tarafından 01.06.2015- 10:35 tarihinde, toplamda 3 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
tarihselmaddeci
[ tarihselmaddeci ]

Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.05.2014
İleti Sayısı: 581
Konum: Gizli
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder

Web Adresi | Özel ileti Gönder

1 kere teşekkür edildi.
1 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: tarihselmaddeci
Cevap Tarihi: 07.01.2016- 09:41


Bin Kalıplılar Line.do sitesinde. Karşınıza bir Vatan Partili atıp tutuyor mu? Buradan buyrun :)

https://line.do/tr/bin-kaliplilar/z5v/vertical



Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 4 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   1   2   3   [4] 



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 2 kişi görüntülüyor:  2 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Doğu Perinçek'le AKP aynı gemideymiş... melnur 7 2627 20.10.2021- 00:09
Konu Klasör ''Sol''un Perinçek düşmanlığının nedeni abbas 39 32931 31.10.2022- 11:42
Konu Klasör Doğu Perincek'in yanlışı... melnur 0 2483 13.07.2019- 11:16
Konu Klasör İmamoğlu'nun Doğu Karadeniz gezisi... melnur 3 1256 01.06.2022- 08:14
Konu Klasör Seçime iki kala HDP ve CHP'ye açık ihtar! umut 2 3802 01.11.2015- 15:16
Etiketler   Bin,   Kalıplı,   Doğu,   Perinçek,   PDA,   Avanesi
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS